İçerik değiştir



- - - - -

Sobele Ey Hayat


  • Yanıtlamak için giriş yapın
bu konuya 4 yanıt verildi

#1 GökceN

GökceN

    Onun için takıntı haline geldik

  • Üyeler
  • 2.389 Mesaj

Gönderim zamanı 30.11.2008 - 16:53


Gönderilen Resim
Gönderilen Resim
Sobele ey hayat!!!


Küçüklüğümüzde oynadığımız oyunları anımsıyorum.
Gözümüzü açar açmaz çocukluğumuz
kaçacakmışçasına kendimizi sokağa atışımız
ve okunan akşam ezanının verdiği o inanılmaz sancı.
Annemizin bizi çağıracağı saati bile bile sonuna kadar direnip,
biraz daha fazla süre için yalvarışlarımız...
Bir de oyunlarımız vardı,
ileride hayatın peşisıra koşacağımızı bilmeden oynadığımız kovalamaçlar, ileride canımız yandığında
yedek bir can alamayacağımızdan habersiz can oyunları,
seksekler, köşe kapmacalar...
Ve günü akşama teslim ederken oynadığımız sobe oyunu,
en vazgeçilmez oyunlarımızdı...
Belki de bu oyunların en çok özlenen yanı
kaybettiğimizde yeniden başlamak haklarımızdı.
Aynı oyunda defalarca yenilsek de
umrumuzda olmadan başlardık yeniden ve
kimse bizimle dalga geçmezdi.
Oyunlara yorulsak da devam ederdik.
Ve en çok sıkıldığımız anlarda yapardık mızıkçılık,
tıpkı şu an yaptığımız gibi. Küserdik mızıkçılık yapanlara.
Sonra dayanamazdık, dakikalar dolmadan
en masum halimizle unutuverir, oyunlara dalardık.
Öfkemizi saçımızın sıvazlanmasıyla ya da
bir tane şekerle takas ederdik.
Ve çoğu defa oyunun en heyacanlı yerinde düşerdik.
Dizlerimiz kanayıp, avuçlarımız yanarken bütün gücümüzle,
hıçkıra hıçkıra ağlayabilirdik.
Çevredeki insanlar ne der diye düşünmeden, gözyaşlarımızı saklamadan, acımızdan utanmadan,
unutana kadar yaramızı ağlardık.
Ve bize sormazlardı niye ağlıyorsun diye.
Yani hep bir yanımız özgürdü.
Ve bizse gözlerimizdeki yaşlar kurumadan
kendimizi oyunun içinde bulurduk yeniden.
Okunan ezan ve bir daha oynamayacakmış gibi
ağlaya ağlaya eve dönmemiz ve 10 dk fazla zamanı
akşam yemeklerine tercih edişlerimiz..
Günün yorgunluğunu ise mızıkçılık yaparcasına
hemen daldığımız uykular eleverirdi.

Peki ne değişti şimdi? Çocukluğumuzu,
en masum hallerimizi sobe oynarken saklandığımız yerlerde mi unuttuk, yoksa kovalamaç oynarken mi düşürüp kaybettik?
Ama ben hep bir yanımızın çocuk kaldığını ve
sadece oynadığımız oyunların ciddileştiğini düşündüm.
Sadece hayat bize defalarca şans vermedi ve
mızıkçılık yapıldığında unutup her şeyi devam edemedik
kaldığımız yerden..
Ya da öfkelerimizi bırak şekeri,
kocaman sevgilerle bile takas edemez olduk ve
ağlayamadık çocukluğumuzdaki gibi doyasıya,
geceleri o kadar kolay ve huzurlu uyuyamadık.
Ve en önemlisi yaralarımız iyileşmeden başlayamadık
yeni oyunlara ve yüreklerimizi sığdıramadık yüreklerimize..
Velhasıl kaçamadık hayatın geç kalınmışlıklarından,
masumiyetimizi çoktan geçmişimize teslim edip, büyüdük.
Kalamadık eskisi gibi.. Kendimizi saklarken herkesten, saklayamadık en güzel yanımızı...

Şimdi mızıkçılık yapıyorum son defa....Ve oynamıyorum ben..

Sobele ey hayat!! sobele bekliyorum!!

alıntı
Akıllı adam aklını kullanır. Daha akıllı adam başkalarının da aklını kullanır.
Bernard Shaw

#2 GökceN

GökceN

    Onun için takıntı haline geldik

  • Üyeler
  • 2.389 Mesaj

Gönderim zamanı 02.12.2008 - 12:24

--------------------------------------------------------------------------------
“Dikkat ediniz ki, insanın cesedinde bir et parçası vardır.
O et parçası sâlih oldukça bütün vücuddaki âzâlar sağlam olur.
Eğer o fâsid olursa bütün cesed bozulur.
O et parçası kalptir.”
(Hadîs-i Şerif)

Kalbine iyi bak sevgili sûfî… Mevlânâ’nın Uzak dediğin yer ancak bir karış diyerek adres verdiği kalbine… Aşk’ın Hüsn için nice basamaklardan geçip, nice engelleri aştığı kalp ülkesine… Sadef içinde inci gibi parlayan kalbine… Öyle iyi bak ve öyle iyi gör ki; himmetle inen ve hikmetle süslenen aşkın senden aşkın bir hâl alsın. Taşkınlarca sevgilinin diyârına ulaşsın. Korkma… Âşık ve mâşuk arasında öyle bir yol vardır ki, içinden geçen bütün cümleler hurûfî bir edayla tek tek ulaşır muhatabına. Kalpten kalbe yol vardır. Çünkü Fi’l kalbi mine’l kalbi ile’l kalbi sebîlâ…

Kalbine iyi bak sevgili sûfî… Kalp ki maddeden öte mânâ, dikenden öte gül-i rânâ… Sula sevgili sûfî, sula. Kan nehirleri arasında kalan kalp vadisini istek, aşk, marifet, istiğna, tevhid, hayret ve yoklukla sula. Sonrası bekâ… Sonrası sıla… Kalbin ki, bütün yolların kaynağı ve bütün yolların son durağı. Cânânı aramak için kalbinden çıktığın bu yolda varacağın yer yine kalbin aynası… Çünkü ey sevgili sûfî… Seven ve sevilen birbirinin aynısı. Mevlânâ boşuna söylemedi ya: Gönül, kemâlinden bir iz bulunca; can, canı içinde seni buldu. Mevlânâ mıydı bulan, yoksa Şems-i Tebrizî miydi arayan? Aranmakla bulunmuyorsa, ancak bulanlar arayanlarsa neydi bu ikiz ruhları karşılaştıran? İki bedeni tek ruha, iki kalbi tek aşka bağlayan zincirin adı neydi? Dil, muhabbet dese de bütün dillerden yüce, bütün dillerden öte bir şeydi. Lisân-ı hâl bile bu muhabbetin sırrını çözmeye yeterli değildi. Aynı anda fikretmek, aynı anda hissetmek ve aynı anda zikretmek… Kalpten kalbe giden yolu sözden öze dökülen bir sohbetle, gözden gönüle akan bir ateşle beslemek… Doyumsuz bir ateşle beslenmek… Ve Aşkî’nin kaleminden:

İftirâk-ı sohbet-i cânâna doymaz gönlümüz
İhtirâk-ı âteş-i hicrâna doymaz gönlümüz

Kalp kalbin diğer yarısı ve bundandır ki kalp kalbe karşı… Çünkü üç harfe ve beş noktaya gizlenen bir lugat var arada. Çünkü Fi’l kalbi mine’l kalbi ile’l kalbi sebîlâ…

Kalbine iyi bak sevgili sûfî… Çağlar öncesinden devraldığın ve çağlar ötesine sakladığın, her yanını aşkla donattığın kalbine… O kalp ki mücellâ, o kalp ki müstesnâ… Sen değil miydin, Bende Mecnûn’dan füzûn âşıklık istidâdı var, diyen? Âşık-ı sâdık isen, kalbine iyi bak sevgili sûfî… Hikmeti gör. Gör… Aşk odu evvel düşer ma’şûka andan âşıka diyor Fuzûlî. Bil ki, pervanenin kül olması için ilkin mumun alev alması gerekli. Yanan kim, Mevlânâ mı Şems mi? Aşk dâvâsında sen, ben ne fark eder ki? Âşık gelmiş, mâşuk gitmiş ne fark eder ki? Üzerine bastığın toprak aynı ise, geçtiğin yollar aynı ise yan yana durmak şart mıdır vuslat ânında? Kavuşmak, bedenen değil kalben bir olmaktır aslında. Çünkü Fi’l kalbi mine’l kalbi ile’l kalbi sebîlâ…

Kalbine iyi bak sevgili sûfî… Gülden bülbüle uzanan bir dal varsa, mâşuktan âşığa uzanan bir kol varsa kalpten de kalbe giden bir yol vardır. Bu yolda lisân-ı hâlle örülmüş bir muhabbet vardır. Kalbine iyi bak ey sevgili sûfî!.. Kalbini noktalara sakla. Bil ki, bu yolda hükümdar… Hükümdar bile (Muradî) ancak ve ancak bir nokta kadardır:

Elbette bu hâlimden o yârin haberi var
Fi’l kalbi mine’l kalbi ile’l kalbi sebîlâ

Berceste Dergisi-Senem Gezeroğlu

Akıllı adam aklını kullanır. Daha akıllı adam başkalarının da aklını kullanır.
Bernard Shaw

#3 Eylül

Eylül

    Harabenin Meleği

  • Dokunulmazlar
  • 10.820 Mesaj

Gönderim zamanı 02.12.2008 - 12:33

Sobele hayat çok güzelmiş emeğine sağlık.
EÐER ÇEKMEZSEN GÜLÜN NAZINI NE DİKENE DOKUN NE GÜLÜ İNCİT

#4 kılıç

kılıç

    Sadece KILIÇ...

  • Üyeler
  • 11.484 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:BAŞIMIZ DİK

Gönderim zamanı 02.12.2008 - 13:21

Emeğine sağlık...
Bir gün daha geçti ve biz biraz daha yaklaştık;Bizden hiç uzak olmayan ölüme...

#5 GökceN

GökceN

    Onun için takıntı haline geldik

  • Üyeler
  • 2.389 Mesaj

Gönderim zamanı 03.12.2008 - 01:30

teşekkurler eylul ve kılıç beğenmenızesevındım.
Akıllı adam aklını kullanır. Daha akıllı adam başkalarının da aklını kullanır.
Bernard Shaw





Benzer Konular Daralt

  Konu Forum Konuyu Açan İstatistikler Son Mesaj Bilgisi

1 kullanıcı bu konuya bakıyor

0 üye, 1 ziyaretçi, 0 gizli