İçerik değiştir



- - - - -

Atatürk Askeri Bir Deha İdi


  • Yanıtlamak için giriş yapın
bu konuya 84 yanıt verildi

#1 AtamÇepni

AtamÇepni

    Türkiye Sevdalısı

  • Üyeler
  • 5.693 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:Atatürk'ün Ülkesi

Gönderim zamanı 27.04.2006 - 22:35


"Az olur!"

(Falih Rıfkı Atay, 'Çankaya', 1968, s.89)

Aşağıdaki anekdot, Atatürk'ün ağzından kaleme alınmıştır:

Karargâhı ( Eceabat İlçesi ) Yalova'da bulunan Ordu Komutanı Liman Von Sanders Paşa telefonla beni aradı. Konuşmamıza aracılık eden Kurmay Başkanı Kâzım Bey idi. Sorduğu şu idi: "Durumu nasıl görüyorsunuz ve nasıl tedbir almayı düşünüyorsunuz? ". Durumu nasıl gördüğümü ve nasıl tedbirler almak gerektiğini çoktan bütün ilgili olanlara belirtmiştim. Hepsi cevapsız kalmıştı, dedim ki;

- "Durumu nasıl gördüğümü çoktan size bildirmiştim. Şimdi alınabilecek tek bir tedbir kalmıştır!"
- O tedbir nedir?
- Bütün komuta ettiğiniz kuvvetleri emrime veriniz. Tedbir budur!
Alaylı bir sesle,
- Çok gelmez mi?
- Az gelir ! dedim.

Telefon kapandı. 8/9 Ağustos gecesi saat 21:50'de bana Anafartalar Grubu Komutanlığına tayin edildiğimi bildirdiler. Gerçi böyle bir sorumluluğu almak basit bir şey değildir. Fakat, ben vatanım yok olduktan sonra yaşamamaya karar verdiğim için bu sorumluluğu yüklendim! Daha önce kararlaştırdığım saldırıyı kendim yöneterek düşmanın üstün kuvvetlerini gerilettim. 10 Ağustos sabahı tan yeri ağarırken düşman üzerine süngü ile atılmak için hazırladığım asker saflarının önüne geçerek kuvvetlerimi düşman üzerine attım. Düşman ortalık ağardıktan sonra Conkbayırı'nı denizden ve karadan büyük çapta toplarla dövmeye başladı. Bütün Conkbayırı dumanlar ve ateşler içinde kaldı. Herkes tevekkülle sonunu bekliyordu. Etrafımız şehitler ve yaralılarla doldu. Olan bitenleri seyrederken, bir şarapnel parçası göğsümün sağ tarafına çarptı. Cebimdeki saati paramparça etti. Etime giremedi. Yalnız deride bir kan lekesi bıraktı. Bu parçalanmış saati sonra bu günün hatırası olarak Liman Von Sanders Paşaya verdim. O da aile armalı saatini bana hediye etti.

Bu mesaj sabrili1 tarafından düzenlendi. Düzenleme zamanı: 27.04.2006 - 22:36


AKP olmadan Dinimi,
MHP olmadan Ülkemi,
CHP olmadan ATATÜRK’Ü sevebilirim...

#2 AtamÇepni

AtamÇepni

    Türkiye Sevdalısı

  • Üyeler
  • 5.693 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:Atatürk'ün Ülkesi

Gönderim zamanı 27.04.2006 - 22:37

"Zaferini tebrik ederim Paşam!"

(F. Rıfkı Atay, 'Çankaya', 1968, s. 293)

Sakarya muharebelerinin sonlarına doğru idi. Erkân-ı harp zabiti cepheden alınan son malûmatı umutsuz bir ses tonu ile, kaburgaları kırık olduğu için yatakta yatan Başkumandan Müşir Gazi Mustafa Kemal'e okuyordu. Malûmat meyanında, cephe kumandanlarından biri Seyit Gazi veya Döğer'in şark veya şimalinde düşmanın taze kuvvetler aldığından ve yeni bir düşman fırkası görüldüğünden bahsediyordu. Paşa kaşlarını çatarak " Hayır! Orada düşman fırkası olamaz ve yoktur! Yazınız, iyi baksınlar ! " dedi. Başkomutan, raporu verenin, Yunan cephesinin bir kanadından diğer kanadına geçen kuvvetleri yeni kıtalar sanmış olduğunu anlamakta gecikmedi. Bu aktarma ancak bir çekilme hareketi olabilirdi. Erkân-ı harp zabiti dışarı çıktıktan sonra Başkomutan İsmet Paşaya dönerek ; " Zaferinizi tebrik ederim Paşam! Hemen karşı taarruz emri veriniz!" dedi. Erkân-ı harp zabiti gittikten sonra orada iki saat daha kaldı. Öğle yemeği yenilirken zabit tekrar geldi. "Haber aldım, filhakika orada düşman fırkası yokmuş efendim!" dedi. Cephedeki kumandan gözle görülen bir düşman fırkasından bahsederken, Gazi Paşa yattığı yerde, altı yüz kilometre uzaktan, orada düşman fırkası olmadığım görüyor ve ihtar ediyordu.

AKP olmadan Dinimi,
MHP olmadan Ülkemi,
CHP olmadan ATATÜRK’Ü sevebilirim...

#3 AtamÇepni

AtamÇepni

    Türkiye Sevdalısı

  • Üyeler
  • 5.693 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:Atatürk'ün Ülkesi

Gönderim zamanı 27.04.2006 - 22:38

''Yerine Çavuş gönderirim !"

(F. Rıfkı Atay, 'Çankaya', 1968, s. 293)

Sakarya muharebeleri sırasında bir kibrit kıvılcımından atı ürkünce, Atatürk yere düşüp kaburgalarını kırmıştı. Başkomutan cephede, oradan oraya sedye ile dolaştırılıyordu. Savaşın kritik bir anında, yukarıdaki anekdotta adı geçen hemen karşı taarruz emri verildikten çok kısa bir süre sonra, Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa ( Çakmak ) odasına geldi. Kolordu Komutanı Kemal ettin Sami Paşadan bahisle ; "Kendisini taarruza kaldıramıyoruz. Emri doğru bulmuyor. Sedye ile de olsa telefon başına kadar gidip konuşabilir misiniz ? "dedi. Sedye ile telefon başına giden Başkomutan, Kolordu komutanına hitaben ;" Taarruz olacaktır ! Sen olmazsan yerine bir çavuş gönderirim, gene taarruz ettiririz.! " dedi. Mustafa Kemal Paşanın biraz sertçe olan sesini tanıyınca Kemal ettin Paşa, " Ya... Böyle mi tensip buyurdunuz, emredersiniz ! " dedi. Kolordu taarruza geçmiş ve sonuç alınmıştır.

AKP olmadan Dinimi,
MHP olmadan Ülkemi,
CHP olmadan ATATÜRK’Ü sevebilirim...

#4 AtamÇepni

AtamÇepni

    Türkiye Sevdalısı

  • Üyeler
  • 5.693 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:Atatürk'ün Ülkesi

Gönderim zamanı 27.04.2006 - 22:40

"Emrim kemiklerinin orada gömülmesidir!"

(F. Rıfkı Atay, 'Çankaya1, 1968, s. 299)

Sakarya savaşı sırasında bir defa, İsmet Paşayı telefonla arayan Yusuf İzzet Paşa (Tengirşek), lüzumu halinde, geri çekilmenin nereye kadar ve nasıl olacağı hususunda bilgi alamayınca, Mustafa Kemal Paşa ile görüşmek istediğini söyler. Telefonu Mustafa Kemal'e verirler ;
- "Beni aramışsınız, buyurun!"
- "Gizli emirlerinizi bildirmediniz. Yani, geri çekilme lâzım geldiği vakit istikametimiz ne olacaktır?"
Pek kızan Mustafa Kemal, daha savaşa girmeden kaçmayı düşünen bu komutana :"Paşa ,paşa! Gizli emrim senin kemiklerinin orada gömülmesidir!" der. Başkomutan, o meşhur "Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı şehit kanı ile sulanmadıkça, o yer terk edilemez !" emrini Yusuf İzzet Paşa ile yaptığı bu telefon görüşmesinden sonra vermiştir.

AKP olmadan Dinimi,
MHP olmadan Ülkemi,
CHP olmadan ATATÜRK’Ü sevebilirim...

#5 AtamÇepni

AtamÇepni

    Türkiye Sevdalısı

  • Üyeler
  • 5.693 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:Atatürk'ün Ülkesi

Gönderim zamanı 27.04.2006 - 22:41

"Eğri bıçaklarla hücum etsinler!"

(F. Rıfkı Atay, 'Çankaya', 1968, s. 299)

Sakarya muharebeleri sırasında düşman hatlarımızda tehlikeli bir gedik açmış, genişletiyordu. Bu gedik hemen kapatılmalı, düşman süngü hücumu ile geri çevrilmeli idi. İhtiyat kuvvetlerinin hemen oraya gönderilmesini istedi. İhtiyat kuvvetimiz kalmadığı cevabını verdiler. Yalnız, Giresunlu Osman Ağanın çetesi vardı. Onların da süngüleri yoktu. Mustafa Kemal Paşa :
"Süngüleri yoksa bellerinde bıçakları vardır, düşman üzerine atılacaklar, onu eski yerine kovacaklardır!" diye haykırdı! Bu kahraman çocuklar eğri bıçakları ile Yunanlıları eski yerlerine kadar sürmüşlerdir.

AKP olmadan Dinimi,
MHP olmadan Ülkemi,
CHP olmadan ATATÜRK’Ü sevebilirim...

#6 dokuzharf

dokuzharf

    ...

  • Kurucular
  • 19.758 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:İzmir

Gönderim zamanı 27.04.2006 - 22:41

İyi adamdı Atatürk..
Allah rahmet eylesin , mekanı cennet olur İnşaALLAH..

Değişiklikler Kaydedildi...

#7 AtamÇepni

AtamÇepni

    Türkiye Sevdalısı

  • Üyeler
  • 5.693 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:Atatürk'ün Ülkesi

Gönderim zamanı 27.04.2006 - 22:43

"O halde düşmanı 20 km içinde tepeleyin!"

(F. Rıfkı Atay, 'Çankaya', 1968, s.308)

Büyük Taarruz öncesi Afyon'un Çay ilçesinde Kolordu ve Ordu Komutanları toplanmış, Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşanın ( Çakmak ) saldırı plânını dinliyorlardı. İsmet Paşa saldırı plânına karşı olduğunu beyan etti. Atatürk' ün Harp Okulu'ndan tabiye hocası, çok sevdiği, takdir ettiği ve kendisine "Hocam" diye hitap ettiği Yakup Şevki Paşa, milletin varını yoğunu zar gibi atmanın tarihçe cinayet sayılacağını söyledi. Mustafa Kemal:
- Milletin varı yoğu bundan mı ibarettir Hocam ?
- Evet!
- O halde kesin sonucu bununla almak zorundayız! Kolordu Komutanı Kemalettin Sami Paşada bizim geri teşkilâtının düşmanı yirmi kilometreden fazla kovalayamayacağını söyleyince ;
- Bizim geri teşkilâtımız düşmanı yirmi kilometreden fazla kovalayamaz mı?
- Hayır Paşam !
- O halde düşmanı yirmi kilometre içinde tepelemek zorundayız!

İkinci Ordu Komutanı Nurettin Paşa ise, cepheye henüz yeni geldiğinden, bir fikri olmadığı cevabını verir. Bu arada, belki ikisi arasında bir tertip eseri olarak, Fevzi Paşa " Madem ki, Ordunun bana güveni yok, ben çekiliyorum !." diye istifasını verir. Mustafa Kemal de, Genel Kurmay Başkanı çekildiğine göre kendisinin de Baş Komutanlık görevinde kalamayacağını belirtir. Telaşa düşen İsmet Paşa şöyle der ; "Efendim bize fikrimizi sordunuz, söyledik. Yoksa, hepinizin emrinizdeyiz, ne yolda isterseniz öyle hareket ederiz ! " Taarruz sürpriz bir şekilde kuzeyden değil, güneyden, dağlık bölge üzerinden yapılır ve sonuç kesin zaferdir.

AKP olmadan Dinimi,
MHP olmadan Ülkemi,
CHP olmadan ATATÜRK’Ü sevebilirim...

#8 AtamÇepni

AtamÇepni

    Türkiye Sevdalısı

  • Üyeler
  • 5.693 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:Atatürk'ün Ülkesi

Gönderim zamanı 27.04.2006 - 22:47

ATATÜRK 'DAHİYANE' BÎR DEVRİMCİ İDİ!

Atatürk, 1923 ilâ 1928 yılları arasında, beş sene bir ay gibi kısa bir süreye, Batının yüz yıl süren Rönesans’ını sığdırdı ve dev bir çağdaşlaşma hareketi yarattı. Reformlarının başlıcaları şunlardır;

4. l. Milliyetçilik duygusundan doğan reformlar

Milli Egemenliğin ve tam bağımsızlığın sağlanması,
Büyük Millet Meclisi'nin kurulması,
Hilâfetin ve Saltanatın kaldırılması,
Milli Ekonomi' nin kurulması,
Türk tarihinin, Orta Asya'daki yataklarına kadar genişletilmesi,
Ulusal dil ve ulusal tarih eylemleri,
Ümmet felsefesi yerine, millet felsefesinin Türk Milliyetçiliği için esas alınması.

4.2. Çağdaşlaşma ülküsünden doğan reformlar

Lâikliğe ait bütün reformlar,
Din ile devlet işlerinin ayrılması,
Şeyhülislâmlık kuruluşunun kaldırılması,
Medreselerin ve Şer'i mahkemelerin kapatılması,
Tekke ve zaviyelerin kapatılması,
Eğitim birliğinin kurulması,
Medeni hukukun kabulü,
Kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi,
Kaç, göç ve çok kadınla evliliğin yasaklanması,
Fesin yasaklanması ve şapka giyilmesi,
Lâtin harflerinin kabulü,
Batı takviminin , saatinin ve pazar tatilinin yerleştirilmesi,
Batı musikisi, resim, heykel, tiyatro, bale ve tüm güzel sanatların geliştirilmesi,

Kısa sürede uygulamaya konulan bu devrimlerin hazırlanmasında olduğu kadar, geniş halk kitlelerine benimsetilmesinde ve toplum yaşamına adapte edilmesinde 'kişisel olarak Atatürk, insan üstü bir gayret ve çaba gösterdi. Türk ekonomisi ve sanayiinin gelişmesi için, bankacılık (İş Bankası), sigortacılık (Anadolu Sigorta), havacılık ( Türk Kuşu , Tayyare Cemiyeti, Türk Hava Kurumu), alt yapı hizmetleri (demiryolları, barajlar), fabrikalar (şeker, tekstil, demir ve çelik fabrikaları) hep O’nun eseridir. Lâtin harflerinin, her kesimden insana, tarladaki kadına kadar öğretilmesi, çok sesli batı musikisinin, operanın ve balenin halka gene sevdirilmesi hep O’nun kişisel çabalan ile olmuştur. Günümüzde (2001), bazı kırsal kesimlerde ve bazı Büyükşehir varoşlarında görülen küçük çaplı, gerici ve tutucu söz ve davranışlar ile, çok küçük bir azınlık dahi olsa, bazı genç kızlarımızın Üniversitelerimizde ısrarla çağ dışı başörtüsü ile dolaşma istekleri dışında, Atatürk reformları tam bir başarıya ulaşmıştır. Bu reformların kanunlarını 1924'lerin Millet Meclisi'nden çıkarabilmek bir dehanın , çıkmış kanunları topluma benimsetmek ikinci bir dehanın , hele, hele bu devrimlerin, aradan geçen 75 sene sonra bile, eksiksiz uygulanıyor olması ve bu devrimlerden hiç bir suretle taviz verilmesine izin vermeyecek olan Türk Gençliğinin her zamankinden daha azimli ve kararlı olması ise üçüncü bir dehanın eseridir.

AKP olmadan Dinimi,
MHP olmadan Ülkemi,
CHP olmadan ATATÜRK’Ü sevebilirim...

#9 AtamÇepni

AtamÇepni

    Türkiye Sevdalısı

  • Üyeler
  • 5.693 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:Atatürk'ün Ülkesi

Gönderim zamanı 27.04.2006 - 22:55

ATATÜRK KALICI VE YAŞAYAN BÎR LİDERDİR!

Ne Hitler, ne Tito, ne Musolini, ne Lenin, ne Stalin ve ne Mao artık yok, yaşamıyorlar ve anılmıyorlar! Tarihin karanlık sayfalarına gömüldüler. Hitler, intihar etti, insanlık suçu işlediği için kendi ülkesinde bile lanetlendi. Tito'nun Yugoslavya'sının yerinde bugün yeller esiyor. Yugoslavya içinde etnik çatışmalar, boğaz boğaza kavgalar, büyük bir istikrarsızlık hâlâ devam ediyor. Musolini'yi İtalyan halkı, yani kendi milleti linç etti. Lenin'in heykelleri her yerde kırıldı. Lenin, artık rehber alınacak lider değil! Stalin, gizli polis teşkilâtı vasıtası ile yaptığı kirli işlerden dolayı hem Rus halkı hem de tarih nezdinde karanlık sayfalara gömüldü. Kremlin'de Presidyum Başkanları için ayrılan heykel sergisinde, ona ayrılan kaidenin üzerine büstünü bile koymadılar. Kaide boş duruyor! Mao'nun sosyalist liderliğinden artık söz bile edilmiyor. Çin artık serbest piyasa ekonomisine geçti.

Atatürk ise, dimdik her gün ayakta. Gün geçtikçe kıymeti daha iyi anlaşılıyor. Atatürk, "Ben size hiç bir dogma veya doktrin bırakmıyorum. Benim doktrinim müspet ilimdir! " demiştir. Atatürk, işte bunun için kalıcı ve yaşayan bir lider olmuştur (Falih Rıfkı Atay 'Çankaya', 1968, s.13).

"Atatürk toplam hesaplaşmasında, içinde göründüğü bütün olayların üstünden bakar olur. Dikeni, çalısı ayağınızı yalayarak indiğiniz bir dağ gibi, geri dönüp baktığınızda O’nun ancak yüceliği altında ezilirsiniz! ".

Gelin bir de, unutturulmak konusunda Atatürk kendisi için neler söylemiş, O’nu dinleyelim :
(Münir Hayri Egeli'nin hatıratından, 1937)

"Bir zaman gelir, beni unutmak veya unutturmak isteyen gayretler belirebilir. Fikirlerimi inkâr edenler ve bana taan edenler çıkabilir. Hatta bunlar benim yakın bildiğim ve inandıklarım arasından bile olabilir. Fakat, ektiğimiz tohumlar o kadar özlü ve kuvvetlidir ki, bu fikirler Hind'den, Mısır'dan döner, dolaşır gene gelir, feyizli neticeleri kalpleri doldurur." 1937, Atatürk

AKP olmadan Dinimi,
MHP olmadan Ülkemi,
CHP olmadan ATATÜRK’Ü sevebilirim...

#10 AtamÇepni

AtamÇepni

    Türkiye Sevdalısı

  • Üyeler
  • 5.693 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:Atatürk'ün Ülkesi

Gönderim zamanı 27.04.2006 - 22:59

ATATÜRK'ÜN KİŞİLİÐİNİN İLGİNÇ YÖNLERİ

Atatürk'ün başarısının sırlarını araştırırken, O’nun söylediklerini, yazdıklarını ve yaptıklarını tarayınca, çok belirgin bazı karakter yapıları ile karşı karşıya kalırız. Atatürk'ün kişiliğinde gördüğümüz ve yukarıda açıklamaya çalıştığımız beş ayrı cinsteki 'dahi' insanın oluşmasında, bu çok belirgin karakter yapısının büyük rolü olmuştur. Başka bir deyimle, Atatürk'ün karakterindeki bu çok belirgin özellikler, O’nun başarılarının altında yatan en önemli sırlar ve unsurlardır.

O’nun sözleri, yazıları ve yaptıkları incelendiğinde, karşımıza çıkan karakter yapısının en ilginç yönleri aşağıda başlıklar halinde sıralanmıştır. Ayrıca ilerleyen sayfalarda, kişiliğinin karakteristik yönlerini ayrı, ayrı ve belirgin bir şekilde açıklayıp anlatabilmek için, seçilen her konuda O’nun yaşantısından ilginç kesitler, anekdotlar ve belgesel bilgiler sunulmuştur. Atatürk'ün karakterinin ilginç yönleri ana başlıklar halinde şöyle özetlenebilir :

01. Askerliği ulvi gördü! Esas misyonu devrimciliği ve devlet adamlığı idi!

02. Geçmişi kucaklayan, fakat çağını aşan bir kültüre sahipti. Tüm güzel sanatları sevdi, kurdu, korudu ve milletine sevdirdi!

03. Arkadaşları ve kültürlü insanlar Ona yetişmekte, O’nu anlamakta, O’nu takip etmekte ve O^na ayak uydurmakta zorluk çektiler !

04. Olağanüstü bir zamanlama üstadı idi. Bazen Hz. Eyüp sabrı vardı, bazen de aculdü! Meyveyi olgun yerdi ama çürütmezdi!

05. Eğilmezdi, çok gururluydu ve kendinden çok emindi!

06. Ateşli bir Türk milliyetçisi ve tutkun bir Türk hümanisti idi! Sıksanız her damlasından Türk ve Türklük akardı!

07.Ölüme karşı şanslıydı. Yedi kere ölümün eşiğinden döndü!

08. Şefkatli ve akik kalpli, merhametli ve yardımseverdi! Savaş meydanlarında ise kaskatı ve acımasızdı! Fakat, başarılı bir "Barış Kurdu" oldu!

09. Hazır cevaptı! Muhatabını ve özellikle muhalifini anında ikna ederdi!

10. Dinlemesini severdi, bir dinleme üstadı idi! Başarılarının sırrı olarak bu özelliğini sayardı!

11. Başarılarını kendisi üstlenmez, onları ya Mehmetçik'e veya Millete mâl ederdi. Bazen de, "Millet böyle istiyor!" diye, O’nun sözcüsü durumuna geçer ve gücünü Türk Milleti'nin manevi şahsiyetinden alırdı!

12. Çok örgüt kurdu! Örgütlerle çalışmayı, demokrasiyi ve meşruiyeti severdi!

13. Kızar, tehdit eder, uzak kalır, ihtar eder, haykırır, ikna eder, susar, ama TBMM' siz yapamazdı!

14. Devrimlerinin acımasız takipçisi idi! Onlardan asla taviz vermezdi!

15. Çok ileri görüşlüydü! Yargıları hep doğru çıkmıştır! Durum değerlendirmesinde, strateji oluşturmada, düşmanı tartmakta çok mahir bir taktik ustası idi!

16. Yorulmadan çok uzun saatler ve günlerce uykusuz, duraksız çalışabilirdi. Yoğun konsantrasyon yeteneği vardı!

17. Etrafındakileri sürprizlerle etkileme üstadı idi! Kin tutmazdı, bağışlayıcı idi! Gürültülü, tabancalı ve olağandışı bir barışma stili vardı!

18. Halk adamıydı! Halka ve Mehmetçik'e düşkündü!

19. Misafirlerine çok kıymet verirdi! Onları olağanüstü ağırlamayı severdi! Yabancı ülkelerin haysiyetlerine aşırı saygılı idi!

20. Halkın ve O’nu temsil eden saygın kişilerin nabzını ve kalp atışlarını iyi dinlerdi !

21. Doğayı ve yeşili sever ve korurdu! Bir ağaç dalı için bir binayı yürütmüştü!

22. Bazı sözleri hümanizm tarihine geçti! Çanakkale Şehitleri için söyledikleri düşmanlarını kendisine aşık etti!

23. Manevi evlat edinmeyi çok severdi! Onların yetişmesi, mutlulukları ile çok yakından ilgilendi!

24. Aşkları da oldu, evliliği de! Ama Fikriye'yi sevdi. Fikriye' de O’nun ile olamadığı için intihar etti!

25. Sofraları bir eğitim meclisi idi! Sofralarına dil uzatanlara cevabı keskin oldu! Yalnız adamdı! Ailesi olmadı. Aile hayatını çok özledi!

26. Hataları ve zaafları da vardı! Kesin prensipleri ve tereddütleri de! Ağladığı anlar da, kahkaha ile güldüğü anlar da oldu! Özel meclislerinde şarkıyı, zeybeği, neşeyi, içmeyi ve içirmeyi severdi!

27. Biyografisinin "gerçekçi" yazılmasını, Kurtuluş filminin çekilmesini çok istiyordu !

28. "Fes" e karşı büyük bir antipatisi vardı!

29. Çok tutumlu idi! Daima, kendi masraflarını kendi öderdi! Zaman zaman etrafındaki ihtiyaçlılara belli etmeden para yardımında bulunurdu! Yerli malı haftalarını çok tutardı !

30. Para alıp vermelerde, malları ile ilgili hususlarda veya yakınlarının haksız tasarrufları konusunda hiçbir dedikoduyu hazmedemezdi! Hemen gereğini yapardı!

31. Kendisine rakip birisinin çıkmasına asla tahammül edemezdi!

AKP olmadan Dinimi,
MHP olmadan Ülkemi,
CHP olmadan ATATÜRK’Ü sevebilirim...

#11 AtamÇepni

AtamÇepni

    Türkiye Sevdalısı

  • Üyeler
  • 5.693 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:Atatürk'ün Ülkesi

Gönderim zamanı 28.04.2006 - 00:49

01.1. Askerliği ulvi görür, siyaseti severdi!

Askerlik mesleğini, vatanı kurtarmak amacı ile, mecbur kalındığı için yapılan ulvi bir görev olarak görürdü. Esas misyonu devrimciliği ve devlet adamlığı idi. Dikkat edilirse, Atatürk askeri dehasını daima anavatan toprakları üzerinde, istilâcılara karşı yaptığı savaşlarda göstermiştir. Çanakkale savaşı öyledir, Kurtuluş savaşı da. Hep düşmanı vatanın bağrından söküp atma savaşlarıdır bunlar. Hiç bir zaman, toprak hırsı ve yeni yerler almak için yapılmamıştır. İşgal altındaki Doğu Trakya, bir kurşun dahi sıkılmadan kurtarılmıştır. Hatay'ı almak için, blöf yapmıştır ama bir kurşun dahi sıkılmasına müsaade etmemiştir. Hatay'ın bize verilmesinde Fransa'nın gösterdiği diplomatik oyalama taktiklerine çok üzüldüğü sıralarda kendisine "Paşam ne üzülüyorsun, bir alay asker gönderip hemen ilhak edelim " diyenlere," Hayır bunu yapamayız! Bir alay askerle Hatay'ı anavatana katarız ve Fransa bu kadar uzaklardan müdahale etmeyi göze bile alamaz, doğru! Fakat, büyük bir milletin Onuru söz konusudur. Onların Onurunu kırmış oluruz. Ya bunu bir Onur meselesi yaparlarsa?.. Onun için, bu işi barış yoluyla halletmeliyiz !" demiştir.

Bu mesaj sabrili1 tarafından düzenlendi. Düzenleme zamanı: 28.04.2006 - 00:50


AKP olmadan Dinimi,
MHP olmadan Ülkemi,
CHP olmadan ATATÜRK’Ü sevebilirim...

#12 AtamÇepni

AtamÇepni

    Türkiye Sevdalısı

  • Üyeler
  • 5.693 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:Atatürk'ün Ülkesi

Gönderim zamanı 28.04.2006 - 00:58

Büyük Taarruz Zaferi'nin sevincine hüznü karıştı!

(Yurdakul Yurdakul, 'Atatürk' 1999, s 75 )

1922 yılı Ağustos'unun 26'sında şafakta başlayan Büyük Taarruz altı gün altı gece devam etmiş ve Mehmetçiklerin aslan gibi saldırmalarıyla düşmanın büyük bir kısmı kılıçtan geçirilmiştir. 31 Ağustos'ta güneş Türklerin büyük zaferini kutlamak için doğmuştu sanki... Atatürk'ün yaveri Muzaffer Kılıç anlatıyor; Aynı günün sabahı Atatürk harp sahasını dolaşıyordu. Etraf binlerce insan ve hayvan ölüleriyle adeta bir mahşer yerini hatırlatıyordu. Büyük asker bu manzara karşısında çok rahatsız oldu ve " Bu feci manzara, bütün insanlık için utanç verici bir olaydır. Ama biz vatanımızı korumak için gerekli savunmamızı yaptık. Buna bizi zorladılar.!" demiş ve ölüler kaldırılıp gömülünceye kadar hiç bir yerli ve yabancı gazetecinin bölgeye sokulmamasını kesin olarak emretmiştir. Görülüyor ki, Büyük Taarruz sonunda, büyük bir zafer kazanmış olmanın sevinci değil, adeta hüznü vardır içinde. Çünkü, yerlerde yatan cansız düşman askerlerinin feci durumu O’nu ziyadesiyle üzmüş, "Biz isteyerek yapmadık, bizi buna mecbur ettiler! " diyerek kendini teselli etmiştir.

AKP olmadan Dinimi,
MHP olmadan Ülkemi,
CHP olmadan ATATÜRK’Ü sevebilirim...

#13 AtamÇepni

AtamÇepni

    Türkiye Sevdalısı

  • Üyeler
  • 5.693 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:Atatürk'ün Ülkesi

Gönderim zamanı 28.04.2006 - 08:44

Tanrıdan Kurtuluşa kadar ömür niyaz etti!

(Niyazi Ahmed Banoğlu, 'Fıkra ve Nüktelerle Atatürk' 1954, s.,316)

Erzurum'da ilk kongreyi kurmakla meşgul iken, İstanbul Hükümeti de, durumdan fena halde kuşkulanarak, Sivas, Bitlis, Van ve Erzurum Vilâyetlerine "Mesleki askeriden müstafi sabık paşa Mustafa Kemal efendi elyevm nerededir? Ne ile meşguldür? Ne tavır ve meslek takip etmektedir? Serian işarı!" diyen telgraflar çektiği zaman, Erzurum Vali Vekili bulunan Kadı Mehmet Hilmi Efendi de telâşa düşmüş, ne cevap vereceğini bilemeyerek, bir yandan İstanbul Hükümeti'ne ; "Hal-i hazırdaki vaziyetine nazaran, kendisi ikametgâhında bulunarak, hususat-ı şahsiyesiyle meşgul olduğu ve hariçle nadiren ihtilâtta bulunduğu anlaşılmıştır." diye cevap verirken, aynı zamanda, meseleyi Mustafa Kemal Paşaya da bildirmişti.

Bu cevabı görünce gülen Mustafa Kemal Paşa "Hocam, cevabın güzel ama, bakalım inandırabilecek misin?" demişti. "İstanbul'dakiler de, vakıa, içleri rahat etmek için böyle bir cevap isterlerse de beni bilirler. Benim hususat-ı zatiyem, milletin işlerinden ibarettir. Yoksa, yazdığın gibi, evime çekilir, yan gelir yatardım. Ne çare ki, yatsam da, milletin mukadderatını düşünürken gözüme uyku girmez. Ama sen tekrar sorarlarsa yine böyle de. Hatta sizlere ömür, vefat etti de" Bu söz üzerine teessürle Kadı Mehmet Hilmi Efendi: "Allah esirgesin Paşam ! Öyle söz olur mu? İnşallah daha çok yaşarsınız!. " deyince, Mustafa Kemal Paşanın cevabı şu olmuştu ; "Daha pek çok değil, yalnız milleti ve vatanı kurtarıncaya kadar. Allah'tan başka bir şey istemem!"

Gerçekten, Atatürk 57 sene gibi kısacık ömrü içinde, hem Kurtuluş mücadelesini başarı ile sonuçlandırdı hem de "En büyük eserim!" dediği Cumhuriyeti kurdu. Bunlar da yetmedi, odak noktası lâiklik olan, çağdaşlaşma reformlarını çok kısa bir zamanda ard arda gerçekleştirdi. Herhalde arzu ve emellerinin çoğunu gerçekleştirmiş olduğu için, ebedi istirahatine huzur içinde çekildi, "gözleri açık olarak " değil!

AKP olmadan Dinimi,
MHP olmadan Ülkemi,
CHP olmadan ATATÜRK’Ü sevebilirim...

#14 AtamÇepni

AtamÇepni

    Türkiye Sevdalısı

  • Üyeler
  • 5.693 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:Atatürk'ün Ülkesi

Gönderim zamanı 28.04.2006 - 08:51

Kâzım Karabekir Paşaya sürpriz çıkışı

(Niyazi Ahmed Banoğlu, 'Fıkra ve Nüktelerle Atatürk', 1954, s. 40)

Atatürk, 1923 Mart'ında Konya'ya gitmişti! Halka yol göstermek, onları yapacağı devrimlere hazırlamak için her fırsatta nutuk söylüyor ve bunları o zaman Anadolu Ajansı'nı temsil eden muharrir İsmail Habib not ederek kendisine götürüyor, okuyor, sonra Ankara'ya telliyordu. Konya'dan ayrılacağı gece İsmail Habib, Atatürk'ün son nutkunun temize çekilmiş şeklini Ona götürdü. Atatürk, bu nutku evvelkilerden daha çok beğenmiş olacak ki eşi Latife Hanım'a;" Çocuğa kadeh getirsinler!" dedi. Fakat, o sırada Lâtife Hanım, Atatürk'ün içki kullanmasını hoş görmüyor, vazgeçirmek, hiç olmazsa azaltmak istiyordu. Bunun için yumuşak bir sesle cevap verdi; "Gece yarısı buradan gidilecek diye bütün şişeleri trene yollamıştık !".

Atatürk köpürdü... "Nasıl olur? Misafirimize karşı da mı?" İster istemez şişeler getirildi. Bu sırada Atatürk'ün eski ve teklifsiz arkadaşlarından Bay Muhtar geldi. Ona İngiliz Muhtar derlerdi. Atatürk, ona: "Dinle bak, Muhtar, nutuk nasıl söylenirmiş! " dedi ve İsmail Habib'e de nutku okumasını emretti. Bay Muhtar aldırmadı. "Dinlemeye lüzum yok; çok güzeldir." dedi. Atatürk: "Neden?" diye sorunca, Muhtar: "Aksini söylemek ne haddimize?" diye cevapladı. Atatürk: "Zevzekliği bırak da dinle! " diye kestirip attı. Nutuk okunduktan sonra Bay Muhtar bu sefer gayet ciddi bir tavırla hükmünü verdi: "Sahiden çok güzel!" Atatürk, içki verilmesini söyledi. İngiliz Muhtar kadehini kaldırdı: "Yaşasın Başkumandan!" diye haykırdı. Atatürk'ün kaşları çatıldı ve sesi yükseldi: " Niçin, Mustafa Kemal demiyorsun? " İngiliz Muhtar :"Hele, ne olur ne olmaz, daha epeyce zaman Başkumandanlık sizde kalsın!" deyiverdi.

O sıralarda, ortalığı bulandırıp külah kapmak isteyenler, din ve şeriat perdesi ardında şahsi ihtiraslarını dolu dizgin koşturanlar vardı. Atatürk büsbütün sinirlendi ve meydan okudu: "Sen kuvveti Başkumandanlıktan mı aldığımı sanıyorsun? Dinle bir hatıramı anlatayım; Hani ben 1919'da Erzurum'da Ordu Müfettişliğinden, askerlik mesleğinden çekilip de milletin bir ferdi olarak kalmıştım ya. Oradaki Ordu Komutanı (Kâzım Karabekir Paşa) artık emirlerimi dinlememeğe başlamasın mı? Hemen makama gittim: Paşa, Paşa, dedim, size o emirleri bu omuzdaki yıldızlar vermiyordu! Mustafa Kemal veriyordu! O yine karşınızdadır, yazınız! Yazdı ve emrim yerine getirildi. Fakat, oradan ayrıldıktan sonra kendi kendime sordum: "Ya bu adam zile basıp da gelen askere Tosta, şunu dışarı çıkar!' deseydi." Atatürk koltukta doğruldu ve sesini yükselterek ilâve etti: "Fakat diyemezdi, Muhtar! Karşısında Mustafa Kemal vardı!" Bay Muhtar kadehini tekrar kaldırdı ve haykırdı: "Yaşasın Mustafa Kemal!"

AKP olmadan Dinimi,
MHP olmadan Ülkemi,
CHP olmadan ATATÜRK’Ü sevebilirim...

#15 AtamÇepni

AtamÇepni

    Türkiye Sevdalısı

  • Üyeler
  • 5.693 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:Atatürk'ün Ülkesi

Gönderim zamanı 28.04.2006 - 08:53

Askeri elbiselerini hibe etti

(Yurdakul Yurdakul, 'Atatürk', 1999)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Ona Mareşal unvanını vermişti ama, askeri manevralar hariç Mareşal üniformasını hiç giymedi. Halbuki, Fransız Devlet Başkam Mareşal De Gaulle, asker üniforması ile Fransız halkını daha çok etkileyeceğim düşünürdü. Bu yüzden de, bütün TV konuşmalarını Mareşal elbisesi ile yapardı. Atatürk, 1929 yılında Yüksek Askeri Şûra üyelerine verdiği bir akşam yemeğinden sonra konuşurken; "Benim artık askerliğim kalmadı!" diyerek beraberinde getirdiği askeri elbise ve teçhizatını Yüksek Askeri Şûra üyelerine hatıra olarak bir, bir dağıttı. Yakasında Mareşal arması olan peleriniyle, süvari Kolordusunu Ilgın’da teftiş ederken taktığı işlemeli gümüş kılıcı ve altın işlemeli hançeri de Orgeneral Fahrettin Altay'a verdi.

AKP olmadan Dinimi,
MHP olmadan Ülkemi,
CHP olmadan ATATÜRK’Ü sevebilirim...

#16 AtamÇepni

AtamÇepni

    Türkiye Sevdalısı

  • Üyeler
  • 5.693 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:Atatürk'ün Ülkesi

Gönderim zamanı 28.04.2006 - 08:56

"Sanat toplumun hayat damarlarından biridir!"

Atatürk, nihayet İdadi ve Harp Okulu mezunu bir Osmanlı Paşası'dır. Ama çok gezmiş, çok okumuş ve çok değerlendirmiştir. Picardi manevralarına katılmak için Fransa'da bulunduğu sırada, ateşe mili ter olarak Sofya'da yaşadığı dönemde, Veliaht Vahdettin'in yaveri olarak katıldığı Almanya seyahatinde ve mide rahatsızlığının tedavisi için Avusturya'nın Karlsbad ve Viyana şehirlerinde bulunduğu dönemlerde ve özellikle Madam Corinne ile dostluk ilişkileri süresince, daima kültürünü zenginleştirmiş, batının sosyal ve kültürel yaşantısını çok yakından gözlemlemiş ve ileride uygulama fırsatı bulursa gerçekleştireceği reformların düşünce alt yapısını oluşturmuştur.

Atatürk, her devrimim bilinçli ve plânlı yapmıştır. Operayı da, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nı da, Güzel Sanatlar Mektebi'ni de O kurdurtmuştur. Tiyatro sanatçılarının hazır bulunduğu bir toplantıda : " Efendiler ! Siz hayatınızda Paşa, Mebus olabilirsiniz ! Vekil olabilirsiniz ! Hattâ Reisicumhur olabilirsiniz ! Ama hiçbir zaman sanatçı olamazsınız ! Sanat toplumun hayat damarlarından biridir!" demişti.

AKP olmadan Dinimi,
MHP olmadan Ülkemi,
CHP olmadan ATATÜRK’Ü sevebilirim...

#17 AtamÇepni

AtamÇepni

    Türkiye Sevdalısı

  • Üyeler
  • 5.693 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:Atatürk'ün Ülkesi

Gönderim zamanı 28.04.2006 - 08:57

Arap şarkıcı Cemaliye'ye önerisi

(Cemal Oranda, "Atatürk'ün Uşağı idim", 1973, s 119)

Atatürk, sık, sık Saray burnuna giderek halkın arasına karışmayı ve onlarla beraber müzik dinlemeyi çok severdi. Mısırlı muganniye Cemaliye’ yi ilk kez orada, Park Gazinosunda görüyorduk. Kadının sesi gerçekten güzeldi. Kadın Atatürk'ü selamlayarak billur gibi sesiyle Arapça şarkılar söyledi. Konserinde büyük bir başarı kazanıp bol, bol alkışlandı. Atatürk hiç konuşmadan büyük bir dikkatle dinledi. Şarkı bitince kadını yanımıza çağırdı. Batı müziğini de öğrenmesini öğütledikten sonra, "Bu sesle bütün dünya seni dinler. O zaman işte şöhretini tam yaparsın!" dedi. Kadın da teşekkür ederek ayrıldı.

O zaman, Atatürk'ün bu sözleri Mısırlı muganniyeye niye söylediğini anlayamamıştık. Biz her alanda büyük bir devrim yapmış, Arap dünyasından ayrılıp batıya yönelmiştik. Acaba, Atatürk doğu dünyasının kültür ve sanat alanında bizi izlemesini mi hatırlatmak istemişti? Yoksa, Atatürk Türk musikisini sevdiği halde, müzik devrimimizin ancak, Batı müziğini benimsemek ve uygulamakla gerçekleşeceğine mi inanıyordu? Evet, yoksa bunu düşünerek mi Mısırlı hanendeye yol göstermek istemişti ?

AKP olmadan Dinimi,
MHP olmadan Ülkemi,
CHP olmadan ATATÜRK’Ü sevebilirim...

#18 AtamÇepni

AtamÇepni

    Türkiye Sevdalısı

  • Üyeler
  • 5.693 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:Atatürk'ün Ülkesi

Gönderim zamanı 28.04.2006 - 09:03

"Türk Milleti artık şen olacaktır !"

(Cemal Oranda, 'Atatürk'ün Uşağı idim', s .123)

Gül hane Parkındaki şenliklerde Mısırlı muganniyeden sonra, alafranga müziğe geçildi ve coşkulu müzikle halk doyasıya dans etti. Daha sonra, Eyüp sultan Cemiyeti öğrencilerinden kurulu ve Kemani Mustafa Beyin Fasıl Heyeti konserine başlandı. Heyetteki sazcılar, kadın olsun, erkek olsun rast gele giyinmişler, böyle seçkin bir toplantıya yakışıksız elbiselerle gelmişlerdi. Bu hal Atatürk'ün gözünden kaçmadı. Canının sıkıldığı belli oluyordu. Bunu da, onları dinler gibi görünürken önündeki gazeteye dalmış olmasından anlıyordum. Atatürk, bir ara Fasıl Heyetinden programlarını istetti. Olmadığını öğrenince üzüntüsü daha da arttı. Fasıl Heyetini zor durumdan kurtarmak için tutup sevdiği şarkılardan bir liste yapıp, sahneye gönderdi. Listenin başında galiba, Faize Hanımın bestesi olan Şataraban makamında, "Bade-i vuslat içilsin kâse-i fağfurdan" şarkısı vardı. Atatürk, bu şarkıyı çok severdi ve sofrada keyifli zamanlarında kendi sesiyle okurdu. Fasıl Heyeti bu şarkıyı da iyi çalamayınca Atatürk sinirlendi. Konserden sonra mikrofona gelerek şunları söyledi:

"Her zaman, her yerde olduğu gibi bu gece de burada aziz Milletimizle karşı karşıya geldiğim anda büyük bir kuvvetin etkisi altında kaldığımı duyuyorum. Bu kuvvet nedir? Türk halkının, Türk toplumunu meydana getiren yüksek insanların halk kaynaklarından yükselen hislerin, arzuların, heyecanların, hazların bir noktada, bir hedefte, bir gayede birleşmesidir. Bu kuvvetin bu kadar ortaklaşa olabilmesi, O’nun çok temiz, çok asil olduğunu göstermektedir.

Bu gece burada Doğunun en seçkin iki musiki heyetini dinledim. İlk olarak sahneyi süsleyen Mısırlı muganniye, sanatkâr olarak başarılı idi. Fakat, benim Türk duygularım üzerindeki görüşüm şudur ki, artık bu basit musiki, Türklüğün çok gelişmiş ruh ve duygularını kandırmağa yetmez ! Arada medeni dünyanın müziği de işitildi. Bu ana kadar Şark musikisi karşısında uyuşuk duran halk, hemen ayağa kalktı. Hepsi neşe içinde oynadı. Tabiatın icabını yaptı.

Türk, yaradılış olarak şen ve satırdır. Eğer Türkün bu güzel hasleti şimdiye kadar fark olunmamışsa, kendisinin kusuru değil, acı felâketlerin sonucudur. Türk milleti işte bunun için gamlı görünüyor. Fakat, artık hatalar düzeltilmiştir. Türk milleti artık şen olacaktır!"

Böylece, alaturka âşıklarına batı musikisi devrimini de kabul ettirmek istiyordu!

AKP olmadan Dinimi,
MHP olmadan Ülkemi,
CHP olmadan ATATÜRK’Ü sevebilirim...

#19 AtamÇepni

AtamÇepni

    Türkiye Sevdalısı

  • Üyeler
  • 5.693 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:Atatürk'ün Ülkesi

Gönderim zamanı 28.04.2006 - 09:07

Alaturka musiki yasaklanıyor!

(Cemal Oranda, "Atatürk'ün Uşağı İdim" isimli kitaptan, 1973, s. 122)

Aslında, Atatürk kendisi de alaturka musikiden çok hoşlanırdı. Hattâ, çoğu geceler sevdiği şarkıları sanatçılarla birlikte seslendirirdi. Ancak, kendi beğeni ve isteklerini bile sırası gelince devrimler uğruna çiğnemekten kaçınmazdı. Dil konusunda olduğu gibi, müzik alanında da kendi beğeni ve alışkanlıklarını çiğnemiş, alaturka müziği sevdiği ve sofrasından hiç eksik etmediği halde, Batı müziğine inanmış, Batı müziğinin gelecek kuşakların müziği olduğunu söyleyerek, Devlet Konservatuarlarının temellerini attırmıştır. 1924'de kurulan Musiki Muallim Mektebi, 6 Mayıs 1936 yılında, Atatürk' ün buyruğuyla Ankara Devlet Konservatuarı halini almış ve yurtta Batı müziği kültürünü eğitim yoluyla yerleştirmeye başlamıştı.

Özel hayatında alaturkalıktan kurtulamayan Atatürk, Batı musikisinin ve operanın toplum içinde iyice yaygınlaşmasını ve Türk müzik kültürüne iyice yerleşmesini sağlamak ve bunu pekiştirmek üzere, 1934 yılında gazinolarda ve radyolarda Türk müziği çalınmasını ve alaturka şarkı söylenmesini yasaklayacak kadar ileri gitmişti. Ancak, radyolardan alaturka müziği kaldırması tepkilere yol açmış, alaturka sevenler bu hale çok üzüldüklerini, Türk müziği duyamamaktan kulaklarının paslandığını söylemekten bile çekinmemişlerdi. Bir gece Dolma bahçe Sarayında Yunus Nadi, Atatürk'e bu konuda yakınmaları sıralayarak şöyle demişti: “ Paşam ne olur alaturka şarkılardan bizi mahrum bırakmasınlar. Zevkimize, duygularımıza el attığı için çok üzülüyor ve inciniyoruz". Atatürk, bu sözlere şöyle karşılık vermişti: "Alaturka şarkılardan ben de hoşlanıyorum. Fakat, unutmamak gerekir ki, devrim yapan bu nesil, bazı fedakârlıklara katlanmasını bilmelidir! Ancak, millî türkülere yer verilmelidir!".

Alaturka musikiye konulan yasak kalkıyor

Alaturka musikinin radyo ve gazinolarda yasaklanmasından sonra, Münir Nurettin, Hafız Burhan ve Safiye Ayla gibi şarkıcılar tango söylemeye başladılar. Her birinin 78 devirlik tango plâkları dahi çıkmıştı. Fakat, bir akşam Atatürk'ün canı Türk musikisi istiyor. O zaman Ankara'da musikişinas ve bestekâr Dr. Sıtkı Falay ve tamburi Osman Pehlivan var. "Hadi!" diyor Atatürk "Onlara gidelim!".

Gece 22:00 sularında Dr. Sıtkı Falay’ın evine gidiliyor. Sıtkı beyin udu, Osman Pehlivan'ın tamburu ve Sıtkı Beyin eşi Vasfiye hanımın güzel sesi eşliğinde, Rumeli türküleri de araya girerek, coşkulu bir alaturka müzik ziyafeti veriliyor. Atatürk, "Bir daha! Bir daha!" diyerek tekrarlatınca, Osman Pehlivan'ın "Paşam siz emredince dinliyorsunuz, ama bunları dinlemek isteyen binlerce insan var! "yakınmasına," Doğru söylersin Osman!" karşılığını veriyor." Hemen Radyo evine gidin ve fasıl yapın!" diye ekliyor.

Ercüment Behzatlar Radyoevi Müdürü'nü arıyor. Radyoevi Müdürü çok şaşırıyor ve yasağın kalktığına inanamıyor. Köşke telefon ediyorlar. Atatürk'ün emir verdiğini neden sonra öğrenip, ancak saat 23:00'te fasıl başlatıyorlar. Böylece, klâsik Türk musikisi üzerine konulan yasak, kısa bir aradan sonra tamamen kaldırılmış oluyor

AKP olmadan Dinimi,
MHP olmadan Ülkemi,
CHP olmadan ATATÜRK’Ü sevebilirim...

#20 AtamÇepni

AtamÇepni

    Türkiye Sevdalısı

  • Üyeler
  • 5.693 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:Atatürk'ün Ülkesi

Gönderim zamanı 28.04.2006 - 09:11

Yirmi günde opera!

(Cemal Oranda, "Atatürk'ün Uşağı İdim" 1973, s. 345)

Atatürk, Türk-İran dostluğunun gelişmesine büyük önem verirdi. Bunu İran Şahı Rıza Pehlevi'nin Türkiye'ye yaptığı ziyaret sırasında daha iyi anladım. Şahın geleceği kesinleştiği sıralarda Türklerle İranlıların soy ve kültür bakımından kardeş olduğunu, sırf bir mezhep savaşı yüzünden ayrıldıklarını belirten bir piyes yazılıp, bunun opera olarak oynanmasını istedi. Bunun için Münir Hayri Egeli'yi çağırıp gerekli emri verdi.

Ankara'da bütün müzisyenler seferber edildi. İstanbul'dan Nimet Vahit Hanım ve tüm orkestra, Ankara'dan Musiki Muallim Mektebi elemanları bulduruldu. İzmir'e gitmekte olan bestekâr Ahmet Adnan Saygun trenden indirilip Ankara'ya getirildi. Dördüncü gün operanın ilk besteleri provaya konuldu. Yirmi gün içinde "Özsoy” operası bitirildi. Atatürk provalara geldi. Ankara Halkevi binasının bir bölümü değiştirilerek özel bir daire haline getirildi. Her eşyanın yerini Atatürk kendi seçti. Bahçeye büyük ağaçlar getirildi ve dikildi. İşte "Özsoy" operası böyle meydana geldi. Hem de ne geliş. Yirmi günde yazılıp, bestelenerek, oynanması şartıyla. Üstelik başarıyla da oynandı ve Rıza Şah Pehlevi çok hoşlandı.

Aradan uzun bir zaman geçmişti. Atatürk, kısa bir zamanda yapılmasını istediği bir işi bir Bakandan isteyip de çeşitli mazeretler duymaya başlayınca: " Efendi sen ne söylüyorsun ! Biz yirmi günde opera yazmış, bestelemiş, oynatmış bir milletiz. Elverir ki, elebaşı davasına inansın!" diye çıkışıyor.

AKP olmadan Dinimi,
MHP olmadan Ülkemi,
CHP olmadan ATATÜRK’Ü sevebilirim...





Benzer Konular Daralt

1 kullanıcı bu konuya bakıyor

0 üye, 1 ziyaretçi, 0 gizli