İçerik değiştir



- - - - -

Kule Günlüğü / Gerçek İşkenceler


  • Yanıtlamak için giriş yapın
bu konuya 42 yanıt verildi

#41 Tyrannos

Tyrannos

    Hiç gelmiyor desek yeridir

  • Üyeler
  • 42 Mesaj
  • İlgi Alanları:Edebiyat - Felsefe - Fotoğraf - Resim - Maket Yapımı - Dağcılık

Gönderim zamanı 20.07.2007 - 13:14

KULE GÜNLÜÐÜ / Çıplak Nokta

Bir çok şeyi yeniden sorgulamalıyım: Yaşamayı, dostlarımı, akan göz yaşlarımı. Kalemi alıp yazacağım sırada, zamanın gerçekten doğru olup olmadığını düşünmek ve en dinamik sözcükleri seçmek, yararlı bir yöntem olabilir belki. Büyük bardakla çay alayım önce.

Yaz sıcağından yakınmak yerine, yeşilin tonlarını daha dikkatli incelemeliyim. Sonbaharla zaten sık buluşuyorum.

Sezgiler, deneyimler, insanı sıkıca kucaklayıp başka dünyalara götürüyor. Fakat oralarda da sürüp gitmekte olan sıkıntılar, gerilimler var. İnsan, duygularının yörüngesinde kanatlarını onarmadan inişe geçebiliyor, kasırgayla sürüklenebiliyor ya da hassas zeminlerdeki yeni bir canlı türü gibi, yalnızlığını daha yoğun yaşayabiliyor.

Yaşam yolculuğunda, bize ait olduğunu sandığımız şeyler, zaman içinde, bizi terk edecekler ya da biz onları terk edeceğiz. Gelip geçici bir mekanda yaşadığımızın kanıtı bu. Günün birinde, artık sevdiklerimizle paylaştığımız bu yaşantımızdan kopup ayrıldığımızda, iletişim kurduğumuz varlıkların yüreklerinde, düşünce ve sevgi adına bir şeyler bırakabilmeyi başarabiliriz. Aslında, o varlıkları tüm derinlikleriyle tanımamız gerekmez. Bir varlıkla, sadece bir kez karşılaşıp, onu bir daha göremeyebiliriz. Fakat doğal titreşimlerin, iki varlık arasında gidip gelmesiyle, o an hoş bir sıcaklığı yüreğimizde hissedebiliriz.

Yaşamımızı sevsek de, sevmesek de: Kendimizi anlamak ve yaşamaktan keyif almak için bazı nedenlere sahibiz. Hissetmek, üretmek zorundayız. Görmek için bakmak, gerçekten anlamak, kavramak, öğrenmek, yanılmak ve tekrar öğrenmek. Fakat, bilgilerimizin ve deneyimlerimizin geniş koleksiyonunu yani özgün dağarcığımızı, egomuzun gösterisine dönüştürmeden gelişmek.

Okuduğum bazı bilgiler, çarpıcı, donup kalıyorum. Tarih boyunca yaşamış, aykırı ve saldırgan kralları, diktatörleri düşünüyorum. Kimler gelmiş, kimler geçmiş derler ya. Kimileri, kendini Tanrı sanıyormuş. Yaşamın kısalığında, ne ağır hastalık, ne büyük zavallılık …

Dünyanın konumu ise, çok belirgin. Özgür değil. Kurallar, yasalar çerçevesinde hareket ediyor. Yaşamın sürekliliği için, hep güneş sisteminde kalmak zorunda. Uzayın büyüklüğünde, küçücük bir nokta.

Evrenin oluşumuyla ilgili teorilerden biri olan, Big - Bang ( büyük patlama ) teorisinin, deney ve gözlemlere dayanılarak, artık uzmanlarca kabul edildiğini biliyoruz. 1978 yılına kadar sürdürdükleri çalışmalar sonucu Nobel Ödülü alan, Penzias - Wilson’a göre: Başlangıçta, yani saniyenin trilyon kere trilyonda biri sonra, Evrenin yoğunluğu, yani bir santimetreküp evrenin ağırlığı, trilyon kere trilyon kere trilyon kilogram idi. O andaki ısı ise, 1 trilyon dereceyi buluyordu. Bu ortam, yalnızca rakamlarla tanımlanabilir, bugün düşünebileceğimiz herhangi bir olaya benzetilemez ve bilinen bir fizik kuramı ile açıklanamaz. Başlangıçtan 0, 00001 saniye sonra, uzayda önemli değişiklikler oldu. Bu dönemi de, bugün bildiğimiz fizik ilkeleri ile tanımlama olanağımız yok ama, ısı dengesi gibi bazı ilkelerin geçerliliği ile lepton gibi bazı atom elemanlarının varlığı ileri sürülebilir. En önemlisi: Zaman oldu ve birinci saniyenin sonuna doğru artık fotonlar oluşmaya başladı. O anda Evren bir ışık küresi gibiydi. Isısı, 5 milyar dereceye düştü. Bu ısıda, fotonlar birleşerek elektron - pozitron çiftlerini meydana getirmekteydi fakat yüksek radyasyon nedeniyle tekrar parçalanmaktaydı. Yani henüz madde oluşmamıştı. Atom parçalarının her birleşme çabası, yoğun radyasyon tarafından bozulmaktaydı. Birinci saniye dolduktan, üçüncü dakikanın sonuna kadar önemli bir değişiklik olmadı. Madde parçacıkları, ancak üçüncü dakikadan sonra oluştu.
Ne kadar ilginç ve hayret uyandırıcı bir açıklama ...

Zaman, insanı, geleceğe doğru taşırken, yani yaşlandırırken, öncelikli kabul edilen şeyler, kaçınılmaz olarak değişime uğruyor. Fakat insan, belirli konular etrafında dolaşıyor hep. En anlamlı şey: İnsanın ilişkileri. Bebeklikten başlayan, ölümüne değin sürdürdüğü, iletişim diye tanımladığımız olgu. Her zaman, diğer varlıklarla iletişim halindeyiz. Çünkü aramızda asla vazgeçilemez bağlar var. Birileri, bizim için bir şeyler yapıyor ve biz de, birileri için başka şeyler yapıyoruz. Birlikte, karşılıklı iletişim ağları oluşturuyoruz. Yaşamımızın değerini yükselten, bizi yaşama bağlayan, yakınımızdaki ya da uzağımızdaki etkileşimler oluyor. Aşkımız, inançlarımız ve sevdiklerimiz uğruna, kendimizden bir şeyler verip, kendilerinden bir şeyler aldığımız, yani ince paylaşımlar içinde olduğumuz varlıklar olmasaydı, yaşamımızın anlamı, değeri çok azalırdı. Birileri hafızamızın köşesine kendi özel ismini yazdırıyor. Bize bir şeyler katıyor. Sonuçta, paylaşılan pozitif enerjiler yok olup gitmiyor, çoğalarak geri dönüyor.

Yaşama bağlanırken, para, mal, mülk yerine, kalıcı dostlukları, karşılıksız sevmeyi tercih edip, yeteneğimizle doğru - kesin bilgileri keşfettiğimizde: Geçen her saniyenin içinde bile, inşa edebileceğimiz güzellikleri rahatlıkla bulabiliriz. Bu arada, almanın - vermenin zevkini tadabiliriz.

John Rushkin’in bir sözünü anımsadım. Çabalamanın sonunda alınabilecek en büyük ödül, ele geçen kazanç değil, kişinin kendine kattıklarıdır diyor.
Grayson Kirk ise: Eğitimin en önemli işlevi, bireyin kişiliğini geliştirmesi ve yaşamının önemini kendi gözünde yüceltmesidir diyor.
Lisa Nichols’da: Evren düşünceden doğmuştur. İnsanın işi, Evren’e ayak uydurmak ve bunu yaşadığı dünya içinde kutlamaktır diyor.

Büyük, göz kamaştırıcı sahnede: Sevmek, vedalaşmak için uğraşıyoruz. Hep uğraşmışlar ve hep aynı sonuçlar …

Yazan ve paylaşan - Claudius

Copyright
TYRANNOS Edebi Ürünler


İzinsiz kopyalanamaz - çoğaltılamaz

Bu mesaj Tyrannos tarafından düzenlendi. Düzenleme zamanı: 20.07.2007 - 13:17


#42 Tyrannos

Tyrannos

    Hiç gelmiyor desek yeridir

  • Üyeler
  • 42 Mesaj
  • İlgi Alanları:Edebiyat - Felsefe - Fotoğraf - Resim - Maket Yapımı - Dağcılık

Gönderim zamanı 03.08.2007 - 14:05

KULE GÜNLÜÐÜ / Kral ve Adamları

İnsan olarak hepimizin yaşamı kısa ve riskli. Fakat doğanın bol zamanı var, acele etmiyor.

Ömer Hayyam demiş ki: Yaşam şarabı damla damla akar. Yaşam çiçekleri bir bir düşer.

Şehir dışına çıkıp yaşlı bir ağacın gölgesine sığındığımda, derinlere saplanan yılları, bir daha dönmemek üzere giden geçmişi düşünüyorum. Burukluk çöküyor. Hiç olmazsa, bundan sonraki günleri elimden kaçırmasam … Onlar da geçip gidecekler.


Her dönemde toplumların, yüksek kültürü ve gücü baltalanmış. Bazıları hızla yozlaşmışlar, yerlerini başkalarına bırakmışlar.
1) Perspektif görüşlerin bozulduğu,
2) Egoların, komplekslerin baş tacı edildiği,
3) Paranın ve kaba gücün erdemine inanıldığı,
4) Irkçılığın öne çıkarıldığı ülkelerde perde gerisindeki tehlikeli gruplar işlerini rahat yürütmüşler, kaleleri içten yıkmışlar.

Sonuçlar ( bağırırcasına ) doğruluyor ki: Öfkeli, vurucu bir zihniyet, yeryüzünün değişik noktalarında çatışmaları örgütlüyor, yolunun üzerinde bulunanları yumuşatıp yutuyor. Bencilliğini ve şehvetini, dev ölçekteki bir dışa vurumla, yaşama geçiriyor.

Savaş sever şirketler, ormandaki vahşi arslanlar, zehirli yılanlar gibi tetikteler; ısırmak için, daha çok büyümek için. Savaşlar, toplu kıyımlar, insanlığın en iğrenç felaketleri. Böylece, silah sektörlerinde devamlılık sağlanmış, karşıt fikirler çarpıştırılmış, aynı zamanda ahlaki değerler ters yüz edilmiş.

Uzaktan da olsa, savaşların dumanlarını görmeyi hiç istemezdim. Liderlerin kin dolu sözlerini duymayı da hiç istemezdim.

ABD’nin, abarttığı İran tehlikesine karşılık Suudi Arabistan ve beş körfez ülkesine 20 milyar dolarlık silah satmaya hazırlandığı ortaya çıktı. Savunma Bakanı Robert Gates ile Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, önümüzdeki günlerde Arap ülkelerini ziyaret edecekler, hazırlanan silah paketinin ayrıntılarını ele alacaklar. Bu görevli katiller, gülümseyen yüzleriyle, fotoğraflarda ne kadar masumlar.

ABD, Ortadoğu’daki en büyük müttefiki ve yoldaşını sakinleştirmek, kaygılarını gidermek amacıyla bir jest yaparak, önümüzdeki on yıl için İsrail’e, 30 milyar dolarlık karşılıksız askeri yardımı taahhüt etti. Yani her yıl İsrail’e verilen, 2.4 milyar dolarlık katkı, 3 milyar dolara çıkarıldı.

Sürmekte olan bütün çatışmaların ve sosyal çözülmelerin temelinde, kapitalist ideoloji yatıyor. Bu düşünce sistemi: Yalnızca kendi isteklerini tatmin etmek için yaşayan, egoist, insan sevgisinden uzak, geniş düşünemeyen, zavallı insan tipleri yarattı. Her bireyin, diğerini ezerek ya da kandırarak yükselme çabasında olduğu toplumlarda, barış ve huzurun bozulması da çok doğal.

Dünyada gelişen olayları daha net kavrayabilmek, olaylar hakkında farklı görüşleri öğrenebilmek, bu arada kendi sosyal ve politik fikirlerimizi de geliştirebilmek için basın organlarını izliyoruz. Medya, bunu en mükemmel biçimde kullanarak, topluma empoze edilecek seçilmiş fikirleri, değerleri, haberleri, yorumları ve diğer tanıtımları halka ulaştırıyor. Hazırlanan bazı programlar, insanda kalıcı bir koşullandırma sağlıyor.

İnsanı değerli ya da tehlikeli yapan şey, beynindeki düşünce ve yüreğindeki inanç. Türk insanının özgün düşünce üretimi azaldı. Kendisine dört yönden dayatılan aykırı düşünceleri sindirmekle meşgul. Yabancı beyinlerle düşünmekte olduğunu bir parça anlasa da, bunu çok önemsemiyor. Asil insanımız köleliğe doğru gidiyor. Dürüstlük, adalet, sevgi gibi kavramlardan yavaş yavaş uzaklaşıyor, duygusuz robotlar gibi paraya ve paranın sahip olduğu değerlere yöneliyor ne yazık ki. Her şey ortada. İlişkiler, işlenen suçlar ortada.

Binlerce yıldır var olmakla birlikte, resmi olarak kurulduğu 1717 yılından bu yana, Avrupa ve dünya tarihinde büyük etkileri, yönlendirmeleri görülen, uluslar arası bir örgüt var ki, o da: Masonluk.

Masonlar, çalışma sistemlerine ve etki alanlarına dair gerçekleri her zaman inkar ederek, hayır kurumu, arkadaş kulübü olduklarını belirtiyorlar söyleşilerinde. Oysa bünyelerine aldıkları, bazı devlet adamları, politikacılar, iş adamları, sözde düşünürler, sözde sanatçılar, sözde yazarlar aracılığıyla, hedef ülkenin iç ve dış politikalarını, hedef toplumun en dinamik noktalarını, kendi tasarımlarına uygun olarak değiştirebiliyorlar. Kesin, tartışılmayan bir şey: Localara kayıtlı üyeler, gönüllü - sonsuz teslimiyet içindeler ve yukarıdan gelen bütün emirleri uygulamak zorundalar.

Masonluğun kaynağı araştırıldığında, bu yapılanmanın, Yahudi çıkarlarının korunması için kurulmuş bir maşa örgüt olduğu anlaşılabilir. Masonluğu ve Kapitalizmi birer silah olarak kullanan Siyonizm ise: Yeryüzünde süregelen kaosların, huzursuzlukların çıkışında çok etkili.

Yahudilerin güçlerini keşfetmek kolay değil. Masonlar, Yahudilerle bağlantıları olmadığını ve bir hayır - yardımlaşma kurumu olduklarını söylüyorlar. Yahudiler de kendi haklarında anlatılanların iftira olduğunu, gerçekte son derece barışsever ve iyilik yanlısı olduklarını belirtiyorlar. Onların ifadelerine göre: Kurdukları bütün örgütler, dünya barışını sağlamak için, kardeşlik için, sevgi için.

1948 yılında, İsrail Devletinin kurulmasıyla, Yahudiler, yüzyıllardır özlem duydukları vaat edilmiş toprakların bir bölümünü ele geçirdi. Bu ele geçirme, anımsanacağı üzere, bölgeden toprak satın almakla ve işgalle gerçekleştirildi. Günümüze dönelim. Yahudiler açısından, dünya egemenliği yakın görülüyor.

Siyonizm, ülkemize de çengel atmış. İsrail’in Türkiye’ye bakışını, Fırat’ın doğusunda kalan topraklarımızın, değiştirilmiş Tevrat’ta bahsedilen, Büyük İsrail Devletinin sınırları içinde olduğu düşüncesi biçimlendiriyor. Tevrat, Yahudi felsefesinin temeli fakat zaman içinde değiştirilmiş, ilahi niteliğini yitirmiş bir kitap.

İsrail, din hükümlerine göre yaşanan bir devlet. Hahamlar, kendi narsist görüşleri doğrultusunda tahrif ettikleri Tevrat’a, Yahudilerin sahip oldukları üstün ırk inancını eklemişler. Tevrat’tan çok daha önceleri, kendilerinin bütün ırklardan üstün olduklarına ve dünyanın gerçek sahibi olduklarına inanmışlar.

Yahudi geleneklerinin ve ideolojisinin temel kitabı Kabala, Ruhban sınıfının geliştirdiği bir öğreti ve sapık inançlar üzerine kurularak yazılmış. Bu inançlara göre: Yahudiler, Tanrının seçtiği ve üstün kıldığı bir kavim. Yeryüzü onlara ait. Yahudi olmayanlar; Goyimler yani insan görünümündeki hayvanlar ve Rab Yehova, yalnızca İsrail oğullarını seviyor.

İncil dikkatle incelendiğinde, benzeri çelişkilerin bu kitapta da bulunduğu görülüyor. Ayrıca, İncil tarz olarak, vahiy şeklinde yazılmamış. Vahiy olduğuna dair Hıristiyan din adamlarının iddiaları yok zaten. İçinde, çeşitli insanların ağzından Hazreti İsa’nın yaşamının anlatıldığı İncil, bir tür tarih kitabı havasında. Günümüzde kullanılan 4 İncil, tam 360 kitaptan ayıklanarak seçilmiş.

Yahudi, yaşayan insanlaşmış tanrıdır. Yeryüzünde tanrı, Yahudinin yüz hatlarında kendini aşikar kılar. Diğer insanlar tamamıyla dünyevi, aşağı ırktandır.
Kabbala’dan

Ve onlardan nefret ettim. Fakat size dedim: Siz onların topraklarını miras olarak alacaksınız ve ben size onları mülk olarak vereceğim. Ben, sizi milletlerden ayırt eden Allahınız Rabbim.
Tevrat, Levililer Bölümü, 20/24

Çünkü sen, Allahın, Rabbe mukaddes bir kavmisin ve Rab üzerinde olan bütün kavimlerden üstün olarak, kendine has bir kavim üzere, seni seçti.
Tevrat, Tesniye Bölümü, 14/2

Ve Allahın Rabbin sana teslim edeceği, bütün kavimleri bitireceksin, gözün onlara acımayacak.
Tevrat, Tesniye Bölümü, 7/16

Yahudi hahamlar, geçmişteki meslektaşlarının uydurdukları ayetlere bağlı biçimde, kendi toplumlarını bu üstün ırk fikirleriyle yetiştiriyorlar. Zamanında İspanya’dan kovulmalarının en büyük nedenlerinden biri de, Yahudilerin dönmelik yöntemiyle devlet sisteminin çoğunu ele geçirmeleri olmuş.

Dönmelik, Yahudilerin dünya çapında uyguladıkları sinsi bir yöntem. 15.1.1992 tarihli Şalom Gazetesi, geçmişte İran’da uygulanmış olan planı, bir yazı içinde şöyle aktarıyor: Yeni Müslümanlar yüzeysel olarak kendilerinden beklendikleri şekilde hareket ederlerdi. Bu arada Yahudi yaşantılarını gizlice sürdürürlerdi. Bir erkek çocuk doğduğunda, hem İbrani hem Müslüman adı verilirdi. Ruben - Rahman, Şlomo - Süleyman gibi. Kızlara da iki isim konurdu. Diğer Müslümanlar gibi, çok kutsal bir görev sayılan Mekke ve Medine’yi ziyaret ederek hacı olurlardı.

İspanya’dan topluca kovulduktan sonra Osmanlı İmparatorluğu’na gelen ( kabul edilen ) Yahudiler, Müslüman olmayanların Osmanlı sisteminde yükselmesini engelleyen yasalarla karşılaştıklarında yine dönmelik aldatmacasını kullanıyorlar. Dönmelik hareketinin önderi Sabetay Sevi, Müslüman olduğunu iddia ediyor fakat katıldığı bir Yahudi ayininde devlet görevlileri tarafından yakalanıyor. Bunun üzerine Arnavutluk’a sürülüyor ve 1676 tarihinde orada ölüyor. ( Kaynak: La Kabbale, sf. 432 )

Bu bilgiler önemli, üzerinde düşünmeye değer. Ejderhalar yakınımızda dolaşıyorlar. Uyanmalıyız. Dostlarla birlikte görüp, birlikte düşünmeliyiz her şeyi. Geleceğimizin saf ışıkları, hassas dengeleri, olası ağır hastalıklarına karşı, bugün ciddi önlemler almalıyız. Aksi takdirde, üzerinde oturduğumuz bu geminin, kayalıkların arasından çıkarak, açık sularda yol alması bir hayal ya da bir mucize olur. Mahkumlar gibi, çizilen çemberin içinde sızlanır, ağlar dururuz.

Zaman daralıyor. Hava kararmadan buluşmalıyız. Erken kararır belki.

Bilmiyorum hangi ateş daha soğuk, hangi zehir daha hafif ?

Toparlanıp ayağa kalkıyorum. Ağlamak istemiyorum. Ağlamayacağım ama


Yazan ve paylaşan - Tyrannos

Copyright
TYRANNOS Edebi Ürünler
İzinsiz kopyalanamaz - çoğaltılamaz

Bu mesaj Tyrannos tarafından düzenlendi. Düzenleme zamanı: 03.08.2007 - 14:12


#43 Tyrannos

Tyrannos

    Hiç gelmiyor desek yeridir

  • Üyeler
  • 42 Mesaj
  • İlgi Alanları:Edebiyat - Felsefe - Fotoğraf - Resim - Maket Yapımı - Dağcılık

Gönderim zamanı 15.08.2007 - 16:42

KULE GÜNLÜÐÜ / Bulanık Sular

Sabah uyandığımda bütün vücudumun ağrıdığını farkettim. Rüyalarım yorucuydu. Rahmetli babacığımı gördüm, heyecanla ellerini tuttum ama hiç konuşamadım. Daha sonra, hep gitmek istediğim büyük kentleri dolaştım. Moskova, Stockholm, Kopenhag, Berlin, Paris, Semerkand, Şam. Arkamdaki görünmeyen rehbere sık sık, buralara nasıl geldiğimi, kaybolmaktan korktuğumu, geriye nasıl dönebileceğimi sordum.

Güne başlarken bakışlarım yorgun. Hayallerimi okşuyorum kahvaltıdan önce.

Bugün, yollarda hiç bir şey görmeden, duymadan yürüsem olabilir mi acaba ?

Caddede hareket etmeye çalışan, cılız, arka ayakları ezilmiş bir kedi, okul duvarının üzerinden onu dikkatle izleyen bir başka kedi, budama amacıyla oduncunun saldırısına uğramış bir ağaç, varillerden taşan çöpler, onarmak üzere aldığı televizyonun içindeki tozları yolun ortasında püskürten bir tamirci, simitlerin yanında verdiği peynirlerin güneşte kalmalarını önemsemeden gölgede bekleyen bir satıcı, para için çatısına baz istasyonu kurduran aç gözlü bir mağaza sahibi, yürürken dondurma yemeye çalışan orta yaşında bir kadın, göbeği açık kıyafetli bir kız, bez çantasının sapını yere değecek kadar uzatan başka bir kız, kapılarının hep açık olduğu fakat son günlerde içine tesadüfen bir - iki kişinin girdiği iki adet kütüphane, kahvehanelerin demirbaş müşterileri, ölen kişinin isminden önce yaşayan yakınlarının listesini sunan bir anons, musluğundan su akmadığı için yöneticilere küfreden sözde dindar bir kişi, eldivensiz elleriyle hamur koparan bir pastacının önündeki uzun lokma kuyruğu, toplantıya geç kalmışlar gibi koşmakta olan bir köpek sürüsü, ön tekerleğini kaldırarak motorunu sürmeye çalışan görgüsüz bir genç, hala nargile içen ve hala insafsızca dedikodu yapan 70 yaşındaki bir dede, ülkede sanatçı geçinen sözde mankenlerin mayolu pozlarıyla doldurulmuş gazete sayfaları, kaldırımdan geçenin gözüne sokar gibi fotoğrafçı vitrinine dizilmiş ve abartılı büyüklükteki gelin - damat resimleri, resmi kurumların karşısındaki banka uzanarak her gün şarabını rahatlıkla içen akıl hastası bir genç, piknik alanındaki kırık içki şişeleri, sosyete gibi yaşadığı halde sosyalizm vaazları veren bir eğitimci, önümü kesip saçlarımı ne zaman kestireceğimi soran başka bir eğitimci, günlerini okey oynayarak - rakı içerek geçiren başka bir eğitimci, açtığı resim kursuna sadece iki kişinin başvurduğu morali bozuk bir ressam, genel seçimlerde kazanan ve kaybeden siyasi partileri masaya yatıran yaşlı bir köylü, büyülenmiş gibi televizyondaki dizi filme kilitlenmiş bir grup orta sınıf insanı …

Kapitalizmin bayrağı hiç inmedi, hiç … Günümüzde bireylerin, önemli ölçülerde dış etkiler tarafından yönlendirildiği reddedilemez bir gerçek. Bu etkiler, hırpalayıcı olabiliyorlar ve kendi yörüngelerinde, kendi amaçları doğrultusunda insanları kullanabiliyorlar. Sürekli yağdırılan bombalarla bilinci zayıflatılan insan, rüzgarın sürüklediği, havalandırdığı hafif bir yaprak gibi yaşamının en kritik alanlarından uzaklaşıyor. Koparılıyor daha doğrusu. Geleceğinin verimli mekanlarında zincirleme çözülmeler başlıyor.

Dış etkiler arasında, toplum gelenekleri, moda, din etiketi taşıyan batıl inançlar, paravan kurumlar ve medya sayılabilir. Bu yapay ve baskıcı unsurlar, insanların olumsuz mutlulukların arkasından koşmalarını öneriyorlar. Öneriler, kışkırtmaktan öte emir niteliğinde çoğu zaman.

Yaşadığı toplum, insanın neleri sevip sevmemesi gerektiği gibi çok hassas bir konuda insan adına karar verici ve her detayı acımasızca sorgulayıcı bir makam gibi. Bu arada medya ısrarlı dayatmalarda bulunuyor, bir şeyleri zorla kabul ettirmeye çalışıyor. Kendimizi tanımamıza, dinamiklerimizi özgürce kullanmamıza engel olan bir tablo bu. Sonuçta her insan, içinde doğduğu ve yaşadığı kültür tarafından terapilere sokuluyor. Terapilerin doğruluğuna ve yararına inanıldığı sürece, daha güzel bir dünya yaratılması gecikiyor. Hazır kalıplarda, günlük gereksinimler için yaşamak daha güvenli, daha çekici geliyor. Görüyoruz ki, sadece düşünce ve sanat adamları, sınırların dışına çıkma cesaretini gösteriyorlar.

Sevgi enerjisinin insandan insana geçişine ve doğadaki diğer varlıklarla paylaşımına en büyük engel, negatif insanlardaki birikimler. Öfke, kin, nefret, kıskançlık, kompleks, korku, kuşku ve özenti gibi duygular nedeniyle sevgi tohumları filizlenmeden kuruyup gidiyor.

Bugün ilişkiler ne yazık ki sevimsiz noktalara kaydı. İnsani çerçevedeki, anlamlı bir bakış, sıcak bir gülümseme, nazik bir selamlaşma bile artık korku, tedirginlik yaratmakta. Anında türlü düşünceler üretiliyor. Acaba bunun arkasından ne çıkacak ? Benden bir şey mi umuyor ? Bu iyiliği neden yapıyor ? gibi kurgular, ön yargılarla desteklenerek abartılıyor, güvensizlik ortamı oluşturuluyor.

İnsanın kendi varlığı dışındaki maddelerle bütünleşmesi, bir eksiklik, bir zaaf. Çünkü öz varlığını, özgün donanımlarını bırakıp bütünleştikleriyle birlikte düşünüyor, seviniyor ya da üzülüyor. Onlara sarılıyor, onlara inanıyor, onlara tapınıyor. Varoluşunun gerçek kanıtları sanıyor bütünleştiği şeyleri. Hepimiz yaşamımız süresince bir çok şeye sahip olabiliriz. Fakat sahip olduklarımızla özdeşleştiğimizde, kişiliğimiz hızla parçalara bölünebilir ki, sonun başlangıcı. İntihara benzeyen bütün girişimler, kutsal varlığımıza saygısızlık ve doğaya hakaret.

Kimi insanların yıllarca uğraşarak, yırtınarak yarattıkları dünyalar var. Aslında yıkılmaları kolay, sahte dünyalar. Örneğin: Özel bir villa, özel bir arazi, özel bir köpek, özel bir sevgili, özel bir makam koltuğu, pahalı mücevherler ve banka hesapları. Bunlar zenginlik kazandıracağı ve ruhu dinlendireceği iddiasıyla gelerek insanın zihnini kapatıyorlar, o insanın gövdesi de bir işkence odasına dönüşüyor. Ölümüne kadar değişmiyor. İlk işkenceler şunlar: Proje - planlama sıkıntıları, doyumsuzluk, depresif ruh hali, çöküntü ve saldırganlık.

Yoz bir atmosferde, ölçüsüz tahriklerle işe başlayan insan, kendi mutsuzluğunu, yıkımını kendi elleriyle biçimlendiriyor. Yarattıklarıyla yaşıyor, yarattıklarının güdümünde kalıyor.

Ne olursa olsun, zamana ve olaylara teslim olmayacağım. Günün yarısı geçti, gülümseyemedim. Belki akşama doğru gülümseyebilirim. Dış dünyadan edindiğim izlenimlerle, içimdeki onayladığım düzeni yan yana getireceğim güneşin batmasına yakın. Gece, örnek aldığım, saygı duyduğum dostların kirlenmemiş dünyalarına nefes almaya gideceğim.

Burası okulum gibi. Bitirdiğim zaman benden ben olur mu bilmiyorum ? Dünyanın bir savaş gezegeni olmaktan çıkartıldığı günlere ulaşmak isterim. Bilgi, kültür ve teknolojinin sadece insanlığın yararına kullanıldığı günlere ulaşmak isterim. Dünyada ve güneş sisteminde yer alan diğer gezegenlerde eşit yasa ve düzenlemelerin uygulanması umudumu, evrensel hukuk ilkelerinin eşit düzeyde yerine getirilmesi umudumu mutlaka muhafaza etmeliyim.

Gün bitti. Güneş çok güzel bir ifadeyle ayrıldı dağların üzerinden. Bütün hayallerimi mor ve kızıl bulutlara aktardım. Diriltici ilhamlarını fedakarca sundukları için elimden geldiğince saygı gösterdim onlara. Hava karardı. Sessizce içime döndüm.

Gökyüzü mükemmel görünüyor ama uzayda bulunan her yıldızın, doğumu, gençliği, olgunluğu ve ölümü söz konusu. Yarın tekrar doğacak güneşe dair bazı bilgileri anımsadım. Yüzeyinde 6.000 santigrat olan sıcaklık, derinliklerde 15 milyon santigrata yükseliyor. Yüzeyden boşluğa yükselen alevlerin boyu: 800.000 kilometre civarında. Enerjisinin kaynağı, nükleer dönüşümler. Temel bileşen olan Hidrojen atomu, ısı ve basıncın çok yüksek olduğu çekirdeğe yakın yerlerde füzyon yoluyla ikinci en hafif element olan Helyum atomunu oluşturuyor. Bu arada, az miktarda kütle, büyük enerjiye dönüşerek yok oluyor. Böylece açığa çıkan enerji de sürekli ışımasını sağlıyor. Güneşin bu devinimle saniyedeki kütle kaybı 4 milyon ton. İçinde bulunduğu Samanyolunun merkezinden merkezinden 32.000 ışık yılı uzaklıkta ve merkez çevresindeki bir turunu 225 milyon yılda tamamlıyor. Dünyada yaşamın sürekliliği, güneşe olan sabit uzaklığına bağlı.

Evrende bugüne kadar saptanabilmiş yani fotoğrafları çekilip sayılabilmiş 1 milyar Samanyolu benzeri ( orta büyüklükte ) galaksi var. İnsan, aklının alamayacağı bir işleyişin içinde, eylemleriyle değiştiremeyeceği bir sistemin içinde, kısacık zaman dilimine sıkışmış, koşullarla ve zorunluluklarla sarmalanmış fakat kendini özgür sanıyor … İnsan, ölümlü varlık, doğanın en akıllı kölesi. Zaman içinde, aptalca gururlara kapılması ne büyük saçmalık


Yazan ve paylaşan - Tyrannos

Copyright
TYRANNOS Edebi Ürünler

İzinsiz kopyalanamaz - çoğaltılamaz

KISA ÖZGEÇMİŞİM

Köklü bir ailenin tek çocuğu olarak
İzmir ’in Tire İlçesinde doğdum.
Lise eğitiminden sonra değişik iş kollarında çalıştım.
Gelişmiş ülkelerin farmakoloji ürünlerini,
yaşadığım bölgenin sık görülen rahatsızlıklarını araştırdım.
Kule Günlüğü logosu altında,
günümüz toplumunun iletişimini ve mutluluk anlayışını inceleyen
fikir içerikli kompozisyonlar, felsefi tarzda denemeler - şiirler yazdım.
Bunlar yurt içinde ve Türklerin yoğun olarak bulunduğu ülkelerde yayınlandığında ilgiyle izleyen okuyucular oluştu.
Özgün imgelerimle birlikte, ürünlerimdeki ağırlık ve hedef :
İnsana, uyanma ve düşünme eylemlerindeki sorumluluğunu hissettirebilmektir.
Birinci kitabım geçen yıl yayınlandı, ikincisini hazırlamaktayım.
Evlenmedim. Yalnız yaşıyorum.
Robinson gibi evimde odun ateşi kullanırım.
Devletimiz üst kademesinde referanslarım mevcuttur.

Sevgilerimle

Bu mesaj Tyrannos tarafından düzenlendi. Düzenleme zamanı: 15.08.2007 - 16:51






Benzer Konular Daralt

0 kullanıcı bu konuya bakıyor

0 üye, 0 ziyaretçi, 0 gizli