İçerik değiştir



Özkan Yalçın


  • Yanıtlamak için giriş yapın
bu konuya 10 yanıt verildi

#1 Eylül

Eylül

    Harabenin Meleği

  • Dokunulmazlar
  • 10.820 Mesaj

Gönderim zamanı 12.11.2007 - 21:55


Özkan Yalçın



20 Mayıs 1949'da Sivas'ın Gürün ilçesinde doğdu. Babası berber Turgut, annesi ev hanımı Mahire'dir.

Çocukluk günleri oldukça çileli geçen Özkan Yalçın, ilkokulu Gürün'de, ortaokulu Sivas'ta okudu. Daha sonra Malatya Bölge Ziraat Okulunu bitirdi. Gürün'de ziraat teknisyeni olarak göreve başladı. 1967-1971 yılları arasında bu görevi yürüten Yalçın, 1971'de Bursa Eğitim Enstitüsü Türkçe bölümüne girdi. 1974'te mezun oldu. Baykan'a atandı. Ancak orada göreve başlamadan Valilik oluruyla Batman Endüstri Meslek Lisesi'nde görevlendirildi. Bir yıl sonra ise Gürün Lisesine atandı. 9 Şubat 1976'da Ayhan Özdeğer'le nişanlanan Özkan Yalçın, 4 Temmuz 1976'da evlendi. 1977 yılında Tuzla'da yedek subay­ken büyük oğlu Mehmet Burak doğdu. Bunu 1980'de Hatice Burcu, 1981 yılında ise küçük oğlu Turgut Yağmur takip etti.

Asker dönüşü Şarkışla'ya atanan Özkan Yalçın, 1981 yılında kendi isteğiyle Konya'ya atandı. Şubat 1984'te Suluova Lisesi'nde göreve başlayan Yalçın, 1986'da Aşık Veysel, Dramı-Sanatı-Deyişleri adlı eserini, 1989'da da "Yağmur Kuşları" adlı şiir kitabını yayınladı. 1990'da Amasya Lisesine atanan Özkan Yalçın, daha sonra Anadolu Lisesi ve Atatürk Lisesi'nde görev yaptı. Kasım 1995'te emekli oldu. 1997'de yakalandığı kanserden 17 Mart 1998 günü öldü.

Araştırma, roman ve şiir dalında eser veren Özkan Yalçın, bir çok ödülün de sahibi oldu. Romanlarında kendi hayatını, çilelerini, hayata bakışını veren Yalçın, şiirlerinde de bu çizgiden ayrılmadı.

Şiirlerinde Bursa'da yaşadığı aşkı ölümsüzleştiren şair, klasik Türk filmlerindeki duygusallığı yaşadı ve bunu şiirlerinde anlattı.

Öldüğünde yedi eser bırakmıştı.

ESERLERİ:

1-"Aşık Veysel, Dramı, Sanatı, Deyişleri", Ankara-1986

2-"Yağmur Kuşları", (Ankara-1989, ilk baskı), İstanbul 1996 ikinci baskı.

3-"Çok Çiçekli Senfoni", Ankara-1993, ilk baskı. (İstanbul-1997, ikinci baskı)

4-"Yüreğim Tükeniyor", İstanbul-1996

5-"Yedinci Şehir", Amasya-1996

6-"Gül Yorgunu", Amasya-1997

7-"Sevda Çıkmazı", İstanbul-1998 (Şair, bu eserinin yayınlandığını görememiştir.)

Kaynak:
Kurtuluş Altunbaş, "Özkan Yalçın Biyografisi"

EÐER ÇEKMEZSEN GÜLÜN NAZINI NE DİKENE DOKUN NE GÜLÜ İNCİT

#2 Eylül

Eylül

    Harabenin Meleği

  • Dokunulmazlar
  • 10.820 Mesaj

Gönderim zamanı 12.11.2007 - 21:57

Masal Gibi


-Kuş Köprü'den geçerken-

Dün akşam köprüden geçerken gördüm.
Çok çakır gözlüydü ve dal gibiydi.
Onu gençliğimin ipiyle ördüm.
Tezgâhtan inmemiş son şal gibiydi.

Ki Şirin olamaz olsa Aslı'ydı!
Anlamak mümkün mü neden yaslıydı?
Bakışları süzgün rengi, rengi pusluydu,
Avcılardan ürkmüş maral gibiydi.

Belki suya bakıp hüsnüne dalmış,
Üç asır sonrası kendine gelmiş.
Bütün makamlardan çok fazla çalmış;
Uşşakta dem tutmuş kaval gibiydi.

Ve Yeşilırmağ'ın en dar yerinde,
Gülerken ben öldüm gamzelerinde.
Dedem Korkut kızlarının dilinde,
Gecelere sürmüş masal gibiydi.

Özkan YALÇIN
EÐER ÇEKMEZSEN GÜLÜN NAZINI NE DİKENE DOKUN NE GÜLÜ İNCİT

#3 Eylül

Eylül

    Harabenin Meleği

  • Dokunulmazlar
  • 10.820 Mesaj

Gönderim zamanı 12.11.2007 - 22:09

ÖZKAN YALÇIN’IN BİR ŞİİRİ


Büyümeseydik
Çocuklar çocukları emziremezdi

Yürümeseydik
Farkımız olmazdı ağaçlardan

Ağlamasaydık
Hep gülmek zorunda kalacaktık

Sevmeseydik
Böcekler gülecekti halimize

Öyleyse büyü çocuk
Yürü koşarcasına, hür
Ufuklar senin olsun
İnsan ufukları aştıkça büyür

İnsanız ve insan bu
Bir severken bir ölürken yücelir
Unutma kızım,
Acı da olsa
Hayatın hatırası tatlı gelir!..

Buda beğendiğim bir şiiri

EÐER ÇEKMEZSEN GÜLÜN NAZINI NE DİKENE DOKUN NE GÜLÜ İNCİT

#4 kılıç

kılıç

    Sadece KILIÇ...

  • Üyeler
  • 11.484 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:BAŞIMIZ DİK

Gönderim zamanı 12.11.2007 - 22:12

Bir severken, bir ölürken yücelir...Mütiş cümle üstünde çok düşünülmesi lazım bence...
Bir gün daha geçti ve biz biraz daha yaklaştık;Bizden hiç uzak olmayan ölüme...

#5 Eylül

Eylül

    Harabenin Meleği

  • Dokunulmazlar
  • 10.820 Mesaj

Gönderim zamanı 26.11.2007 - 12:03

Gül yorgunu bahçeler vardır!

Hani...yeşillikler içinde mulu,
Gül yorgunu bahçeler vardır!...

Bahçe bana,
Gül sana benzer....

Çiçekler sevdalıdır dallara,
Dallar ışıl ışıl baharlara...

Bahar bana,
Çiçek sana benzer...

Bu şehri terk-i diyar ederim;
Alır başımı giderim...

Gurbet bana,
Düş sana benzer....

Her Şey Sende Gizli

Yerin seni çektiği kadar ağırsın,

Kanatların çırpındığı kadar hafif..

Kalbinin attığı kadar canlısın,
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...

Sevdiklerin kadar iyisin,
Nefret ettiklerin kadar kötü..

Ne renk olursa olsun kaşın gözün,
Karşındakinin gördüğüdür rengin..

Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna; ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..

Gülebildiğin kadar mutlusun.
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin

Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin...

Seninle Olmak Vardı...
Şimdi seninle olmak vardı gülüm
Seninle demlemek zamanı,
Geçen günlerin inadına
Seninle yaşamak bugünü, yarını...
Başkaldırmak bakışlarımla kör bir vakit,
Bin hınç ile sarılmak boğazına çaresizliğin
Boğmak,
Parçalamak
'Cızz' etmeden yüreğim...
Ve bütün engellere rağmen
Döküp ortaya ne varsa,
Ne varsa yakmak sensizliğe ait...

Çekip aralamak zaman perdesini
Umutların gözlerinden yol geçirmek,
Bir adıma indirmek mesafeleri
Son bir şansımı denemek
Önümde ateşten barikat,
Arkamda kulak asmadığım 'Dur' ihtarı.
Soluk soluğa koşmak sana
Beni sana getirmek...
Simdi seninle olmak vardı gülüm...

EÐER ÇEKMEZSEN GÜLÜN NAZINI NE DİKENE DOKUN NE GÜLÜ İNCİT

#6 deryadeniz

deryadeniz

    çözmeye çalışma beni...

  • Dokunulmazlar
  • 4.502 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:bedeni AnKaRa'da ruhu nerde Allah bilir!!!

Gönderim zamanı 26.11.2007 - 12:43

"Gül yorugunu bahçeler vardır" gerçekten çok güzel bir şiir :: sağol Güll *pirt
DeRyOş.!!

#7 GökceN

GökceN

    Onun için takıntı haline geldik

  • Üyeler
  • 2.389 Mesaj

Gönderim zamanı 26.11.2007 - 13:58

GELME GERİİİİİİİİİ :)
26/11/2007

Gelişin nasıldı bilmiyorum
Ama gidişini hiç unutmuyorum
Aklıma geldikçe ağlıyorum
Kızgın değil, kırgınım sana,
Artık gelme istemiyorum...

Ah sevgili(!)
Gör sevgili
Öldürdün şu kalbi,
Unutur muyum yıllar geçse seni
Özledim desem de, gelme geri..
Akıllı adam aklını kullanır. Daha akıllı adam başkalarının da aklını kullanır.
Bernard Shaw

#8 GökceN

GökceN

    Onun için takıntı haline geldik

  • Üyeler
  • 2.389 Mesaj

Gönderim zamanı 26.11.2007 - 14:39

SEN GİBİ…
26/11/2007

Düşündüm de,

Hep hüzünlü mısralarımda saklamışım seni.

Satır satır, ilmek ilmek işlemişim acını.

Şimdi her mısramda buluyorum aşkını,

Aşkının bana yaşattığı acısını…



Çektiği acımıdır, şairi şair yapan,

Acı çekmeden yazılmıyor mu, zaman…



Durup dinlesem kendimi,

Yüreğimi salsam düşlerine,

Bir ben bulup getirebilecek mi, senden bana geri…



Farkında değilsin,

Belki umurunda bile değilim…



Söküp alayım yerinden,

Sunayım ellerine,

İlk günkü gibi, al yüreğimi benden…

Al yüreğimi yerinden…



Aşkını yüreğime gömmeye çalıştım,

Çırpındıkça hep kanattım,

Artık kanlar içinde saklı bir aşığım.

Geç oldu ama artık anladım,

Senmişsin,

Zamanı bende değerli kılan.



Zaman geçti, gitti…

Sen kendinde bir ben bulamadın belki,

Şimdi ben, yaşatıyorum seni.

Seni de kendim gibi…



Attım yüreğimden beni,

Her uzvumda buluyorum seni.

Düşlerimdesin, gerçeğimdesin, yüreğimdesin…

Dahası artık hep benimlesin.



Her anımda bir sen buluyorum içimde,

Bir sen, hep sen…

Bakışlarım sen,

Dokunuşlarım sen,

Oturup ağlayışlarım bile sen…



Yaşatıyorum seni,

Senide, ben gibi…



Yıllar geçse de,

Değerli kıldığın zaman akıp bitse de,

Bulacağım hep seni içimde…



Ve sen…

Yıllar sonra,

Dönüp kendine baktığında…

Yüreğinde sakladıkların arasında,

Bir ben bulup getirebilecek misin bana,

Sen gibi…



Saçlarını yağmurların ıslattığı,

Ayak izlerini rüzgarların okşadığı,

Benden uzak, o şehirde….

Bir ben bulup getirebilecek misin bana,

Sen
Akıllı adam aklını kullanır. Daha akıllı adam başkalarının da aklını kullanır.
Bernard Shaw

#9 kılıç

kılıç

    Sadece KILIÇ...

  • Üyeler
  • 11.484 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:BAŞIMIZ DİK

Gönderim zamanı 26.11.2007 - 20:01

Bunlar senin mi yaban gülü?
Bir gün daha geçti ve biz biraz daha yaklaştık;Bizden hiç uzak olmayan ölüme...

#10 Eylül

Eylül

    Harabenin Meleği

  • Dokunulmazlar
  • 10.820 Mesaj

Gönderim zamanı 12.12.2007 - 16:53

Özkan Yalçın'ın üçüncü şiiri Erdinç Çelikkol tarafından bestelenmiş aynı zamanda. Güfte şöyle:
Gurbet diye gitseydin, günü güne eklerdim
Asker oldum deseydin, teskereyi beklerdim
Telefon tellerini, mektupları koklardım
Bir yağmur sonrasında, o merdiven başını
Bir kuyumcu önünde, iki yüzük taşını
Hatırlama, istemem gözlerimin yaşını
Özrün yok gidiyorsun, son bir defa bak da git
Madem ki gidiyorsun, anıları yak da git.

Bu mesaj gülün&gülü tarafından düzenlendi. Düzenleme zamanı: 12.12.2007 - 16:54

EÐER ÇEKMEZSEN GÜLÜN NAZINI NE DİKENE DOKUN NE GÜLÜ İNCİT

#11 Eylül

Eylül

    Harabenin Meleği

  • Dokunulmazlar
  • 10.820 Mesaj

Gönderim zamanı 03.04.2009 - 10:29

Yavuz ÇETİN,in dilinden.

"Gül Yorgun" bir şair Özkan Yalçın - Yavuz Çetin


"GÜL YORGUNU" BİR ŞAİR: ÖZKAN YALÇIN


O ŞİMDİ: ACILARIN DİNDİÐİ SUSKUN SELVİLİKLERDE


Onun önce adını duydum. Milli Eğitim Bakanlığınca Yunus Emre Sevgi Yılı dolayısıyla açılan şiir yarışmasında "Yunus Çağrısı" isimli şiiri ile birincilik ödülü almıştı.


O zamanlar Konya`da öğretmendim. Memleketim Amasya`ya tatil münasebetiyle gelmiştim. Evde, kendisi de edebiyata yakın ilgi duyan kardeşimle sohbet ederken, söz dönüp dolaşıp Yunus Emre Şiir Yarışması’na geldi. Kardeşim, "Ağabey" dedi. "O yarışmanın birincisi Amasya`da, Özkan Yalçın adında bir edebiyat öğretmeni. Ama bu gerçekten çok iyi!"


İlgimi çekti, "Tanışsak da, konuşsak" dedim. "Konuşacağını hiç sanmam, biraz değişik adam!..." dedi.


Sonra ben de ata toprağı Amasya`ya tayin oldum.


Daha sonraysa ismen tanıdığım "bu değişik adamı" cismen de görmek nasip oldu. Türkiye Gazetesi Bölge Temsilciliğinde, temsilci ağabeyin odasında otururken bir adam geldi: İpince, uzun bir adam... Elinde bir sigara.. Sert bir yüz, çatık kaşlar... Dalgın, düşünceli bir çift göz… Odada bir iki volta attı. Sigarasından derin nefesler çekti. Temsilci ağabeyin "Hocam buyur otur" teklifine "Sen şerbet vermeye devam et, ben sonra gelirim." diyerek, geldiği gibi; uzun bacaklarına tezat teşkil eden kısacık adımlarla odadan çıkıp gitti.


"Kim bu?" diye sordum bölge temsilcisi Mehmet Akıllıoğlu ağabeye. Her zamanki gibi tatlı bir tebessümle cevap verdi. "Özkan Abi, edebiyat öğretmeni."


İki yıl sonra Atatürk Lisesine geçici görevle gittiğimde, baktım, öğretmenler odasında oturuyor. Yanında da, öğrencilik yıllarında bir süre aynı evi paylaştığımız bir arkadaş. Hoş geldin faslından sonra Türkçe öğretmeni olan arkadaş Özkan Ağabeyle tanıştırdı beni. Şiir, tiyatro gibi çalışmalarımın olduğundan bahsetti.


O günlerde, mide rahatsızlığım sebebiyle çayı az ve açık içiyor, daha doğrusu az içmeye çaba sarf ediyorum. Meğer karşımdaki bu ince uzun boylu, kır saçlı adam da benim gibi iflah olmaz bir "çaykeş”miş. Bu"çaykeş"in vasıtasıyla o gün perhizimi bozdum. Ve o gün orada, dört yıl kadar sürecek olan çaylı, sigaralı “suskun” sohbetlerimiz başladı.


Şiirlerimi birilerine göstermekten hoşlanmayan ben, nihayet bulabildiğim bu şiirden anlayan, şair edebiyat öğretmenine şiirlerimi gösterdim. Belki onlarca şiir heveslisinin, henüz şiir olma seviyesine söylemekten artık yorulmuş bu adam, alaycı bir yüzle elimden kağıtları aldı. Gözleri mısralarda gezinirken yüzü değişti, o alaycı ifade gitti, ciddileşti. "Güzel!" dedi."Çok güzel..."


"Vitrinde sergilenir tartıda artık aşklar


Mecnun Leyle`yı görse yüz dönüp yandan geçer"


beytini o kadar beğendi ki, döndü, tekrar tekrar okudu. Bana gösterdiği bu yakın ilgi bir çok kişiyi şaşırttı. Bana, "Özkan Hoca öyle herkesle konuşmaz, her şiiri beğenmez, seninle iyi ki konuşuyor" diyen çok insan oldu. Doğrudur. Eğer onu yakından tanımıyorsanız, tanımaya çalışmamışsanız; bu ciddi yüzlü, az konuşan adamı, kibirli, burnu Kaf dağında biri zannedebilirsiniz. Oysa o, gönlünü açtığına daha doğrusu `açmaya değer` gördüğüne karşı tevazu sahibiydi. Dost canlısıydı. Kendisi yazarken ve konuşurken nasıl azamî dikkat gösteriyorsa, seçici davranıyorsa, karşılaştığı kişi ve ürünlerde de aynı özelliği arıyordu. Bulamadığında hemen çelik zırhına veya sırça köşküne çekiliyordu. Bulduğu zamansa takdir edecek kadar olgun, vefalı ve kadir kıymet biliciydi.


Kendisince sırça köşk olan, dışarıdansa çelik bir zırh olarak algılanan bir kabuğu vardı. O, bu aşılmaz, açılmaz gibi görünen kabuğun altında; "Gül Yorgunu", yalnız ve yaralı bir yürek taşıyordu. Nedense şairleri zaman zaman tedavisiz bir illet gibi saran bu yalnızlık duygusu onu bazen çepeçevre kuşatıyordu. Görüyordum. Bütün acılarını ıstıraplarını içine atıyordu. Dertlerini paylaşmaya yanaşmıyordu. Suskunluğu nesir ve şiir üreterek bozuyordu ancak. O yazarak paylaşıyordu.


Arkadaşlarının büyük çoğunluğunun bürokratik çark içinde eriyip gittiğini, küçük makamlar uğruna tükendiklerini görüyor, buna öfkelenip üzülüyordu. Zaman zaman onlara bu duygularını yansıtmaktan da kaçınmıyordu. Hatta bazen o titiz üslubu ile mahalli Objektif gazetesinde çok hoş yazılar kaleme alıyor; Amasya, Amasya`nın kültür ve tabiat zenginlikleri, yöneticilerde gördüğü eksikler konusunda "Pervaneye perva ne?" mısrasındaki gibi pervasız ama seviyeli eleştiriler yöneltiyordu.


Öğretmen evinin müdavimiydi. Bir otomobili vardı ki daha sonra satmak zorunda kalmıştı. Okul bitince arabaya atlar, eve giderdik. Arabayı evin önüne park edip doğru öğretmen evine... Çay eşliğinde suskun sohbetler…


"Gönülden” Amasyalı`ydı. "Ve Amasya o şehirdir ki orda doğmak kadar ölmek de saadettir" diye başlamıştı "Yedinci Şehir" kitabına.


Ömrü hep taşrada geçmişti. Taşradaki sınırlı imkânlarla bir şeyler yapmaya çalışmıştı. Küskündü, kırgındı. İstanbul`a ulaşamamaktan, oradaki eski dostlarınsa kendisine ulaşmamasından şikayetçiydi. "Çok Çiçekli Senfoni"si Kültür Bakanlığınca açılan roman yarışmasında sadece derece almış ve basılmıştı. "Yağmur Kuşları" ve "Gül Yorgunu" adlı şiir kitaplarını, Âşık Veysel hakkındaki çalışması "Aşık Veysel, Dramı/Sanatı/Deyişleri"ni ve "Yedinci Şehir"i kendi imkânlarıyla taşrada bastırmıştı.


Kader bir gün karşımıza değerli yazar, kültür adamı Mustafa Miyasoğlu Bey’i çıkardı. Miyasoğlu ağabeyin olağanüstü teşvik ve alâkası onu motive etti. Sayın Miyasoğlu vasıtasıyla çok itibar ettiği Ötüken Yayınevi’ne ulaştırdı eserlerini. Ötüken Yayınevi "Çok Çiçekli Sefoni"yi yayımladı. Çok mutluydu. "Çok Çiçekli Sefoni" onun bir türlü unutamadığı beyninden ve gönlünden söküp atamadığı, giderek tutkuya dönüşen "Göçmen Gözlü" aşkının, sevdasının romanıydı. Ki, şiirlerini anlamak, onlardan tat almak için bu romanı okumak gerekiyordu.


O günlerde milli eğitim camiasında yaşanan olumsuzluklar ve çektiği sıkıntılar canına tak etmiş, çok sevmesine rağmen öğretmenlikten emekliliğini talep etmiş, emekli olmuştu.


Yine Mustafa Miyasoğlu ağabeyin ısrarlı teşviki ile dergilere yeniden çalışma göndermeye ikna olmuştu. İkinci şiir kitabına adını veren ve bence ömrünün bir özeti olan, son şiiri "Gül Yorgunu"nu yazdı. Uzun zaman şiirlerini "demlemeye" alan Özkan ağabey, sanki kaçınılmaz sonun yaklaştığını hissetmiş gibi bu bu şiirde yıllardır abonesi olduğu ve onun ifadesiyle "aboneliğinin ölene kadar süreceği", Türk Edebiyatı dergisine gönderdi. Şiir, derginin 1997 Haziran sayısında yayımlandı. Yine çok mutluydu.


Bir süre sonraysa; hemşehrisi ve Bursa`dan okul arkadaşı olan uzun zaman görüşmedikleri Beşir Ayvazoğlu Bey Zaman gazetesinde yayımlanan yazılarının birinde, ondan ve yeni çıkan kitabından dostlukla bahsetmişti. Bu onu çok, ama çok mutlu etti.


Bir ay geçmişti ki, boynunda ceviz büyüklüğünde bir şişkinlik oluştu. Muayene için Ankara’ya gitti. Sonuç, akciğer kanseriydi. Bir ay Ankara`da tedavi gördü. Ama nafile... Hastalık tüm vücuda yayılmıştı. Acı sonu direkt söylemese de doktorlar, yapılacak bir şey kalmadığı için "üç ayda bir kontrole geleceksiniz" diyerek tedaviyi kesmiş, kendisini Amasya`ya göndermişti. Ümitle çabaladı, direndi. Eşi ve çocukları için “perde” demeden önce final sahnesini uzatmaya uğraştı. Dr. Adnan Gülsoy`a bir gün "Doktor!" demişti "Dünya gözüyle küçük oğlanın dişlerini yaptırdım. Birde kız üniversite imtihanına girse… " Kızının üniversite imtihanına moralle girmesi için, imtihana kadar dayanmak istiyordu.


O günler “Gamaşuk” çay bahçesinde otururduk, o ve arkadaşlarla birlikte.. Ne kadar dirense de hastalık süratli ilerliyor, vücudun direnci kırılıyordu. Artık “Gamaşuk”a gelişleri azalır olmuştu. Yürümekte zorlanıyor, ayağı ağrıyordu. O günlerde İhlas Vakfı ve İhlas Holding Amasya Temsilciliği büyük bir kadirşinaslık gösterdi. İhlas Vakfı adına Muhterem Dr. Enver Ören Bey`in imzası ile; Amasya kültürüne hizmet ve katkılarından dolayı bir "onur belgesi” verildi. Tören yerine zorlukla gitmiş, sahneye zorlukla çıkmıştı. Bu belgeyi, daha doğrusu takdirnameyi o Amasya`dan, Amasya`nın “etkili ve yetkili”lerinden beklemiş ama görememişti.


O kadar sevinmişti ki, hasta yatağının hemen yanındaki masanın üzerindeki vazoya, tam karşısına gelecek şekilde, özenle yaslamıştı belgeyi.


Son iki aydır evden çıkamaz olmuştu. Sıkılıyor, bunalıyordu. Bir ara sanki havalar düzelir gibi oldu. Sanki bahar gülümsedi. Kış boyu kapanan “Gamaşuk”, baktım, açılmış. Devasa semaver kurulmuş. Biraz açılır düşüncesiyle telefon açtım: "Abi havalar düzeldi. Gamaşuk açılmış, gidip biraz oturalım diye düşünmüştüm" dedim. Zayıf, hırıltılı bir sesle “Ne Gamuşuk`u evladım tuvalete bile gidemiyorum, tuvalete…" dedi.


Artık gerileme sürecinin sonuna yaklaşmıştı. Uyuyamıyordu. Ağrıları vardı. Fakat o vakur tavrını terk etmedi. Sızlanmadı, dertlenmedi. Ancak bir akşam çok bunalmıştı demek ki, "Dayanamıyorum artık, dayanamıyorum. Yavuz bana bir şeyler oku, bildiğin bir şeyler oku" dedi. Okudum. Hatta okuduğuma inansın, rahatlasın diye ömrünün belki de ilk bilinçli riyakarlığını yaptım Dudaklarımı onun görebileceği şekilde kıpırdattım okurken.


Boynundaki ur iyice büyümüştü. İri bir gül büyüklüğüne erişmiş, kıvrım kıvrım olmuştu.


"Bir sevda yitiği balkır geceme


Yeşil mi gözleri ela mı bilmem


Renk vermediler ki dünyama bir an


Niçün dokunduğu yerde en soylu çıban


Salkım saçak olur gönlüme patlar"


mısralarıyla anlattığı şey sanki ciğerlerinde filizlenip boynunda patlamış, bir gül olmuştu.


Sayılı günlerin sonu gelmişti. 16 Mart sabahı iyice ağırlamış, eşi ve kayınbiraderi tarafından acele Ankara`ya götürülmüştü. 17 Mart günü Ankara`da hastahanede ruhunu teslim etti. Haber ulaştığında meslektaşları, arkadaşları, öğrencileri koşuştu. Herkes ona karşı son görevini yapma hazırlığındaydı.


O Amasya`da defnedilmek istiyordu. Zaman zaman ziyaret ettiği selvilerle dolu Tekirdede Mezarlığında yerini bile belirlemiş, hatta mezar yerinin baş kısmına bir de küçük fidan dikmişti. Herkes, babası, çocukları, kız kardeşi de dahil Amasya`da cenazeyi beklerken, ne oldu, nasıl oldu, bir haber; cenaze Gürün`e götürülüyordu. Babası, çocukları, bacısı, arkadaşları kar, buz yollara düştüler çaresiz, Gürün`e doğru... Belki doğduğu topraklar çekti. Kendi eliyle hazırladığı mezar yeri boş kaldı. Gürün’de karlı buzlu bir mart günü toprağa verildi.


Bence o asıl şair ve yazarlığa henüz başlayacaktı. Elli yaşındaydı. Olgunluk dönemine gelmişti. Kafasında yazmayı planladığı kitaplar vardı. Bir de bilgisayar almıştı.


Şairler erken mi ölür? Belki... Takdir Mevlâ`nındır.


“Gözlerin benimle büyür


Dört dost omza yükler taşır giderim


Acıların dindiği suskun selviliklere"


diyordu bir şirinde. Dörtten çok çok fazla dost omuz koştu onu "suskun selviliklere" götürmek için.


Erken öldü ama yine de arkasında altı kitap bıraktı.


O şimdi "suskun selviliklerde"...


Bir türlü sükûn bulmayan ruhunun acıları, inşallah "suskun selviliklerde" dinmiştir. Allah rahmet eylesin.


Amasya, 25 Mart 1998


EÐER ÇEKMEZSEN GÜLÜN NAZINI NE DİKENE DOKUN NE GÜLÜ İNCİT





Benzer Konular Daralt

2 kullanıcı bu konuya bakıyor

0 üye, 2 ziyaretçi, 0 gizli