İçerik değiştir



- - - - -

68 Kuşağının Sağında Kimler Vardı?


  • Yanıtlamak için giriş yapın
bu konuya 2 yanıt verildi

#1 Sultanım

Sultanım

    Sadık bir ziyaretçidir

  • Üyeler
  • 1.113 Mesaj

Gönderim zamanı 07.07.2009 - 15:49


Türkiye'de 68 kuşağını teşkil eden ve bugün bile kamuoyunda ziyadesiyle yer bulan portrelerin sağdaki alternatiflerinin kimler olduğunu hiç düşündünüz mü?

07 Temmuz 2009 13:51

Hakan Göksel'in kitap tanıtımı

Timaş Yayınları’nın hazırladığı ‘Hatırat Serisi’ son dönemde, yayınevleri tarafından hayata geçirilen başarılı projelerden bir tanesi... Sultan Vahdettin’in 'San Remo Günleri' kitabı hatırat serisinin okuduğum ilk kitabıydı. Yine Timaş Yayınları’ndan çıkan Atilla Deliorman tarafından kaleme alınmış 'Türk Yurdunun Bilgeleri' kitabı serinin gerçekten birbirinden başarılı çalışmalar olduğunu bir kez daha gösterdi.

'Türk Yurdunun Bilgeleri' kitabı Türkiye’de 68 kuşağı diye tabir edilen ve bugün bile kamuoyunda ziyadesiyle yer bulan hareketin sağda alternatifi yokmuşçasına yıllarca kitle iletişim araçlarında işlenmesine karşı karşı bloğun boş olmadığını gösterir nitelikte...

Kitapta, 1940’lardan 1980’lere, üniversite, edebiyat ve basın tarihimiz açısından son derece kıymetli on iki bilgenin Meclis’te, edebiyatta, üniversitede ve basında yaşanan, Türkçülük, milliyetçilik hareketleri, tartışmaları, milliyetçi-muhafazakâr kesimin komünizmle mücadeleleri yer alıyor.

Her biri Türkiye tarihinde silinmez izler bırakan, çalışmaları ile bir neslin yetişmesine öncülük etmiş ilim adamlarının çektikleri cefaları anlatıyor. Tek kâileleri olan yazma arzularını ve her birinin sanki ülkenin dertleri ile dertlenip bir hastalığın pençesinde, ilim uğruna çektikleri sıkıntılı ve mücadeleli hayatlarını anlatan “Türk yurdunun bilgeleri” kitabı; adıyla birebir örtüşen bir çalışma.

Türkiye’nin içtimai, kültürel, siyasal hayatına öncülük etmiş, bugün bile siyasi, akademik alanlarda başbakanlık, cumhurbaşkanlığı makamında yer alan nesilleri ilim ışığında yetiştirmiş bilgelerin bulunduğu kitapta şu isimler yer alıyor:

Erken düşen yıldız; Erol Güngör. Bayrağı yükseğe kaldıran adam; Ahmet Kabaklı. Yalnız Alperen; Necmeddin Hacıeminoğlu. Dil dilberine dilaver; Muharrem Ergin. Bahçıvan; Sabahaddin Zaim. Bir dargın, bir barışık; Muammer Kemal Özergin. Benzersiz, Zeki Velidî Togan. Devletlu; Sadi Irmak. Hezarfen; Ayhan Songar. Tarihçi; Cemal Kutay. ‘Deli doktor’u’ İzzeddin Şadan ve Zarif Mücahit; Ziyad Ebuzziya…

Bilgelerin biyografilerini, verdiği eserleri, mücadelelerini ele alan kitap 270 sayfadan oluşuyor. Akıcı üslubu ile bir dönemin düşünce ve fikir adamlarını tanımayan nesillere ışık tutacak. İşte kitaptaki 12 bilgenin hatıralarından kısa kesitler...

Atilla Deliorman’ın kaleminden portreler:

Erol Güngör

Gönderilen Resim

'Gazeteye okuyucular da yazı gönderiyordu. Bunların çoğu ilk kalem denemeleri gibiydi İyice olanları biraz da düzelterek yayınlıyordum. Bir gün zarfların birinden bir yazı çıktı. Okudum, gözlerime inanamadım. Türkçesi gayet düzgün, ifade tarzı tam bir olgunluktaydı. Sistematik bir görüş açısı olduğu besbelliydi. Yazı Kırşehir’den gönderilmişti ve A.Buğra imzasını taşıyordu. Yazının sahibi Kırşehir Lisesi’nde öğrenci olduğunu belirtiyordu… A.Buğra’nın Erol Güngör olduğunu, Erol Güngör’ün de ilerde mütefekkir bir ilim adamı olacağını nereden bilebilirdim?


Erol Güngör’ün adını bu gazetedeki başmakalelerin altında görmeye başladık. Artık anarşi ortamına iyice girmiş bulunuyorduk. Erol’un başmakaleleri ise soğukkanlı, akla ve ilmi verilere dayanan yazılardı. Okuyucuların çoğu Erol Güngör imzası ile ilk defa karşılaşıyorlardı. Karşılaşıyorlar ve her geçen gün artan bir merakla soruyorlardı: “Kimdir bu Erol Güngör?'

Ahmet Kabaklı

Gönderilen Resim

“Bu üç kişi, Tercüman’ın açtığı yarışmanın birincisi olarak başka 3 kişyi seçti. Bir birincilik vardı ama üç de birinci. Aralarından birini tercih edememişlerdi. Onlara bir köşe verdiler. Yeni üç yazar bu köşede değişimli olarak yazacaklardı.

Bir süre sonra, içlerinden biri, yarışmadan sonraki bu zorlu yarışı terk etti. İkincisi yazmayı sürdürdü ama Tercüman’ın temsil ettiği çizgiden gittikçe uzaklaşarak , nihayet sosyalist kampa katıldı.

Üçüncüsü ise kaleminin ve fikrinin namusunu, gelecek kırk yıl boyunca titizlikle muhafaza etmesini bildi. Namı aldı yürüdü. “Gün Işığında” gittikçe büyüdü.

Adı, Ahmet Kabaklı’ydı.”

Necmeddin Hacıeminoğlu

“Gece de Süleyman Demirel, başbakanlık konutunda bize bir akşam yemeği verdi. Konuşmalar yapıldı, birtakım sözler havada uçuştu. Böylece biz vazifemizi güya yapmış olduk. Başbakan da bu hengameyi zararsız atlatmanın mutluluğunu yaşadı.

Veda edip ayrılırken, Süleyman Demirel , Necmettin’in ellerini sıkı sıkı tutarak “Hoca” dedi. İstifade ile okuyorduk, o güzel yazılarını niçin kestin?” O zaman anladım ki Necmettin’in hiçbir gayreti boşuna değildir. Hepsi, bir yerlerde iz bırakacak değerdedir.”

Muharrem Ergin

“Muammer Ergin , Atsız ve eşi tarafından “Büyük oğul muamelesi görüyordu. Gerçek büyük oğul Yağmur Atsız, yıllar sonra yazdığı bir yazıda, Muharrem Erginle bir gece yarısı yaptıkları konuşmayı anlatıyor. O gece yan yana oturup mehtabı seyrederlerken, heniz 16 yaşında olan genç Atsız sormuş:
- Muharrem Ağabey, biz ne zaman adam oluruz?

- Yağmurcuğum diye cevap vermiş Muharrem Ergin Bey, biz adam olmaz şansımızı ‘şu kadar’ yıl evvel kaybettik.

Ve sonra ilave etmiş:

- Bak, Rum’a, Ermeni’ye, Kürt’e, şuna-buna kendi anadilinde konuşma hakkını yasak etmek, mesela şunların bunların mevsuk haklarını ilga etmek ne demektir, bilir misin? Sovyetler Birliği’nde, Çin’de, İran’da, Balkanlar’da ve Ortadoğu’da yaşayan milyonlarca Türk’ün benzeri haklarından da feragat etmek demektir. Kendi içinde bu haklara titizlikle riayet edeceksin ki senin de ağzını açıp aynı hakları başkalarından talep etmeye hakkın olsun…”

Sabahaddin Zaim

Gönderilen Resim

“O sıralarda emek verip yetiştirdiği kadronun yakın gelecekte Türkiye’nin kaderine hakim olacağını hayal bile edemiyordu. O fidanları dikmişti ya onların büyüyüp serpilmesi artık zamana bağlıydı.

Günün birinde o zaman gelip de bir takım tereddütleri sezince Nevzat Yalçıntaş’a “Ne yapıyor bu çocuklar, kendilerine söylesene” diye sitem etmişti.

“Çocuk” dediklerinden biri başbakandı, diğeri cumhurbaşkanlığının güçlü adayıydı. Bir ana babanın, ne kadar yetişmiş olsalar da evlatlarını hala çocuk görmeleri gibi o da ilim ve siyaset yoluna saldıklarını aynı gözle görüyordu…”

Muammer Kemal Özergin

“O arada Meydan Larousse Ansiklopedisi fasiküller halinde yayımlanmaya başlamıştı. Bir gün idarehaneye geldiğinde çok sinirliydi. Elinde bu fasiküllerden biri bulunuyordu.

- Olacak şey değil, diye adeta bağırıyordu. Bir fasiküle bu kadar yanlışı nasıl sığdırmışlar? Ben sadece Türk kültürü ve tarihi ile ilgili yanlışları tespit ettim. Tam 275 tane.Bunları yazı haline getirsem yayımlar mısın?

- Niye olmasın? Maksat doğruları göstermek olduktan sonra…

Yazı geldi ve Milli Işık’ta yayımlandı. Akisleri de çok yaygın oldu. Ansiklopediyi çıkaranlar adeta paniğe kapılmışlardı. Tenkitlerin doğru olup olmadığına aldırmıyorlar, yayımlanışın ardında başka sebepler arıyorlardı. Güya rakipleri çekememişler de böyle bir yola başvurmuşlar. Maksat baltalamakmış. Halbuki rakipleri de yoktu, piyasa onlarındı. Ben bu suçlamaları Muammer Bey’e aksettirmedim. Artık biliyordum ki çok hassastır ve bazen de çok fevridir. Ama tek sayılık tenkitle yetinmemizin daha doğru olacağını, ders alacaklarsa zaten almış olduklarını söyledim. O da tahminimin aksine makul karşıladı…”

Zeki Velidi Togan

“Her şey yolunda gidiyordu. Hayatı düzene girmişti. Sakin ve mutlu günlerine kavuşmuştu. Ama her şey birden bire alt üst oluverdi. Gazi, Türk millerine milli şuur ve milli gurur vermek maksadıyla Türk dili ve tarihi üzerine yeni tezler hazırlatıyor ve toplanan kongrelerde bunların kabulüne çalışıyordu. Tarih tezinde, Orta Asya’daki iç denizin kuraklık sebebiyle kuruması üzerine Türklerin buradan çıkarak dünyanın çeşitli yönlerine yayıldıkları iddia ediliyordu. Fuat Köprülü’ye ve Zeki Velidi’ye göre bu iddia doğru değildi. Daha İstanbul’dayken kongreye katılıp itirazlarını bildirme kararı almışlardı. Zeki Velidi, sözünü tuttu, bu iç deniz iddiasının doğru olmadığını gösteren ilmi deliller ileri sürdü. Bunun üzerine, kongrede küçük bir kıyamet koptu. Kürsüye çıkıp söz alanlar, Zeki Velidi’ye demediklerini bırakmadılar. İşin garibi şuydu ki tarih tezinin savunmasını tıp doktoru Reşit Galip yapıyor, tarih bilgini zeki Velidi ise bu görüşlere karşı çıktığı için topa tutuluyordu. Fuat Köprülü ise kongrede esen havayı görünce sessiz kalmayı tercih etmişti…”

Sadi Irmak


“Dönemin başbakanı, hükümeti nasıl kuracağını danışmak için Milli Şef’in huzuruna çıktığı vakit :

- Dr Sadi’yi de sağlık bakanlığına getirelim, teklifiyle karşılaşır.
- Başüstüne

Başüstüne de bu Dr. Sadi de kim? Şu yeni gelen milletvekillerinden biri olsa gerek. Başbakan makamına dönünce “getirin şu meclis albümünü bir bakalım” der. Ve aradığı ismi orada bulur: Dr Sadi Irmak. Telefon edip, kendisine, bakan tayin olduğunu bildirir. Fakat listeyi son haliyle cumhurbaşkanına götürdüğünde “Bu Sadi Irmak da nereden çıktı. Ben Doktor Sadi dediğim zaman Dr Sadi Konuk’u kastetmiştim.” İtirazı ile karşılaşır. Vahim bir yanlışlık. Sadi Konuk’un bakan yapılması fakat Sadi Irmak’ın da bu durumda artık kabine dışına itilmemesi lazım… Böylece Sadi Konuk sağlık bakanı olur; Sadi Irmak da yeni kurulan Çalışma Bakanlığı’na tayin edilir.

Bu bir şans mıdır yoksa sadece tesadüf mü?

Bakan olmak gerçekten devlet kuşu ise bence şans… Çünkü bir kerelik değil, o devlet kuşu ilerde de başının üstünde dolaşıp duracaktır.”

Ayhan Songar

Gönderilen Resim

“Ricam üzerine, çıkardığın dergiye Peyami Safa hakkında bir yazı yazmıştı. Orada onunla nasıl tanıştığını anlatıyordu. Peyami Bey’in eşi hastaymış. Recep Doksat’la haber göndermiş, onu bir kere Ayhan Bey’in görmesini istemişti.

Ayhan Songar, Milliyet gazetesine gitmiş, Peyami Safa onu görünce “Efendim… Ayhan Bey… Memnun oldum” diyerek elini uzatmıştı. Sonra oturmuş, eşindeki hastalığın seyri hakkında açıklamalar yapmıştı. Ayhan Bey, yazısında diyordu ki: “Ben buraya hasta muayenesine değil, konsültasyona gelmiştim. Alelade bir hasta sahibi ile değil, üzerine eğildiğimiz meseleleri en az ihtisas sahibi bir hekim kadar iyi bilen ve buna bir de korkunç muhayyilesini ekleyen bir kimse ile karşı karşıya idim…”

...

Ayhan Bey’in bir özelliği de cana yakın ve insancıl olmasıydı. Bu sayede çeşitli eğilimlerdeki şahsiyetlerle dostluk kurabilmişti. Türkçülüğün sembolü Nihal Atsız, muhafazakarlığın sembolü Necip Fazıl ve solu Rıfat Ilgaz’la uzun süreli yakınlıkları olmuştu. Necip Fazıl’la konuşmak –Ahmet Kabaklı ifadesiyle- bir cesaret meselesiydi. Ama onunla rahatça konuşur hatta şakalaşırdı. Daha genç bir hekimken Yahya Kemal’le tanışmış, bir ara ona tıbbi yardımda bulunmuştu. Yahya Kemal de onu sevmiş , hatıra olarak bir kravat hediye etmişti. Gurur duyduğu bu hediyeyi ömrünü sonuna kadar özenle muhafaza etmişti.”

Cemal Kutay

Gönderilen Resim

“Cemal Kutay siyasetin ne kadar vefasız olduğunu kısa zamanda öğrenecekti. Demokrat Parti, gittikçe büyüyen bir çığ gibi gelmiş ve 1950’de büyük çoğunlukla iktidar olmuştu. Buna, bizim yakın tarihimizde “Beyaz İhtilal” adı verilecekti. Ama iktidarın yeni sahipleri, kendilerine omuz verenlerin bazılarını unutmuş gibiydiler. Cemal Kutay da bunların arasındaydı. Ona doğru dürüst bir vazife verilmemişti.
Yayın hayatında ise artık başka isimler destekleniyordu. Cemal Kutay, fertleri çoğalan ailesini geçindirmek zorundaydı. Gitti, Çemberlitaş tarafında bir dükkan kiralayıp köftecilik yapmaya başladı. Belki kırıldı ama kimseye gücenmedi. Köftecilikten de gocunmadı. Hayat insana neler hazırlayacak, bilinmezdi. Onun lügatinde çok geçen tecelli sözü belki de o dönemde zihnine kazınmıştı.”

İzeddin Şadan

“Doktoru evvelki yıllarda yayınlanmış bir iki yazısından tanıyordum. Bu yazıların biri ‘Komünizmin emrinde marazi edebiyat’ başlığı taşıyordu… Doktorun yazısında ‘eksantrik’ edebiyat ve sanat tutkunluğuna dikkat çekiliyor, bu konuda bazı örnekler veriliyordu. Mesela saralı olan ve sarası ile övünen Dostoyevski’nin çizdiği tipler daima cinayet, fuhuş, zindan, sürgün gibi marazi şeylerle ilgiliydi. Dostoyevski’yi methedenler, onu realist ve insan hastalığını tahlil eden bir ruhiyatçı olarak tanıtırlardı. Halbuki bu vasıflara sahip bir başka Rus yazarına, Tolstoy’a aynı ölçüde önem verilmezdi. Sebebi, Dostoyevski’nin Sovyet rejiminde el üstünde tutulmasıydı.
***

Yazara göre bir başka örnek Andre Gide idi. Gide açık suretle Türk düşmanı, kominist meyilli ve homoseksüeldi. Bir başka homoseksüel Oscar Wilde’ın yurdumuzda ilgiyle takip olunması da marazi edebiyatın belirtisiydi. Kısacası Türkiye’de bir nevi ‘deli sevgisi, psikopat yazar düşkünlüğü’ görülüyordu…”

Ziyad Ebuzziya

Ziyad Ebuzziya’nın babası Ubeydullah Talha Bey ve amcası Velid Bey de tanınmış gazetecilerdendi. Talha Bey henüz 19 yaşındayken, babası ile birlikte Konya’ya sürgüne gitmiş, orada sekiz yıl kaldıktan sonra, meşrutiyetin ilanı üzerine İstanbul’a dönmüştü. Babasının kurduğu matbaanın idaresini üstlenmiş, Tasvir-i Efkar’ı yayınlamıştı. Genç yaşında hastalanmış , tedavi için gittiği İsviçre’de hayata gözlerini yummuştu. Henüz kırk yaşındaydı. Oğlu Ziyad o sırada 10 yaşını sürüyordu.

Annesi de dönemin tanınmış kadın yazarlarındandı. Adı Hadiye Selimoğlu idi ama yazılarını Ruhsar Nevvare adıyla yayınlamıştı. Eseri oynanan ilk Türk kadın tiyatro yazarıydı. “Jön Türk” adlı piyesi Osmanlı Tiyatrosu’nda sahneye konulmuştu. Onun da ömrü kısa olmuştu. Otuz yaşındayken hayata veda etmişti. Ziyad Bey’in hafızasında annesi, sisler arasında kaybolmuş bir gölge gibiydi…

Tasfiyeler başlamış, kamptakileri Ruslar ısrarla istiyorlar. Bu İngiliz de ne yapsın. Türkleri tek çift olarak saydırıyor. Tekler ileri doğru üç adım atıyor, tek sayılanlar Ruslara teslim ediliyorlar. Bunlar götürülürken elleri ve ayakları bağlanıyorlar. Fakat yollarda taşlara kafalarını yerden yere vurmak suretiyle intihar ediyor bazıları. Çevreden olayı seyreden İtalyan halkı galeyana geliyor. Hücum eden İtalyanlara da ateş açılıyor. Bu arada yedi de İtalyan vatandaş ölüyor. Olay büyük bir insanlık dramıdır değil sayfalara ciltlere sığmaz…”

(Haber 7)

SULAK TOPRAKLARDA ÜMİTLER YEŞERİR

KANIN DÖKÜLDÜÐÜ TOPRAKLARDA İNSANLIK ÖLÜR

YAŞANMAZ BİR DÜNYA İÇİN TÜM VAHŞİLİÐİNİ GÖSTEREN İSRAİL'İ KINIYOR VE LANETLİYORUM

KAHROLSUN İSRAİL!!


#2 cipidi_cipidi_yuzen_balik

cipidi_cipidi_yuzen_balik

    Sadık bir ziyaretçidir

  • Dokunulmazlar
  • 1.445 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:genç....

Gönderim zamanı 07.07.2009 - 15:55

ilginç gerçekten....bilinmesi gerekir..tarafsız olabilen tüm tarih kitaplarına açığımdır...tarafsız bulunamıyorsa bütün tarafları dinlemek,bütün bakış açılarını harmanlayıp sağlam bi beyin fırtınasıyla süzmek lazım....bence iyi bir fikir bu....
Bana saygı gösterenin kuluyum..Göstermeyenin sultanı...
<º))))><><((((º>

#3 kılıç

kılıç

    Sadece KILIÇ...

  • Üyeler
  • 11.484 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:BAŞIMIZ DİK

Gönderim zamanı 08.07.2009 - 01:51

Tarafsız tarih zor bişey,tarih galiplere göre yazılır....
Bir gün daha geçti ve biz biraz daha yaklaştık;Bizden hiç uzak olmayan ölüme...





Benzer Konular Daralt

  Konu Forum Konuyu Açan İstatistikler Son Mesaj Bilgisi

0 kullanıcı bu konuya bakıyor

0 üye, 0 ziyaretçi, 0 gizli