BAŞBAKAN Erdoğan birdenbire Adnan Menderes hayranı kesiliverdi, ilk kez ölüm yıldönümü anma törenine katıldı. Büyük bir duygusallık içinde şiir okudu.
Başbakan'ın bu vefası kuşkusuz güzeldi ama güzel olmayan rahmetli Menderes'i iç politikada figürü olarak kullanmasıydı. Neyse...
Başbakan'ın büyük saygı ile söz ettiği Menderes'i tanımayan genç nesillere anlatmaya çalışalım.
Menderes büyük toprakların sahibi bir ailenin çocuğuydu. Çok küçük yaşta annesi ile babasını yitirdi, onu anneannesi büyüttü.
Ailenin Ege'nin bereketli topraklarında binlerce dönüm arazileri vardı.
Amerikan Koleji'nde okuyan Adnan, 1930'da Fethi Bey'e Atatürk'ün kurdurduğu Serbest Fırka'da politikaya atıldı. Ancak bu partinin ömrü çok kısa oldu. Genç Menderes de CHP'ye girdi ve Aydın İl Başkanı oldu. Bu arada hukuku bitirdi.
Atatürk'ün isteğiyle Aydın'dan milletvekili seçildi ve Meclis'e girdi.
Genç, bilgili, zeki, güzel konuşan, çok şık giyinen Menderes kısa zamanda sivrilerek politikanın ciddi aktörlerden biri haline geldi.
1945'te CHP'nin topraksız köylüleri toprak sahibi yapmak amacıyla getirdiği Toprak Kanunu Tasarısı'na karşı çıktı.
Bunun üzerine iki arkadaşıyla birlikte CHP'den ihraç edildi.
Eski başbakanlardan Celal Bayar da CHP'den istifa ederek bu gruba katıldı. Bu dört kişi Demokrat Parti'yi kurdu.
Demokrat Parti kısa zamanda halkın büyük ilgisini çekti ve 1950 seçimlerinde 27 yıllık tek parti iktidarı olan CHP'yi yenerek iktidara geldi. Bayar Cumhurbaşkanı, Menderes de Başbakan oldu. Menderes koltuğuna oturur oturmaz büyük kalkınma hamlesi başlattı. Amerikan yardımları ve alınan dış kredilerle fabrikaların temelleri atıldı, yol, baraj, liman inşaatları başlatıldı, tarım makineleştirildi. Köylü traktörle tanıştı.
Türkiye bir anda şantiyeye döndü. Halk bu dinamizmin getirdiği refahtan çok mutluydu. 1954 seçimlerinde DP daha fazla milletvekilliği kazandı.
* * *
Ancak plansız programsız bir şekilde yürütülen bu kalkınma hamlesi sonunda ülke döviz sıkıntısına girdi ve borçlarını ödeyemez hale geldi.
İthalat hemen hemen durdu. Bu da yokluklara neden oldu. Kahve yoktu. Halk nohudu kavurup öğüterek kahve niyetine içiyordu. Şeker karneye başlanmıştı.
Halkın sevgisi ve desteği günbegün azalmaya başladı. Muhalefet arttı, gazetelerdeki eleştiriler şiddetlendi.
Menderes bunu önlemek için baskıcı yollara başvurdu. Gazetelere yoğun bir sansür uygulanıyor, özellikle köşe yazarları hapislere atılıyordu.
Başbakan'a bazı akil adamların nasihatleri etkili olmuyordu. O dönemlerde ülkenin tek iletişim organı olan radyo tamamen hükümetin sesi haline gelmişti.
Muhalefetin söyledikleri verilmiyor, tersine onlara Başbakan'ın yanıtları dakikalarca yayınlanıyordu.
CHP Genel Başkanı İsmet İnönü yurt gezilerinde bindirilmiş kıtalar tarafından saldırıya uğruyor, bunun için önlem alınmıyordu.
Bu huzursuzluklar üniversitelerde yoğun tepkilere neden oldu. Ankara ve İstanbul'a on binlerce öğrenci sokaklara dökülerek gösteriler yapmaya başladılar.
Polisle öğrenciler arasında çatışmalar oluyordu.
Bu hava orduda da rahatsızlık yaratıyordu. Sonunda olan oldu ve daha ağırlıklı olarak genç subaylar 27 Mayıs'ta Menderes hükümetini devirdiler.
Türkiye ilk kez darbeyle tanıştı.
Bayar, Menderes, bakanlar ve DP milletvekilleri tutuklanarak Yassıada'ya kapatıldılar ve orada kurulan mahkemede yargılandılar.
Çok sayıda idam ve hapis cezası çıktı. İdamların üçü dışındakiler kaldırıldı.
Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edildi.
Oysa 27 Mayıs olmasaydı 3 politikacı asılmayacak, DP büyük olasılıkla iktidarı yitirecek, değişim sandıkta gerçekleşecekti.
Sonuç: Politik hataları olan ancak hiçbir yolsuzluğa karışmayan 3 dürüst politikacı ile genç demokrasimiz darbenin kurbanı oldu.
1950-1960 arası Türkiyeyi on yıl süreyle yöneten Başbakan Adnan Menderesi bugünkü nesillerin tanıması için anlatmaya devam edelim.
Çok çapkın bir insandı. İktidara geldiği ilk yıl bir kokteylde o dönemin en ünlü ve güzel opera sanatçısı Soprano Ayhan Aydana rastladı ve anında âşık oldu.
Derhal yanına giderek ondan çok etkilendiğini söyledi ve ünlü sopranoyu kolundan tuttuğu gibi terasa çıkararak ona ilan-ı aşk etti.
Ayhan Hanım evliydi. Adnan Menderes bunu hiç önemsemedi ve onu kocasından boşattı. O sırada Adnan Bey 50, Aydan ise 25 yaşındaydı.
Genç operacı da kısa sürede bu karizmatik adamın etkisine girdi ve ona âşık oldu.
Yassıada Mahkemesinde tanık olarak çağrılan Aydan, Menderese âşık olduğunu, kendi isteğiyle ondan hamile kaldığını ancak çocuğunun ölü doğduğunu anlattı.
Yaşadıklarımdan pişman değilim, çünkü onu hâlâ seviyorum dedi.
Menderesin aynı dönemde İstanbulda da bir sevgilisi vardı. Roman yazarı Suzan Sözen. O da çok güzel bir kadındı ve İstanbul Emniyet Müdürü ile evliydi.
Başbakan İstanbula geldiği zaman mutlaka Sözenin Nişantaşındaki evine gider, çoğu kez orada kalırdı.
* * *
Menderes aklına koyduğunu yapan bir insandı. Milliyetçiydi. Kıbrısta Rum yeraltı örgütü EOKAya karşı Türk yeraltı örgütü Türk Mukavemet Teşkilatını kurdurdu ve adaya gizlice silah gönderdi.
Kıbrıs olaylarında Rumlarla çarpışan Mücahitler Türk Mukavemet Teşkilatının yetiştirdiği milislerdi.
Menderes dönemin ünlü politikacısı Millet Partisi Lideri Osman Bölükbaşına oy veren memleketi Kırşehiri haritadan silmeye karar verdi ve orayı ilçe yaptı.
Bir ili ilçe yapacak kadar kızmasının nedeni şuydu: O dönemde geçerli olan seçim sistemine göre bir ilde en çok oyu alan parti o ildeki bütün milletvekillerini çıkarmış sayılıyordu.
Menderesin bütün baskılarına karşın Kırşehir, hemşerisi Osman Bölükbaşıdan vazgeçmiyor, oylarını onun partisine veriyordu.
* * *
Menderes muhalefeti tümüyle silmek amacıyla Vatan Cephesini kurdu. Radyolarda her gün saatlerce Vatan Cephesine katılanların isimleri okunurdu. Üye olmayanların, hatta ölülerin bile isimleri okunurdu.
Suç icat edilerek politikacılar, gazeteciler, yazarlar sürekli hapse atılırdı.
Hemen her gün gazetelerin bazı bölümleri beyaz çıkardı. Son dakikada yasaklanan haber ve yazıların yerine başka haber ve yazı konamayacağı için o bölümler sayfalardan kazınırdı.
Türkiyenin dünyadaki imajını berbat eden 6-7 Eylül olaylarında Menderes hükümetinin çok büyük ihmali vardı.
Geç alınan önlemler nedeniyle olaylar çok büyüdü ve İstanbuldaki Rumların malları mülkleri yakılıp yıkılarak yağma edildi. Türkiye bunun faturasını çok ağır ödedi.
Menderes despotizminin belki de bardağı taşıran son damlası Tahkikat Komisyonu çılgınlığı oldu.
Başbakan o kadar kontrolden çıkmıştı ki Mecliste iktidar milletvekillerinin üye olduğu, yargının bütün yetkilerine sahip bir mahkeme kurdurdu.
Demokrasilerde ve hukuk devletinde kabul edilemeyecek olan bu olay tam bir diktatörlüktü.
Tahkikat Komisyonu bir mahkeme gibi yargılama yapıyor ve mahkûmiyet kararı veriyordu.
Menderesin hazırlattığı yasaya göre Tahkikat Komisyonunun kararlarına itiraz da edilemiyordu. Kararlar kesindi.
İşte Menderesin demokrasisi böyleydi.
O bir konuşmasında muhalefete Allah bana idam sehpası kurmayı inşallah nasip etmez diye tehdit savuracak kadar da çıldırmıştı.
Ne acıdır ki bu çılgınlık onun felaketi oldu.
Tufan TÜRENÇ-Hürriyet 22 Eylül 2010