İçerik değiştir



- - - - -

Tck 301: “Türklük” Ve “Türk Milleti” Kavramlar


  • Yanıtlamak için giriş yapın
Bu konuya yanıt verilmedi

#1 Do'Urden

Do'Urden

    Boş vakti boldur

  • Üyeler
  • 649 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay

Gönderim zamanı 20.11.2009 - 15:49


TCK 301: “Türklük” ve “Türk Milleti” Kavramları*
Oktay Uygun
İstanbul Üniversitesi
Hukuk Fakültesi


Türk hukukunda ifade özgürlüğünü demokratik rejimin niteliği ile
bağdaşmayacak ölçüde sınırlayan önemli hükümlerden biri, Türk Ceza Kanunu’nun
301. maddesidir. Bu maddenin birinci fıkrası, Nisan 2008’de değiştirilene kadar
şöyleydi: “Türklüğü, Cumhuriyeti veya Türkiye Büyük Millet Meclisini alenen
aşağılayan kişi altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” Değişiklikle
birlikte, fıkrada geçen “Türklük” kavramı “Türk Milleti” olmuş, suçun
soruşturulması Adalet Bakanlığı’nın iznine bağlanmış ve suç için öngörülen cezanın
üst sınırı üç yıldan iki yıla indirilmiştir. Burada üzerinde duracağım nokta,
maddede geçen “Türklük” kavramının “Türk Milleti” olarak değiştirilmesinin ne tür
hukuki sonuçlar doğuracağıdır.
Öncelikle, maddenin eski ve yeni halinde geçen “Türklük” ve “Türk Milleti”
kavramlarından ne anlaşıldığını ortaya koymak gerekir. “Türklük” kavramının neyi
ifade ettiği, maddenin gerekçesinde şöyle açıklanmıştır: “Maddede geçen Türklük
deyiminden maksat, dünyanın neresinde yaşarsa yaşasınlar Türklere has müşterek
kültürün ortaya çıkardığı ortak varlık anlaşılır. Bu varlık Türk Milleti kavramından
geniştir ve Türkiye dışında yaşayan ve aynı kültürün iştirakçileri olan toplumları
Gerekçeden “Türklük” kavramının “Türk Milleti”nden daha geniş kapsamlı bir
kavram olduğunu öğreniyoruz. Zaten maddenin komisyondaki görüşmeleri
sırasında bu kavram yerine “Türk Milleti” kavramı önerilmiş, fakat bu öneri
reddedilmiştir. Gerekçeye göre, madde Türkiye Cumhuriyeti ölçeğinde ulusal
kimliği değil, dünya ölçeğinde Türk kimliğini korumaktadır. Diğer bir deyişle, TCK
301, yalnızca Türkiye’nin değil, Türk dünyasının üyeleri olarak kabul edilen başka
ülkelerin veya bölgelerin ulusal/etnik kimliklerini de korumayı amaçlıyor. Bu
ülkelerin bir listesi, Milli Eğitim Bakanlığı’nın ders kitaplarının arkasına
konulmasını zorunlu kıldığı Türk Dünyası Haritası’ndan elde edilebilir. Buna göre,
dünya Türklüğünü oluşturan unsurlar; 7 bağımsız devlet (Türkiye, Azerbaycan,
Kazakistan, Kırgızistan, KKTC, Özbekistan, Türkmenistan), 10 özerk cumhuriyet,
3 özerk il ve çok sayıda özerk olmayan Türk bölgesidir.
Devletler, kuşkusuz, başka devletler veya halklarla sıkı kültürel veya siyasal
bağlar oluşturmaya yönelik politikalar izleyebilir. Bu bağlamda Türkiye’nin diğer
Türk devletleriyle güçlü ilişkiler kurmaya çalışması doğaldır. Burada tartışılması
gereken husus, bir ceza normunun başka ülkelerin, bölgelerin veya toplulukların
üzerinde bir dünya Türklüğü kimliği oluşturması ve bu kimliğin saygınlığını cezai
hükümlerle korumasıdır. TCK 301’in tanımladığı dünya Türklüğü şeklindeki
uluslarüstü bir kimliğin gerçek dünyadaki karşılığının ne olduğu konusunu şimdilik
göz ardı ederek öncelikle sormamız gereken soru şudur: Türkiye Cumhuriyeti’nin
böyle bir görevi var mıdır? Bu soruya ancak Pantürkist (Turancı) bir yaklaşımla
“evet” yanıtı verilebilir. Böyle bir yaklaşım ise, Anayasamızda geçen “Türk Milleti”
ve “Atatürk Milliyetçiliği” kavramlarını aşan bir anlama sahiptir. İlginç olan nokta,
söz konusu düzenlemenin, Milli Görüş hareketinden gelen ve ılımlı İslamcı bir
parti olarak tanımlanan Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı döneminde çıkarılan
yeni Türk Ceza Kanunu’nda yer almış olmasıdır. İslamcı bir partinin kabul ettiği
yasanın gerekçesinin ırkçı, Turancı referanslar içermesi kolay açıklanabilir bir
çelişki değildir. Şimdi, Turancı ideoloji doğrultusunda ifade özgürlüğünü
sınırlamanın, evrensel demokratik değerler ve anayasal ilkelerle ne ölçüde
bağdaştığını inceleyelim.
TCK 301’in eski halinde yer alan ve Turancı bir yaklaşımla gerekçelendirilen
“Türklük” kavramından, Türkiye’de yaşayan Türk soyluların veya bir bütün olarak
kökeni ne olursa olsun “Türk Milleti”nin kastedilmediğini anlıyoruz. Kavramın
“Türk soylu” yurttaşlar anlamında kullanılması zaten gereksiz olurdu. Çünkü
herhangi bir soyun aşağılanması, TCK 216/2. maddede suç olarak düzenlenmiştir.
Kavramın dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın bütün Türkleri ifade eder anlamda
“Türk kültürü” ile özdeşleştirilmesi, buna karşılık başka kültürlerin saygınlığının
cezai yaptırımla korunmaması bir tür ayrımcılıktır. Türkiye Cumhuriyeti
yurttaşlarının bir kısmı Arap, Çerkez, Kürt, Rum veya Ermeni kökenli olup, onlar
da hem ulusal kültürün hem de kendi kültürlerinin parçasıdır. Örneğin, Arap
kökenli bir yurttaş, ne ulusal kültürünün ne de Arap kültürünün aşağılanmasından
hoşlanmaz. Çünkü bu kişi, kendisini her iki kültüre de ait hisseder. Kanun koyucu,
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bütün alt kimliklerini küresel ölçekte
koruyan bir düzenleme yapmış olsaydı, en azından eşitlik açısından eleştirilecek
bir yönü olmazdı. Fakat bu maddedeki düzenleme, dünya Araplığı, dünya Kürtlüğü
vb. değil, yalnızca dünya Türklüğünü korumaktadır. Devletin, yurttaşları arasında
ayrımcılık yaptığı anlamına gelen bu yaklaşım, hem anayasanın eşitlik ilkesine
aykırıdır, hem de ulusal birliği zedeleyici niteliktedir.
TCK 301’deki “Türklük” sözcüğünün mehaz Zanardelli Kanunu’nda, iktibasın
yapıldığı tarihte (1926), “İtalyanlık” gibi bir karşılığı bulunmuyordu. 1939 yılında
İtalyan Ceza Kanunu’na bir madde eklenerek “İtalyan Milleti’ni tahkir ve tezyif”
suçu getirilmiştir.1 Burada, getirilen kavramın “İtalyanlık” değil, “İtalyan Milleti”
olduğuna dikkat edilmelidir. İtalyan Ceza Kanunu ulusal kimliği yani İtalyan
Milleti’nin onuru ve prestijini korumaktadır. Bu bağlamda, tüm İtalyanları
kucaklayan bir hüküm niteliğindedir. TCK 301’in eski halindeki “Türklük” sözcüğü
ise, maddenin gerekçesine göre, Türk kökenli olmayan Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşları için bir anlam ifade etmiyor.
Nisan 2008’de, TCK 301. maddedeki “Türklük” kavramının “Türk Milleti”
olarak değiştirilmesi olumlu bir gelişmedir. Ancak bu değişikliğin ifade
özgürlüğünün sınırlarını genişletmek, şoven milliyetçilik anlayışını aşmak ve
uygulamada ortaya çıkan ayrımcılığı kaldırmak bakımından önemli bir etkisinin
olacağı söylenemez. Çünkü uygulamada çoğu kez, “Türk Milleti”, onu oluşturan
etnik ve dinsel grupların üzerinde ortak ve kapsayıcı bir kimlik olarak
anlaşılmıyor. Türklük kavramı gibi, Türk Milleti kavramına da şoven bir içerik
kazandırılmıştır. Her iki kavrama yasalar ve uygulama ile yüklenen bu şoven anlam,
anayasaya aykırıdır. Cumhuriyet Dönemi anayasalarının hepsinde, “Türklük” etnik
ve dinsel aidiyet bildirmeyen kapsayıcı bir hukuki kavram olarak tanımlanmıştır.
1982 Anayasa’nın 66. maddesine göre; “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı
olan herkes Türk’tür.” Bunun anlamı, “Türk” sözcüğünün belirli bir soyu veya etnik
grubu değil, yurttaşların tümü anlamında ulusal kimliği ifade etmek üzere
kullanıldığıdır. Bu açık tanıma rağmen, yargı organları dâhil pek çok resmi kurum,
bu kavramı Türk etnik grubu ve onun kültürü ile özdeşleştirmektedir.2 TCK 301’in
uygulamasına baktığımızda bu durumu açıkça görüyoruz. Madde, kural olarak,
Türk ulusu içinde hâkim grup olan etnik Türklerin aşağılanması durumunda
uygulanıyor. Türk ulusunu oluşturan Kürt, Arap, Çerkez, Rum gibi diğer etnik
grupların aşağılanması söz konusu olduğunda, bu maddeden dava açılmamaktadır.
Devletin, vatandaşlarının bir kısmının aşağılanmasını katı bir ceza normuyla
korurken diğerlerinin aşağılanmasını serbest bırakması kabul edilebilir bir durum
TCK 301’in anayasaya uygun hale getirilmesi bakımından iki konu üzerinde
durulmalıdır. Birinci konu, kanunun aralarında hiçbir ayrım yapmaksızın Türk
Milleti’ni oluşturan bütün grupların aşağılanmasını yasaklamasıdır. Bunun için TCK
301’e başvurmaya gerek yoktur. 2002 yılında TCK’ya eklenen bir hükümle “halkın
bir kısmını aşağılamak” suç sayıldı. Yeni TCK’nın 216/2. maddesinde bu hüküm
daha elverişli bir formüle bağlanarak şu şekilde ifade edildi: “Halkın bir kesimini
sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen
Bkz: Türkan Yalçın Sancar, Alenen Tahkir ve Tezyif Suçları, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2004, s.70-71.
Bu konuda bkz: Oktay Uygun, “Ulusal Kimlik ve Siyasal Sistem Tartışmaları”, Hukuki Perspektifler Dergisi,
Aralık 2006, s.66-98.
aşağılayan kişi altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” Şu anda
TCK 301’deki Türklüğün veya Türk Milletinin aşağılanması iddiasıyla açılan
davaların büyük çoğunluğu, aslında 216/2. madde kapsamında düşünülmelidir.
TCK 216/2’deki halkın bir kesimini aşağılama suçu, henüz savcılarımız
tarafından başvurulan bir madde değildir. Bu madde, 1966 tarihli Birleşmiş
Milletler Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin 20. maddesinin taraf devletlere
getirdiği yükümlülüğü karşılıyor. Söz konusu maddeye göre; “her türlü savaş
propagandası ile ayrımcılığa, nefrete ya da şiddete teşvik eden ulusal, ırksal ya da
dinsel düşmanlığın savunulması kanunla yasaklanır.”
TCK 216/2, TCK 301’in yol açtığı ayrımcı uygulamayı önleyebilir. Özellikle
kökene yönelik (pis çingene, hain Kürt, barbar Türk, Ermeni dölü, vb.)
aşağılamalar ile din ve mezhebe yönelik (Kızılbaş, sapkın mezhep, kâfir vb.)
küçültücü ifadeleri kullanarak kişilerin onurunun zedelenmesi, bundan böyle
hürriyeti bağlayıcı bir ceza tehdidi ile karşılaşabilecektir. TCK’nın 216/2.
maddesi, BM Sözleşmesi’nde belirtilen ulusal, ırksal ve dinsel temelli düşmanlığa
yeni kavramlar ekleyerek daha geniş kapsamlı bir düzenleme getirmiştir. Yalnızca
ulusal, ırksal veya dinsel düşmanlık yaratan söylemler değil, sosyal sınıf, cinsiyet
ve bölge farklılığına dayanan aşağılayıcı söylemler de maddedeki yasağın kapsamı
içindedir. Bu durumda, cinsel kimliği ya da yönelimi (kadın, erkek, eşcinsel,
transseksüel vb.); sosyal sınıfı nedeniyle (köylü, işçi, burjuva vb.); bölgesel kimliği
nedeniyle (Doğulu, Batılı, belirli bir kentli olma vb.) nedeniyle aşağılanma da suç
teşkil edecektir.
TCK 301’in anayasaya uygun hale getirilmesi bakımından üzerinde durulması
gereken ikinci konu şudur: Türk milletini oluşturan grupların aşağılanması 216/2.
madde bağlamında suç sayılmakla birlikte, kanun koyucu, Türk milletinin bir bütün
olarak aşağılanmasını da suç olarak düzenlemek isteyebilir. Tıpkı İtalyan Ceza
Kanunu’nda İtalyan Milleti’nin aşağılanmasının suç olması gibi. Böyle bir suç tipi
için, kuşkusuz, yine “Türk Milleti” ifadesi kullanılacaktır. Fakat anayasal
tanımlamaya uygun şekilde, ülkedeki bütün etnik, dinsel ve kültürel kimliklerin
üzerinde kapsayıcı bir ulusal kimlik anlamında Türk Milleti’nin aşağılanması eylemi,
pek nadir gerçekleşecek bir durumdur. Yaygın olan, kişilerin etnik veya dinsel
kökenleri nedeniyle aşağılanmasıdır. Anayasal ilkelerle uyumlu bir Türk milleti
tanımı yapılarak ceza kanununda Türk milletinin aşağılanmasının yasaklanması,
şoven veya ayrımcı bir uygulamaya neden olmaz. Böyle bir suç tipi için de, TCK
301’e başvurmaya gerek yoktur. TCK 216/2 halkın bir kesiminin aşağılanmasını suç
olarak düzenlemişti. Aynı maddeye yapılacak bir eklemeyle, halkın bütününün (yani
anayasadaki tanımıyla Türk Milleti’nin) aşağılanması da suç sayılabilir. Bu
durumda,

TCK 301’deki Türk
Milleti’nin aşağılanması suçu tümüyle kaldırılabilecektir.
Tekrar belirtmek gerekir ki, TCK 301 yerine TCK 216/2’nin önerilmesi,
yalnızca, savcılarımızın Türk Milleti kavramını anayasaya uygun yorumlaması
durumuna işe yarayacaktır. Türk Milleti’nin, haklar ve yükümlülükler bakımından
eşit Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Ermeni, Rum vb. kökenli kişilerin oluşturduğu
kapsayıcı bir üst kimlik olduğu kabul edilmediği sürece, TCK 301’in yol açtığı
sorunlar çözülemez. Sorunun çözümünü, TCK’nın şu ya da bu maddesinden çok,
anayasaya aykırı bir milliyetçilik anlayışının neden olduğu şoven zihinsel kodların
değiştirilmesinde aramalıyız. Bunun için, milliyetçilik anlayışımızı ulusüstü
(pantürkist) ve ulusaltı (etnisist) eğilimlerden arındırıp, 1920’lerin başındaki
Misak-ı Milli milliyetçiliğine yönelmek iyi bir başlangıç olabilir. Cumhuriyetin
kuruluş yıllarındaki millet kavramının, çağımızın değerleriyle uyumlu ve ayrımcılığa
yol açmayan kapsayıcı bir kimlik olarak tanımlanmış olması, ilerde yapılacak
reformlar için güçlü bir dayanaktır.


***

Turkluk konusu sıyası bır malzeme degıldır,bır yorum konusu oldugu ıcın ve etnık anlamdakı turkluk kastedılmedıgınden Konuyu felsefe bolumune acılıyorum

Felsefe platonun yada arıstonun ... sozlerınden ıbaret degldır. Felsefe kısının mukayese ve buna baglı olarak yorum yapabılme gucudur.

Turk mılletı ıfadesı'nın anayasal olarak bır sorun olması degılde; cok uluslu unıter yapıya sahıp ulkemıze ne denlı zarar verebılecegının,Varolmadıgını ıddıa ettıgımız bır sorunun ; artık varlıgının resmı kanıtı olarak yeralan,bır bakıma ozur! olarak gorulmesı tarıhımızde boyle gafların Turk mılletının mıllıyetcılık ulkusunu ne denle zedeledıgı ve ne gıbı sorunlar ortaya cıkabılecegını konusmak uzere Yazıyı burada paylasıyorum.

Turk'luk kavramının daha ne oldugunu bılmeden bır etnık bır kesımı bu kavramı one surerek hedef alanların ne gıbı ayrılıklar peydalayacaklarını gormek umuduyla..

Oyun Turk kurt yada alevı sunnı oyunu degıldır..Oyun cehaletın nasıl namlu olarak kullanılacagı ve kurallarıdır

Saygılarımla


Alıntı Oktay Uygun ,İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi
"Partimizin güttüğü bütün bu esaslar, Kamâlizm prensipleridir" M.Kemal

"En iyi kuram 'Zamana bağlı olarak yanlışlanabilir" Karl Popper

"Düşünce özgürlüğü lehindeki temel sav, bütün inançlarımızın kuşku götürür olmasıdır Bertrand Russel

"Soyut ve Somut kavramlar hiçbirşekilde İlişkilendirilemez ve Örneklendirilemezler" Mw





Benzer Konular Daralt

  Konu Forum Konuyu Açan İstatistikler Son Mesaj Bilgisi

2 kullanıcı bu konuya bakıyor

0 üye, 2 ziyaretçi, 0 gizli