İçerik değiştir



- - - - -

Çankaya köşkünün Daire Müdürü Nâzım Kaleli Anlatıy


  • Yanıtlamak için giriş yapın
Bu konuya yanıt verilmedi

#1 babuna

babuna

    Burası ona huzur verir

  • Üyeler
  • 341 Mesaj

Gönderim zamanı 10.05.2007 - 23:19


Çankaya köşkünün Daire Müdürü Nâzım Kaleli Anlatıyor:

Silifke’deki Atatürk (Tekir) çiftliğinin müdürü bulunduğum sırada çiftlikte yetiştirilmiş olan arpaların, Bomonti bira fabrikası’na satışını sağlamak üzere Istanbul’a gelmiştim. birkaç gün sonra emniyet mensuplarınca arandığımı haber aldım. O günlerde istanbul’da bulunan Dahiliye Vekili Cemil bey’in yanına gittim. Beni görünce:

- Aman Nâzım Bey, nerelerdesin? Dedi. Seni bulundurmak için bütün İstanbul polisini seferber ettik… Atatürk, Bursa’da, seni oraya istiyor…

Vakit kaybetmeden, ilk vasıta ile Bursa’ay gittim. Huzurlarına çıktığım zaman çiftlik hakkında bazı şeyler sordular. Lüzumlu bilgileri verdikten sonra:

- Paşam, dedim. Bomonti Bira Fabrikası’na arpa satmak için İstanbul’a gitmiştim. Bu hususta fabrika idarecileriyle anlaştık. Gidince, hemen arpa sevkiyatına başlayacağım. Artık işlerim de bitmiş oluyor. Başka bir emirleriniz yoksa hemen döneceğim. bu sözlerim üzerine Atatürk:

- Acele etme Nâzım, dedi. Gülcemal vapurunda bir balo verilecek, sen de bu baloda bulun!....
Mevsim yaz olduğu için üzerimde ince bir gömlek, ayağımda da beyaz bir pantolon vardı. Ezilip büzülerek:

-Aman Paşam, dedim. Baloya gidecek kıyafetim yok. Çabuk döneceğim için elbise bile almadan gelmiştim. Hem de çiftlikte yapılması gereken bazı işlerimiz var, onların başında bulunmam icap ediyor. Bu durum karşısında ne emir buyurursanız yine öyle hareket edeyim.

- Oradaki işlerini arkadaşların idare eder, kıyafetin de baloya gelmen için bir engel teşkil etmez!..

Kurtuluş yolu yoktu artık. Mecburen bu kıyafetle baloya gidecektim. Atatürk’ü yakından tanıdığım için, kendilerinin her hangi bir itirazı katiyen kabul etmeyeceklerini bildirdim. Kendi kendime: “Elbette bir kenar ve köşeye çekilir, mümkün olduğu kadar kimseye görünmemeye gayret ederim,” diye düşündüm. Nihayet baloya gidiş gün ve saati gelip çattı…

Bu arada belki bir takım elbise de temin edebilirdim. Fakat Atatürk benim bu kıyafetle baloda bulunmamı istemişti…

Mudanya iskelesinden Gülcemal vapuruna geçtiğim zaman ilk işim, yan pencerelerden birine yaklaıp, davetlilerin bulunduğu salona bakmak oldu. İçeride yüzlerce insan vardı.

Kamarotlara kadar herkes smokin giymişti. O zamanın modasına göre kadınlar da sıkmabaş yapmışlardı. Bunlar, İstanbul ve Ankara’nın en seçkin davetlileriydi. Bu durum karşısında içeriye girmek istemedeğim için güverteye çıkıp oralarda dolaşmaya başladım. Bu hareketim Atatürk’ün gözünden kaçmamış olacak ki, beni yanına çağırttı:

- Nâzım, dedi. Oralarda ne dolaşıp duruyorsun? Aşağıya salona in!.

Salonun kapısından içeriye girdiğim zaman herkes bana tuhaf tuhaf bakmaya başladı… Zira o kalabalık arasında bu kıyafetle dolaşan sadece ben vardım. Herkes, o zamanın en lüks gemisi olan Gülcemal vapurunun geniş salonundaki masalar etrafında çevrelenmiş olan kanepe ve koltuklara, gruplar halinde oturmuşlardı… Kapı ile büfeye yakın olan bir yerde, kimsenin itibar etmediği küçük bir masa ile bir de tabure vardı. Meraklı bakışların etkisi altında çok sıkılıp bunaldığım için hemen oraya gidip oturdum. Biraz sonra Atatürk, maiyetindeki zevatla birlikte kapıdan içeriye girdi. Salondakiler kendisini ayakta alkışladılar. O, yanındakileri ayrı ayrı yerlere işaret ederek oturttu. Sonra da benim bulunduğum tarafa doğru gelmeye başladı. Yanıma geldiği zaman:

- Nâzım, dedi. O tabureye ben oturacağım. Sen git kendine başka bir tabure bul!... Birden şaşırmıştım:

-Aman Paşam, dedim. Burası pek kenar değil mi? Bu tabure üzerinde rahatsız olmaz mısınız?
Latife yollu:

- Ne o, dediler. Rahat yeri buldun da beni başından savmak mı istiyorsun? Sonra da ilave ettiler:

- Haydi iki tane tabure bul da getir, sen de yanıma otur… emri derhal ifa ettim ve yanına oturdum:

- Nâzım, şimdi seninle yapacağımız bazı işler var. Şu gördüğün davetlilerin bir kısmı Ankara’dan, bir kısmı da Istanbul’dan geldiler. Bunlar ayrı gruplar halinde oturuyorlar. Şimdi sen, benim işaret edeceğim hanımları birer birer masama davet edeceksin.

- Emir buyurursunuz Paşam, dedim ve hemen ayağa kalktım. O sırada al renkte bir tuvalet giymiş, şahane güzellikte genç bir kız salonun ortasında dolaşıyordu. Dikkatimi çektiği için:

- Paşam, emir buyurursanız şu ayakta dolaşan al tuvaletli hanımı çağırayım, dedim.

- Hayır Nâzım, o olmaz. Sen, şu karşıki masanın sağ tarafında oturan ak saçlı hanımın yanına git ve onu masama davet et…

Emirlerini derhal yerine getirdim. Masalarına gelen hanıma büyük iltifatta bulundu. Sonra da onu diğer gruptaki bir hanımın yerine göndererek, oradaki hanımın masasına davet edilmesini kendisinden rica etti. Bu minval üzere onar, beşer dakika ara ile de onu diğerleri takip etti.

Böylelikle Ankara ile İstanbul grubundaki hanımların birbirleriyle tanışmış olmalarını sağladı; sonra da tahminime göre, benim oradaki çekingen durumumu hissederek, gururumu okşamış oldu.


Âdil Fahri Zeren
Tarih Mecmuası, Şubat 1970, Sayı: 1, s. 25.





Benzer Konular Daralt

  Konu Forum Konuyu Açan İstatistikler Son Mesaj Bilgisi

0 kullanıcı bu konuya bakıyor

0 üye, 0 ziyaretçi, 0 gizli