İçerik değiştir



- - - - -

Allahın Varlığı Tartışılmaz


  • Yanıtlamak için giriş yapın
bu konuya 4 yanıt verildi

#1 milas

milas

    Sadık bir ziyaretçidir

  • Üyeler
  • 939 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay

Gönderim zamanı 30.06.2006 - 15:24


"Allah varsa, ilim ile isbat edilen bir delili olması gerekir. Bizim gibi modern insanlar, birşeye körükörüne inanmaz. Kur'anın Allah kelamı olduğunu nereden bilelim? İbadetin Allaha faydası olmadığına göre, ibâdet lüzumsuz değil mi?" diyenlere ne cevap vermek gerekir?



CEVAP:

İstisnalar hariç, bütün fen adamları, bu kâinatın kendiliğinden var olmadığını, bir yaratıcısının bulunduğunu ittifakla bildirmişlerdir. Fen, ne kadar ilerlerse ilerlesin, insanların bir karıncayı, bir kuşu, bir balığı yaratması mümkün değildir. Akıllı ve bilgili bir kimse, kâinata bakınca, çok intizamlı yaratıldığını görür. Bunun kendiliğinden olmadığını anlar.


Etrâfımızı beş duygu organımız ile tanıyoruz. His organlarımız olmasaydı, hiçbir şeyden haberimiz olmayacaktı. Kendimizi bile bilemeyecektik. Yürüyemeyecek, birşey yapamayacak, yaşıyamayacaktık. Anamız, babamız olamayacak, var olamayacaktık. Rûhumuza tatlı gelen güzelleri göremeyecek, güzel sesleri duyamayacak, onları sevemeyecektik. Allahımıza yalnız duygu organlarımız için, durmadan şükür etsek, şükrünü ödemiş olamayız.

Duygu organlarımıza etki eden herşeye (Varlık) veya (Mevcut) diyoruz. Kum, su, güneş birer mevcuttur. Çünkü, bunları görüyoruz. Ses de bir mevcuttur. Çünkü, işitiyoruz. Hava, bir mevcuttur. Çünkü, elimizi açıp yelpâze gibi sallayınca, havanın elimize çarptığını duyuyoruz. Rüzgar da yüzümüze çarpıyor. Bunun gibi, sıcaklık, soğukluk da birer mevcuttur. Çünkü, derimizle bunları duyuyoruz.

Elektrik, harâret, yani ısı ve mıknâtıs gibi enerjilerin [kudretlerin] de mevcut olduklarına inanıyoruz. Çünkü, elektrik akımının harâret ve mıknâtıs veyâ kimyâ reaksiyonları meydâna getirdiğini, ısı gelince sıcaklık olduğunu, ısı azalınca soğukluk olduğunu ve mıknâtısın demiri çektiğini his ediyoruz, anlıyoruz. (Ben havanın, ısının, elektriğin mevcut olduklarına inanmam. Çünkü, bunları görmüyorum) sözüne yanlıştır diyoruz. Çünkü, bunlar görülemezlerse de, kendilerini veyâ yaptıkları işleri, duygu organlarımız ile anlıyoruz. Bunun için de, görülemeyen birçok varlıklara inanıyoruz. Göremediğimiz için, yok olmaları lâzım gelmez diyoruz. Bunun gibi, (Ben Allaha inanmam. Melek, cin gibi şeyler yoktur. Var olsalardı görürdüm) sözü de doğru değildir. Akla, fenne uygun olmayan bir sözdür.

Fen dersleri bildiriyor ki, ağırlığı ve hacmi olan varlıklara (Madde) denir. Buna göre, hava, su, taş, tahta maddedirler. Işık, elektrik akımı birer varlık iseler de, madde değildirler. Maddenin şekil almış parçalarına, (Cisim) denir. Çivi, kürek, maşa, iğne birer cisimdirler. Hepsi, aynı demir maddesinden yapılmışlardır. Duran bir cismi harekete getiren, hareketde olan bir cismi durduran veyâ hareketini değiştiren sebebe (Kuvvet) denir. Duran bir cisme kuvvet etki etmezse, hep durur. Hareket eden bir cisme, kuvvet etki etmezse, hareketi değişmez ve hiç durmaz.

Maddelerin, cisimlerin ve maddelerde bulunan enerjilerin hepsine (Âlem) veyâ (Tabiat) denir. Âlemde her cisim hareket etmekde, değişmektedir. Demek ki, her cisme, her an çeşitli kuvvetler tesir etmekte, değişiklik hasıl olmaktadır. Cisimlerde meydâna gelen değişikliğe (Hadise) veya (Olay) denir.

Bir otomobilin parçaları, tabiat kuvvetleri ile mi bir araya gelmiştir?

Cisimlerin yok olduklarını, başka cisimlerin meydâna geldiklerini görüyoruz. Dedelerimiz, eski milletler yok olmuşlar, binâlar, şehirler yok olmuş. Bizden sonra da başkaları meydâna gelecek. Fen bilgimize göre, bu muazzam değişiklikleri yapan kuvvetler vardır. Allaha inanmayanlar, (Bunları tabiat yapıyor. Herşeyi tabiat kuvvetleri yaratıyor) diyorlar. Bunlara deriz ki, bir otomobilin parçaları, tabiat kuvvetleri ile mi bir araya gelmiştir? Suyun akıntısına kapılan, sağdan soldan çarpan dalgaların tesiri ile biraraya yığılan çöp kümesi gibi biraraya yığılmışlar mıdır? Otomobil tabiat kuvvetlerinin çarpmaları ile mi hareket etmektedir? Bize gülerek, hiç böyle şey olur mu? Otomobil, akıl ile, hesap ile, plân ile, birçok kimselerin, titizlikle çalışarak yaptıkları bir sanat eseridir. Otomobil, dikkat ederek, akıl, fikir yorarak, hem de trafik kâidelerine uyarak, şoför tarafından yürütülmektedir demez mi?

Tabiatdaki her varlık da, böyle bir sanat eseridir. Bir yaprak parçası, muazzam bir fabrikadır. Bir kum tânesi, bir cânlı hücre, fennin bugün biraz anlayabildiği ince sanatların birer meşheri, sergisidir. Bugün fennin buluşları, başarıları diye öğündüklerimiz, bu tabiat sanatlarından birkaçını görebilmek ve taklit edebilmektir. İslâm düşmanlarının, kendilerine önder olarak gösterdikleri, İngiliz doktoru Darwin bile, (Gözün yapısındaki sanat inceliğini düşündükce, hayretimden tepem atacak gibi oluyor) demiştir. Bir otomobilin tabiat kuvvetleri ile, tesâdüfen hâsıl olacağını kabul etmeyen kimse, baştan başa bir sanat eseri olan bu âlemi tabiat yaratmış diyebilir mi? Elbette diyemez. Hesaplı, plânlı, ilmli, sonsuz kuvvetli bir yaratıcının yaptığına inanmaz mı? Tabiat yaratmıştır, tesâdüfen var olmuştur demek, câhillik, ahmaklık olmaz mı?

O herşeyi en güzel, en faydalı olarak yarattı

Allahü teâlâ herşeyi en güzel ve en faydalı olarak yarattı. Meselâ, Erd küresini güneşten yüzelli milyon kilometre uzakta yarattı. Daha uzakta yaratsaydı, hiç sıcak mevsim olmaz, çok soğuktan ölürdük. Daha yakın yaratsaydı, çok sıcak olur, hiç bir canlı yaşayamazdı.

Etrâfımızı saran hava, hacmen yüzde yirmibir oksijen, yüzde yetmişsekiz azot ve onbinde üç karbondioksit gazlarının karışımıdır. Oksijen hücrelerimize kadar girip, oraya gelmiş olan gıdâ maddelerini yakarak, bize kuvvet, kudret veriyor. Oksijenin havadaki miktarı daha çok olsaydı, hücrelerimizi de yakar, hepimiz kül olurduk. Miktarı 21 den az olsaydı, gıdâlarımızı yakamazdı. Yine, hiçbir canlı yaşayamazdı.

Yağmurlu, şimşekli havalarda, oksijen azotla birleşerek, havada nitrat tuzları hâsıl olup, yağmurla toprağa iniyor. Bunlar, nebâtâtı besliyor. Nebâtlar da, hayvanlara, hayvanlar da insanlara gıda oluyor. Görülüyor ki, rızkımız semâda hâsıl olmakta, göklerden yağmaktadır. Havadaki karbon dioksid gazı, dimâgçedeki kalb ve teneffüs merkezlerini tenbîh ediyor, çalıştırıyor. Havadaki karbon dioksid miktarı azalırsa, kalbimiz durur ve nefes alamayız. Miktarı artarsa boğuluruz. Karbon dioksid miktarının hiç değişmemesi lâzımdır. Bunun için de, denizleri yarattı. Karbon dioksid miktarı artınca, kısmî tazyîki de artıp, fazlası denizlerde eriyerek, sudaki karbonat ile birleşerek, onu bi-karbonat haline çeviriyor. Bu da, dibe çökerek deryâların dibinde çamur tabakası hâsıl oluyor. Havada azalınca, çamurdan ayrılıp suya ve sudan havaya geçiyor. Bütün canlılar havasız yaşayamaz. Bunun için, havayı, her yerde, her canlıya çalışmadan, parasız veriyor ve ciğere kadar gönderiyor. Susuz da yaşayamayız. Suyu da heryerde yarattı. Fakat, susuzluğa daha fazla tahammül edildiği için, bunu arayıp bulacak, taşıyacak şekilde yarattı. Fe-tebârekâllahü ahsenül-hâlikîn! İnsanlar, bunları yapmak şöyle dursun görebilenlere, anlayabilenlere ne mutlu!

On adet taş ve kâinattaki sayısız düzen

Allahü teâlânın, sayamayacağımız kadar çok nizâm ve âhenk içinde, halk ettiği [yarattığı] sayılamayacak kadar çok varlıklar tesadüfen olmuştur diyenlerin sözleri cahilcedir. Şöyle ki: Üzeri birden ona kadar numaralanmış on taşı bir torbaya koyalım. Bunları elimizde torbadan birer birer çıkararak, sıra ile, yani önce bir numaralı, sonra iki numaralı ve nihâyet on numaralı olacak şekilde çıkarmağa çalışalım. Çıkarılan bir taşın numarasının sıraya uymadığı görülürse, çıkarılmış olan taşların hepsi hemen torbaya atılacak ve yeniden bir numaradan başlamak üzere çıkarmağa çalışılacaktır. Böylece, on taşı numaraları sırası ile ardarda çıkarabilmek ihtimali onmilyarda birdir. On adet taşın bir sıra dahilinde dizilme ihtimâli bu kadar az olursa, kâinatdaki sayısız düzenin tesadüfen meydâna gelmesine imkân ve ihtimâl yoktur.

Gelişigüzel tuşlara basarak kitap yazılır mı?



Daktilo ile yazmasını bilmeyen bir kimse, bir daktilonun tuşlarına gelişigüzel meselâ beş kere bassa, elde edilen beş harfli kelimenin türkçe veyâ başka bir dilde bir manâ ifâde etmesi acabâ ne derece mümkündür? Şâyet gelişigüzel tuşlara basmakla bir cümle yazmak istenilse idi, bir manâ ifâde eden bir cümle yazılabilecek mi idi? Kaldı ki, bir sayfa yazı veyâ kitap teşkîl edilse, sayfanın ve kitâbın, tesâdüfen belli bir konusu bulunacağını sanan kimseye akıllı denilebilir mi?

Maddelerin var oluşlarının başlangıcı vardır



Cisimler yok oluyor. Bunlardan, başka cisimler meydâna geliyor ise de, bu işde, yüzbeş madde hiç yok olmuyor. Yalnız yapıları değişiyor denilirse, radioaktif bozulmalar, elementlerin ve hattâ atomların da yok olduklarını, maddenin enerjiye döndüğünü haber vermektedir. Hattâ, Einstein adındaki Alman fizikcisi, bu dönüşmenin matematiksel formülünü ortaya koymuştur.

Cisimlerin, maddelerin durmadan değişmeleri, birbirlerinden hâsıl olmaları, sonsuz olarak gelmiş değildir. Yani, böyle gelmiş böyle gider denilemez. Bu değişmelerin bir başlangıcı vardır. Değişmelerin başlangıcı vardır demek, maddelerin var oluşlarının başlangıcı vardır demektir. Yani hiçbirşey yok iken, hepsi yoktan yaratılmıştır demektir. İlk, yani birinci olarak maddeler yoktan yaratılmış olmasalardı ve birbirlerinden hâsıl olmaları, sonsuz öncelere doğru uzasaydı, şimdi bu âlemin yok olması lâzımdı. Çünkü, âlemin sonsuz öncelerde var olabilmesi için, bunu meydâna getiren maddelerin dahâ önce var olmaları, bunların da var olabilmeleri için, başkalarının bunlardan önce var olmaları lâzım olacaktır. Sonrakinin var olması, öncekinin var olmasına bağlıdır. Önceki var olmazsa, sonraki de var olmayacaktır. Sonsuz önce demek, bir başlangıç yok demektir. Sonsuz öncelerde var olmak demek, ilk, yani, başlangıç olan bir varlık yok demektir. İlk, yani birinci varlık olmayınca, sonraki varlıklar da olamaz. Herşeyin her zaman yok olması lâzım gelir. Yani, herbirinin var olması için, bir öncekinin var olması lâzım olan sonsuz sayıda varlıklar dizisi olamaz. Hepsinin yok olmaları lâzım olur.

Âlemin şimdi var olması, sonsuzdan var olarak gelmediğini, yoktan var edilmiş bir ilk varlığın bulunduğunu göstermekte olduğu anlaşıldı. Âlemin yoktan var edilmiş olduğunu, o ilk âlemden hâsıl ola ola, bugünkü âlemin var olduğunu anladık.

Âlemi yoktan var eden bir yaratıcının bulunduğunu ve bu yaratıcının kadîm olması, yani hep var olması, hiç değişmeden, sonsuz var olması lâzım geldiğini, (Şerh-i mevâkıf) kitâbı, uzun isbât etmektedir. Kısacası şöyledir ki, değişmek, başka şey olmak demektir. Yaratıcı değişince, başka olur. Yaratıcılığı bozulur. Yaratıcının değişmemesi, hep aynı kalması lâzımdır. Âlemin sonsuz olamıyacağını anlattığımız gibi düşünürsek, değişmeyen yaratıcının kadîm olması, sonsuz var olması lâzımdır. Bunun için, hiç değişmeyen sonsuz var olan bir yaratıcı vardır. Bu hiç değişmeyen bir yaratıcının ismi (Allah)dır.

Allahü teâlâ kendini tanıtmak için Peygamberler göndermiştir



Allahü teâlâ, kendini tanıtmak için, insanlara Peygamberler göndermiştir. Ve onlara çeşitli mucizeler vermiştir. Mesela Hz. Musa zamanında sihir, büyücülük çok ilerlemişti. Musa aleyhisselam asasını yere koyup büyük bir ejderha olmuş, sihirbazların ellerindeki aletleri, ipleri yutmuştur.

İsa aleyhisselam zamanında tıb çok ileri idi. İsa aleyhisselam mucize olarak, körleri iyi etmiş, ölüleri diriltmiştir.

Bizim Peygamberimizin zamanında ise edebi söz ve yazı sanatı çok ileri idi. Yarışmada birinci olan şiir, yazı ve konuşmalar Kâbe duvarına asılırdı. Kur'an-ı kerim gelince, bunlar indirilip yerine, gelen âyetler kondu. İnatçı kâfirler hariç herkes Kur'an-ı kerimin Allahın kelamı olduğuna inandı. Bir benzerini hiç kimse söyleyemedi. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

(Eğer kulumuz Muhammed aleyhisselama indirdiğimiz Kur'anın Allah tarafından gönderildiğine şüphe ediyorsanız, o hâlde onun benzeri bir sure meydana getirin. Elbette bunu yapamazsınız, hiçbir zaman da yapmanız mümkün değildir.) [Bekara 23,24]

Bütün düşmanlar elele verip, aylarca, yıllarca uğraştıkları hâlde onun benzerini bugüne kadar söyleyemediler. Söylemeleri de mümkün değildir.

İbadetlerin faydası herkesin kendinedir

Bir insan bir alet, bir makina yapınca bunun nasıl ve nerelerde kullanılacağına dair bir tarifnamesini de yanına koyar. Tarifname ile de anlaşılması zor ise, kullanması için kurslar açar. Bir makina yanlış kullanılırsa elden çıkar. Her şeyin yaratıcısı olan Cenab-ı Allah da, insan denilen bu muazzam makinayı yaratıp başıboş bırakmamıştır. Bu konuda Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki:

(Sizi boş yere yarattığımızı, hakikaten huzurumuza getirmiyeceğimizi mi sandınız?) [Müminun 115]

Başıboş yaratılmayan insanın, ne yapması gerektiğini elçileri vasıtası ile, kitaplar göndererek bildirmiştir. Son elçi olan Muhammed aleyhisselama gönderilen kitabı ise Kur'an-ı kerimdir. Kur'an-ı kerim çok veciz olduğu için, Peygamber efendimiz bunu hadis-i şerifleri ile açıklamıştır. Hadis-i şerifler de, diğer insanların sözlerine göre veciz olduğu için, bizlerin kolayca anlayabilmemiz için âlimler bunları açıklamıştır. Kur'an-ı kerimde insanın niçin yaratıldığı açıkça bildirilmiştir:

(Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.) [Zariyat 56]

Allahü teâlâ, “Emrime uyan Cennete, uymayan ise Cehenneme gidecektir” buyurmuştur. İbadetlerin faydası Allahü teâlâya değil, herkesin kendinedir. Maaşla çalışan bir doktor, bir hastaya ilaç verse, ilacın doktora faydası yok diye o ilacı kullanmamak akla uygun değildir. Zehir içsem doktora ne zararı olur diyerek zehir içmesi de ahmaklıktır. İşte, günahlarımın Allaha bir zararı yok diyerek, her çeşit günahı işlemek akıllı insanın yapacağı iş değildir.

Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:

(Akıllı kimse, Allaha ve Peygamberine inanan ve ibâdetlerini yapandır.) [İ.Muhber]

Öldükten sonra başına gelecekleri düşünmeyen kimse akıllı olabilir mi? Kendini sonsuz tehlikeye atana akıllı denir mi? Kur'an-ı kerimde sık sık (Düşünmüyor musunuz?) diye ikaz edilmektedir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Aklı olmayanın dini de yoktur.) [Tirmizî]

Şerefüddin Ahmed bin Yahya Müniri hazretleri buyuruyor ki:

Bazıları, ibâdetlerin Allahü teâlâya faydası olduğunu ve bunun için emrolunduklarını zannediyorlar. Böyle zannetmek çok yanlıştır. Her insanın yaptığı ibâdetin faydası kendisinedir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

(Kim, [ibâdetlerini yapar ve günahlarından] temizlenirse, faydası kendisinedir.) [Fatır 18]

(Benim ibâdetime Allahın ihtiyacı yok) diye, yanlış düşünen kimse, perhiz yapmayan hastaya benzer. Bu hastasına doktor, perhiz tavsiye ediyor. Bu ise, (Perhiz yapmazsam doktora hiç zararı olmaz) diyerek, perhiz yapmıyor. Doktora zararı olmadığı doğrudur. Fakat kendine zarar vermektedir. Tabib, kendine faydası olduğu için değil, onun hastalıktan kurtulması için, perhiz yapmasını tavsiye etmiştir. Doktorun tavsiyesine uyarsa, şifa bulur. Uymazsa ölür gider. Tabibin bundan hiç zararı olmaz. Bunun gibi, (Allahın benim ibâdetime ihtiyacı yok) diyerek ibâdetten kaçanlar da, Cehenneme gider.
+
necip fazıl a sormuşlar; edebi nerden öğrendin, cevap vermiş edep sizden

#2 milas

milas

    Sadık bir ziyaretçidir

  • Üyeler
  • 939 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay

Gönderim zamanı 30.06.2006 - 15:25

Ateistlerin bir kısmı diyor ki: (Diyelim ki, gördüğümüz varlıklar kendi kendine tesâdüfen olmayıp, bir yaratıcısı var. Peki o yaratıcıyı kim yaratmıştır?)


CEVAP

Bu suâlin cevabı, âlimlerimiz tarafından defalarca verilmiştir. Onların yazılarını da anlamak için ilme ihtiyaç vardır. Ateistler bu ilimlerden haberdar olsalardı, zâten müslüman olurlardı.

Allah, her şeyi var eden ve kendi varlığının sonu, sınırı bulunmayan ve nasıl olduğu akıl ile anlaşılamayan, yalnız ilâhlık ve yaratıcılık için gerekli sıfatları bilinen bir varlıktır. Kendi kendine vardır ve bir tanedir. Ondan başka hiçbir şey kendi kendine mevcut olamaz.

Herşeyi var eden ve varlıkta durduran yalnız Odur. Kendi kendine vardır demek, kendi kendine var olmuştur demek değildir. Çünkü, böyle söylemekle, sonradan var olduğu anlaşılır. Hâlbuki, Onun varlığı gerekir. Hiçbir zaman yok değil idi.

Kendi kendine var olmak demek, varlığı hiçbir şeye muhtaç olmamak demektir. Bütün varlıkların var olması için, Onun var olması gerekir. Her şeyi var etmesi ve böyle düzgün hâlde durdurması için gerekli olan kemâl sıfatları vardır. Noksanlık, ayıp ve kusuru olamaz. Kusurlu olan ilâh olamaz.

Bütün varlıkları var eden bir varlık bulunmasa, ya herşey kendi kendine var olur, yahut hiçbir şey var olamaz. Her şeyin kendi kendine var olması, akla da, ilme de uygun birşey değildir. Çünkü, kendi kendine var olmak, kendinden önce kendisinin var olmasını îcâb eder. Vâcib-ül vücûd [kendinin hep var] olması gerekir. Böyle olsaydı, yok iken sonradan var, yahut var iken sonradan yok olmazdı. Hâlbuki, her mahlûk yok iken sonradan var oluyor ve tekrar yok oluyor. Bundan da, hiçbir mahlûkun vâcib-ül vücûd olmadığı kolayca anlaşılır.

Zâten kendi kendine var olmak, aklın kolayca anlayabileceği birşey değildir. Vâcib-ül vücûd olanın bir olması ve bütün varlıkları yoktan var etmesi gerekir. Mahlûkların var olması için bir vâcib-ül vücûdun varlığı gerekli olmasaydı, onun da kendiliğinden varlığı kabûl edilemezdi.

Her varlığın kendi kendine var olması, fenne o kadar uzak birşeydir ki, doğacılar bile (tabiat şöyle yaratmış, tabiat kuvvetlerine hükmedemiyoruz) diyorlar. Böylece varlıkların kendiliklerinden olmayıp, bir yapıcısı bulunduğunu, ister istemez açıklamış oluyorlar. Fakat, o yapıcıya lâyık olan isimleri ve sıfatları vermekten çekiniyorlar. Bilgisiz ve irâdesiz bir tabiata [doğaya] bağlanıyorlar.

Fizik ve kimya olaylarından hiçbirinin kendiliğinden olduğu görülmüyor. (Harekete geçen veya hareketini değiştiren, yahut harekette iken duran bir cisme elbette bir kuvvet etki etmiştir) deniyor. Bütün bu varlıkların bu düzen ile kendiliğinden oluverdiğini sanmak, fizik ve kimya kanunlarını inkâr etmek olur.

Atomdan Arşa kadar bütün varlıkları yoktan var eden, ilim, irâde ve kuvvet sâhibi bir yaratana inanmayıp da, bu varlıkları, fizik ve kimya kanunlarına uymayan bir tesâdüf eseri zannetmek kadar câhillik olamaz. O hâlde yaratıcıyı inkâr edenler, küfür yobazı birer kara câhildir.

Varlıkları yoktan var eden bir yaratıcının bulunmadığını, herşeyin kendiliğinden meydana geldiğini söylemek, akla da, fenne de uygun değildir. Çünkü, yok iken var olmak bir iştir. Fizik ve kimya kanunlarına göre, her iş, bu işi yapan bir kuvveti haber vermektedir. Demek ki, daha önce, bir kuvvet kaynağının bulunması, fen bilgilerine göre, muhakkak gereklidir. Her mevcudu var eden, önce başka bir varlığın bulunması gerekli olunca, birbirini yaratmak, ezelden ebede kadar sonsuz olarak zincirleme devam etmesi gerekir. Böyle olsaydı, hiçbir şey var olamazdı. Bunun da açıklaması şöyledir:

Bir başlangıcı olmayan ve hepsi birbirinden meydana gelen varlıklar, yokluk demektir. Bunu, bir misâl ile açıklayalım:

Benim elimde, sizden ödünç aldığım bir altın lira var. Siz de, onu bir arkadaşınızdan ödünç almışsınız. O da, bir başkasından almış. İşte bu ödünç verme sırası, dünyadaki bütün insanları dolaşsa bile, bir başlangıcı olmazsa, yâni ödünç olarak değil de, başka şekilde mâlik olan bir kimseden başlamadıkça, elimde mevcut olduğunu söylediğim altın lira, yoktur. Yâni bu para, kimsenin elinde değildir. Çünkü, birinin elinde olduğunu düşünürsek, bunun, bir başkasından alınması gerekir.

O başkasında da yoktur ki, buna verebilsin. İlk önce veren biri yoktur ki, elden ele dolaşabilsin. İlk önce, biri ödünç verseydi, bu lira şimdi, birinin elinde bulunurdu. Liranın var olması, sonsuzdan değil, ilk önce birinden verildiğini göstermektedir. İşte bunun gibi, her varlık, var olmak için başkasına muhtaç olarak, varlığı başkasına muhtaç olmayan bir varlığa ulaşmamak üzere, bu ihtiyaç zinciri, sonsuzdan başladığı düşünülürse, hiçbir şey var olamaz. Çünkü, herhangi bir varlığın var olması, başkasına, onun var olması da, daha başkasına, böylece sonsuz olarak hep başkasına muhtaç oldukça, hiçbir şey için varlık düşünülemez. Var olarak gördüğümüz herşey, yok olmak gerekir. Çünkü, kendinden önce başka bir şeyin var olmasına muhtaçtır. Hâlbuki o şey de, var değildir. Çünkü o da kendinden önce daha başkasının var olmasına muhtaçtır. Üçüncü şey de böyle, dördüncü, beşinci... hep böyle...

Âdem aleyhisselâmın varlığı da, yukarıda bildirilen düşünce ile kolayca anlaşılır. Hz. Âdem olmayıp da, insanların babaları sonsuz olsaydı, yeryüzünde hiç insan bulunmazdı. Çünkü, baba sayısı sonsuz demek, ilk baba yok demektir. İlk baba olmayınca, bunun çocukları da, yâni insanlar da, yok demektir. İnsanlar var olduğundan, ilk babanın da var olması gerekir.Maddelerin ve sıfatlarının sonradan yaratıldığı birkaç yoldan isbat edilmiştir:

1-Maddeler ve bütün zerreleri hep değişmektedir. Değişmekte olan şey, kadîm [başlangıçsız, ezelî] olamaz, hâdis olması [sonradan yaratılması, mahlûk olması] gerekir. Çünkü, her maddenin, kendinden öncekinden meydana gelmesi işi, sonsuz öncelere kadar gidemez. Bu değişmelerin bir başlangıcı olması, yâni ilk maddelerin, yoktan var edilmiş olmaları gerekir. Yoktan var edilmiş olan ilk maddeler bulunmasaydı, yâni sonraki maddenin kendinden önceki maddeden meydana gelmesi işi sonsuz öncelere gitseydi, maddelerin birbirlerinden meydana gelmelerinin bir başlangıcı olmazdı ve bugün hiçbir maddenin var olmaması gerekirdi. Maddelerin var olmaları ve birbirlerinden meydana gelmeleri, yoktan var edilmiş ilk maddelerden üremiş olduklarını göstermektedir.

2-Gökten düşen bir taşa, sonsuzdan geldi denemez. Çünkü sonsuz, başlangıcı, ucu yok demektir. Sonsuzdan gelmek, yoktan gelmek olur. Sonsuzdan geldiği düşünülen şeyin, gelmemesi gerekir. Gelen birşeye, sonsuzdan geldi demek, akla, fenne uymayan ve câhilce bir söz olur.

Bunun gibi, insanların birbirlerinden meydana gelmeleri, sonsuz öncelerden gelemez. Yoktan yaratılmış olan bir ilk insandan başlayarak üremeleri gerekir. (Yoktan var edilmiş olan ilk insan olmayıp, insanların birbirinden hâsıl olmaları, sonsuz öncelerden gelmektedir) denirse, hiçbir insanın var olmaması gerekir. Her varlık için de böyledir.

Maddelerin, cisimlerin birbirinden hâsıl olmaları için, (Böyle gelmiş böyle gider. Yoktan var edilmiş ilk maddeler yoktur) demek, akla ve fenne uygun değildir. Değişmek, sonsuz olmayı değil, yoktan yaratılmış olmayı göstermektedir.

Yaratıcının, maddeleri, zerreleri, çeşitli sebeplerle değiştirdiğini, yâni yok edip, bunların yerine başkalarını yaratmakta olduğunu, her zaman görüyoruz. Dilediği zaman maddeleri birbirinden yaratmaktadır. Âlemleri, her maddeyi, her zerreyi sebeplerle yarattığı gibi, dilerse, sebepsiz, vâsıtasız olarak, yoktan da yaratır.

Maddelerin, cisimlerin hâdis olduğuna [sonradan yaratıldığına, mahlûk olduğuna] inanan, fânî olduklarına, yâni, tekrar yok olacaklarına da inanır. Yok iken sonradan yaratılmış olan varlıkların yine yok olabilecekleri meydandadır. Birçok varlıklar, şimdi de yok olmaktadır.

Fenne uygun düşünen bir insanın, maddelerin ve cisimlerin, yâni her varlığın, yoktan var edilmiş olduklarına ve tekrar yok olacaklarına inanması gerekir. Cisimlerin yok iken sonradan var olduklarını ve tekrar yok olduklarını, yâni şekillerinin ve özelliklerinin kalmadığını görüyoruz. Cisimler yok olunca, maddeleri kalıyor ise de, bu maddeleri de ezelî değildir. Çok öncelerde, Allahü teâlâ tarafından yaratılmıştır ve Kıyâmet gününde hepsini tekrar yok edecektir.

Tek bir Yaratıcı vardır

Âlem hâdis olunca, bunu yoktan var eden bir yaratıcısı vardır. Çünkü, hiçbir olay kendiliğinden olamaz.

Bugün fabrikalarda binlerce ilâç, ev eşyası, sanayi ve ticâret maddeleri, elektronik âletler yapılıyor. Bunların çoğu, ince hesaplardan, yüzlerce tecrübeden sonra elde ediliyor. Bunlardan birine bile, kendi kendine var oldu denilebilir mi? Evet, (Hepsinin bir yapıcısının bulunması gerekir) diyorlar da, canlılarda, cansızlarda görülen ve her asırda, daha yenileri, daha inceleri keşfedilen milyonlarca maddenin ve olayın kendi kendilerine tesâdüfen var olduklarını söylemek, ikiyüzlülük, koyu bir inattan veya açık bir ahmaklıktan başka ne olabilir?

Görülüyor ki, her maddeyi, her hareketi var eden tek bir yaratıcı vardır. Bu yaratıcı (Vâcib-ül-vücûd)dur. Yâni, yok iken sonradan var olmuş değildir. Hep var olması gerekir. Var olması için hiçbir şeye muhtaç değildir.

Hep var olması gerekmez ise, âlemler gibi hâdis, yâni mahlûk olurdu. Mahlûk, başka bir mahlûkun değişmesinden veya yoktan var edilir. Onu da bir yaratan gerekir. Böylece sonsuz yaratanlar gerekmektedir.

Ondan önce ve sonra, başka bir yaratıcı yoktur

Mahlûklardaki değişmelerin sonsuz olamayacağı gibi, yaratıcıların da sonsuz olamayacağını, yaratmanın birinci bir yaratıcıdan başlayacağını yukarıda bildirmiştik. (Yaratıcıların biribirlerini yaratmaları sonsuz olarak gider) denince, hiçbir yaratıcının bulunmaması gerekir.

İşte, yaratılmış olmayan birinci ilk yaratıcı, mahlûkların tek yaratıcısıdır. Ondan önce ve sonra, başka bir yaratıcı yoktur.

Yaratıcı yaratılmaz. Yaratılırsa mahluk olur. O, hep vardır. Bir ân yok olsa, her şey yok olur. Vâcib-ül-vücûd, hiçbir bakımdan hiçbir şeye muhtaç değildir. Yerleri, gökleri, atomları, canlıları, düzenli, hesaplı yaratanın kudretinin sonsuz olması, âlim olması, dilediğini hemen yapması, bir olması, onda hiç değişiklik olmaması gerekir.

Kuvveti sonsuz olmasa ve âlim olmasa, böyle düzenli, hesaplı mahlûkları yaratamaz.

Bu yaratıcı birden çok olursa, birşeyin yaratılmasında, istekleri uymayınca, istediği yapılmayanlar yaratıcı olamazlar ve yaratılan şeyler karmakarışık olur.

Yaratıcıda hiç değişiklik olmaz. Şimdi nasılsa, âlemi yaratmadan önce de öyle idi. Herşeyi yoktan yaratmış olduğu gibi, şimdi de, herşeyi yaratmaktadır. Çünkü değişmek, mahlûk olmayı, yoktan yaratılmış olmayı gösterir.

O hep vardır, yok olmaz. Bunun için, O’nda hiç değişiklik olmaz. Mahlûklar ilk yaratılmalarında Ona muhtaç oldukları gibi, her ân da muhtaçtır. Herşeyi yaratan, her değişikliği yapan yalnız Odur. Düzenli olmaları için ve insanların yaşayabilmeleri ve medenî olabilmeleri için, herşeyi sebeplerle yaratmaktadır. Sebepleri Allahü teâlâ yarattığı gibi, sebeplerin etki etmelerini, iş yapabilmelerini de, O yaratmaktadır. İnsanlar sebeplerin maddelere etki etmelerine vâsıta olmaktadır.

Yaratmaya vâsıta olmak

İnsanlar, acıkınca, birşey yiyip içmek, hasta olunca ilâç almak, süt elde etmek için ineği beslemek, elektrik elde etmek için hidro-elektrik santralı kurmak, her çeşit fabrika yapmak, sebepleri kullanarak, yeni şeyler yaratmasına vâsıta olmaktadır.

İnsanın, irâdesi ve kuvveti de, Allahü teâlânın yarattığı birer sebeptir. İnsanlar da, Allahü teâlânın yaratmasına vâsıta olmaktadır. Allahü teâlâ, böyle yaratmak istiyor.

Âhırete inanmak, Allahü teâlâya inanmak gibi çok önemlidir. Âhıret olmazsa, dünyada mükâfatlandırılmayan iyilikler ve cezâsı çekilmeyen haksızlıklar, karşılıklarını göremeyecektir. Bu hâl, en ince sanatları, en ince düzenleri bulunan, bu gördüğümüz âlem için çok büyük bir kusur olur.

En küçük bir topluluğun bir adâlet mahkemesi var da, kâinat dediğimiz şu muazzam âlemin bir Mahkeme-i kübrâ’sı olmaz mı?

Büyük mahkemeye çıkacağımızı bilerek, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riâyet etmemiz gerekir. Bu emirlerin en başında ise namaz gelmektedir. Peygamber efendimiz, (Namaz, dinin direğidir) buyuruyor. Direksiz binanın yıkılması kolay olur. Namazın dindeki yeri, başın vücuttaki yeri gibidir. Başsız yaşanmıyacağı gibi, namazsız din de olmaz.
+
necip fazıl a sormuşlar; edebi nerden öğrendin, cevap vermiş edep sizden

#3 milas

milas

    Sadık bir ziyaretçidir

  • Üyeler
  • 939 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay

Gönderim zamanı 30.06.2006 - 15:26

Bazı akıllı ve zekî kimseler bir şey yaratamaz mı?



CEVAP

Yaratamaz. Herşeyi yaratan Allahü teâlâdır. Yerde ve göklerde bulunan bütün varlıkları, maddeleri, cisimleri, özellikleri, olayları, kuvvetleri, kanunları, bağlantıları yaratan, yalnız Odur. Ondan başka yaratıcı yoktur. Ondan başkasına yaratıcı denemez.

Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyuruluyor ki:

(Her şeyi yaratan Allahtır.) [Zümer 62]

(Sizi de, yaptığınız işleri de yaratan Allahtır.) [Saffât 96]

(Herşeyin yaratıcısı olan Rabbiniz Allahtır.) [Mümin 62]Karada, denizlerde, havada yaşayan hayvanların [mikropların, atom çevresindeki elektronların, moleküllerin, iyonların] ve insanların, meleklerin ve cinnîlerin, yâni her var olanın kendisini ve hareketlerini ve işlerini ve durmalarını, ibâdetlerini ve günahlarını, iyiliklerini, zararlarını, küfürlerini ve îmânlarını yaratan Odur.

Sineklerin, böceklerin, mikropların, yıldızların, rüzgarların hareketlerini [elektrik itme ve çekmesini, maddenin çekimini, sıvıların ve gazların kaldırma kuvvetlerini] yaratan yalnız Odur. İnsanların ve diğer canlıların rızkını yaratan, gönderen Odur.

Canlıları öldüren, ölüleri dirilten, sağlamları hasta yapan, hastaları iyi eden yalnız Allahü teâlâdır. Mikrop, doktor ve Azrail, birer sebeptir. İşi yaratan, bunlara etki eden Odur. Ateşte yakmak, karda soğutmak, [elektrikte ısı, ışık ve elektroliz hâsıl etmek] hâssalarını hep O yaratmaktadır. Ateş, kar, elektrik, görünen sebeplerdir. Allahü teâlânın âdeti olan vâsıta ve şartlardır. [Duygu organlarımızı, bunlardaki duyma kuvvetlerini, hücrelerdeki beslenme, üreme, zararlı maddeleri çıkarma, kalbi, kanı, kan sisteminin, öteki doku ve organların ve sistemlerin çalışmalarını, aralarındaki düzeni yaratan hep Odur.]

Dinsizlerin ve zındıkların, (Her madde ve kuvvet, kendi özelliği ile kendisi etki eder. Meselâ, ateş yakıcıdır. Her zaman, yakar) demeleri çok yanlıştır. Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki: Sebeplerin etkisi kendiliğinden değildir. Sebepleri var edince, bunların etkisini, işlerini de hemen yaratması, Onun âdetidir. Ateşte yakmak özelliğini yaratmasa, ateş yakamaz. Ateşe düşen kimseyi, o istemezse, ateş yakmaz. Maddenin kendinde özellik yoktur. Maddenin özelliklerini, sebeplerin etkilerini ve işlerini, Hak teâlâ yaratıyor. O dilemezse, bu özellikleri ve etkileri yaratmaz. Dileseydi, karda sıcaklık, ateşte soğukluk yaratırdı. Nemrud’un ateşi Hz. İbrahim’i yakamadı. Eğer yakmak, ateşin özelliği olsaydı, elbette yakardı. Yakma işi, ateşten değil, Allahü teâlâdandır. Kılıcın kesmesini, merminin delmesini, zehirin öldürmesini yaratan Odur. Denize düşende boğulmayı yaratıyor. Dilerse, boğulmasına mani olur. Kuşun, tayyarenin uçmasını, [havanın kaldırmasını, sürtünme kuvvetlerini] yaratan Odur. Bu özellikleri, kuvvetleri yaratmasa, bunlar uçamaz.

Allahü teâlâ, maddelerde dilediği özelliği, işi, yaratır. Yarattığı iş, maddeden hâsıl olur. Fakat, Allahü teâlânın hikmeti ve âdeti şöyledir ki, her maddeye belli özellik, belli etki vermiştir. Maddeleri, birbirlerinin değişmesine sebep kılmıştır. Buğday tohumundan buğday, arpadan arpa yaratır. İnsandan insan, hayvandan hayvan yaratır. Yemek ile karın doymasını yaratıyor. Eğer doymak yaratmasa, ne kadar çok yesek doymazdık. Susuzluk yaratmasaydı, hiç su içmesek susamaz idik. Her şeyi yerli yerince yaratan Allahü teâlayâ hamd olsun!
+
necip fazıl a sormuşlar; edebi nerden öğrendin, cevap vermiş edep sizden

#4 IssIz

IssIz

    Dağ Dikeni

  • Üyeler
  • 11.239 Mesaj
  • Konum:araf..
  • İlgi Alanları:ohoo bi sürü..kitap şeetmek,gesmek,uçmak, uçarken atlamak...bi de musiki dinlemek...

Gönderim zamanı 30.06.2006 - 15:28

amin...






Alıp başını gitmek istersin.

Bilmediğin, bilinmediğin,

Çözmediğin, çözülmediğin bir denkleme...

Biraz ürkek düşünürsün...

Biraz kekeme....



'Üstüme gelme hayat!

Bundan sana ne...? ! '



Kekemeliğin korkularındandır...

Giderken bile; gidene değil de

Geride kalana aklın takılır...

Bir yanına yatarsın ' git.. ' der

bir yanın ' kalmalısın... '

Geceleri hep uykusuz kalırsın...

Ayağına pranga olur tüm düşündüklerin...

Gitmeden daha

Sen; gider gider gelirsin...



' Üstüme gelme hayat....

beni bilirsin....'



Kaldığın bu yerde

Harcadığın yılların gelir aklına...

Bir bir sayarsın...

Toplarsın, çarparsın,

Böler, çıkarırsın...

Bakkal defteri kadar kalın...

Bakkal defteri kadar karmaşa...

İçinden bin bir küfür

' Sümme haşa...! Sümme haşa...! '

Farkedersin ki hayatı

Arka sokaklarda dolanarak yaşarsın...

Kabarmış hesabından kaçarsın...



' Üstüme gelme hayat...!

Daha neyi alacaksın..? ! '



Hep sevmişsindir aslında...

Hep ama hep sevmişsindir...

Birini sevmişsindir sonra...

Sonra birini daha...

Birini daha...

Daha....! ?

Her gelip geçen gemiye aşık olmuşsundur..

Gemiler gitmiş

Sen yorulmuşsundur...



' Üstüme gelme hayat....!

Gemi olmuş musundur..? '



Kocaman bir mahalleden

Daracık bir sokağa.

Sokaktan ufacık bir eve

Evden odaya....

Yağlarından tiksinir gibi

Kurtulmak ister gibi

Kapatmışsındır kalabalıklara kendini...

Gitgide yanlız kalmışsındır...

Yalın yaşanan gecelerde

Gitmekle kalmak arasında dolanırken...

Beynine bir silah gibi dayamışsındır korkularını...

Yalnız...Korkak...Kekeme....




' Üstüme gelme hayat...!

Kıyarım kendime....!
'




#5 Serra

Serra

    I'm Back !!

  • Üyeler
  • 8.125 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:MuEno

Gönderim zamanı 30.06.2006 - 15:44

hı hı..
Yokluğun bu bahar biter mi ?
Ya da bu
Son;Bahar biter mi ?





Benzer Konular Daralt

  Konu Forum Konuyu Açan İstatistikler Son Mesaj Bilgisi

0 kullanıcı bu konuya bakıyor

0 üye, 0 ziyaretçi, 0 gizli