İçerik değiştir



- - - - -

Farkında Olmalı İnsan.


  • Yanıtlamak için giriş yapın
bu konuya 51 yanıt verildi

#21 matahari

matahari

    ...Ney Neva Eyler...

  • Muhabirler
  • 2.440 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:Gurup Şurup
  • İlgi Alanları:Kitap,müzik,spor ,kelime ve zeka oyunları...Genel kültür yarışmaları...

Gönderim zamanı 14.05.2009 - 17:27

Bu mantıklı bakış,farkediş ve yorumlayışınız çok hoş *öberah

Her satır ve her yorum ve her farkedişte ne kadar hayatsınız ve ne kadar haklısınız bilseniz(demiyorum ,biliyorum ki zaten biliyorsunuz)

Ve yine biliyorsunuzdur ki;farkederek yaşamanın zorluğu,ağırlığı biraz fazladır,ama yine de , daha tercih edilesidir..
Farkedenlerin farklı olageldiği bir dünyadansınız sizde..Aynı dünyadan bir merhaba demek istiyorum..

Eylül,merhaba :D
BİZ ÜÇ KİŞİ YAŞIYORUZ..BEN,KENDİM VE ŞAHSIM..

#22 Eylül

Eylül

    Harabenin Meleği

  • Dokunulmazlar
  • 10.820 Mesaj

Gönderim zamanı 15.05.2009 - 11:00

Bu güzel yorumun için teşekkürler matahari3470
Bende biraz geç farkedenlerdenim gerçekleri farkedipte farketmemiş gibi davranmanın zorluğu çok fazla samimiyetsizlik gibi birşey yeterki yaptığımız hataları düzeltmek yolunda olalım çekilen acılardan kendimeze ders çıkarabilelim.

EÐER ÇEKMEZSEN GÜLÜN NAZINI NE DİKENE DOKUN NE GÜLÜ İNCİT

#23 Eylül

Eylül

    Harabenin Meleği

  • Dokunulmazlar
  • 10.820 Mesaj

Gönderim zamanı 15.05.2009 - 14:32

Hayat hızla akıp gidiyor. İçinde yaşarken çoğu zaman anlamıyoruz. Bir aybaşı gelse, çocuk biraz daha büyüse, okulum bir bitse gibi düşüncelerle hep geleceğimize hedeflenlenmişiz. Oysa kaçırdığımız şimdiki zaman. Hayatı ve çevremizi farkederek yaşamak ne kadar mühim aslında. Hayat elimize verilen boş bir sepet sanki. Aldığımız kararlar,yaşadığımız tecrübeler, acılar, hüsranlar, hatalar, bezginlikler ,okunan kitaplar, gezilen şehirler, seyredilen manzaralar, yaşanan güllük gülistanlık anılar hepsi giriyor hayat denilen boş sepetin içine birer birer. Yaşamda yanından gelip geçerken görüpte farketmediğimiz onca şey varken,cismini gördüğüm de bir değer olarak kabul ettiğim her şeyin mana tarafını merak ediyorum. Bloğuma “Gül ile Bülbül’ün Aşkı”’nı yazınca, gül ve bülbülün hayatımızdaki yerini düşünmek istedim. Günümüzün modern yaşam koşulları içinde bülbül sesi duymamız artık çok zor. Bülbül sesi duymak için ya kıra çıkmamız yada belki bir hayvanat bahçesine gitmemiz gerekiyor. Kıra gitsek bile duyacağımız kuş seslerini birbirinden nasıl ayıracağız ki bu bülbül sesidir diyebilelim?! Unuttuk kuş seslerini çoktan..
EÐER ÇEKMEZSEN GÜLÜN NAZINI NE DİKENE DOKUN NE GÜLÜ İNCİT

#24 Saklı Bahçe

Saklı Bahçe

    Hiç gelmiyor desek yeridir

  • Üyeler
  • 85 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:belki bir şarkının her sesinde..
  • İlgi Alanları:"O"'na dair herşey..

Gönderim zamanı 15.05.2009 - 15:03

Düşünen,sorgulayan,farkında olan ve değiştirmeye çalışan güzel bir ruhun izleri var yazdıklarında Sevgili Eylül..her gelişimde bu ruha eşlik etmekten zevk alıyorum.. *ihi
İnsan döner döner yalnızlığını severmiş..

#25 talbot

talbot

    Boş vakti boldur

  • Üyeler
  • 405 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:konya

Gönderim zamanı 15.05.2009 - 17:35

süpermiş ya büyük bi zevkle okudum . .. . . eemeğine sağlık . . .
Tolga İnan

#26 Eylül

Eylül

    Harabenin Meleği

  • Dokunulmazlar
  • 10.820 Mesaj

Gönderim zamanı 18.05.2009 - 11:37

ZAMANIN BOYUTLARI

Belki en zoru da zamanı kavramak. Çocukken hiç geçmeyecekmiş gibi duran, bir engel gibi önünüzde yükselen, ama yaşlandıkça hızlanan, ne kadar az kaldıysa o kadar hızla tükenen, geçtikten sonra da hiç yokmuş, hiçbir zaman olmamış gibi gözüken, insana kandırılmışlık, aldatılmışlık duygusu veren müthiş bir şey zaman.

Yol macerasının başında, insanların yaşadığı yılların sayısının gerçekten çok önemli olduğunu düşünüyorsunuz. Birisinin biyografisine bakarken, ilk iş olarak kaç yıl yaşadığını hesaplıyorsunuz. 'Haa, falanca, filancadan 10 yıl daha fazla yaşamış...' 10 yıl uzun yaşayan, kısa yaşayandan daha şanslıymış gibi, kısa yaşayan haksızlığa uğramış veya kandırılmış gibi bir duyguya kapılıyorsunuz. Ve sizden genç ölenlere karşı belli belirsiz bir suçluluk duygusu hissediyorsunuz.

Zamanla bu bakış açısı fazla bir şey ifade etmez oluyor. Çünkü kaç yıl yaşarsanız yaşayın, sonunda hiç yaşamamış gibi olduğunuzun farkına varıyorsunuz. 10 yıl yaşamakla, 100 yıl yaşamak arasında bir fark olsa bile, bu farkı hissedemiyorsunuz. Matematiksel olarak ifade edersek, sonsuza akıp giden zaman karşısında 10 yılla 100 yıl arasında hiçbir fark yoktur: Bir sayının sonsuza bölümü sıfırdır. İster 10 olsun, ister 100.

Ama zamanın bize oynadığı bu perspektif yanılsaması oyunu, yaşamı anlamsız kılmıyor. 'Var olmak', 'düşünmek', 'sevmek', 'bir bütünün parçası' olduğunuzu hissetmek (bu bütün, Tanrı da olabilir, evren de, toplum da, topluluk da) yaşama anlam katan, zamana rağmen bizi ayakta tutan şeyler.

Ha, bir de 'zamanın evrendeki dördüncü boyut olduğunu, hıza bağlı olarak değiştiğini' söyleyen bilimsel görüşler var ki, onları hiç aklım hafsalam almıyor.
Kim bilir, belki zamanın durduğu, yılbaşıların anlamsız kaldığı bir yer de vardır.

EÐER ÇEKMEZSEN GÜLÜN NAZINI NE DİKENE DOKUN NE GÜLÜ İNCİT

#27 matahari

matahari

    ...Ney Neva Eyler...

  • Muhabirler
  • 2.440 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:Gurup Şurup
  • İlgi Alanları:Kitap,müzik,spor ,kelime ve zeka oyunları...Genel kültür yarışmaları...

Gönderim zamanı 18.05.2009 - 12:32

Yine dokunan bir yazı yazmışsınız Eylül,teşekkürler...
Zamanın hesabına dair bir örneklendirme yapmak ,bir yorum yapmak istedim...

10 yaşında bir çocuk 365 den 3650 gün yaşamıştır.Bir gün kıstas olarak bakıldığında 1/3650 desek...
Diğer tarafta 50 yaşında bir yetişkin ise 18250 gün yaşamış oluyor ve bu da 1/18250 olur...
Bundan yola çıkarak 50 yaşındaki yetişkinin oranı 1/18250 ne kadar küçük kalıyor diğerinin yanında :D
Bunun içindir ki fazla yaşayanlara kısa,az yaşayanlara ise uzun geliyor olabilir kıstas alınan bir gün...

Oranımız küçülürken huzurla dolması dileğiyle.....
BİZ ÜÇ KİŞİ YAŞIYORUZ..BEN,KENDİM VE ŞAHSIM..

#28 alsancakE24

alsancakE24

    Onun için takıntı haline geldik

  • Üyeler
  • 2.849 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay

Gönderim zamanı 19.05.2009 - 19:36

"Eşref-i mahlûkat (yaratılmışların en güzeli) olduğunu farketmeli ve ona göre yaşamalı"

Ne yazık ki hiçbir şeyin farkında değiliz.

"Belki en zoru da zamanı kavramak. Çocukken hiç geçmeyecekmiş gibi duran, bir engel gibi önünüzde yükselen, ama yaşlandıkça hızlanan, ne kadar az kaldıysa o kadar hızla tükenen, geçtikten sonra da hiç yokmuş, hiçbir zaman olmamış gibi gözüken, insana kandırılmışlık, aldatılmışlık duygusu veren müthiş bir şey zaman. "

Doğru...

Güzel bir dizi..Esininiz eksik olmasın.

#29 Eylül

Eylül

    Harabenin Meleği

  • Dokunulmazlar
  • 10.820 Mesaj

Gönderim zamanı 26.05.2009 - 14:30

gözlerimin takılıp gitmesiyle başladı farkındalıklarım... neye? nereye? neden? bilmiyorum... her bakışımda göremediklerimin acısını duydum yüregimin her köşesinde. açık gözlerle bakamamak hayata... uyurgezer kimliğini takınıp, yaşanmışlıkları, kör gozlüklere bırakmak yüzüstü... güneşin batarken, gözlerimizin içine sokarcasına yansıttığı kızıllığa, sırtımızı dönüp oturmuşuz meğer... yakamoz küsmüş, martılar susmuş ardımızdan. belki de martılar getirdi bana farkındalıklarımı... karşıyaka vapurunda, güneşliğin üzerindeki kaçak yolcu telaşları... ve hepsinin birden iniverişleri pasaportta. elmalı nargile, deniz... çok mu sevdiler? yoksa tad almayı mı gösterdiler bana hayattan... ya da, bir bahar günü gözlerime takılan mor salkımlar mıydı... belki de yeni bir günün gün dogumuna ebelik etmek... düştüm farkındalıkların peşine. çocukluğumda ebe olduğumuz zaman takılan siyah kuşağı çıkarttım gözlerimden... kaçırılmışlıklara, yaşamamışlıklara yanmadım yine de. açık olmalı gözler ve en derin sesleri duyabilmek adına dinlemeliyiz yaşamı... yaşama merhaba demeliyiz. gözlerimiz açık, kollarımız hayata dönük, kulaklarımız heran her güzelliği duymaya hazır... farkına varın hayatın, sırtınızı dönüp oturmayın ışığa... izin verin gözleriniz kamaşsın aydınlığından."
EÐER ÇEKMEZSEN GÜLÜN NAZINI NE DİKENE DOKUN NE GÜLÜ İNCİT

#30 Eylül

Eylül

    Harabenin Meleği

  • Dokunulmazlar
  • 10.820 Mesaj

Gönderim zamanı 01.06.2009 - 09:22

Çocuklarınızla konuşun...

Bir gün susmayı öğrendim. Öyle bir sustum ki belki sonsuza
kadar susacaktım. Çünkü susmak benim küçücük dünyamda babamla kurduğum iletişim tarzıydı. Babam akşamları eve yorgun dönerdi.
Ben bütün gün evde sıkılır, onun gelişini iple çekerdim. Daha o kapıdan girer girmez boynuna atılır onunla oynamak isterdim. Babam sarılır, öper sonra da, hadi odana git, derdi. Yemek hazırlanınca annem çağırır bu defa masada bir araya gelirdik babamla. Onlar annemle konuşurken ben araya girer, sesimi duyuramayınca da bağırırdım. Babam sinirlenir, 'Bütün gün insanlara kafa patlatmaktan bunaldım, birde sen kafamı ütüleme!' derdi. Annem de 'Bütün gün zaten seninle uğraştım, bir çift laf da mı konuşturtmayacaksı n babanla?' diye çıkışır, beni odama gönderirdi.
Çaresiz bir şekilde boynumu büker odama yani hapishaneme doğru yol alırdım. Babam arkamdan, 'Bizim bir odamız bile yoktu, her şeye sahip, hâlâ ne istiyor anlamadım.' diye bağırmaya devam ederdi. 'Keşke benim de
bir odam olmasaydı, keşke bizim de evimiz bir odalı olsaydı da hep birlikte otursaydık' derdim içimden; ama yüksek sesle söylemeye cesaret edemezdim.
Yemekten sonra babam kanepeye uzanır, eline kumandayı alır, televizyon seyrederdi. Beni yanına çağırır biraz severdi. Onun izleyeceği önemli birşey varsa beni adeta yerimden bile kıpırdatmazdı. Azıcık hareket edip koşup oynamaya çalışsam oda hapsim yeniden başlardı. Bir gün anladım
ki susunca babamla daha iyi anlaşıyoruz. Bu defa susarak yapabileceğim oyunlar geliştirmeye başladım.
Önce resim yaparak başladım işe. Babam çizdiğim resimleri çok beğeniyor; 'Bak, böyle uslu uslu oyna işte.' diyordu. Babam bazen göz ucuyla bakıyor, resimle ilgili bir şey sorsam afallıyordu. Ama bana kızarak beni artık odama göndermiyordu. 'Son günlerde ne de akıllandı benim oğlum.' diye komşulara anlatıyordu annem halimi.
Resimlerim arttıkça ortalık dağılmaya başladı. Annem 'Odanı topla!'diye odama kapattığında işe nereden başlayacağımı bilemiyordum. Ben bunlarla uğraşırken zaman geçiyor; ama odamı toparlamayı beceremiyordum.
Annem odama gelip 'Bak sana resim yapmayı yasaklayacağım. ' dedi bir gün. Susuyor olmamı usluluk olarak değerlendiren ailem resim yapmayı da elimden alırsa ben ne yapacaktım?
Bu düşüncelerle bir aile tablosu yaptım. Babam eve gelince uygun zamanı kolladım. Her zamanki gibi yemekler yendi, odaya geçildi. Babam oturur oturmaz çizdiğim resmi getirdim. Babam baktı. Hım, dedi 'Çok güzel olmuş. Bu adam benim herhalde.' dedi. Ben 'Hayır o adam değil, bu çocuk sensin.'dedim. O 'Hayır, bu adam benim, bu çocuk sensin, bu küçük kız da arkadaşın.'dedi. Ben yine 'Hayır, o büyük adam benim, bu küçük adam sensin, bu küçük kız da annem.' dedim. Babam benimle uğraşmaktan vazgeçip: 'Peki neden bizi küçük çizdin?' dedi. Heyecanla başladım anlatmaya. Ben büyüyüp adam olacağım. İş bulup çalışacağım. Siz yaşlanıp küçüleceksiniz. Beliniz bükülecek, komşumuz Ahmet amca ile Ayşe teyze gibi küçücük kalacaksınız. Ben işten geldiğimde yorgun olacağım.
Siz benimle konuşmaya çalıştığınızda işyerinde kafam şişmiş olacağından sizi duymayacağım bile. Siz benimle bir şeyler paylaşmak istediğinizde 'Hadi odanıza çekilin de kafa dinleyeyim.' diyeceğim. Ve bir de bağıracağım 'Her şeylerini alıyorum. Sıcacık odaları da var, daha ne istiyorlar' diye.
Annemle babamın gözleri fal taşı gibi açılmıştı.
Duyduklarına inanamıyorlardı .. Bana sarılıp beni öyle içten bir okşayışları vardı ki sonsuza kadar konuşsam hiç bıkmadan dinleyecekler gibiydi.

Farkında' Olmalı İnsan...
Kendisinin, Hayatın Olayların,
Gidişatın Farkında Olmalı.

Ömür Dediğin Üç Gündür, Dün Geldi Geçti
Yarın Meçhuldür,
O Halde Ömür Dediğin Bir Gündür, O Da Bugündür

EÐER ÇEKMEZSEN GÜLÜN NAZINI NE DİKENE DOKUN NE GÜLÜ İNCİT

#31 Eylül

Eylül

    Harabenin Meleği

  • Dokunulmazlar
  • 10.820 Mesaj

Gönderim zamanı 02.06.2009 - 10:06

Bizler taştan dağlara dönüşen dargınlıklarımızı, gittiğimiz yerlere taşımakta neden bu kadar ısrarcıyız?


Leo Buscaglia der ki, "Günün başlangıcındaki ruhsal durumunuz, o gün ilişkide bulunduğunuz herkesi etkiler." Ruhsal durumuzun düşünceleriniz kadar bakışlarınızdan da etkilendiğini biliyor olmalısınız. Günün sabahında yüzümüzden yansıyan duygu, günün akşamına kadar yaşadıklarımızı şekillendirecek. Ya mutluluk saçacağız çevremize ya da üzüntünün yayıcısı olacağız.
Bazı insanlar canlı, heyecanlı ve güler yüzlüdürler. Onların çalışma azmiyle dolu olduklarını görürsünüz. Bakışları ışıl ışıl parıldar. Seslerinden heyecan fışkırır. Çünkü hedefleri vardır; çünkü ideallere adanmışlardır; çünkü anlamlı işler uğrunda uykularını terk etmeye gönüllüdürler. Karamsarların düşünmediğini düşünürler.
Gününüze nasıl başladığınızı anlamak için yarım saat düşünme fırsatınız oldu mu? Örneğin bu sabah aynaya baktınız mı? Evinizden çıkarken aile üyelerinize nasıl baktığınızı hatırlıyor musunuz? Yoksa gözleri fark etmediniz mi ve nasıl baktıklarını görmediniz mi? Fark etmeyenler, fark edilmeyi hak etmiyorlar. İnsan aynadır; karanlık olan karartır, parlak olan aydınlatır.
Kalabalık şehirlerin sabahındaki şu gürültülü koşuşturmaları izleyin. Eğilmiş başlar, nereye baktığını bilmeyen gözler... Donuk simalar, gülücükten mahrum, umutsuz, bezgin, bitkin, şefkate muhtaç garipler göreceksiniz. Kim bilir, hangi sınavın sorusunu, hangi arabanın taksitini düşünüyorlar?
Oysa küçük kuşlar, sabahın ilk ışıklarında, ağaçların dalları arasında ibadet edercesine dans etmeye girişmişlerdi. Ekipler halinde uçuşmuşlar, konuşmuşlar; hareketlerinden neşe, seslerinden huzur okumuştunuz. Bir dakikalarını bile durgun ve donuk geçirmediklerini görmüştünüz. Fırtınaysa, onlar açıkta; sıcaksa, onların serinleticisi yok. Yiyecekse, kışlık bir şeyler depolayamazlar. İçten şükreden gönüller için her sabah bir bahardır, bir diriliştir. Bugün niceleri bu sabahı göremediler.
Biliyoruz ki insan sevinenle sevinecek; üzülenle üzülecek kadar engin bir ruhla yaratılmıştır. Ama bu insan evsiz serçeden, arabasız arıdan daha umutsuz, daha bitkin olmamalıdır.
Gerçekte mutluluk başkalarına verilebilecekler arasında en ucuzu ve en kolayı olduğu halde en değerlisidir. Saygı ve sevgi bakışı yeter. Yüzüne baktığınızda kalbinize heyecan veren, mutluluk saçan bir insan varsa ondan kaçmazsınız. Ümidi öyle insanların gözlerinde bulur, şefkati onların sözlerinde tadarsınız. Kibir dostluğu katleder.
Bugün yüzüne baktığınız kaç kişiyi gülümsettiniz? Sevinçli selamınızı ruhundan okuyan kaç kişi sesinizi duyma bahtiyarlığına erişti? Kaç kişiyi bir yığın dert arasından çekip huzura çıkardınız?
Ya da kaç kişiye ilk yüzleştiğiniz otobüs durağında somurttunuz? İş yerinize girer girmez, kaç mesai arkadaşınıza "seni önemsemiyorum, sevmiyorum ey paçavra!" anlamına gelen boş bir bakışla "günaydın!" deyiverdiniz.
Herkes ve her şey sevgi bekler. Evrenin Yaratıcısı bile, sevgisine ve lütfuna karşılık sevgi bekliyor yarattıklarından. Sehpanızın üzerindeki menekşe bile, günler ve geceler boyunca, "beni sevin" diye yalvarıyor.
Şehirlerin sevgisiz, saygısız sokaklarında savrulmak zorunda kalan insanlar, kalplerini karamsarlığa kaptırıyorlar. Bizler taştan dağlara dönüşen dargınlıklarımızı, gittiğimiz yerlere taşımakta neden bu kadar ısrarcıyız?
İslam Peygamberi (asm) insanlara öyle iyi davranırdı ki, herkes en çok kendisini sevdiğini sanırdı. Hz. Ali (ra) der ki, "İnsanlara öyle iyi davranınız ki, düşmanlarınız bile ölümünüze ağlasınlar."
Öyleyse kendime söz veriyorum, duvara bile bol bol gülümseyerek bakacağım. İnsanlara, hayvanlara, bitkilere, yıldızlara gözlerimle gülümseyeceğim. Yapayalnız mıyım? Olsun. Beni izleyen sevgili meleklerin hafızasında da, somurtkan bilinmek istemem. Bu bazen ikiyüzlülük mü olur? Karanlık bir kalbi gülümseyen gözlerde gizlemek şerefli bir ikiyüzlülüktür

EÐER ÇEKMEZSEN GÜLÜN NAZINI NE DİKENE DOKUN NE GÜLÜ İNCİT

#32 Eylül

Eylül

    Harabenin Meleği

  • Dokunulmazlar
  • 10.820 Mesaj

Gönderim zamanı 03.06.2009 - 14:03

Yaşadığının farkına varmak
Al işte nefes alıyorum, hissediyorumya demektir.

insan bazen tam anlamıyla yaşadığının farkına varır, dibine kadar batmışken nefes aldığın her an sana “sen de varsın, ha gayret” der. aslında mecalin yoktur, bir dokunsalar sarsılarak ağlayacak kıvama gelmişsindir. ağlamazsın da, gülmezsin de, yani öyle gözükürsün dışarıdan.

evet, sen de varsındır ama sadece var olman yetmez. eğer varsan, yani biliniyorsan diğerleri tarafından, işe yarayanlardansan; devam edersin kaldığın yerden. zor olsa da sana güvenenlerin varlığı senin devam edebilmen için iyi bir şanstır. şanstan çok gerçektirler aslında; varlıkları ile seni sevindirebilen.

her varlık diğer varlığın sebebi olur ve her sebep senin devam etmen içindir. kafan bulanmışken sebepleri göremezsin ama biraz derinden nefes alsan hissedersin her bir sebebi. her bir sebep kadar sonucun olmaz, tektir senin ve diğerlerinin sonu. her sebebin bir sonuçta toplanır, rahatlarsın. ama asıl mesele hepsini bir araya toplamaktadır. zor gibi gelse de, üstesinden gelecek kadar varsındır, buna inanırsın.

bilirsin ki, her kabus dolu gecenin arkasından yeni günler doğar, korksan da sabah olur, geçer hepsi. ne geçmemiş ki, bu da geçmesin? oyun oynarken hiç mi düşmedin, canın düştüğün yerin acısıyla kıvranırken ağladın da bir daha gülemedin mi? ya da çok sevdiğin birini kaybettikten sonra ölüme karşı çıkıp inkar mı ettin? alıştın hepsine, her bir acıya alışman gerektiğini tecrübe ettin nihayetinde. tecrübe ede ede büyüdün. her yara izi silindi kollarından, bacaklarından; öğrendin ki ağlamak değildi çare, çare senin koşarken de dikkatli davranabilmendeydi.

EÐER ÇEKMEZSEN GÜLÜN NAZINI NE DİKENE DOKUN NE GÜLÜ İNCİT

#33 kılıç

kılıç

    Sadece KILIÇ...

  • Üyeler
  • 11.484 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:BAŞIMIZ DİK

Gönderim zamanı 03.06.2009 - 23:44

Her şeyin farkına vararak yaşamak mümkün mü?Böyle bişey olsa kaldırabilirmiyiz?
Bir gün daha geçti ve biz biraz daha yaklaştık;Bizden hiç uzak olmayan ölüme...

#34 Eylül

Eylül

    Harabenin Meleği

  • Dokunulmazlar
  • 10.820 Mesaj

Gönderim zamanı 04.06.2009 - 09:37

Hayat bazen büyük bir serüvendir.

kapılar ardına kadar kapanır,
istenmeyen ilan edilir,
gönlüne ve gözyaşlarına bakılmaksızın
dışlandıkça dışlanırsın...
hayat bazen,
uzun süren zorluklarla imtihan edilmektir...
topyekun bir boykota muhatap olursun.
bir parça bez parçası mı
bu kadar dışlanmışlığa sebep diye düşünürsün.
sesini kimselere duyuramaz
ve yapayalnız kalırsın.
herkes gibi olmak istemekliğin,
kapının öteki tarafındakilere inandırıcı gelmez.
senin
bir insan,
yada bir kardeş,
bir anne olman kimseyi ilgilendirmez...
görünenle hükmetme hafifliğine kapılıp gitmiş olmaları
seni iyice yorar.
hayat bazen,
uzun sürecek hıçkırıklarla karşılar seni...
kapının önünde insanlara bakarsın.
gökyüzünde uçuşan kuşlara özenir,
”keşke doğmasaydım”
diyecek kadar bunalırsın...
sıradan bir insan muamelesi görmek istemen
karşılık bulmaz.
hazır şablonlarla yer tayin ederler.
kapının ardındakilerine göre sen;
düşüncesizdirsin (!)
kendi başına yetmeyen biridirsin (!)
ne kadar olumsuz şablonlar varsa
hep onunla anılırsın...
hayat gittikçe kumpasını daraltır...
dünyanın olanca renkliliğine rağmen,
kapının ardında duranlar,
kendi dünyalarında,
kendi istedikleri renk ve giyimlere müsaade ederler...
hayat bazen,
renklerin ve tercihlerin yasaklarıyla imtihan edilmektir…
kimse kabul etmese de
sende sıradan bir insandırsın…
bütün olan bitenler seni çok ama çok yorar.
üzülürsün,
ağlarsın,
gözyaşlarından çağlayanlar oluşur…
hayat bazen,
gerçeği görmeyenleri affetmeyi gerektirir…
bunca uğraştan sonra
kapalı kapıların önünde
başını ellerinin arasına alır hıçkırıklara boğulursun…
açta gel,
atta gel derler…
hüznün bir kat daha artar…
insanın ne için var edildiği düşüncesinden yola çıkarak,
bir büyük serüveni kuşanmış olman.
şüphesi olmayan güne dair yüreğinde
“en sevgiliye” dair tercihlerin,
seküler dünyada karşılık bulmasa da,
kapının ardındakiler için de hüzünlenirsin…
hayat bazen,
zorda olsa sabırla imtihan edilmektir…
esasında hayat;
bir büyük serüvenin farkına varmak demektir

EÐER ÇEKMEZSEN GÜLÜN NAZINI NE DİKENE DOKUN NE GÜLÜ İNCİT

#35 Eylül

Eylül

    Harabenin Meleği

  • Dokunulmazlar
  • 10.820 Mesaj

Gönderim zamanı 09.06.2009 - 13:39

Anlamak gideni ve gelmekte olanı,

Yaşam Güzeldir
Çoğu zaman bir sarmaşık kök salar ayaklarımızın dibine... Sardıkça sarar bedenimizi. Kurutmak istedikçe daha da gövdelenir.
Arsız bir sarmaşıktır o... Farkında olmadan bitiverir ayaklarımızın dibinde.
Hangimiz diyebiliriz ki düzene ayak uydurmadık diye? Hangimiz diyebiliriz ki ben hiç hata yapmam diye?
İstesek de ismesek de, pişman olsak da olmasak da hatalarımızla, yanlışlarımızla büyürüz biz.
Çoğu zaman farkında olmadan bir bakarız biz de ayak uydurmuşuz düzene. Arsız sarmaşıklara dolanır; farkına varınca da kurtulmaya, kurutmaya çalışırız.
Önemli olan çabuk farkına varmak değil midir? Önemli olan bir an önce kurtulmak değil midir o arsız sarmaşıklardan?

EÐER ÇEKMEZSEN GÜLÜN NAZINI NE DİKENE DOKUN NE GÜLÜ İNCİT

#36 Eylül

Eylül

    Harabenin Meleği

  • Dokunulmazlar
  • 10.820 Mesaj

Gönderim zamanı 12.06.2009 - 10:25

Gözlerimizi sabah açmamız ile gece kapamamız arasında geçen bir günde, algıladığımız hayatımızı, galaksilerle, yıldızlarla dolu şu sonsuz evrendeki mavi kürenin yüzünde yaşarız. Herkesin bir acelesi vardır, bir yerlere yetişmeye, işlerimizi tamamlamaya, ihtiyaçlarımızı gidermeye, sıkıntılarımızla mücadele etmeye çalışırız. Ve bu gezegende herkes gündelik hayatta, kendi kurgusundaki dünyada yaşayıp gider. Acaba ekosistemi oluşturan dış dünyanın ne kadarını algılayıp bir farkındalık içinde oluyoruz. Sokaktaki kediyle hiç göz göze geliyor musunuz isteyerek; kaç kez başınızı kaldırıp gökteki bulutlara ve maviliğe hayran hayran bakıyorsunuz? Ağaçların yapraklarının rüzgârdaki sesini duyup dinliyor musunuz? Evinizin penceresinden beyaz bulutların altındaki dağlara bakıp da bu manzaranın içinde eksik olduğunuz hissi ile içiniz burkuluyor mu? Zihnimizde önceliği olan; saatlik, günlük ya da haftalık meseleler ile sürekli meşgul iken, hemen gözlerimizin önünde gerçekleşen değişimleri, güzellikleri ve kozmik senfoniyi fark edemiyoruz. Bir an işlerinizi unutup hayal edin. Bir şekilde dünyadan uzaklaştığınızı varsayın, sizi alıp başka bir galaksiye götürdüklerini hayal edin. Sizi götüren uzay mekiğinin penceresinden geriye bakın. Evlerin çatılarını, sonra yeşil tarlaları ve ağaçlıkları, denizi, bulutları ve en son olarak da gittikçe küçülüp kaybolan mavi bir yuvarlağı göreceksiniz. Artık her şey geride. Içinizi bir hüzün kaplıyor. Hiç oturup da üzerinde düşünmediğiniz ayrıntılar, hayalinizde canlanmaya başlıyor. Önemsemediğiniz nice anılar o kadar değerli oluyor ki sizin için; hatırlıyorsunuz artık, sokaktaki sarı kedinin size miyavladığını, bulutların akşam güneşi ile kızıllaştığını ve sürekli şekil değiştirdiğini, denizin dilinizdeki tuzlu tadını, yanağınıza düşen yağmurun serinliğini, çimenlerdeki çiğ tanelerinden yansıyan gün ışığını. Tüm bunlardan uzaklaştınız, sanki evinizden ayrılmış gibi bir ayrılık hissi var içinizde. Meğer dünya, içindeki tüm süsleri ile ne güzel bir evmiş bizim için diyorsunuz. Sonra gözlerinizin önünden geçi-yor yaşadıklarınız. Bir ağacın dibinde otobüs beklerken aslında o ağaçla yalnızlığınızı paylaştığınızı fakat, söylediği şarkıları hiç duymadığınızı düşünüyorsunuz. Şimdi ne kadar da önemli bu ayrıntılar, dünyadan uzakta iken. Keşke toprağa daha çok dokunsaydım, kim bilir ellerimde neler hissederdim dünyaya ait. Şimdi yağmurun altında sırılsıklam olmak için nasıl bir özlem, duyuyorum. Oysa dünyada iken ondan kaçmıştım. Her şeyi hatırladıktan sonra bir şeyi daha hatırlayacaktım uzakta iken. Ve bu hüzün yerini pişmanlığa bırakacaktı. O güzelim evimizi nasıl da harab ettiğimizi, mavi halısını nasıl da kirlettiğimizi. Çatısında gedikler açıp, yeşil olan her şeyi yakıp, çirkin renkli kötü tablolar astığımızı. Evimizin içini zehirli dumanlarla doldurup sularını içilmez hale getirdiğimizi. Sıradan bir ev değildi bu. Bizimki gibi bir hayat yaşıyordu ama bizim için yapılmıştı. Bizim evimizdi o. Yıkılıp giden tuğla evler gibi değildi. Zemininde yürürken güvendeydik. Günbatımı ile gün doğumu arasında sanat eserleri ile dolu canlı bir evdi. Ne acı ki farkında değildik hiçbir şeyin. Sanki her şey tüketilip sindirilmek için vardı. Hırsla etrafımıza duvarlar ördük. Etraflarındaki dünyanın farkında olup kuşlara yuva yapan, insanların ruhlarını su sesleri ile ferahlatan atalarımız evimizi hep korumuşlardı. Oysa biz de çocukken her şeyi görürdük. Bulutları koyunlara, ejderhaya ve birçok hayalimize benzetirdik; çimenlere yatıp göğü seyrettiğimiz günlerde. Kelebeklerin ardından koşardık, cezp ederdi renkleri bizi. Sürülmüş tarlalara inen leylekleri incelerdik. Bilseydik, bir gün gözlerimizi alışmışlıkla perdeleyip dünyayı yıpratacağımızı, çocuk kalbimize keder dolardı. Dünyadan uzakta, ormanla birlikte yanan hayvanların gözlerindeki masumiyet, acımadan devirip öldürdüğümüz ağaçlar, hatta sevgili için koparılan çiçeklerin avuçlarımızda yavaşça soluşu, yüreğinizi acıtıyor. Şehrimize doldurduğumuz sokak lambalarını arttırdıkça, yıldızları söndürdük gözlerimizde. Arabalarımızın motorlarının gürültüsü arttıkça doğadaki sesleri işitmez oldu kulaklarımız. Biz bu mavi boyalı evimizde olan hiçbir şeyden daha güzelini yapmadık; çünkü, kadim günlerden beri hep var olan dünyanın ve onu dünya yapan hiçbir şeyin farkına varamadık. Yeryüzü, "ben buradayım, aç gönlünün gözlerini" dercesine sarsıldığı zaman görür gibi olduk onu; ama, kulaklarımızı kapattık isteyerek. Hayalimize devam edelim. Bizi geri getiriyorlar dünyaya. Artık farkına varacağız; çünkü, ayrılığı tattık. Yaşayan her şeyi canla başla koruyacağız. Kozmik senfonideki binlerce ensturmanı ayırt edeceğiz. Yolda yürürken ağaçlara dokunup ellerimizle hissedeceğiz. Çiçekleri koklamaya zaman ayıracağız ve her şeye hayret hisleri ile yaklaşacağız. Böyle bir insan evine zarar verir mi? Bu hayali yolculuk yaşamımızda bir tür uyku halinden uyandırdı bizi. Insan da, ilişkiler, dengeler, ölçüler, yaşam döngüleri ve her şeyden oluşan ekosistemin bir parçası. Bir süre sudan çıkan bir balığın suyun farkına varması gibi bu hayali yolculuğa çıkıp bize ait bir çizgiyi, su ile havayı ayıran çizgiyi bulmalıyız.
EÐER ÇEKMEZSEN GÜLÜN NAZINI NE DİKENE DOKUN NE GÜLÜ İNCİT

#37 Eylül

Eylül

    Harabenin Meleği

  • Dokunulmazlar
  • 10.820 Mesaj

Gönderim zamanı 22.06.2009 - 15:23

Farkında mısın ?
Bize ait cümleler kurmaktan,
Ne kadar da aciz kaldık son günlerde,
Bırak,seni seviyorum demeyi,
Bir günaydını bile çok görür olduk birbirimize,
Tükenen,tükenen sevgimiz mi,
Yoksa,yoksa dilimiz mi varmıyor ?
Ne sen bana iyi misin,diyorsun,
Ne ben sana bir günaydın.
Bıçak açmıyor ağzımızı,farkında mısın ?

Yavan kelimelere başvurmamız sebepsiz değil,
Saçlarını bile taramıyorsun eskisi gibi,
Benimse içimden gelmiyor tıraş olmak,
Eskiden,daha zili çalmadan açardın kapıyı,
Kokunu ta aşağılardan duydum,derdin,
Özledim derdim,
Kısar gözlerini ya sen,ya sen,dedin,
Öylece sarılıp kalırdık kapı eşiğinde,
Of,off.
Kaç gecedir koltuğun bir kenarında uyuyup kalıyorum,
Romatizmalarım da öyle arttı ki üstelik,
Adeta kar yağıyor sol omzuma,
Sana ilaçlarımın yerini korkudan soramıyorum,
Ya cevap vermezsen,
Ya git kendin al dersen,
Korkuyorum işte,sevginin tükendiğini bilmekten korkuyorum.
Dün ilk defa kahvaltı etmişsin beni kaldırmadan,
İlk defa çayı dün,soğuk ve şekersiz içtim,
Kaç zamandır adımla seslenmiyorsun bana,
Adım ürkütüyor seni,
Sen ayrı odadan kalkıyorsun,
Ben ta uçtaki odadan
Bir suçlu gibi öne eğip başımızı
Öylece geçiyoruz birbirimizin yanından,
Bir tabloyu oluşturan iki unsur gibiyiz,
Senin vurdumduymazlığını,
Benim aksiliğim tamanlıyor,
Yok,yok bu böyle olmayacak,
Ya sen aç kıza telefon, ya ben,
Bu böyle olmayacak,
İstersen oğlanları sen ara,seni onlar daha bir severler,
Kısaca,kısaca ya ben gideceğim,ya sen,
Belki de bir zaman ayrı kalırsak,
Kim bilir,belki de özleriz birbirimizi,
Bugünleri hiç düşünmeden;
O hoyrat,o pervasız harcadığımız
Aşkımıza nasıl muhtacım nasıl,bilemezsin,
Olsun bi müddet yemeği dışarıda yerim,
İlaçlarımı masanın üstüne geceden dizerim,
Parmağıma ip bağlarım falan,
Ya da istersen ben gideyim, gideyim de nereye ?
Of,off,
Galiba yaşlanmamalı insan,
Yoksa,yoksa suç erkek olmakta mı?
Ne yaparım bi başıma ben,
Yok,yok sen git kıza istersen.
Dün o filmi seyrederken ağladığını gördüm,
Sanma ki fark etmedim,
Sanki ikimizin son dönemi,
Ne kadar açığa vursak ta öfkemizi,
Gem vuramazsak da alışkanlıklarımıza,
Demek ki bazı şeylerin çok geç anlaşılıyormuş önemi,
Bir ara gözüm takıldı,saçlarına karışmış aklara,
Benim ise kış çoktan oturmuştu şu çökük şakaklara,
Hatırlar mısın?
İlk yemeğe çıktığımız günü?
Nasıl da elim ayağıma dolaşmıştı hani,
Hatırlar mısın?
Bu berbat halime bimecal kalırcasına güldüğünü,
Şimdi ise bak,yüreğimiz bimecal,
Dağbaşı yalnızlıklarına mahküm ettik birbirimizi,
Ne zaman biter bu suskunluğumuz,bilmem,
Ya, bir ölüm anı çığlılığıyla,,
Sahi,sahi ben ölürsem ağlar mısın?
Bana,bana hiç sorma,
Düşünmek bile acıtıyor içimi,
Cam kesiği ağrılara gark oluyorum,
Hem benim bildiğim galiba,
Galiba ‘önce erkekler ölür”,
O zaman da sen kalacaksın yapayalnız,
Ne yapar ne edersin bu koca şehirde?
Kim getirir her sabah o çok sevdiğin fırın ekmeğini,
Kim sular bahçeyi,
Kim budar yediverenleri
Ve kim bırakır,
Sen daha uyanmadan yastığına en güzel gülleri?
Zor değil mi?
Yaşamın en zor tarafı işte,
Kolay değil alışkanlıklardan bir an için vazgeçmek,
Zaten,zaten benim tek alışkanlığım da sensin,
Yok,yok senden vazgeçemem,
Zaten benim bildiğim; ”ilk erkekler özür diler”,
Daha bir yakışıyor gibi seni seviyorum demek erkeğe,
Yok,yok bu sabah kalkınca,
İlk işim sana sarılıp ve hiç yüksünmeden
Ve kırılganlığı bir yana atıp,
Seni seviyorum demeliyim,
Seni seviyorum,
Seni seviyorum,
Günaydın,günaydın,
Günaydın birtanem.

Mehmet Çetin
SÜRGÜNDE
Şiiri çok sevdim hüzünlü, Allah kimseyi sevdiklerinden
ayırmasın
EÐER ÇEKMEZSEN GÜLÜN NAZINI NE DİKENE DOKUN NE GÜLÜ İNCİT

#38 Eylül

Eylül

    Harabenin Meleği

  • Dokunulmazlar
  • 10.820 Mesaj

Gönderim zamanı 29.06.2009 - 16:18

Çünkü hep vurulan odur,

'O'nun hatırı için asla vurmayacağını bilen ve 'O'ndan çekinmeyen, muhatabları tarafından..

O yalnızca hüzünlenir ..

'O'nda olmanın, onlara verilecek cevabıdır çünkü hüzün..

Bile bile vurulmaktır yani hüznün adı..

Yoksa yüreği olanın hüznü, ne nikotin tadında alışkanlık yapan arabesk bir hüzün,

Ne de, maddeten ve manen bir nev'i 'O'nu hiçe saymak demek olan YEİS anlamındakidir. .

Daim O'nunla olana, bize 'O'ndan ve hak Resulu'nden ulaşan mesajlar doğrultusunda o cephede zaten hüzün yok..

Hüznü sevinçlere, korkusuzluklara, itmi'nana çeviren O'dur çünkü..

Hüzünlerin karşılığı hep O'ndadır, hep O'ncadır..

Ne boşa giden gözyaşı, ne de sevince çevrilmemiş hüzün vardır katında..



Yani:

"'O'nun boyası"na boyanmaktır hüzün.

Aşkı olmayanın hüznü de olmaz!..


İslam'sa, baştan sona bir hüzün medeniyetidir..

Dıştan, tek tek hüzün tuğlalarıyla örülmüş, muhteşem saadet saraylarının nazenin konuğu olur insan..

O en Sevgili'nin adıdır hüzün..

Ve hüznü daim soluklayan gök erlerince:

İbrahimce..Eyyubca..Yunusca..Yusufca..İsaca..
Aişece..Sümeyyece..Mus'abca...

Hep hüzün yağar yüreklere, ötelerden...


O'nun boyasına boyanmanın adıysa hüzün,

Ve O'nun boyası 'Aşk'sa..Elbet hüzün, aşkın adıdır..

'Ve aslolan aşktır kainatta, gerisi vesaire..'

Kalbi olanların çok az olduğu bu yitik çağda hüzünlenmek bir ayrıcalıktır..

Hüznü taşımak ta..


gecenin en karanlık anı sabaha en yakın olanıdır....

EÐER ÇEKMEZSEN GÜLÜN NAZINI NE DİKENE DOKUN NE GÜLÜ İNCİT

#39 Eylül

Eylül

    Harabenin Meleği

  • Dokunulmazlar
  • 10.820 Mesaj

Gönderim zamanı 03.07.2009 - 14:05

BİR KADINI AÐLATMAK

Bir kadını ağlatmak çok zor değildir aslında.
Kadınlar her şeye ağlayabilir; bir filme, bir şarkıya, bir yazıya...
En az erkekler kadar yani Ama bir kadını yürekten ağlatmak zordur.
Eğer bir kadın yürekten ağlıyorsa, ağlatan onun yüreğine ulaşmış demektir.
Ama o yüreğin değerini bilememiş olacak ki ağlatan,
gözünü bile kırpmadan teker teker batırır iğnelerini yüreğe
İşte o zaman koca bir yumruk gelir oturur boğazına kadının.
Yutkunamaz, nefes alamaz; çünkü o koca yumruk canını çok acıtır.
Gözleri buğarkadaşımır kadının sonra. Ağlamayacağım, der içinden.
Ama engel olamaz işte. Çünkü yüreğine ulaşmıştır birileri ve iğneler
saplamaktadır..
Bu acıya ne kadar karşı koyabilir ki bir kadın.
İnce ince süzülür yaşlar gözünden; önce birkaç damla, sonra bir yağmur seli...
Ve kadın ağlar; hem de çok Sanmayın ki gidene ağlar kadın
Gidenin giderken koparttığı yerdir onu ağlatan, orada bıraktığı yaradır.
O yaranın hiç kapanmayacağını, kapansa bile izinin kalacağını bilir kadın;
o yüzden ağlar. Ama bilir misiniz, ağlamak kadınları olgunlaştırır.
Her damla, daha çok kadın yapar kadınları.Her damla bir derstir çünkü.
Bazen kadınlar ağladığında çoğu insan, ağlama niye ağlıyorsun ki,
değmez onun için derler. Bilmediklerindendir böyle demeleri.
Çünkü yürekleri acıyan kadınlar ağlamazlarsa, ölürler. İçlerindeki zehirdir onları öldüren
Ağlayarak o zehirden kurtulur kadınlar, o irini temizlerler yaralarındaki
Çünkü bilirler, o irin temizlenmezse iltihaba dönüşür yaraları.
Dönüşmemesi lazımdır oysa. O yüzden de bolca ağlarlar.
Zaman geçer sonra. Kadınlar kendilerine sarılmayı öğrenirler.
Umarım öğrenirler, yoksa ruhlar sapkın yollara çarpar kendini.
Sapan ruhların doğru yolu bulması da yeni acılar demektir.
Bunu bilir kadınlar, o yüzden eninde sonunda öğrenirler kendilerine sarılmayı...
Çok ağlayan kadınlar, bir çok şeyden vazgeçen kadınlardır aslında.
Her damla olgunlaştırır kadınları evet ama olgunlaştıkça,
o safça inandıkları aşk gerçeği onların gözünde küçülür...
Küçüldükçe değerini yitirir ve işte o zaman kendilerine sarılıp,yeni bir kadın yaratırlar kendilerinden.
Güçlü, yenilmez, mağrur ve aşka inanmayan...
İnsanlar soruyorlar çoğu zaman neden bu kadar çok bekar kadın var diye;
hepsi kariyer derdinde olan..Çünkü inançlarını yitirdi o kadınlar.
Zamanında yüreklerine o kadar çok iğne saplandı ki,,
o kadar çok ağladılar ki Artık kendilerinden başka bir doğru olmadığına inanıyorlar, o yüzden kendilerine sarılıyorlar. Çünkü biliyorlar ki sarıldıkları
adamlar, onları hak etmedi; hem de hiçbir zaman
Hep bir çıkarları oldu sarıldıkları adamların..
E o zaman niye sarılsınlar ki Niye sarılalım ki
Etrafınızda yürekten ağlayan bir kadın varsa bilin ki olgunlaşıyordur.
Bilin ki, gerçekleri kabul etmeye başlamıştır.
Bilin ki, artık aşkın olmadığına inanmıştır.
Bilin ki, sarılacak tek bir doğrusu kalmıştır. O da kim, ne diye sormayın artık.
Çok ağlayan kadınlar, eninde sonunda kendilerine sarılırlar çünkü ..

Aziz NESİN

EÐER ÇEKMEZSEN GÜLÜN NAZINI NE DİKENE DOKUN NE GÜLÜ İNCİT

#40 Sultanım

Sultanım

    Sadık bir ziyaretçidir

  • Üyeler
  • 1.113 Mesaj

Gönderim zamanı 03.07.2009 - 14:59

İnanç (bu kelime üzerine epey düşünmeli insanoğlu, Çünkü hayata bağlanmak zevk almak üretebilmek bu kelime üzerinde dönüyor.)
İnsana ve hayata dair güzel yazılar sunmuşsun bizlere teşekkürler Eylül.

SULAK TOPRAKLARDA ÜMİTLER YEŞERİR

KANIN DÖKÜLDÜÐÜ TOPRAKLARDA İNSANLIK ÖLÜR

YAŞANMAZ BİR DÜNYA İÇİN TÜM VAHŞİLİÐİNİ GÖSTEREN İSRAİL'İ KINIYOR VE LANETLİYORUM

KAHROLSUN İSRAİL!!






Benzer Konular Daralt

0 kullanıcı bu konuya bakıyor

0 üye, 0 ziyaretçi, 0 gizli