Jump to content



- - - - -

Atatürk'ü sevmez, Humeyni'yi sever


  • Please log in to reply
78 replies to this topic

#21 AtamÇepni

AtamÇepni

    Türkiye Sevdalısı

  • Üyeler
  • 5,693 posts
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:Atatürk'ün Ülkesi

Posted 12.06.2008 - 08:19

Asıl mesele bunların Atatürk'ü sevip-sevmemesi değil! Atatürk'ü hep din düşmanı gösterip, kendi yazdıkları hurafelerle, yüce dinimiz İslam tarihini ve Türk tarihini saptırmalarıdır. 85 yılın verdiği kuyruk acısından daha düşünmeyi ve tarihi öğrenmeden yalaka medyamızında sayesinde gündeme biranda oturmuş oldu. TV karşısında yarım yamalak yaptığı yanlış lakırtıların doğrusu ise ;

SÜTÇÜ İMAM OLAYI

Fransızlar'ın Maraş'ı işgalinden kısa bir süre sonra olaylar başladı. Olaylar ilk anlarda küçük grubların karşılıklı sataşma ve atışmalarla yer yer meydana geliyordu.
Bu arada asıl adı Ali olan Sütçü Imam Uzunoluk caddesinin kenarında hem süt satarak geçimini sağlıyor, hemde ücretsiz olarak imamlık yapıyordu.

31 Ekim 1919 Cuma günü sabah olur olmaz, şehirdeki Ermeniler'in taşkınlık ve şımarıklıkları görülmeye başladı. Fransızlar'dan güç alan Ermeniler, şehre dağılarak önlerine gelen Türklere hakaret ediyorlar, Türk Milletinin örf, adet, gelenek ve görenekleri ile dinine dil uzatıyorlardı. Çeşitli mahallelerde yer yer olaylar patlak vermeye başladı. Fransız askerleri de bu duruma seyirci kalıyorlardı.

Fransız ve Ermeni askerler üçer-dörder kişilik grublar halinde çarşı-pazar ve mahalleleri dolaşıyorlardı. Türklerin bazılarını dövmelerinin yanında, Türk Milletini ve Türk Hükümeti'ni aşağılayıcı sözler sarfediyorlardı. Sataşma, dövme, yaralama gibi taşkınlıklarda yetmiyormuş gibi, sarkıntılık etmeye de başladılar.

Dinine, vatanına, milletine, ailesine, namusuna bayrağına, kitabına, şeref ve haysiyetine bağlı; başkalarının boyunduruğu altında yaşamaktansa, ölümü bile tercih eden Kahramanmaraşlılar adeta kükrediler. Fransız askerleri, Türklerin cesaret, azim ve kararlılığını henüz tanımıyorlardı. Fransızlar ve Ermenilerin bu taşkın hareketleri, Türklerin azim ve iradelerini artırıyordu. Türkler için artık tahammülü mümkün olmayan bir yere gelinmişti.

Bardağı taşıran son damla, Fransız askerlerinin Uzunoluk hamamından çıkan Türk kadınlarına sarkıntılık etmeleri oldu.

Bir grub Fransız Ermeni askeri ikindi üzerinde Uzunoluk Caddesi'nden kışlaya dönüyorlardı. 0 anda Uzunoluk Hamamından yüzleri peçeli iki Türk kadını çıktı. Üç kişi olan ve sarhoş durumda olan Fransız Ermeni askerlerinden birisi, hamamdan çıkan Türk kadınlarına saldırdı ve peçesini yırttı. "Artık burası Türklerin değildir, Fransız memleketinde peçe ile gezilmez" diyerek kadıncağıza sarılıp ilişmek istedi. Peçesi yırtılan ve zor durumda kalan kadıncağız bayılıp yere düştü. Diğer kadında imdat istercesine bağırdı. Olayı Kel Hacı'nın kahvesinden gören Türkler dışarı çıkarak, askerlerin üzerine yürüdüler. Türkler, Ermeniler'e ihtarda bulunarak yollarına gitmelerini söylediler. Ermeniler kötü sözler sarfederek silah kullandılar. Bu arada Çakmakçı Sait orada kurşunla yaralandı ve şehit oldu. Gaffar Osman'da yaralandı. Bu sırada Ali Sütçü Imam, Karadağ tabancasını alarak dükkanından hızla olayın ol duğu yere geldi. Silahını Ermeni askerlerinin üzerine boşalttı. İlk kurşunu atan Kahraman Sütçü Imam'ın silahı ile yaralanan Ermeni askeri arkadaşlarının yardımı ile kışlaya götürüldü. Yaralı asker bir gün sonra öldü. 1 Kasım 1919 tarihinde ölen Ermeni için büyük bir cenaze töreni düzenlendi. Sütçü İmam ise Nalbant Bekir'den aldığı bir atla Bertiz'in Ağabeyli köyünde bulunan Beyazıt oğlu Muharrem Bey'in yanına gitti

Sütçü İmam Ermeni ve Fransızlar tarafından sürekli arandı. Bulunması için de Kahramanmaraş Hükümeti çok sıkıştırıldı. Bütün çabalarına rağmen Sütçü İmam bulunamadı.

Sütçü İmam'ın bu unutulmaz kahramanlığından dolayı halk adeta birbirine kenetlenerek kardeş oldu. Birlik ve beraberliğin engüzel örneği bundan sonra da yaşandı. Sütçü İmam olayı, Kahramanmaraş harbinde de yeni bir ışık, yeni bir zafer yolunu açmış oldu.

Fransız askerlerinin ölmesi, Fransızlarla Ermeniler arasındaki sıkı ilişkiyi daha da artırdı. Fransız asayişinin bozulmasına Türk düşmanı Ellik Ermenileri sebeb oldu. Çünkü Fransızlar; Türkler'in bukadar vatan ve namusuna sadakatla bağlı olduklarını bilmiyorlardı.



OLAYLARIN GELİŞMESİ

Sütçü İmam hadisesinden sonra gözleri dönmüş Ermeniler, çılgınlıklarını artırmaya başladılar. Ermeniler sağa sola ateş ederek Zülfikar Çavuş oğlu Hüseyin'i şehit ettiler. Bu arada Türkleri öldürüp kadınlarını alacaklarını, camilerine çan takacaklarını söylemeye başladılar.

Gaziantep yolu üzerindeki Zeytinlikte Tiyeklioğlu Kadir isimli genci boğazlayarak burnunu ve kulaklarını kestiler. Tiyeklioğlu Kadir, Sütçü İmam'ın dayısının oğlu olduğundan, özellikle işkence sonucu öldürdüler. (1 Kasım 1919)

Ermenilerin yaptıkları cinayetler artarak devam etti. Şekerli mahallesinden Nasıroğlu Mehmet, arkadan kamalanarak Ermeniler tarafından haince şehit edildi. 14 Kasım 1919 günü yine, Çiçekli Mahallesindeki evinden komşusuna gitmekte olan Aşık Mustafa oğlu Ökkeşi şehit ettiler.

Bu arada Kuyucak Kümbet, Çiçekli ve Haydarlı mahallelerinde toplanan Ermeniler, silahlanarak Türk askeri kıyafetlerinde olmak üzere Türkleri tek tek yakalayıp işkence etmeye başladılar. Maraşlıların gitgide sabrı taşıyordu.

8 Kasım 1919'da Adana'dan Kahramanmaraş'a bir tabur Tunuslu asker daha getirildi. Tunuslu askerler de şehre dağılmadan doğruca Fransız birliklerinin kışlalarına geldiler.

Bu sırada haberleşme telgrafla yapılıyordu. Telgraf makinalarından Türkler de gizlice yararlanıyorlardı. Türkler tarafından Cancık Mağarası'na yerleştirilen Telgraf makinası sayesinde Sarıgüzel, Maksutlu, Bertiz, Sarıçukur ve Kavlaklı köyleri ve Pazarcıktaki Kılıç Ali Beyle haberleşme sağlanıyordu.


Kaynak

Sütçü İmam olayı işte bu şekilde tarihte yerini almıştır. Onun dediği gibi Nene Hatun'un peçesini yırtan Fransız askerlerine karşı değil. Nene Hatun ise;


Nene Hatun (1857 - 1955)


Erzurum'da doğdu. 98 yıl Erzurum'da yaşadıktan sonra yine Erzurum'da, zatürre hastalığından hayata vedâ etti. Ölümünden üç ay önce Türk Kadınlar Birliği tarafından yılın annesi seçilmişti.


Tarihimizde 93 Harbi olarak anılan 1877 - 1878 Osmanlı - Rus Savaşı sırasında, Erzurum'daki Aziziye Tabyası'nın savunulmasında kahramanca çalıştı. Adını bu şekilde tarihe yazdırdı. Mücâdeleye, küçük yaştaki oğlunu ve kızını evde bırakarak katılmıştı. O sıralarda 20 yaşlarında genç bir gelindi.


7 Kasım 1877 gününün gece yarısında, bölge halkından olan Osmanlı vatandaşı Ermeni çeteleri Erzurum'un Aziziye Tabyası'na girmeyi başarmışlardı. Tabyayı koruyan Türk askerlerini öldürdüler. Arkadan gelen Rus askerleri, hiçbir mukavemetle karşılaşmaksızın tabyayı ele geçirdiler. Baskından yaralı olarak kurtulmayı başaran bir er, şehir merkezine ulaşıp kara haberi Erzurum'lulara ulaştırdı. Sabah ezanından hemen sonra minârelerden şehir halkına duyuru yapıldı. "Moskof askeri Aziziye Tabyası'nı ele geçirdi." Bu haber, Erzurum halkı tarafından, vatan savunması için emir telakki edildi. Silâhı olan silâhını, olmayanlar; balta, tırpan, kazma, kürek, sopa ve taşları ellerine alarak Tabya'ya doğru koşmaya başladı. Kadın - erkek tüm Erzurum halkı yollara dökülmüştü. Koşanlar arasında, erkeği cephede çarpışan bir tâze gelin de vardı. Ağabeyi bir gün önce cepheden yaralı olarak gelmiş ve kollarında can vermişti . Üç aylık bebeğini emzirmiş, "Seni bana Allah verdi. Ben de O'na emânet ediyorum." Diyerek vedâlaştıktan sonra birkaç saat önce ölen ağabeyinin kasaturasını alarak sokağa fırlamıştı.


Erzurumlular, ölüme gittiklerini bildikleri halde, Aziziye Tabyası'na doğru koşuyordu. Tabyaya yerleşmiş olan Rus askerleri, gelenlere yaylım ateşi açtı. Ön sıradakiler o anda şehit oldular. Arkadakiler, geri çekilmek yerine daha bir kararlı ve hızlı olarak ileri atıldılar. Demir kapılar kırılıp içeri girildi. Boğaz boğaza bir savaş başladı. Mükemmel silâhlarla donanmış Moskof ordusu, baltalı - tırpanlı, taşlı - sopalı eğitimsiz halk karşısında ancak yarım saat tutunabildi. 2300 Moskof öldürülüp, Tabya geri alındı. Türkler, 1000 kadar şehit vermişlerdi.


Hemen yaralıların tedâvisine başlandı. Nene Hâtun da yaralılar arasındaydı. Fakat o yarasına aldırmıyor, evindeki bebeğini unutmuş, diğer yaralıların kanını durdurabilmek, yaralarını sarmak için çırpınıyordu. Nene Hâtun böyle bir ortamda tanındı ve saygı ile sevil di.


O'nun, vatan için gece başlayan mücâdelesi, tüm düşman Erzurum'dan kovuluncaya kadar devam etti. Erzurum'un her karış toprağında cephâne taşıyarak, yaralılara hemşirelik yaparak, yemek pişirerek, su dağıtarak, hizmetten hizmete koşarak destanlaştı. Gazi Ahmet Muhtar Paşa'nın zaferinde Nene Hâtun'un ve O'nun vatan aşkını paylaşan sivil insanların da payı vardı.


Savaştan sonra da Nene Hâtun, destan kahramanlarına yaraşır bir asâletle yaşadı. Kendisini ziyâret eden NATO'da görevli Amerika'lı subayın bir sorusuna: "O zaman vazifemi yapmıştım. Bu gün de ilerlemiş yaşıma rağmen aynı hizmeti, daha mükemmeliyle yapacak güç ve heyecana sahibim." cevabını vermişti.



Kaynak

Bunlara söylenecek tek birşey var; Elhamdülillah Müslümanım , Ne Mutlu ki Türküm.
Posted Image
Posted Image

Edited by AtamÇepni, 12.06.2008 - 08:27.


AKP olmadan Dinimi,
MHP olmadan Ülkemi,
CHP olmadan ATATÜRK’Ü sevebilirim...

#22 AtamÇepni

AtamÇepni

    Türkiye Sevdalısı

  • Üyeler
  • 5,693 posts
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:Atatürk'ün Ülkesi

Posted 12.06.2008 - 12:36

I love Humeyni!
"Humeyni’yi seviyorum.

Atatürk’ü sevmiyorum.

Maraş’ta Fransız askerleri Nene Hatun’un başörtüsüne uzandı. Sütçü İmam ilk ateşi açtı, böylelikle Kurtuluş Savaşı başladı. O dönemin sosyolojik yapısını incelerseniz, cephedeki insanlar hep Müslüman... Atatürk olmasaydı, İngilizler olsaydı, haklarım daha geniş olacaktı."

*

Böyle dedi.

*

"Türbanlı böyle dedi" demiyorum; çünkü bütün türbanlılar böyle düşünmediği gibi, böyle düşünen türbansızlar da var.

Demem şu...

*

Nene Hatun, Maraşlı değil.

Erzurumlu.

Savaştığı düşman, Fransız değil.

Rus.

Rus başörtüsüne saldırmadı.

Aziziye Tabyası’na saldırdı.

Milli mücadelenin mangal yürekli evladıdır ama, milli mücadelenin ilk kurşununu Sütçü İmam sıkmadı.

Hasan Tahsin sıktı.

Maraş’ta değil, İzmir’de.

Takvime bak.. Hasan Tahsin’in tetiğe basmasıyla, Sütçü İmam’ın tetiğe basması arasında 6 ay var...

Sütçü İmam, Fransız vurmadı.

Ermeni vurdu.

Maraş’ta düşmana ilk müdahaleyi yapan da, aslında Sütçü İmam değil.

Çakmakçı Sait.

Silahı yoktu.

Yumruğuyla saldırdı.

Şehit oldu.

Maraş’ı önce kim işgal etti?

Arkadaşın İngilteresi!

Kim sesini çıkarmadı?

Arkadaşın padişah efendisi!

Kim kurtardı?

Arkadaşa daha geniş haklar tanıyacak olan İngilizlerin gemisiyle kaçan padişah efendinin idam etmek için arattığı Atatürk!

*

O dönemin sosyolojik yapısını incelerseniz, cephedeki insanların hep Müslüman olmadığını da görürsünüz...

Bizzat Ordinaryüs Profesör Mazhar Osman’ın ağlayarak okuduğu "şehit listesi"ne göre, bu toprakları İngilizler işgal etmesin diye savaşan, can veren İstanbullu hekimler arasında, 140 Türk, 32 Ermeni, 25 Rum, 18 Yahudi var.

Ve, dikkatinizi çekerim, hepsine birden "şehit" demişler... Çünkü şehitlik kavramı, "o dönemin sosyolojik yapısı"na göre, dinle alakalı değil, yurtseverlikle alakalı.

*

Uzatmayayım.

Tehlike ne İran’dır, ne İngiltere...

Kara cehalettir.


YILMAZ ÖZDİL
Kaynak

AKP olmadan Dinimi,
MHP olmadan Ülkemi,
CHP olmadan ATATÜRK’Ü sevebilirim...

#23 kardelen

kardelen

    Boş vakti boldur

  • Üyeler
  • 713 posts

Posted 12.06.2008 - 16:45

Sahte Atatürkçüler,Sahte laikçiler Atatürk'ü din düşmanı göstermeye çalışmışlardır.
Nuray Bezirgan'ın tarih bilgisi oldukça zayıf!
Fatih Altaylı da onu kasıtlı olarak oraya çıkarmış!

#24 kardelen

kardelen

    Boş vakti boldur

  • Üyeler
  • 713 posts

Posted 12.06.2008 - 16:50

Programda Atatürk düşmanı gibi yaftalanacak bir şey söylemediklerini vurgulayan Bezirgan, Altaylı'yı eleştirdi. Bezirgan şunları söyledi: "Program öncesinde Fatih Altaylı, son derece hümanist ifadeler kullandı. Atatürk ile ilgili görüşlerimi söyledikten sonra herkesin istediğini sevip istediğini sevmeyeceği konusunda özgür olduğunu ifade etti. Program sonrasında köşe yazısında verdiği tepkiye şaşırdım. Biz kişi üzerinden yapılan uygulamaları ve baskı rejimini eleştiriyoruz. Sevmiyoruz."

#25 sophiA

sophiA

    Hiç gelmiyor desek yeridir

  • Üyeler
  • 89 posts
  • Konum:40.58 Grad Kuzey paralelleri, 29.05 Grad Doğu meridyenleri
  • İlgi Alanları:Özellikle SATRANÇ

Posted 14.06.2008 - 14:35

Bunlar bencil, nankör ve hainler. Kendi sözde özgürlüklerini bir milletin özgürlüğüne tercih edebilecek kadar nankörler.
Posted Image

#26 iki

iki

    Burası ona huzur verir

  • Üyeler
  • 298 posts
  • Konum:27 ARALIK 1919

Posted 18.06.2008 - 22:04

ebru ve antika güzel yazmışlar,helal olsun..

birde kız zaten maraş ve nenehatun olayını kariştırdığını altaylı söyledikten sonra kabul etti,niye bu kadar destan gibi bir cevap verme isteği hasıl oldu atamçepni'de ve yılmaz özdil'de..
maraş nerede,nenehatun kim,erzurum,sütçü imam vs.hepimiz birer kere yazalım o zaman..

atatürk'e rozet atatürk'çüleri daha çok zarar veriyor farkında değiller..
yalvarırım,beni hem bilgili hem güçsüz kılma..

#27 GÜL_ZAR

GÜL_ZAR

    uzaklardaa...(hikari)

  • Üyeler
  • 3,969 posts
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:Eskişehir'in içinden :)
  • İlgi Alanları:tıp,bilim,mısır,rock... yani herşey desek daha iyi olur :)))

Posted 18.06.2008 - 22:38

Posted Image
Posted Image
Posted Image
Posted Image
Feci Depiklerler Çetesi

Kurucular:IssIz _Gül_Zar
Üyeler: Kajmeran şeysiymiş.. (IssIz öle diyo)
KAHKAHA geçüsü.. (mesaj alındı tmm=))
kaktüs dikim dikim dikenli..

Which of us do you love?

#28 BucuK

BucuK

    : вєş’є вєş vαя :

  • Dokunulmazlar
  • 6,410 posts
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:∆p.∆x>ħ/2
  • İlgi Alanları:* qαγєτ ίlqίsίz *

Posted 19.06.2008 - 00:48

kime sorsan bunun bi provokasyon olduğunu söyler, ama yine kime sorsan bu konuyu gündemde tutacak bi yorum mutlaka yapar.

aklıMı s.... ben! bi ben mi anlayamıyorum!?


#29 kardelen

kardelen

    Boş vakti boldur

  • Üyeler
  • 713 posts

Posted 20.06.2008 - 02:55

Bunlar bencil, nankör ve hainler. Kendi sözde özgürlüklerini bir milletin özgürlüğüne tercih edebilecek kadar nankörler.

Bir kişinin söylediklerinden "bunlar" diyerek herkesi suçlayamazsın!
Bahsettiğin iki özgürlükte değerlidir.

#30 kardelen

kardelen

    Boş vakti boldur

  • Üyeler
  • 713 posts

Posted 20.06.2008 - 03:03

Nuray Bezirgan,2000 yılında başörtüsüne özgürlük eyleminde polisin kötü muamelesi sonucu ikiz bebeklerinden birini düşürdü!Birileri diğer hayatta kalan çocuğunu öldürmekle de tehdit ettiler!Bu durum onda psikojik sorunlara yol açmış olabilir.Bazı yanlış ifadeler kullanmasının sebebi de bu olabilir!


Nuray Bezirgan,polis müdahalesini ve sonrasında yaşadıklarını şöyle özetledi:

“O dönem ben hamileydim ve karnımda ikiz bebek taşıyordum. Polislere söylememe rağmen ite kaka araca bindirilerek gözaltına alındık. Uzun süre nezarette kaldım. Açlıktan kan şekerim düştüğü için baygınlık geçirdim. Beni hastaneye kaldırmışlar. Hastanede yapılan muayenede bebeklerden birinin öldüğünü öğrendik. Aynı gün kollarımdan serum iğnelerini sökerek mahkemeye çıkarıldım, tüm bunları belgeleyebilirim.”

Bezirgan daha sonra bir telefon görüşmesinde, araya giren üçüncü bir şahsın küfürler ederek hayatta kalan çocuğunu da öldürmekle tehdit ettiğini anlatan Bezirgan, bu olaydan sonra yurtdışına gitme kararı aldıklarını söyledi.


#31 AtamÇepni

AtamÇepni

    Türkiye Sevdalısı

  • Üyeler
  • 5,693 posts
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:Atatürk'ün Ülkesi

Posted 20.06.2008 - 08:18

Birilerinin yapmış olduğu hatadan dolayı devlete ve ülkeye beslediği kinin cezasını bizim çocuklarımıza ödetmeye hakkı yok. Sen yıllarca başka ülkede yarım yamalak bişeyler öğren, ülkede su biraz bunalınca da çıkıp gel. Suya bir avuç çamurda sen at. Ohh ne güzel memleket. O kadar özlemini çekiyordu da Hümeyni dedesinin ülkesine niye gitmedi de, başkasının boyunduruğu altında yaşamayı kendine ilke edindi?



Şu insanoğlu ne çekiyorsa dilinden çekiyor.

AKP olmadan Dinimi,
MHP olmadan Ülkemi,
CHP olmadan ATATÜRK’Ü sevebilirim...

#32 lasrocas

lasrocas

    SaKLıMdASıN

  • Dokunulmazlar
  • 1,142 posts
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:heryer

Posted 20.06.2008 - 11:25

Atatürk'ü sever veya sevmez,humeyni'yi sever sevmez bu konuda diyecek pek birşey yok...

fakat ingiliz himayesini, günümüz Türkiyesine tercih etmesini komik bulup hatta çokta güldüm...madem çok rahatsiziniz madem iran rejimini yaratan kişi veya kişilere bu denli sevgi içindeyseniz

neden iranda okumuyorsunuz...?? yada yaşamıyorsunuz???

Atatürkçülük altinda size zulum yapıldıysa ( sadece bu iki hanim için geçerlidir lafim) iyide edilmiş...çünkü bayrağını,ülkesini,ülke rejimini, bu ülkenin kurtuluşu ve refahi için canini ortaya koymuş kişileri taktir etmeyip sevmediginizi söylerseniz dahada zulum görürsünüz..yalniz başınızda ki örtü için değil sirf yukarda bahsi geçenler nedeniyle...
Devletin içine düştüğü yok olma tehlikesinin
korkunç derinliğini görmekten aciz olan zavallılar,
elbette ciddi ve hakiki çareyi görmemek için gözlerini yumarlar.

#33 kardelen

kardelen

    Boş vakti boldur

  • Üyeler
  • 713 posts

Posted 21.06.2008 - 00:08

Nuray Bezirgan,7 yıl aradan sonra Türkiye’ye dönme kararı almalarını da şöyle anlattı: "Zaten Türkiye’ye dönmek üzere Kanada’ya gitmiştik. Oğlum ilkokul 1. sınıfı bir devlet okulunda bitirdi. Kardeşleri, arkadaşları ve bizimle iletişim kurarken İngilizce’yi tercih etmeye başladı. Müslüman nüfusun az olması da diğer bir etken oldu. Kanada vatandaşlarıyla bu bağlamda ortak paydamız az olduğundan Türkiye’yi özlüyordum. Hem çocuklarımın kültürel erozyona uğramalarının önüne geçmek hem de kendi kökümüz Türkiye’de olduğu için dönme kararı aldım."

#34 kardelen

kardelen

    Boş vakti boldur

  • Üyeler
  • 713 posts

Posted 21.06.2008 - 00:26

Atatürkçülük altinda size zulum yapıldıysa ( sadece bu iki hanim için geçerlidir lafim) iyide edilmiş...çünkü bayrağını,ülkesini,ülke rejimini, bu ülkenin kurtuluşu ve refahi için canini ortaya koymuş kişileri taktir etmeyip sevmediginizi söylerseniz dahada zulum görürsünüz..yalniz başınızda ki örtü için değil sirf yukarda bahsi geçenler nedeniyle...

Lafın sadece o 2 hanım içinde olsa da söylediğin çok çirkin!İnsanlık dışı!
Nuray Bezirgan,hakkını ararken polis tarafından tartaklanıyor,polisin kötü mumelesi sonucu ikiz bebeklerden birini düşürüyor.Birileri diğer bebeğini de öldürmekle tehdit ediyor...
Sende "Atatürkçülük altinda size zulum yapıldıysa ( sadece bu iki hanim için geçerlidir lafim) iyide edilmiş..." diyorsun!Bu ne korkunç bir yaklaşım!!!

#35 kardelen

kardelen

    Boş vakti boldur

  • Üyeler
  • 713 posts

Posted 21.06.2008 - 00:27

Türkiye'de, Kanada'ya yerleşme fikrini körükleyen neler yaşamıştın?

İnancımı özgürce yaşayamadım ve hatta bundan dolayı cezalandırıldım. Ugradığım haksızlıkları her platformda dile getirdiğim için aldıgım polis tehditleri ve telefonları beni bıktırdı. Telefonlarımız dinleniyordu. Hatta, katıldığım 32. Gün programındaki konuşmalarımı bir arkadaşıma telefonda anlatırken araya giren ve arkadaşımın da şahit olduğu bir ses, beni ve bebeğimi ölümle tehdit etti.

Edited by kardelen, 21.06.2008 - 00:44.


#36 quStah

quStah

    Camel Soft

  • Yöneticiler
  • 5,617 posts
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:Kadıköy
  • İlgi Alanları:kandırmak..

Posted 21.06.2008 - 05:23

Bizde yedik :)

#37 AtamÇepni

AtamÇepni

    Türkiye Sevdalısı

  • Üyeler
  • 5,693 posts
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:Atatürk'ün Ülkesi

Posted 21.06.2008 - 08:28

Kardelen, bu ülkede sadece haber kaynağı olarak vakit'i düstur edinirsen sadece yerinde saymakla kalmaz, yakın zamanda geri adımları atmaya başlarsında.


İki türbanlı öğrencinin televizyon ekra-nında söylediği, "Atatürk ’ü sevmiyorum. Humeyni’yi seviyorum" sözünü nasıl değerlendirmeliyiz? Sünni türbanlı öğrenci, Şii İmam Humeyni’yi neden sever? İslam Devrimi, İranlı kadınlara ne gibi "haklar" getirdi? Gelenekçi/muhafazakár ideolojilerin kadınlara dayattığı rol modeli konuşup tartışmanın zamanı gelmedi mi?

HER Müslüman’ın bildiği gerçektir:

Hz. Muhammed’in ölümünden sonra halifelik meselesinden çıkan çatışmalar ortaya iki güçlü mezhebi çıkardı: Şii-Sünni.

Emeviler döneminde veraset yoluyla belirlenen halifelik, Abbasiler döneminde sembolik bir makama dönüştürüldü.

Sünni gelenek, halifelik makamına sembolik değerler yükleyip dünyevi siyasal otoritenin etki alanını genişletti.

Şii gelenek ise bunun tam tersi yolda gelişti; azınlık olmanın getirdiği bilinçle, siyasal, dinsel, sosyal ve ilahi olanı birleştirmeyi amaçlayan bir doktrin geliştirdi. Halifelik kavramı karşısına "imam" kavramını çıkardı. "İmam" cemaatin siyasal ve dinsel lideri olduğu kadar manevi konularda da en üst makamı oldu.

Şii doktrinine göre, imam doğrudan peygamber soyundan gelen kişiydi. İmamın otoritesi, bireyin günlük yaşamından manevi dünyasına kadar tüm sorunlarda "yol gösterici" olmaya kadar giden geniş bir alanı kapsıyordu.

Yani; siyasal liderlik yanında, İslam hukukunu en iyi bilen kişi olarak yorum yapma otoritesi de vardı.

İlahi ve teorik olarak gerçek otoritenin tek ve meşru temsilcisiydi. Yanılmazdı. "Doğru İslam’ın" kavranması konusunda bir tür bilgi tekeline sahipti. Vs.

Humeyni İran’ı

Humeyni bir "imam"dı.

Allah tarafından gönderilen ilahi yasaların mutlak, ebedi doğrunun ve toplumsal düzenin kuralları olduğunu söyledi hep.

İnsanın mutluluğunun ancak toplumun bu kurallara uygun biçimde düzenlenmesiyle mümkün olacağını vurguladı sürekli.

Peki, böyle bir toplum nasıl yönetilmeliydi?

Humeyni’ye göre monarşi, İslam’a aykırıydı. Doğru yönetim "velayet-i fıkh"a dayalı bir İslam devletiydi. Bu devletin anayasası şeriattı. Yani insanın yaptığı değil Allah’ın kelamı ve Peygamber’in sünneti temel yasalar olmalıydı.

Egemenlik kayıtsız şartsız milletin değil; şeriatındı.

Bu nedenle İslami devletin yasama organı yasa yapmazdı; sadece bir danışma ve düzenleme organıydı. (Bazı çevrelerin, Türkiye’deki hukuk kurumuyla neden sürekli tartıştıklarını da bu çerçevede değerlendirilebilir miyiz? Ya da bazı hukuki kararlarda dini ulemanın görüşünün alınmasını isteyen anlayışı da yine bu çerçevede yorumlamak gerekir mi? Geçelim...)

Humeyni rejiminde "yürütme" yetkisi kime ait olacaktı?

Yanıtı basitti: Toplumun hem manevi, hem dini, hem de siyasal lideri olan Humeyni’ye.

Kuşkusuz Humeyni’nin önerdiği düzen bir "cumhuriyet"ti. İdari işlerle ilgilenen görevliler ve danışma görevi yapan "yasama" organı bir seçimle belirleniyordu. Fakat bu düzen hiçbir zaman "demokrasi" olamazdı. Çünkü insan ürünü yasaya değil mutlak ilahi yasaya uymak zorunluluğu vardı. Uzatmadan soralım:

Laik Türkiye’de yaşayan Sünni türbanlı bir öğrenci, Şii İmam Humeyni’yi neden sever?

Sorunun yanıtından önce, Humeyni İran’ında kadının yerini de analiz etmeye çalışalım.

Cinsiyet ayrımcılığı

İslam Devrimi öncesinde sokak gösterilerinde kadınlar en öndeydi.

Devrimden önce, siyasal gösterilere katılan kadınların, erkeklerle eşitliği ve katkılarının önemi üzerine kurgulanan İslamcı söylem, devrimden sonra siyasal iktidarı ele geçirir geçirmez kadının evcilleştirilmesi ve dindarlaştırılmasına dayalı özgün bir cinsiyet ayrımcılığının kurumsallaşmasına yöneldi.

Bütün gelenekçi/muhafazakár ideolojiler gibi İslam Devrimi’nde de kadın; siyasette, iş hayatında veya başka herhangi bir alandaki kadın değil, sadece ve sadece ailede kadındı.

Kuşkusuz tüm bunların altında kadına yönelik güvensizlik vardı.

Bunun en çarpıcı örneği, ceza yasası Kısas’ta yer almaktaydı. 1981’de meclisten geçerek yasalaşan Kısas, ilk İslam toplumlarının cezalandırma anlayışını yansıtıyordu. Yani, şeriata dayalı, esas olarak öldürme, cinsel suçlar ve içki içmek gibi kamu düzenini tehdit eden eylemleri cezalandırma, öç alma anlamına gelmekteydi. Kısas, kadını ikincil insan konumuna getiriyordu.

Örneğin:

Kısas’ta öncelikle taammüden işlenen cinayetlerde kadınlar şahit olarak kabul edilmiyordu.

Ve daha acısı:

Kısas’a göre, Müslüman bir kadını öldüren Müslüman bir erkeğin kısas ile cezalandırılabilmesi için, öldürülen kadının yakınlarının cezanın infaz edilebilmesi için ödemesi gereken kan parası, bir erkek için ödenmesi gerekenin yarısı kadardı! Yani kadının yaşamının değeri erkeğinkinin ancak yarısına eşitti.

Kadınlara yönelik ayrımcılığın çarpıcı bir başka örneği ise, zina halinde kocası tarafından görülen bir kadının yine kocası tarafından öldürülmesi halinde katilin cezalandırılmamasıydı!

İslam Devrimi kadınlara bazı "haklar" da getirdi kuşkusuz!:

Çokeşliliği ortadan kaldırmadı. Evlilik yaşı 18’den 13’e düşürüldü.

Okullarda kız ve erkeklerin ayrı sınıflarda ve mümkünse ayrı binalarda öğrenim görmeleri şartı getirildi. Ders araç ve gereçleri ile ders kitapları kız ve erkekler için ayrı ayrı düzenlendi. Erkek öğretmenlerin kız öğrencilere ders vermesi engellendi.

Bazı meslekler kadınlara yasaklandı; yargıçlık gibi...

Tüm bunların amacı, kadının geleneksel analık-eşlik rolünü pekiştirerek, toplumsal hayattan elini eteğinin çekmesinin istenmesiydi.

Velev ki simge

Kara çarşaf, İslam Devrimi’nden önce Şah despotizmine karşı tepkinin sembolüydü. Bu nedenle sadece İslamcıların değil her siyasal görüşten kadının giydiği bir giysiydi. Kadınların çoğu devrimden sonra, artık bir simge haline gelen/getirilen kara çarşafı bir daha çıkaramayacaklarını düşünmemişlerdi bile.

Düşünmemişlerdi; çünkü başta Humeyni olmak üzere din adamlarının İslam’da zorlamanın olmayacağı sözlerine inanmalarıydı. İslam Devrimi’nden sonra örtünmek rejimin sembolü haline geldi. Örtünmeyen kadınlar çeşitli biçimlerde saldırılara uğradı.

4 Temmuz 1980’de Humeyni’nin isteğiyle kamusal alanda çalışan kadınların örtünmesi zorunlu haline getirildi. Özel sektörde bu karara uydu. Esnaf ve tüccarlar örtünmeyen kadınlara satış yapmamaya başladı.

Zorunlu örtünmeyi protesto eden ve bu nedenle gösteriler düzenleyen kadınlar, "Amerikan ajanı", "Şah yanlısı" ve hatta "fahişe" olarak adlandırıldı.

Ayetullah Ali Hamaney, Tahran Üniversitesi’nde örtünmeye karşı çıkan kadınlar hakkında bakın neler söyledi:

"Onlara fahişe demek istemiyorum, çünkü fahişelerin yaptıkları kendilerini ilgilendirir. Bu başı açık kadınların eylemleri ise toplumu ilgilendirmektedir. Bu nedenle onları karşı-devrimci olarak adlandırıyorum."

Rafsancani ise kadınları uyarıyordu:

"Önce bunlar ikaz edilmeli. Sonra yasalar var; ahlaka aykırı giyinip dışarı çıkanlar bu davranışlarından dolayı mahkemelerde cezalandırılacaklardır. Gördüğüm bu eğilim nedeniyle çok endişeliyim. Korkarım ki en sonunda müdahale edilmesine izin vermek zorunda kalacağız."

Özellikle çalışan kadınlar üzerinde yoğunlaşan örtünme zorlamaları kentli, meslek sahibi, eğitimli kadınları olumsuz etkiledi. Çaresizdiler. Çünkü sosyalistlerden liberallere kadar her siyasal çevre kara çarşafı emperyalizme karşı mücadelenin bir simgesi olarak görüyordu!

Örtünmenin, emperyalizmle mücadeleyle, kadının metalaştırılmasıyla ne ilgisi vardı; bunlar o günlerde tartışılmadı bile.

Tartışmadıkları için, toplumdan dışlanan, mülteciliğe zorlanan ve hapishanelerde ölüme yollananlar da bu kesimler oldu.

Neyse, konumuz "aydın aymazlığı" değil.

Konumuz, laik Türkiye’de Sünni türbanlı bir öğrencinin Şii İmam Humeyni’ye olan hayranlığıydı.

İngiltere sömürgesi bile olmayı kabul eden bu genç türbanlıları kim ne zaman, nasıl yetiştirdi? Asıl mesele ne biliyor musunuz?

İslam’ı sadece erkek egemen/üstün (ataerkil) bir anlayış haline getirenler kendi gündemlerini eve hapsettikleri kızlarımızın da gündemi haline getiriyorlar. Bu da varsa yoksa türban meselesi!

Bu nedenledir ki, gündeminde sadece türban olan bu kızımız, meseleye salt bu noktada yaklaşınca doğal olarak sömürge olmayı bile kabul edip, mezhepsel farklılıkları bir yana atıp Humeyni’yi sevebiliyor. İran’ın onu ilgilendiren tek tarafı kadınlarının örtülü olması.

Peki, kadının tek sorunu üniversiteye başörtüsüyle girebilmesi mi?

Hadi genelleyelim, kadın örtününce tüm sorunları ortadan kalkıyor mu? Bu kızımıza göre öyle. Yoksa kadını kara çarşaftan (ki İslam’da kara çarşaf yoktur) kurtarmaya çalışan, toplumsal hayatın içinde erkekle eşitleyip cinsler arası eşitsizliği kaldırmaya uğraşan Atatürk’ü niye sevmesin.

Sonuçta; İslam erkeklerin elinden kurtarılmadığı sürece türbanlı kızlarımız Atatürk’ü değil, Humeyni’yi sevmeye devam edecektir.

İslamcı televizyonda ’devrim’ yaptılar!

İki uzmanın bir İslamcı TV kanalında, erken boşalmayı, iktidarsızlığı tartışması bizim medyamız tarafından "devrim" olarak değerlendirildi. Peki, gerçekten bu bir "devrim" mi? Yoksa ne?

TÜRKİYE’de erken boşalma ve iktidarsızlığın bir İslamcı televizyon kanalında konuşulmasının "devrim" olduğunu anlamamız için iki örnek olay aktarmam gerekiyor.

1) El Quds el Arabi’nin 25 Temmuz 2007 tarihli haberi:

Suudi Arabistan El Ray televizyon kanalında "Aşk Serüveni" adlı bir program var. Sunucusu kadın doktoru Fevziye el Dureym. Program eşler arasındaki evlilik, cinsellik gibi konuları işliyor. Örneğin, yüzleri kapatılmış bir grup Suudi erkek stüdyoda cinsel deneyimlerini anlatıyor.

Bir programda, erkekler sevişme sırasında kadınlardan ne beklediklerini söylediler. Hatta biri sevişme sırasında kadının erkek polis üniforması giymesinin kendisini tahrik edeceğini belirtti.

Yine Suudi Arabistan’da El Yom adlı bir başka televizyon kanalında, bir psikiyatrın yazdığı "Bir Lise Öğrencisinin Kaşkolu" adlı kitap tartışıldı. Kitap son yıllarda erkekler arasında eşcinselliğin arttığını; gençlerin kadınlara imrenip onlar gibi süslenerek kıyafetler giydiğini anlatıyordu.

Her iki konu da Suudi televizyon kanallarında açıkça tartışıldı.

Suudi TV kanalları "devrim" mi yapmıştı? Sorunun yanıtına geleceğiz ama bir haber daha aktarmamız gerekiyor.

2) El Ouds el Arabi’nin 5 Mart 2007 tarihli haberi:

Mısır’da yayın yapan Rotana adlı televizyon kanalında program yapan Hale Sirhan, ülkesindeki fuhuş olayını cesur biçimde araştırıp ekrana taşıdı. Bu belgeselde üç hayat kadını, Kahire barlarında mesleklerini nasıl icra ettiklerini anlattılar.

Program yayınlanır yayınlanmaz Mısırlı erkekler ayağa kalktı. Güya Hale Sirhan, milleti ahlaksızlık ve fuhuşa teşvik ediyordu; dine aykırı biçimde kadınları açık saçık göstererek namuslu kadınların aklını çeliyordu.

Uzatmayayım, sonuçta sadece program yayından kaldırılmadı, Hale Sirhan da Mısır’dan kaçmaya mecbur edildi.

Hale Sirhan’ın programı ile Fevziye el Dureym’in programı arasında ne fark vardı?

Bu iki program arasında dağlar kadar fark vardı!

Bu farkı bildiğiniz zaman, erkeklerin erken boşalmasını, iktidarsızlığını konuşup tartışan Türkiye’deki İslamcı televizyon kanalının "devrim" yapıp yapmadığını anlarsınız.

İşte fark şudur:

İslam’ı erkek egemen/ataerkil haline getirenler sadece erkeklerin sorunlarının konuşulmasına izin vermektedirler.

Erkeğin her problemini televizyonda konuşup tartışabilirsiniz ama kadının asla!

Bütün mesele budur.

Ve türban sorununun temelinde de işte bu erkek egemen bakış açısı vardır.

Aydınlanma dini olan İslam, erkek egemenliğinden kurtarılmadığı sürece kızlarımız Atatürk ’ü değil, Humeyni ’yi sevecektir.


Anlayana

Soner YALÇIN

AKP olmadan Dinimi,
MHP olmadan Ülkemi,
CHP olmadan ATATÜRK’Ü sevebilirim...

#38 AtamÇepni

AtamÇepni

    Türkiye Sevdalısı

  • Üyeler
  • 5,693 posts
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:Atatürk'ün Ülkesi

Posted 21.06.2008 - 08:40

Türkiye'de, Kanada'ya yerleşme fikrini körükleyen neler yaşamıştın?

İnancımı özgürce yaşayamadım ve hatta bundan dolayı cezalandırıldım. Ugradığım haksızlıkları her platformda dile getirdiğim için aldıgım polis tehditleri ve telefonları beni bıktırdı. Telefonlarımız dinleniyordu. Hatta, katıldığım 32. Gün programındaki konuşmalarımı bir arkadaşıma telefonda anlatırken araya giren ve arkadaşımın da şahit olduğu bir ses, beni ve bebeğimi ölümle tehdit etti.

Buna göre 70 milyonluk Türkiye'de ya insanlarımız dini inançlarına devlet tarafından hep zulm görüyor yada bu kadar insan inancının vecibelerini yerine getirmediğinden dinsiz oluyor gibi salakça bir mantıkla çalışıyor beyni ve hala bu düşünceye alkış tutanlar oluyor. Bu kukla gacı yurt dışında çok kaldığından Türkiye'de ki inanç özgürlüğünün, o uşaklığını yaptığı AB ülkelerinden daha fazla geliştiğini göremeyecek kadar ya gözleri kararmış yada öyle bir kin besliyor ki yüreği taşlaşmış.

Fatih Altay'lı sen var ya sen .........


AKP olmadan Dinimi,
MHP olmadan Ülkemi,
CHP olmadan ATATÜRK’Ü sevebilirim...

#39 lasrocas

lasrocas

    SaKLıMdASıN

  • Dokunulmazlar
  • 1,142 posts
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:heryer

Posted 22.06.2008 - 12:52

şu bebek olayida tuhaf doğrusu madem gebesin ne işin var eylemde o karnindaki bebekleri düsünmüyorsa polis hiç düşünmez...
bu ülkede hangi eylem yada hak arayiciliği olaysiz geçmiştir ki bilmezmi ??
Devletin içine düştüğü yok olma tehlikesinin
korkunç derinliğini görmekten aciz olan zavallılar,
elbette ciddi ve hakiki çareyi görmemek için gözlerini yumarlar.

#40 kılıç

kılıç

    Sadece KILIÇ...

  • Üyeler
  • 11,484 posts
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:BAŞIMIZ DİK

Posted 22.06.2008 - 20:49

Lastik gibi konu....Uzar gider...
Bir gün daha geçti ve biz biraz daha yaklaştık;Bizden hiç uzak olmayan ölüme...





Similar Topics Collapse

1 user(s) are reading this topic

0 members, 1 guests, 0 anonymous users