Gönderim zamanı 21.03.2005 - 16:06
Selam; biraz uzun ama benim çok hoşuma gitti (sizinle) paylaşmak istedim
Dua
Gözlerinde göz yaşından, Allah pazarında satılan inciler peyda olurken, söyleyeceksin:
"Sonsuz salâvat incilerinin dizileriyle, nihayetsiz
selâm cevherleri
Muhammed Mustafâ'nın feyizlere açık ruhuna, hikmetlere açık göğsüne saçılsın...
Gündüz parladıkça, güneş âlemi aydınlattıkça, ruhu rahmet ve semalara garkolsun...
Tertemiz ehl-i beyt'e selâm olsun."
Bu dua îmânın zevkine yükselenler içindir.
Henüz maddenin kesafetinde mahcup kalanlar,
hayatta harikulade hadiselere tesadüf etmeyenlere ait değildir.
Vücut gözünün görmediği âlemle her an irtibatı olan mübarek
bir zat kalabalık bir kitleye ders ve öğüt veriyordu.
Herkes huşu içinde güzel sözlerin tesiriyle adetâ ruhanî bir mi'râc halinde idiler;
bir aralık dinleyenlerden temiz yüzlü, biraz mahcup birisi uyumaya başlıyor...
Mübarek zat derhal susuyor.
Herkes uyuyan adama kızmaya başlıyor. Yarım saat derin bir sükût.
Uyuyan uyanıyor, hatasından dolayı
yüzü kızarıyor...
Mübarek zat tekrar konuşmaya bağlıyor...
Ders bittikten sonra, uyuyan adam mübarek zâtın yanına yaklaşarak hatasından dolayı af dilemeğe hazırlanırken mübarek zat:
- Oğlum, üzülme...
Ben senin uyumana kızmadım; yarım saat bekledim...
Rüyanda gördüğün mübarek zâtın ruhaniyetine hürmet ve muhabbetim dolayısiyle susmaya mecburdum.
Meğer uyuyan adam rüyasında Hazret-i Resûl-i Ekrem'i görüyormuş...
Cebel-i Azamet'e: Aklı koy, orada nurdan yapılmış libası giysin,
Cebel-i Kibriya'ya: Kalbi bağla, orada nûr-u muhabbet libasını kuşansın.
Cebel-i, izzet'e: Nefsi bırak, orada ubû.diyyet libasına sarılsın,
Cebel-i Ezel'e: Ruhu çıkar, orada nûru'l-nur libasını alsın,
sonra da aşk nârasiyle bağır, bunların derhal toplandığını görürsün...
O zaman fetih başlar ve (Bizden olursun).Yıldızlı bir gecede secdeye kapanmış dua ediyordu:
Yarabbî... Sen mutlak ve ezelî merhametsin... Bu ezelî me hametini, diyar diyar gezip, herkese anlatmak istiyorum.
Fakat korkuyorum: Merhametinin büyüklüğünü anlarlar d Sana kimse ibâdet etmez... Beni affet... Rahmetinle yoğur...
Yirmi gün yemez içmez, hayran bir halde bir köşede otururdu. Bir gün dedi ki:
"Benim Ölümüm sizinkilere benzemez. Benim ölümüm Hak'ta davet ve kendimden kabuldür."
Nitekim bir gün, bir meclis içinde otururken, "Evet, başüstüne diye ani olarak bağırdığı duyuldu... Ruhunu teslirn etmişti.
Biri onun yanına sokuldu:
- Biraz param var, dedi. Sana vermek istiyorum, verirsen ne olur? Cevap verdi:
- Verirsen senin için iyi olur, vermezsen benim için iyi oluı Dilediğini yap...
Sadaka Allah namınadır... Sadakada nefsin haz duymasın. Yuvarlanırsın.. Aman dikkat et...
Kendini o kadar çok maddeye verme, kaptırma.
Maddî hesap dünyasının eşiğinden bir adım ileri gidemez.Hayatın en güzel günü, bu gündür, bu andır. Hazırlığını derhal yap.
Yarın belki kıyamet kopacaktır.. Bu sözümü yabana atma...
Bunu anlamayan zaten hayattan bir şey anlamış değildir.
Doğruluktan sakın ayrılma..
* *
insanoğlu binlerce yıl hayvanlar gibi yaşadı. Nihayet Allah'ı, merhameti buldu. Bundan da medeniyet doğdu.
Bugün Allah'ı unuttu; merhameti, sevgiyi, islerine gelmiyor diye terketti.
Bugünün insanı, ebedî hayata kıymet vermeyen üstün zekâları ile söyle haykırıyor:
- Sonumuz yokluktur, insan tekrar dirilir mi?
Günah isleyip de duyulmasını istemeyen kimse, Meleğin vücudunu elbette inkâra bahane arar..
Dünyanın bugünkü haline bakın:
Aç kurtlar gibi birbirlerini yiyorlar, Öldürüyorlar. Bunlar hep övündükleri üstün zekâlarının işleri...
Yetmiş kere yaya hacca gitti.
Uçsuz bucaksız göllerde, çenesi göğsünde ve gözleri adımlarında, yetmiş kere hac yolu...
Kolay değil... Son haççında, çölde bir köpek gördü; susuzluktan dili sarkmış; nefes nefese çırpınmakta...
Haykırdı:
- Yetmiş kere yaya hac sevabını bir içim suya kim satın alır? Bana bir içim su!..
Bir adam, ona bir içim su verdi.
O da köpeğe içirdi ve dedi ki:
- işte bütün haclarım kadar sevaplı bir iş.
Zira Allah'ın Resulü, "Kim olursa olsun her ciğeri yanana su vermekte ecir vardır." buyurdu.
Dalga dalga hacca gidenlere bakarak mırıldandı:
- Şu hacca gidenlerin hali ne garip...
Dereler, tepeler, çöller, denizler, dağlar, diyarlar aşıp geliyorlar...
Allah evini, Resullerinin eserlerini görmek içine..
Halbuki, kendi nefs sahralarını aşabilselerdi, orada doğrudan doğruya Allah'ın eserlerini göreceklerdi...
Çöllerde gezerken bir zenci gördük.
Yanımda Allah dendiği zaman simsiyah yüzü bembeyaz oluyor, sonra tekrar yerli yerine dönüyordu...
Rahmet, Resûlullâh'ın kalb-i pâkine ve rûh-u muallâlarma mütealliktir.
Onun için Cenâb-ı Hak Kitâb-ı Celilinde (meâlen);
"Ben ve Melâikeler Nebî'ye selât-u selâm getiriyoruz.
Ne duruyorsunuz, siz de selât-u selâm getirin, acabasız teslim olun." buyuruyor...
Rahmet-i ilâhiye bu makamdan tevzi olunur,
ilâhî rahmet hakîkat-ı Muhammediyeye nazil olmadıkça onun parçalan olan hakikatlere nail olunamaz.
Selât-u selâm getirmek, herkesin nefsi için rahmet talep etmektir.
Bunu anlayan insanda basîret başlar...
Basiret; Evliyaya makâm-ı fuatta fetih buyurulan ruh gözüdür.
Onun için bu işlerde yürümek isteyen Allah'a İnanır ve mü'min olur.
Kendini Allah'a teslim eder, islâm olur...
Hakk'a teslim olmak demek, kısmet-i ezeliyesinden râzi ve hoşnut olmaktır.
Kulun teslimiyetini Hak görünce ünsiyet başlar...
O vakit Adem insan olur.. Ve derhal dâvet-i ilâhiye vâki olur...
O davete namaz denir...
M.D
"Sen"im ben!... Sen, diye bakma bana. A.H.