İrtica, irtica! Diye bağıranların asıl kendileri irtica gayyası içindedirler. Bu feryatlar hep o bataklığın verdiği ızdıraptır, zulmet âlûd bir ızdırab.
***
Uzun seneler kullandıkları bu silâhın artık işe yaramaz bir hale geldiğini, paslanıp çürüdüğünü görmekte tabiî büyük teessüre düşmüşleridir. Fakat devirlerin değiştiğini, totaliter zihniyetin çok geride kaldığını, demokrasi güneşinin bütün o taş kesilen buzları erittiğini idrâk edemeyecek kadar gaflet içinde bulunuyorlarsa ancak kendilerini levm etsinler. Temenni olunurdu ki zamanın ilerleyişiyle, fikirlerde husule gelen intibah ve inkişaf ile onların kafaları da hem ahenk olarak ilerlesin, gerilikten kurtulsun, biraz aydınlığa kavuşsun. Fakat sözleri ve yazıları gösteriyor ki hidayet yolları kendilerine kapalıdır. Ne yazık! Ne fena mazhariyet! Allah kimseyi bu hale düşürmesin.
****
Niçin böyle oluyor? Niçin bu adamlar karanlıklardan kurtulamıyorlar? Niçin içlerindeki gayiz ve husumetleri tutamıyorlar da ağızlarından çıkarıyorlar? Köpüre köpüre, taşıra taşıra çıkarıyorlar? Ortalığı rahatsız ediyorlar?
Belki bu ahval ızdırap vericidir. Fakat içtimaî kanunlar bunu iktiza etmektedir. Cemiyetin selâmeti bundandır. Böyle bir sınıf insanlar da cemiyet içinde bulunacaktır. Bunlar açıktan açığa hakikatleri inkâr edecekler, batılı yürütmeğe çalışacaklar, içlerindekini ortaya dökecekler. Bu sayede cemiyet onların içlerinde sakladıkları gayiz ve husumetleri görecek, batıl maksatlarını anlayacak, bunlardan sakınma ve korunma çarelerini düşünecek, varlığını kurtarmak, bekâsını temin etmek için icap eden tedbirleri alacaktır.
Yoksa cemiyet hayır ile şerri, doğru ile eğriyi ayıramayacak hale gelirse ıstırap ve felâketten hiçbir zaman kurtulamaz. Battıkça batar, onu kurtaran olmaz. Cemiyet üstü örtülü çukurlardan korkmalıdır.
Onun için bırakınız bunları, içlerindekini ortaya döksünler, hak ve hakikate karşı içlerinde ne yaman gayiz ve husumet sancılarıyla kıvranmakta oldukları görülsün. Bunda büyük hikmet ve fayda vardır. ” Kad bedetil bağdau min efvahim vema tuhfi sudürühüm ekber. Kad beyyenna lekümül ayati inküntüm ta”kılun.” ( Ali İmran 3/ 118)
Bazı sinir hastalığına tutulmuş adamlar var. Parmağınızın ucu ile bir tarafına temas etseniz bütün vücudu buhrana tutulur. Üzerine bir ton sikletinde bir cisim inmiş kadar sarsıntı geçirir. Kıvrılır, bükülür, bağırır, çağırır. Karşısındakiler ise gülmekten bayılırlar. Bu defa temas etmeden yalnız parmağınızın ona doğru uzanmasından da adamcağız müthiş sinir buhranları geçirir, avazının çıktığı kadar feryad eder, çocukların eğlencesi olur. Bu zavallı hastalara acınır. Ne mevhum ızdırap! Şu insan denilen mahluk ne acayip şeydir!… Bakarsınız ağzı burnu, kaşı gözü, boyu posu her şeyi yerinde. Fakat ruhu hasta, sinir buhranları içinde kıvranıp duruyor… Çocukların eğlencesi oluyor. Ne yazık! Ne fena mazhariyet! Allah hiç kimseyi böyle ruhî bir ızdırap içerisinde kıvrandırmasın!
İşte irtica hastalığına tutulan zavallılar da böyledir. Onların vahimelerinde öyle bir heyula vardır ki bir dudağı yerde, bir dudağı göktedir. Siyah yüzlü, kırmızı dilli bir heyulâ. Bakarsınız adamcağız durup dururken, sizinle güzel güzel konuşurken:
- Amanın… Geliyor! diye feryaddır koparır.
- Ne oldu birader? Dersiniz.
- Ne olacak? Görmüyor musun bu minare boylu adamı? Dilini çıkarmış, bana ” seni yutacağım ” diyor!
- Haydi yahu! Deli misin? Yoksa alay mı ediyorsun? Burada ne öyle bir adam var, ne de asana dil çıkaran!
- Vallahi var, billahi var? Fakat sen görmüyorsun!
- Peki, ne yapalım?
- Söyle ona, bana dilini çıkarıp üzerime yürümesin.
- Peki söylerim. Haydi seni doktora götüreyim de sinirlerini düzeltecek bir ilâç versin!
****
Evet, onlar hakikaten böyle hastadırlar yahut ankastin böyle görünürler. Karşılarındakini manyetize ederek onlara bu hastalığı aşılamak isterler.
- Amanın arkadaşlar! Tetik durun, geliyor!…
Diye diye onların vahimesinde böyle bir dudağı yerde bir dudağı gökte bir irtica heyulâsı yaratmak, sonra da içinden kıs kıs gülmek…
Ne kadar çocukça oyunlar! Ne kadar gülünç şeyler! Allah kimseyi bu hale düşürmesin!
****
Şimdi lâtifeyi bırakalım da ciddi konuşalım. Bu kelimeyi dile dolayarak iki de bir, münasebetli münasebetsiz ibtizale düşürmek hiç de doğru değildir. Pencereyi açıp da ” yangın var” diye konuyu komşuyu bir defa, iki defa yok yere heyecana düşürüp koşturmak mümkündür. Ama bu, ilânihaye devam etmez. Nitekim artık tekrar edile edile mânayı istilasını kaybetti, alelâde bir söz oldu. Bugün, biri çıkıp da “irtica baş kaldırdı” dediği zaman hiç kimse bugünkü idareyi devirip de bundan evvelki şekl-i idareyi ihya etmek gibi siyasî bir hareketin vukuu mânasını anlamaz.
Halbuki şurada burada irtica yaygarası koparanlar böyle anlaşılsın isterler. Söylerler söylerler, ortada bir şey olmadığı için sonunda küçük düşerler.
****
Bu zavallılar devrin değiştiğini farkında değildir. Bunlar totaliter saltanatın bakayasıdır. Döküle döküle birkaç kişi kaldılar. Onların da çeneleri düşük, kalemleri çatlak. Son nefeslerini tüketiyorlar. Demokrasi onları şaşırttı, hasta etti. Halâ alışamadılar. Milletin vicdan hürriyetini halâ teslim edemiyorlar Ama alışacaklar… Söyleye söyleye son nefesleri de tükenecek. Nihayet çeneleri tutulacak, kalemleri kırılıcak. Bunlar da ötekilerin yanına gidecek.
Her devir değiştikçe böyle içtimai hastalıklar doğar, bu hastalık bir müddet salgın halini alır, sonra yavaş yavaş söner gider. Bu hastalık havsala darlığıdır. Onlar, zan ediyorlar ki vicdan hürriyeti kefenlenmiş, mezara gömülmüştü, artık ebediyen ona hayat hakkı yoktur. Fakat bir gün o vücud-i hürriyet kefenlerini yırtarak karşılarına çıkınca, şaşkına döndüler, dar havsaları çatlayacak hale geldi. Zavallı hastalar! ” Fikulubihim maradun fezedehumullahu marada.”
****
İrtica, irtica! Diye bağıranların asıl kendileri irtica gayyası içindedirler. Bu feryatlar hep o bataklığın verdiği ızdıraptır, zulmet âlûd bir ızdırab! Onlar bağıra bağıra o bataklık, o totaliter bataklığı içinde gömülüp gidecekler, hep o devrin avdetini isterler. Karanlıklarda yaşayan mahluklar gibi güneşin, hürriyet ve demokrasi güneşinin nur ve ziyasına tahammül edemezler. İşte bugünün azılı siyasi mürtecileri bunlardır, kapkara, kızıl mürteciler.
Fakat bunlar artık son döküntülerdir. Şurada burada debelenerek son nefeslerini veriyorlar. Onların rağmına hürriyet ve demokrasi güneşi yükseliyor, daha da yükselecek. Önümüzde ki günler hep güzel günlerdir. Bütün hürriyetlerin inkişaf edeceği ferahlı ve saadetli günler. ” Febeşşiril müminin ya Muhammed.”
Bu Makale Milli Şair Mehmet Akif Ersoy’un yakın dostu “Eşref Edip Fergan” Bey tarafından Mart 1949 yılında “Sebilürreşad” dergisinde neşredilmiştir .