İçerik değiştir



- - - - -

Gazeteci - Yazar Uğur Mumcu'nun Öldürülmesi


  • Yanıtlamak için giriş yapın
bu konuya 2 yanıt verildi

#1 AtamÇepni

AtamÇepni

    Türkiye Sevdalısı

  • Üyeler
  • 5.693 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:Atatürk'ün Ülkesi

Gönderim zamanı 25.01.2006 - 11:21


GAZETECİ - YAZAR UÐUR MUMCU'NUN ÖLDÜRÜLMESİ
VE MECLİS ARAŞTIRMA KOMİSYONU




Gazeteci-Yazar Uğur Mumcu'nun 24 Ocak 1993 tarihinde faili meçhul cinayete kurban gitmesi ile ilgili olarak bir grup CHP Milletvekili 7 Haziran 1996 tarihinde, "Uğur Mumcu cinayetinin açıklığa kavuşturulması amacıyla Meclis Araştırması açılması"nı istediler.

CHP Denizli Milletvekili Adnan Keskin ve 28 arkadaşının, "Uğur Mumcu Cinayetinin Açıklığa Kavuşturulması Amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergesi", TBMM Genel Kurulu'nun 14 Ocak 1997 tarihli birleşiminde görüşülerek kabul edildi.

Karar uyarınca oluşturulan Meclis Araştırma Komisyonu, çalışmalarını 4 Haziran 1997 tarihinde tamamladı ve raporunu Genel Kurul'da görüşülmek üzere TBMM Başkanlığına sundu.

Raporun sonuç bölümünde şu değerlendirmeye yer verildi:


Yüce Meclisin Sayın Üyeleri,
Uğur Mumcu, ülkemizin yetiştirdiği uluslararası düzeyde üne ve değere sahip, araştırmacı-yazar bir gazetecimizdir. Çoğulcu parlementer rejime, laik demokratik cumhuriyete hukukun üstünlüğü ilkesine yürekten inanan yılmaz bir demokrasi savunucusudur. Çok sevilen Mumcu’nun cenazesine katılan yüzbinler bunun kanıtıdır.

Bu soruşturma yapılırken, son yıllarda Mumcu’nun teşhir ettiği çevrelere bakmak gerçeğe ulaşmada, doğru bir çıkış noktası olacaktır. Bu konuda ölümünden sonra geliştirilen senaryolar da bu tezin üzerine bina edilmektedir.

Mumcu, laik-demokratik cumhuriyete inanıyordu, bunun için radikal islamcı örgütler; ülkenin bölünmez bütünlüğüne inanıyordu, bunun için bölücü örgütler; devletin içinde yuvalanan ve mafya diye adlandırılan uyuşturucu ve silah kaçakçılığı yapanlar ile çek-senet tahsilatına bulaşan odakları her gün teşhir ettiği için, bu tür organize suç örgütlerince öldürülmüş olabilir.

Daha farklı bir tez de, Mumcu’nun Türkiye’de oluşturulacak istikrarsızlıklardan çıkarı olan ülkeler ve bunların istihbarat örgütlerince öldürülmüş olabileceğidir.

Bütün bu tezler, nihayet birer iddiadan ibarettir.

Komisyonumuz, soruşturmanın bu çerçevede yeteri kadar genişletilmediği ve derinleştirilmediği kanaatindedir.

TBMM Genel Kurulu, raporu 23 Temmuz 1997 tarihinde görüştü.


:) :msn24: :msn24: :msn24:

AKP olmadan Dinimi,
MHP olmadan Ülkemi,
CHP olmadan ATATÜRK’Ü sevebilirim...

#2 AtamÇepni

AtamÇepni

    Türkiye Sevdalısı

  • Üyeler
  • 5.693 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:Atatürk'ün Ülkesi

Gönderim zamanı 25.01.2006 - 11:33

UÐUR MUMCU'YA SAYGI İLE...

--------------------------------------------------------------------------------

UNUTMADIK!

Gazeteci yazar Uğur Mumcu'nun, bombalı saldırı sonucu öldürülmesinin 7. yılı.
Mumcu ile ilgili olarak 24 Ocak 2000 tarihli gazetelerde yer alan haber ve yazılar şöyle:




24 Ocak 1993'te bombalı bir saldırıyla yitirdiğimiz yazarımız Uğur Mumcu'yu sevgi ve özlemle anıyoruz

Sözler tutulmadı
* 7 yılda 8 hükümet, 5 başbakan, 10 içişleri, 9 adalet bakanı, 5 savcı değişti, cinayet hâlâ meçhul. TBMM Uğur Mumcu Cinayetini Araştırma Komisyonu'nun soruşturmayı savsaklayanlar hakkında yaptığı suç duyurusu sonuçsuz kaldı. Failleri bulunamayan Mumcu'nun acısına Kışlalı'nın acısı eklendi.
ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) - Gazetemiz yazarı Uğur Mumcu 'nun katledilmesinin üzerinden geçen 7 yılda görev yapan 8 hükümet, 5 başbakan, 10 içişleri, 9 adalet bakanı, 5 savcı cinayeti aydınlatamadı. Suikastın gerçekleştirildiği 24 Ocak 1993'te devleti yöneten dönemin Başbakanı Süleyman Demirel , Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü ile İçişleri Bakanı İsmet Sezgin 'in verdiği ''namus sözleri ve onur borçları'' yerine getirilmedi.
24 Ocak 1993'te, arabasının vites kutusuyla bağlantısı kurulan ve infilak gücü yüksek C-4 plastik patlayıcısından oluşan harekete duyarlı bombanın patlaması üzerine Mumcu yaşamını yitirdi.

Geçen hafta içinde Tokat'ın Erbaa ilçesinde ihbar üzerine yapılan operasyonda, çok sayıda plastik patlayıcı, saniyeli fitil, fünye ve tuzaklama sistemleri ele geçirilirken Mumcu suikastıyla ilişkisi bulunamadı.

Suikast sonucu katledilen gazetemiz yazarı Uğur Mumcu cinayetinin aydınlatılması konusunda kayda değer bir gelişme sağlanamadı. Cinayetin ardından başlatılan soruşturmada bugüne kadarki tek gelişme, komisyona verdiği ifadede suikasta katıldığını itiraf eden ve kod adını ''Acar'' olarak açıklayan Abdullah Argun Çetin hakkında Ankara 1 No'lu DGM'de açılan dava oldu. Çetin'in akli dengesinin yerinde olup olmadığının belirlenmesi amacıyla adli tıpla mahkeme arasında yoğun bir yazışma trafiği yaşandı. Adli Tıp Kurumu Başkanlığı'nın mahkemeye geçen hafta gönderdiği raporda, ''sanığın suç sırasında ve halen ceza ehliyetini etkileyecek herhangi bir akıl hastalığı veya akıl zayıflığı bulunmadığı, ceza ehliyetinin tam olduğu'' belirtildi.

Çetin, ilk duruşmasında Pişmanlık Yasası'nın yürürlüğe girmesi durumunda önemli açıklamalarda bulunacağını söyledi. Ancak geçen hafta yapılan oturumda Çetin, yasadan yararlanmak istemediğini belirterek ifadesini değiştirdi.

DGM Savcısı Hamza Keleş , sanığın bomba eğitimi alıp almadığı konusunda iki ayrı rapor hazırlayan bilirkişinin dışında, Jandarma Genel Komutanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü'nde bomba uzmanı iki kişiden oluşan bilirkişilere, ''cıvalı fünyenin olayda kullanılıp kullanılmayacağı, böyle bir olayda bu fünyelerin ateşleyici olup olmadığı'' konusunda rapor hazırlatılmasını istedi. Mahkeme başkanı da bilirkişi sayısının en az 3 kişi olmasına karar vererek duruşmayı erteledi.

Failler 84 aydır meçhul
Mumcu'nun katledilmesinin ardından geçen 7 yılda 8 hükümet, 5 başbakan, 10 içişleri, 9 adalet bakanı, 5 savcı değişti. TBMM'de 3 komisyon suikast üzerinde çalıştı, ancak komisyon raporlarındaki öneriler göz ardı edildi. Mumcu'nun katledilmesinin ardından hükümet yetkilileri, ''faillerin bulunmasının onur sorunu, cinayeti aydınlatmanın namus borcu'' olduğunu söylediler, ancak suikastın 7. yılında da devlet ''namus borcunu'' ödemedi.
Dönemin İçişleri Bakanı İsmet Sezgin , suikasttan 2 ay sonra yaptığı açıklamada, İrfan Çağrıcı, Şefik Polat, Ekrem Baytap, Zübeyir Gümüş, Abdullah Yiğit ve Abdullah Çiftçi 'nin yakalanması durumunda cinayetin aydınlatılabileceğini açıkladı. Ekrem Baytap cinayetten 10 ay sonra gözaltına alınmasına karşın ifade vermedi. Baytap ile aynı operasyonda yakalanan şeriatçı terör örgütü İHÖ elemanları Ayhan Usta ile Mehmet Zeki Yıldırım 'ın suikastan 6 gün önce İstanbul'dan Ankara'ya getirildikleri otomobili teslim alan Zeki Deniz 'e emniyet tarafından otomobillerle ilgili soru sorulmadığı saptandı.

İHÖ militanlarından Kudbettin Gök , İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından ''tahrif edilen tutanaklar esas alınarak'' hazırlanan fezlekeye göre cinayetten bir gün önce 23 Ocak 1993'te gözaltına alındı. Tanık anlatımları ise emniyet fezlekesinin tersine Gök'ün 23 Ocak'ta Ankara'da olduğu yönünde gelişti.

Emniyet fezlekesine göre, İHÖ elemanları Mehmet Ali Şeker, Abdülaziz Ocakhanoğlu, Mehmet Şah Çınar, Mehmet Candirek, Yusuf Altun , aynı gün 23 Ocak 1993'te öğle saatlerinde Ayhan Usta, Serdar Altun, Fahrettin Baytap ve Adnan Günaydın akşam saatlerinde gözaltına alındı. 19. yasama döneminde kurulan TBMM Faili Meçhul Siyasi Cinayetler Araştırma Komisyonu'nca hazırlanan raporda, İHÖ militanlarının emniyette yapılan tutanak tahrifatı nedeniyle Mumcu suikastı ile ilgili olarak sorgulanmaktan kurtarıldıkları kaydedildi.

Raporda, 23 Ocak 1993'te yapılan bir operasyon sırasında tutulan tutanakta ''23 Ocak 1993'' olarak kaydedilen tarihin aslında cinayetten 3 gün sonraya rastlayan ''27 Ocak 1993'' olduğu saptamasına yer verildi.

Suikastın diğer bir kilit ismi olarak açıklanan İHÖ'nun ''genel emiri'' Mustafa Kayacan takma adlı İrfan Çağrıcı'nın yakalanması da soruşturmadaki kilitlenmeyi çözmedi. Çağrıcı, hakkındaki iddiaları reddetti.

Soruşturmayı ilk aşamada savcı olarak yürüten Ülkü Coşkun , ''Bu olayı devlet yapmıştır, siyasi iktidar isterse iş çözülür'' yolundaki sözleri üzerine uğradığı soruşturma sonucunda Adelet Bakanlığı'nın istemine karşın cezalandırılmadı.

Ankara 4. İdare Mahkemesi, Mumcu ailesinin, İçişleri Bakanlığı'na suikastta ''ağır hizmet kusuru'' bulunduğu gerekçesiyle açtığı maddi ve manevi tazminat davasında bakanlığı 5 milyar 55 milyon lira manevi tazminat ödemeye mahkûm etti.

TBMM'de kurulan Uğur Mumcu Cinayetini Araştırma Komisyonu, suikastın soruşturulması konusunda önemli bulgulara ulaştı. Soruşturmayı savsaklayanlar hakkında komisyonun yaptığı suç duyurusu sonuçsuz bırakıldı. Komisyon üyelerinden, eski CHP Ankara Milletvekili Eşref Erdem, suikastın aydınlatılmasını devlet içindeki kimi güçlerin engellediğini, bu engellerin ortadan kaldırılması durumunda katillerin yakalanabileceğini ve suikastın aydınlatılabileceğini söyledi.

Cinayetin işlendiği tarihin öncesi ve sonrasında birçok ihmal ve savsaklamaya dikkat çeken Erdem şunları söyledi:

''Yazdığı yazılar nedeniyle hedefte olmasına ve tehdit almasına karşın korunmadı. Soruşturmaya ışık tutabilecek bulgulara ulaşılmasını sağlayabilecek çalışma odası, bant ve bilgisayar disketleri incelenmedi. Evi ve gazetedeki telefonlarının ölümünden 2-3 ay önceki süreyi kapsayacak şekilde kimler tarafından arandığı belirlenmedi. Suikast öncesi ve sonrasında istihbarat zaafiyeti yaşandı.''

Erdem, komisyon üyesi olduğu dönemde, dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz 'ın yanıtlaması istemiyle verdiği soru önergesinde, Mumcu'yu koruma konusunda gerekli önlemleri almayan Ankara Valisi Erdoğan Şahinoğlu , soruşturmayı savsaklayan ve görev kusuru olan Ankara DGM Başsavcısı Nusret Demiral , savcı Ülkü coşkun ile Edirne Valisi Mehmet Canseven hakkında soruşturma yürütülüp yürütülmediğini sorduğunu, ancak yalnızca ''yürütülüyor'' diye geçiştirme yanıt aldığını anımsattı.

'Katilleri koruyanlar devlette'
Erdem, cinayetin üzerinden 7 yıl geçmesine karşın faillerin bulunamamasının tek nedenini ''Devlet içinde çöreklenmiş kimi görevlilere'' bağladı. Devlet içindeki bu güç odaklarınca katillerin korunup kollanmaması durumunda yakalanabileceğini ve suikastın aydınlatılabileceğini belirten Erdem, sorunun devlet içindeki güçlerden kaynaklandığını vurguladı. Uzun yıllar yok denilmesine karşın Batman'daki Hizbullah kampının ortaya çıkarıldığını anımsatan Erdem, Mumcu suikastında da aynı şeyin söz konusu olabileceğini, himaye edilmemiş olsalar yakalanabileceklerini kaydetti.
8 hükümet çözemedi
Süleyman Demirel 'in başbakanlığı döneminde 24 Ocak 1993'te meydana gelen suikastın ardından kurulan hükümetlerde Başbakan ve İçişleri ve Adalet Bakanı olarak görev yapan siyasetçiler şöyle:
49. hükümet: Başbakan Süleyman Demirel (30 Kasım 1991-5 Temmuz 1993)
İçişleri Bakanı İsmet Sezgin , Adalet Bakanı Seyfi Oktay .

50. hükümet: Başbakan Tansu Çiller (5 Temmuz 1993-2 Ekim 1995)
İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu, Nahit Menteşe. Adalet Bakanı Seyfi Oktay, Mehmet Moğoltay .

51. Hükümet: Başbakan Tansu Çiller (2 Ekim 1995-30 Ekim 1995)
İçişleri Bakanı Nahit Menteşe, Adalet Bakanı Bekir Sami Daçe .

52. hükümet: Başbakan Tansu Çiller (30 Ekim 1995-6 Mart 1996)
İçişleri Bakanı Teoman Ünüsan, Adalet Bakanı Firuz Çilingiroğlu .

53. hükümet: Başbakan Mesut Yılmaz (6 Mart 1996-28 Haziran 1996)
İçişleri Bakanı Ülkü Güney, Adalet Bakanı Mehmet Ağar .

54. hükümet: Başbakan Necmettin Erbakan (28 Haziran 1996-30 Haziran 1997).
İçişleri Bakanı Meral Akşener, Adalet Bakanı Şevket Kazan .

55. hükümet: Başbakan Mesut Yılmaz (30 Haziran 1997-11 Ocak 1999)
İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu, Kutlu Aktaş . Adalet Bakanı Oltan Sungurlu, Hasan Denizkurdu .

56. hükümet: Başbakan Bülent Ecevit (11 Ocak 1999-28 Mayıs 1999)
İçişleri Bakanı Kutlu Aktaş. Adalet Bakan Bakanı Hasan Denizkurdu.

57. hükümet: Başbakan Bülent Ecevit (28 Mayıs 1999-).
İçişleri Bakanı Sadettin Tantan . Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk.



--------------------------------------------------------------------------------



GÖZLEM

UÐUR MUMCU 26 Eylül 1992

Hizbulkontra!


Son günlerde Güneydoğu'da işlenen cinayetlerin arkasında kimler var? Bir sava göre ''Hizbullah''.

Bu savın sahipleri, Hizbullah örgütünün devlet tarafından desteklendiğini, bu cinayetlerin ''Kontrgerilla'' örgütünce planlandığını, ''Hizbullah'' adlı İslamcı örgütün bu amaçla kullanıldığını da ileri sürüp, bu örgüte ''Hizbulkontra'' adını takıyorlar.

''Hizbullah'' Şii kökenli bir terör örgütüdür. Sözcük anlamıyla ''Allah'ın Partisi'' demektir.

''Hizbullah'' , 1973 yılında İran'ın Kum kentinde Muhammed Gaffari tarafından kuruldu. Gaffari, Şah rejimi tarafından tutuklandı ve cezaevinde öldürüldü. Örgüt, Humeyni 'nin iktidara gelmesinden sonra Muhammed Gaffari'nin oğlu Hadi Gaffari tarafından yaşatıldı.

''Hizbullah'' , İran'da İslam Cumhuriyeti kurulduktan sonra kısa sürede 75 silahlı militana sahip bir örgüt haline geldi.

Aynı amaçlı bir başka örgüt ''Amal'' örgütüdür. Şii liderlerinden İmam Musa Sadr 'ın 1975 yılında Güney Lübnan'da kurduğu ''Amal'' örgütü, 1978 yılında Musa Sadr'ın Libya'da öldürülmesinden sonra ikiye ayrılmış, ''Amal'' örgütü Nebih Berri tarafından temsil edilirken, Hüseyin Musavi liderliğindeki ''İslami Amal'' Bekaa Vadisi'nde örgütlenmeye başlamıştı.

İktidara geldikten sonra komşu İslam ülkelerine ''devrim ihraç'' etmek isteyen Tahran rejimi, bir yandan büyük çaplı bir propaganda çalışmasına girişirken bir yandan da İran İslam Cumhuriyeti'nin emrindeki ''Hizbullah'' eliyle Ortadoğu ülkeleri ile Avrupa ve Türkiye'de Şah yanlılarına karşı eylemler düzenlemeye başlamıştı.

İran rejimi, ilk aşamada Irak'a ve daha sonra Türkiye'ye de devrim ihraç etmek istiyordu. Asıl amacı da Irak ve İran'daki Kürtleri denetimi altında tutmaktı.

Hizbullah, Türkiye'deki Kürtleri etkilemeye çalışıyordu.

Tahran'da ''Vezaret-i İrşadi İslami'' tarafından hazırlanan ''Kürdistan, Emperyalizm ve Bağımlı Gruplar'' başlıklı kitap Türkçe olarak yayımlandı.

Hizbullah ve öteki Şii örgütleri, Türkiye'de de örgütlendiler.

Güneydoğu'daki ''Hizbullah'' adlı örgüt, bu Şii örgütlerinin Türkiye'deki uzantısıdır.

Güneydoğu'daki Hizbullah, İslamcı Kürtlerden oluşur. ''Hizbullah'' ve ''Amal'' örgütleri ile aynı yolu izler, aynı yöntemleri kullanır.

PKK ise Marksist-Leninist ideolojiye dayandığını ileri sürer.

İslamcılıkla Marksist-Leninistlik nasıl bağdaşır?

Tabii ki bağdaşmaz.

PKK 15-26 Temmuz 1981 tarihleri arasında topladığı 1. Kongre'ye sunduğu raporda Marksist-Leninist ideolojiyi benimsediğini ve bu bağlamda şu stratejiyi uyguladığını açıklamıştı:

- Orta-Kuzey-Batı Kürdistan Devrimi proletarya önderliğindeki bir Milli Demokratik Devrim'dir. (Politik Rapor Weşanen Serxwebun, 1982, Köln, s: 92 ve 147)

1988 yılından sonra Tahran rejiminin PKK'ya Kuzey İran'da kamp yerleri vermesi üzerine PKK lideri Abdullah Öcalan , İran İslam Devrimi'ni öven demeçler vermeye başladı:

- Çünkü İran devrimi İslamı ilerici temelde kullanmış veya değerlendirmiş, devrimci ve antiemperyalist özünü ortaya çıkarabilmiş ve büyük etkinlik sağlamıştır. (Serxwebun, Kasım 1990, s: 19)

Öcalan, Almanya'da yayımlanan ''Din Sorununa Devrimci Yaklaşım'' adlı kitapta da şu görüşleri savundu:

- Bir İran deneyiminde olduğu gibi anti-emperyalist, radikal çıkış örneklerinden yararlanarak, bunların olumlu yönlerini kendi koşullarımıza göre değerlendirerek ve daha olumlu bir karşılık vererek sonuç alabiliriz. (Din Sorununa Devrimci Yaklaşım, Weşanen Serxwebun, 1991, Köln, 119)

Marksist-Leninist olduğunu ileri süren PKK'nın din silahına el atması ters tepki yaratmış ve PKK'nın bu yeni stratejisi herhalde ''Hizbullah'' örgütünü ve İslamcı Kürtleri harekete geçirmiştir.

''Kürt Hizbullahı'' özellikle son bir yıldır PKK'ya karşı saldırılar düzenliyor.

Bu saldırılar, devlet içindeki örgütler, örneğin ''Kontrgerilla'' olarak bilinen eski adı ''Özel Harp Dairesi'' tarafından destekleniyor mu?

Bunu, bugün için bilmeye ve yazılı belgeye dayanarak kanıtlamaya olanak yoktur.

Bazı devlet görevlileri ile bu tür örgütler arasında hiyerarşik düzen içinde ve emir- komuta ile değil, 12 Eylül öncesinde kanıtlandığı gibi bireysel ilişkiler de kurulabilir.

12 Eylül öncesinde kurulan bu ilişkilerin bir kısmı yazılı belgelere dayanılarak kanıtlanmış ve ilişkiler bu köşede yayımlanmıştı. Ancak bu ilişkilerin devletin hangi tepe noktasına kadar ulaştığı ise bir türlü anlaşılamamıştı.

Bugün, hükümetin başta Musa Anter cinayeti olmak üzere bölgede işlenen bütün cinayetleri tek tek aydınlatması gerekir.

Bu cinayetler aydınlanmaz ve bu saldırılar da böyle sürüp giderse devlet, haklı ya da haksız, yanlış ya da doğru bu tür suçlamalardan kurtulamaz.



--------------------------------------------------------------------------------


CUMHURİYET GAZETESİ'NİN
BAŞYAZISI
7'nci Yıl...

Uğur Mumcu' yu yedi yıl önce bugün yitirdik; zamanın ne kadar hızla geçtiğine şaşarak, arkadaşımızı özlemle anıyoruz.

Aradan geçen yedi yılda ne yazık ki Mumcu'nun katili ya da katilleri bulunamadı; üstelik yeni faili meçhul cinayetler işlendi.

Üç ay önce yazarımız Ahmet Taner Kışlalı' nın Uğur'a benzer biçimde bombalı bir suikasta kurban gitmesi, bizi yeniden acılara boğdu.

**

Mumcu'nun öldürülmesinden bu yana geçen yedi yıl, ülkemiz hesabına karanlık olaylarla dolu bir takvim oluşturuyor.

Oysa aydınlığa her zamankinden daha çok gerek var. Türkiye, önünü görebilmek için karanlığa yuvalanmış ölüm örgütlerini ortaya çıkarmak, alçakça cinayetlerin faillerini bulmak zorundadır; bu yolda atılan adımları kamuoyu desteklemektedir.

Son günlerde sergilenen Hizbullah örgütünün vahşeti, toplumu büsbütün irkiltmiş, dehşete düşürmüştür.

Hizbullah'a terör örgütü demeye de insanın dili varmıyor; ortaçağ karanlığının günümüzdeki ölüm, işkence ve engizisyon çarkı, Türkiye'nin nerelere geldiğini ve hangi tehlikeler karşısında bulunduğunu açıkça gösteriyor.

Uğur Mumcu bu tehlikeleri yedi yıl öncesinden haber vererek toplumu uyarmış, gazetecilik görevini tam anlamında yapmıştı.

**

Uğur Mumcu'yu öldüren cinayetin üzerine kapatılan örtü kaldırılmadan, geleceğe güvenle bakmak olanaksızdır.

Çünkü bu cinayet tek değildir; geçmişten geleceğe uzanan bir zincirin halkaları gibi birbirine bağlı öldürümlerin en çarpıcı olanıdır; hiç kimse Mumcu ile Kışlalı suikastları arasında bir bağ olmadığını söyleyemez; yarın öbür gün bu yolda yeni kanlı olayların yaşanmayacağını ileri süremez.

Soru:

Ülkemizi bir vakitler yöneten egemen güçler katillerle şu ya da bu biçimde işbirliği içinde olmasalardı, bunca cinayetin failleri meçhul kalabilir miydi?..

Dileriz ki ülkemiz 28 Şubat'la girdiği yeni dönemde bir çözüme ulaşsın; geçmişin faili meçhul cinayetlerini aydınlatarak hukuk devletine doğru yürüdüğümüzü iç ve dış dünyadaki kamuoyu karşısında kanıtlasın!..

CUMHURİYET



--------------------------------------------------------------------------------


Uğur Mumcu Araştırma Komisyonu Başkanı Ersönmez Yarbay'dan suçlama

'Deliller karartılmış'
'Soruşturma savsaklandı'
'Devlet töhmet altında' Gazetemiz yazarı Uğur Mumcu cinayetini araştırmak üzere TBMM'de geçen dönem kurulan araştırma komisyonunun başkanlığını yapan Ersönmez Yarbay, cinayetle ilgili soruşturmanın savsaklandığı ve delillerin karartıldığı sonucuna vardıklarını söyledi. FP'li eski milletvekili Yarbay, ''Bütün devlet kurumları ve o dönemden bugüne görev yapan hükümetler töhmet altında'' dedi. Yarbay, komisyonun elde ettiği bilgiler ışığında bazı kamu görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunduklarına, ancak hiçbir işlem yapılmadığına dikkat çekti.
Suç duyuruları dikkate alınmadı Yarbay, hazırladıkları raporun hiçbir kurum tarafından dikkate alınmadığını söyledi. Komisyon çalışmaları sırasında ve sonrasında ortaya çıkan pek çok sorunun yanıtsız kaldığını belirten Yarbay, bütün komisyon üyelerinin soruşturmanın savsaklandığı noktasında görüş birliğine vardıklarını anımsattı.Yarbay, içişleri ve milli savunma bakanlıkları ile Başbakanlık'ta görev yapmış olan bazı kişiler hakkında suç duyurusunda bulunduklarını, ancak bugüne kadar hiçbir işlem yapılmadığını kaydetti.

SEBAHAT KARAKOYUN

ANKARA - Gazetemiz yazarı Uğur Mumcu 'ya yönelik suikastı araştırmak üzere TBMM'de geçen dönem kurulan araştırma komisyonunun başkanlığını yapan Ersönmez Yarbay , cinayetle ilgili soruşturmanın savsaklandığı ve delillerin karartıldığı sonucuna vardıklarını söyledi. Yarbay, ''Bütün devlet kurumları ve o dönemden bugüne görev yapan hükümetler töhmet altında'' dedi.

Eski FP milletvekili ve Uğur Mumcu Cinayetini Araştırma Komisyonu Başkanı Ersönmez Yarbay, hazırladıkları raporun hiçbir kurum tarafından dikkate alınmadığını söyledi. Komisyon çalışmaları sırasında ve sonrasında ortaya çıkan pek çok soru işaretinin yanıtsız kaldığını belirten Yarbay, bütün komisyon üyelerinin soruşturmanın savsaklandığı noktasında görüş birliğine vardıklarını anımsattı. İçişleri ve milli savunma bakanlıkları ile Başbakanlık'ta görev yapmış olan bazı kişiler hakkında suç duyurusunda bulunduklarını, ancak bugüne kadar hiçbir işlem yapılmadığını kaydeden Yarbay, ''Ben o dönemde bu cinayetle ilgili olarak soruşturma komisyonuna gerek olmadığı tezini savunmuştum. Ancak şimdi daha geniş yetkilere sahip olacağı için mutlaka bir soruşturma komisyonu kurulması gerektiğini düşünüyorum'' dedi.

Cinayetin ardından yürütülen soruşturmanın savsaklandığı ve delillerin karartıldığını savunan Yarbay, ''Böyle bir olayın ardından ilk incelemenin telefon kayıtlarından başlatılması gerekirken bu yapılmamış. Daha sonra girişimde bulunulduğunda Telekom, kayıtların yalnızca 6 ay saklandığını ve daha sonra imha edildiğini bildirmiş . Olayın en yakın tanıklarından birisi olan Mumcu'nun eşinin ifadesi 35-40 gün sonra alınmıştır. Evin yakınında 24 saat açık bir taksi durağı var. Durakta görev yapan şoförlerin ifadeleri de 3-4 gün sonra alınmış'' diye konuştu.

Yarbay, Mumcu cinayetinin aydınlatılamamış olmasından, tüm siyasi parti liderlerinin sorumluluğu bulunduğunu savundu.



--------------------------------------------------------------------------------


Terör, 10 yılda 7 aydını katletti

ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) - Terör örgütleri son 10 yılda 7 aydını katletti. Faili meçhul suikastlar sonucu yaşamını yitiren gazeteci-yazar Çetin Emeç ile yazar Turan Dursun 'u, İran istihbaratının Türkiye'de kurduğu karşı istihbarat örgütü İslami Hareket Örgütü'nün (İHÖ) öldürdüğünün belirlenmesine karşın katillerin yakalanmasında bir aşama kaydedilemedi. Milli petrol davasının savunucularından, ADD'nin Kurucu Genel Başkanı Prof. Dr. Muammer Aksoy 'un 1990 yılında katledilmesinin ardından, 6 aydın daha terörist saldırılar sonucu yaşamını yitirdi. 1990 yılından bugüne kadar cinayetlerle düşünceleri susturulmaya çalışılan gazeteci aydınlar şöyle:

Prof. Muammer Aksoy: 31 Ocak 1990 tarihinde Bahçelievler semtindeki evine girerken teröristlerin açtıkları ateş sonucu yaşamını yitirdi. Eylemi İslami Hareket ve İslami İntikam adlı, o güne kadar adları duyulmamış örgütler üstlendi.

Çetin Emeç: Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni. 7 Mart 1990 tarihinde İstanbul'un Kadıköy semtinde oturduğu apartmanın önünde 2 teröristin saldırısı sonucu, şoförü Sinan Ercan ile birlikte yaşamını yitirdi.

Turan Dursun : 4 Eylül 1990 tarihinde İstanbul-Üsküdar Koşuyolu Tophane Caddesi üzerinde teröristlerin saldırısı sonucu öldürüldü. 1996 yılında İstanbul'da İslami Hareket Örgütü'ne yönelik operasyonlar sonucunda eylemi bu örgütün işlediği ortaya çıkarıldı.

Doç. Bahriye Üçok : 6 Ekim 1990 tarihinde Ankara Gaziosmanpaşa semtindeki evine kargoyla gönderilen bombalı bir paketi açması üzerine meydana gelen patlama sonucunda yaşamını yitirdi.

Musa Anter : Özgür Gündem gazetesi yazarı, 1992'de Diyarbakır'da öldürüldü.

Onat Kutlar : 30 Aralık 1994'te gittiği The Marmara Oteli'nin girişindeki kafede otururken terör örgütü üyelerince buraya daha önceden yerleştirilen bombanın patlaması sonucu yaşamını yitirdi. Aynı saldırıda Yasemin Cebenoyan adlı bir yurttaş da yaşamını yitirdi.

Prof. Ahmet Taner Kışlalı : 21 Ekim 1999'da arabasına yerleştirilen bombanın patlaması sonucu yaşamını yitirdi.



--------------------------------------------------------------------------------


24 Ocak ve Uğur Mumcu
Prof. Dr. R. Kâzım TÜRKERAÜ Tıp Fak. Em. Öğr. Üy., ADD ve TÜBA Üyesi, YÖK Baş. Danışmanı
İğrenç, planlı düzenlenmiş (organize) bir suikast ile genç yaşta aramızdan ayrılan Uğur Mumcu 'nun şehit olması üzerinden tam 7 yıl geçti. Zamanın yetkilileri bu menfur cinayetin kısa zamanda aydınlatılacağına ilişkin namus sözü vermişlerdi. Ne var ki şu ana kadar bu cinayeti planlayanlar ve bizzat işleyenler hakkında en ufak bir ipucu elde edilmiş değildir.
Her yıldönümünde çok sayıda vatandaşın, kendi adı ile anılan sokakta toplanıp Uğur Mumcu için acılarını tazeleyerek gözyaşı akıtmaları, üzerinde dikkatle durulması gereken bir konudur.

O, milyonları peşinde sürükleyen bir liderdir. Uğur'a bu sıfatı vermemizin haklı nedenleri vardır. O, dürüst, yürekli, Atatürk ilke ve devrimleri ve laik cumhuriyetin yılmaz savunucusu, bir cumhuriyet çocuğuydu. Uğur, yüce Atatürk'ün Türk gençliğine öğütlerini yılmadan ve kimseden çekinmeden gerçekleştirmeye çalışmıştır. Kalemini kimsenin hatırı için kullanmamış, sadece nesnel (objektif) belgeleri inceleyerek yazmış, halkı ve özellikle ülkemizi yöneten yetkilileri uyarmış ve bu görevini büyük bir başarı ile yaşamının sonuna değin sürdürmüştür. Türkiye'nin sosyal ve siyasal durumunu onun kadar başarı ile değerlendiren bir başka araştırıcı kolay kolay yetiştirilemez. Kitapları ve köşe yazıları ile ülke gerçeklerini, bugünkü durumunu yıllar öncesinde dile getirmiştir. Böylesi başarılarla dolu yaşamı onu halk nazarında bir kahraman yapmıştır. Tüm bu niteliklerine bir de dürüstlüğü ve gözüpekliği eklenince, bir lider olmuştur.

Ülkemize yaptığı hizmetler dikkate alındığında yıllar geçtikçe Uğur ile ilgili iki olayı yadırgamaktayım. Bunlardan biri, henüz bu korkunç cinayeti işleyen ya da işletenler hakkında en ufak bir gelişme olmaması; ikincisi ise hiçbir yetkilinin 24 Ocak'larda onun adını ağızlarına almamaları, bu büyük Atatürk evladını birkaç sözcükle anmamalarıdır.

Yetkililer, bu ülkenin daha kaç evladını bu şekilde yitirmesine seyirci kalacaklar? Siyasiler için 24 Ocak, dillerden düşüremedikleri bir seri ekonomik kararların alındığı, ülke ekonomisi açısından pek de önemli bir tarihtir. Oysa bir kısım yetkilinin ve medyanın, ülkenin tanınmış ekonomistlerinin görüşlerine göre bu ''paket'' pek başarılı olmamıştır. Uğur Mumcu'nun bu ülkeye yaptığı hizmetler dikkate alınarak hiç olmazsa 24 Ocak'larda bu tarihi, başarısız olan ekonomik kararların alındığı gün olarak anarken, yetkililerin ülkemiz için yeri doldurulmaz bir aydınının menfur bir suikasta kurban gittiğini ve onun ülkemiz için yaptığı hizmetleri hatırlamalarını beklemek milyonlarca insanın hakkıdır.

Sevgili Uğur, seni aramızdan genç yaşında alan sürüngenlerin bir gün yakayı ele vereceklerine inanmak istiyorum. Senin ve senden önce ve sonra faili meçhul suikastlara kurban giden dostların dosyalarının faili meçhuller arasında durmasına gönlüm razı olmuyor.

Her geçen gün seni daha fazla özlüyorum.



--------------------------------------------------------------------------------


ANKARA PAZARI - YAKUP KEPENEK

Bugün '24 Ocak'

Bugün 24 Ocak; ünlü kararların 20. yıldönümüdür. 24 Ocak 1980'de başlayan uygulamalarla Türkiye, ekonomik, siyasal ve toplumsal olarak çok büyük bir değişikliğe sürüklendi; yepyeni bir yola sokuldu.

24 Ocak sürecini nesnel bir biçimde değerlendirme olanağı var mı? Kanımızca olmalı.

***

24 Ocak; ekonomide, özetle, piyasa serbestisinin egemen olmasını öngörüyordu. Devlet, üretim sektörlerine yatırım yapmamalı; elindeki sanayi girişimlerini özelleştirme ile elden çıkarmalı; ekonomi dış rekabete açılmalı ve yatırımları özel sektör yapmalıydı. 24 Ocak, özellikle iki konuda, döviz kuru ve faiz oranı konularında fiyatların serbest piyasa koşullarında oluşmasını amaçlıyordu.

24 Ocak'ın hemen öncesinde 1979 sonunda döviz kuruna göre bir doların fiyatı 35 liraydı; yıllık enflasyon oranı yüzde 65.5'ti ve dış borçlar 16 milyar dolar dolayındaydı. Dolaşımdaki para miktarı da 200 milyar lira dolayındaydı. Bu sayılar, yirmi yıl sonra yani bugün sırasıyla şöyledir: Bir dolar 550 bin TL, enflasyon oranı yıllık yüzde 68.8 ve dış borçlar 100 milyar dolar. Dolaşımdaki para da iki katrilyon lira dolayındadır.

Parasal açıdan 24 Ocak'ın sağladığı olumlu sonuç, ekonominin en azından şimdilik döviz sıkıntısı çekmemesidir. Bunu sağlayan da önceleri hayali ağırlıklı dışsatıma verilen olağanüstü parasal desteklerdi; sonraları da yüzde 40'lara ulaşan reel faiz için ülkeye gelen yabancı sıcak paradır. Ekonominin yönetimi tümüyle IMF'ye bırakılmıştır. 1980 öncesinin tersine ekonominin büyümesinden korkan bir anlayış egemen olmuştur. Ekonomik büyüme oranının aşırı inişli-çıkışlı eğilimlerinden de kolayca görülebileceği gibi, ekonominin temeli olan tarım, madencilik ve sanayi gibi üretim kimi hizmet sektörleri, istikrarlı ya da kararlı bir gelişmeden çok uzaktır. Ulusal gelirden tasarruflara ve buradan sabit sermaye yatırımlarına ayrılan pay artmamaktadır. Toplam vergilerin içinde en haksız vergi türü olan dolaylı vergilerin payı arttırılmış, bütçenin yarıya yakını faiz ödemelerine ayrılır olmuştur; tarım sahipsiz bırakılmış; kamu ekonomik kuruluşları çökertilmiş ve özelleştirme yağmalamaya dönüştürülmüştür. Yoksulluk ve işsizlik artmıştır. En yüksek ve düşük gelirler arasındaki açıklık uçuruma dönüşmüştür .

***

24 Ocak'ın bir de siyasal boyutu var. 24 Ocak'ın siyasal tamamlayıcısı 12 Eylül 1980 sonrasının baskıcı karanlığıdır. Baskıcı anayasası ve öbür yasaları; zorunlu din dersleri; dinci ve ırkçı terörü beslemesi; düşünceleri nedeniyle insanları öldürmeleri ve hapisleri; siyasal partiler, sendikalar ve dernekler üzerindeki yumruğu ve nedensiz işten çıkarmalarıyla 12 Eylül karanlığı, 24 Ocak'ın bağlı siyasal ikizidir; 12 Eylül olmasaydı 24 Ocak bu ölçüde yıkıcı olmazdı.

***

Bunlar da 24 Ocak sonrasını açıklamada yetersiz kalıyor. 24 Ocak asıl yıkımını, ekonomi ve siyaset dışı alanlarda yaptı; toplumsal dokuyu parçaladı. Bu dönemle birlikte, toplumsal değer ölçüleri olan, doğruluk, dürüstlük ve ahlak iyice çöktü; tüm bu kavramlar parasallaştı . Eğitim, sağlık, sanatsal ve kültürel etkinlikler paraya dönüştürülmekte ve yalnızca parası olanların erişebildikleri bir duruma getirilmiş bulunmaktadır. Daha da kötüsü, parasallaşmanın azgelişmiş beyinlere iyice kazınmasıdır .Toplumu oluşturan bireylerin birbirine güveni kalmamış, yardımlaşma ve dayanışma duyguları yok edilmiştir.

Toplumsal dokunun parçalanması bunlarla sınırlı kalmıyor; 1980 sonrasında kamu bürokrasisi darmadağın edilmiş, rüşvet , yolsuzluk ve giderek hırsızlık olağan karşılanır olmuş; Türkiye'yi düzeltmek üzere yurtdışından devşirilen prensler ya da dünyadaki yaygın adlarıyla Şikago çocukları bu süreci daha da hızlandırmışlar ve boyutlarını büyütmüşlerdir.

Anayasa daha demokratik bir yapıya kavuşturulabilir, devlet yapısına etkinlik kazandırılabilir; ancak toplumsal değerlerin yeniden egemen kılınmasının hiç de kolay olmayacağı bilinmelidir.

***

24 Ocak bu köşeye sığdırılamayacak ölçüde yıkımla uygulandı. Bu derece yıkıma yol açmadan uygulanamaz mıydı? Bu soruya olumlu yanıt verilebilir. Yıllar sonra bu noktaların anımsanması ise özellikle gerekiyor. Çünkü, toplumsal gelişme yalnız ve ancak birikimle, bellekle ve gerektiğinde geçmişle soğukkanlı bir hesaplaşma ile sağlıklı bir çizgide sürdürülebilinir.

***

İçinde bulunduğumuz günler, her türlü sömürüye karşı çıkan ya da aydınlanmacı kimi düşünürlerin doğum ya da ölüm günleriydi. Nâzım Hikmet 'in 98. doğum günüydü; Abdi İpekçi, Muammer Aksoy, Uğur Mumcu ve Rosa Luxemburg 'un da öldürüldükleri günlerdi. İnsanlığın onuru , 24 Ocak'ın küçüklerinin ve onların sadık izleyicilerinin yaptıklarıyla değil, burada adı yazılanların ve benzeri insanların büyük katkılarıyla yükseliyor.


(Cumhuriyet Gazetesi internet sitesinden alınmıştır.)
(24.1.2000)

AKP olmadan Dinimi,
MHP olmadan Ülkemi,
CHP olmadan ATATÜRK’Ü sevebilirim...

#3 okan_yuksel

okan_yuksel

    Hiç gelmiyor desek yeridir

  • Üyeler
  • 85 Mesaj
  • Konum:Memur

Gönderim zamanı 28.01.2006 - 16:34

Uğur Mumcu'yu unutmadık, unutmayacağız, unutturmayacağız!!!
Dünyanın,bir öküzün boynuzları üzerinde durduğu bir yalandır ama buna inanan öküzlerin olduğu doğrudur!!!





Benzer Konular Daralt

  Konu Forum Konuyu Açan İstatistikler Son Mesaj Bilgisi

1 kullanıcı bu konuya bakıyor

0 üye, 1 ziyaretçi, 0 gizli