Hazreti MUHAMMED'in Açıkladığı ALLAH - Ahmed Hulûsi
KADER KONUSUNDA BİLGİLER
--------------------------------------------------------------------------------
İnsanların başlarına gelen ve gelecek olan her şeyin ezelde takdir edilmiş olduğunu belirten sayısız âyetler ve hadisler mevcuttur; ki bu konuyu en geniş ve gerçekçi şekliyle «İNSAN ve SIRLARI» ile "AKIL ve İMAN" isimli kitaplarımızın «KADER NEDİR» bölümünde tetkik edebilirsiniz.
Burada kısaca «KADER» olayını vurgulayan bazı âyet ve hadislere değinmek istiyorum:
«ALLAH istemedikçe siz isteyemezsiniz.» (76-30)
«Halbuki sizi de, yapageldiğiniz şeyleri de ALLAH yaratmıştı.» (37-96)
«Biz HER ŞEYİ KADERİYLE halkettik.» (54-49)
«Yürür hiç bir mahlûk hariç olmamak üzere, hepsini ALNINDA çekip yürüten O'dur!..» (11-56)
«De ki, Hepsi de kendi programları doğrultusunda (şakûllerinde) davranışlar ortaya koyarlar..» (17-84)
"Yeryüzünde veya nefislerinizde size isabet eden bir musibet, bizim onu yaratmamızdan evvel, mutlaka bir kitapta yazılmıştır!.."
"Bunu, ÖNCEDEN MUKADDER ve yazılı olduğunu bilip; elinizden çıkan şeylerden üzülmemeniz ve elinize giren ile de sevinip şımarmamanız için açıklıyoruz...» (57-22/23)
«ALLAH, mahlûkatın KADERLERİNİ semâları ve arzı yaratmasından elli bin sene evvel yazmıştır!»
«Tâvûs şöyle anlattı:
Ben Rasûlullah’ın (salla'llâhu aleyhi ve sellem) sahabîlerinden bir çok insanlara eriştim... Onlar, «HER ŞEY KADER İLEDİR» diyorlardı..
Ben, Abdullah İbni ÖMER'den şöyle işittim: Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem) buyurdu;
«HER ŞEY KADER İLEDİR!.. Hattâ, âcizlik ile zekâ ve beceriklilik bile!..»
Ebu Hüreyre (R a)den rivayet edilmiştir: Rasûlullah (S.a.v.) buyurdu ki:
"Adem ile Musa delil göstererek münakaşa ettiler. Musa,
-Ya Adem! sen o kişisin ki, ALLAH seni eliyle yaratıp, ruhundan sana ruh üfledi; ve sen, insanları ayarttın; onları cennetten çıkardın!
dedi. Adem de dedi ki;
-Sen de ALLAH'ın konuşmak için seçtiği Musa'sın! Gökleri ve yeri yaratmadan önce ALLAH'ın bana yazdığı bir işi işledim diye beni ne hakla kınıyorsun?.
Resûl-i Ekrem,
"Adem Musa'ya delil ile gâlib geldi" buyurdu.
Abdullah R.A.:
"-ŞAKİ anasının karnında ŞAKİ olan; SAİD de başkasından ibret alandır,"
dedi. Bunu işiten bir adam, Huzeyfe r.a.'e gelip, bunu anlattı ve:
- Nasıl bir adam, hiç bir iş işlemeden (daha anasının karnında) ŞAKİ olur?
diye sordu. Huzeyfe r.a. cevap verdi:
- Buna ne şaşıyorsun? Rasûlulah salla'llâhu aleyhi ve sellem'i işittim, şöyle diyordu:
- Nutfenin (ana rahmine girdiği andan) kırk iki gece geçince, ALLAH nutfeye bir melek gönderir. Melek ona şekil verir; göz kulak verir; derisini, etini ve kemiklerini meydana getirir. Sonra:
" Ya Rabbi erkek mi, dişi mi olsun? sorar.
Rabbin de dilediğini hükmeder; melek de yazar. Sonra:
- Ya Rabbi, ömrü ne kadar olsun? diye sorar. Rabbin dilediğine hükmeder, melek yazar. Sonra:
- Ya Rabbi, rızkı? der. Rabbin dilediğine hükmeder, melek yazar. Sonra elindeki sahife ile, emr olunduğuna bir şey ilave etmeden ve bir şey eksiltmeden çıkar.
Enes r.a. der: Rasûlullah s.a.v şöyle buyurmuştur:
"Muhakkak ALLAH, her rahime bir melek memur etmiştir. Bu melek:
- Ya Rabbi, bu nutfedir, ya Rabbi bu alakadır (pıhtılaşmış kan) ya Rabbi, bu mudgadır (lokma hâli) der. ALLAH bunu yaratmaya hükmetmek istediği vakit, melek:
- Ya Rabbi, erkek mi, dişi mi; mutlu mu, mutsuz mu; rızkı ne, ömrü ne kadar? diye sorar.Ve böylece (hepsi) anasının rahminde yazılır." (Buhari, Müslim)
Âli r.a. şöyle demiştir:
-Bir gün Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem) oturuyor ve elindeki bir ağaç parçası ile yeri çiziyordu. Âniden başını kaldırdı ve:
-Sizden bir tek kimse yoktur ki, Cennet ve Cehennemdeki yeri bilinmiş olmasın, buyurdu. Yanındakiler:
-Ya Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem) şu halde ne diye çalışıyoruz, her şeyi bırakıp tevekkül etmeyelim mi? dediler. Rasûlullah s.a.v:
- Hayır, çalışınız, herkes ne için yaratıldı ise, onun için hazırlandırılır!..
buyurdu; ve sonra da ekledi;
-(yoksulların hakkını) Veren, (ALLAH’tan) sakınan ve "kelime-i tevhid"i tasdik eden kimseye gelince, biz onu Cennete hazırlarız. ALLAH’ın hakkını yoksullara vermeyen, sevabından istigna gösteren ve (kelime-i tevhid)'i tekzip edeni de, Cehenneme hazırlarız."
âyetlerini okudu. (Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tırmizî)
Denildi ki:
-Ya Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem) sanki şimdi yaratılmışız gibi bize dinimizi açıkla!..
Bugün yaptığımız işler önceden takdir edilmiş ve yazılmış işler midir, yoksa vukûundan sonra mı bize takdir edilmişlerdir?
Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem):
-Hayır, bilakis, yaptığınız işler önceden takdir edilmiş ve yazılmış olan işlerdir!... buyurdu.
- Şu halde iş yapmanın ve çalışmanın ne önemi var?
diye sordu. Rasûlullah s.a.v:
-Hayır iş yapan, kendi işine hazırlanır!... buyurdu. (Müslim, Tırmizî)
Tırmizî'nin lafzı şöyledir:
Ömer r.a. sordu:
-Ya Rasûlullah, ne buyurursun, yaptığımız işler yepyeni oluşmakta bir şey midir; yoksa önceden takdir edilmiş bir iş midir?
diye sordu. Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem):
- Önceden takdir edilmiş olan işlerdir, ey Hattabın oğlu!.. HERKES ÖNCEDEN TAKDİR EDİLMİŞ OLAN FİİLLERE HAZIRLANMIŞTIR... Saadet ehlinden olan, saadet için çalışır; şekavet ehlinden olan da şekâvet için çalışır!... buyurdu.
İmran b. Husayn r.a. şöyle dedi:
-Müzeyne kabilesinden iki kişi Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem)e gelip, dediler ki:
-Ya Rasûlullah, ne buyurursun, insanların bugün işledikleri ve uğraştıkları şeyler önceden kendilerine takdir edilmiş ve hükm edilmiş bir şey midir, yoksa bu işler, işlendikten sonra mı takdir edilirler?
Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem) :
Hayır, bilakis bunlar önceden kendilerine takdir edilmiş birşeydir.Yüce ALLAH'ın kitabında bunu şu;
"Nefse ve onu düzenleyene ve ona hayr ile şerri işlemeyi gösteren" (Şems:7-8)
doğrulamaktadır!...
buyurdu.
Abdülvahid b. Süleym r.a. şöyle demiştir:
Mekke'ye geldim, Ata b. Ebi Rebah'la buluştum ve:
-Ey Ebu Muhammed, Basralılar, kader (yani önceden takdir edilmiş bir şey) yoktur diyorlar, dedim.
Ata r.a.:
-Evlatçığım, sen Kur'ân okur musun? dedi.
-Evet!. dedim. Ata r.a.:
-Şu halde "Zuhrûf"u oku!.. dedi. Ben de
"Ha-mim, açıklayan kitaba yemin ederim. Biz onu anlayasınız diye Arapça bir Kur'ân yaptık. Muhakkak o, nezdimizdeki ana kitapta çok yüce, çok hikmetlidir." (Zuhrûf 1-4)
âyetlerini okudum. Ata r.a. :
- "Ümmü'l-Kitab - Ana kitap" nedir, bilir misin?... diye sordu.
- ALLAH ve Rasûlü daha iyi bilir, dedim. Ata r.a.:-O, bir kitaptır ki, ALLAH gökleri ve yeri yaratmadan önce onu yazmıştır. Orada Firavun'un Cehennemlik olduğu vardır; orada "Tebbet yeda Ebi Lehebin-Ebu Leheb'in iki eli kurusun" vardır, dedi.
Ata r.a. demiştir ki:
Rasûlullah'ın arkadaşı Ubade b. Samit'in oğlu Velid'i bulmuştum. Babanın ölüm anındaki vasiyeti ne idi? diye kendisine sordum. Şöyle dedi:
Babam çağırdı ve bana:
-Ey oğulcağızım, ALLAH'tan kork, bil ki; ALLAH'a; kadere, hayr ile şerrin hepsine iman etmedikçe, ALLAH'tan sakınmış olmazsın... Bundan başka bir inanç üzere ölürsen Cehenneme girersin.
Muhakkak ben Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem)'i işittim, şöyle diyordu:
- ALLAH önce "kalemi" yarattı. Yaz! dedi. Kalem:
- Neyi yazayım? diye sordu. ALLAHû Teâlâ:
- Kaderi, olanı ve ebediyete kadar olacak olanı yaz!. buyurdu. (Tırmizî, Ebu Davud)
Abdullah b. Feyruz ed- Deylemi şöyle demiştir: "Ubeyy b. Ka'b r.a.'in yanına geldim ve kendisine:
- Zihnimi kader ile ilgili bazı şöyler karıştırdı. Bana bu hususta bir şey anlat; belki ALLAH bu vesveseleri kalbimden giderir dedim.
Übeyy b. Ka'b şöyle konuştu:
-Eğer ALLAH, göklerinde ve yerinde bulunanların (hepsine) azap verseydi, zâlim olmazdı; onların hepsine rahmeti ile muamele etseydi, rahmeti onlara, onların yaptığı işlerden daha hayırlı olurdu. ALLAH yolunda Uhud dağı kadar altın harcasan kadere iman etmedikçe, başına gelenin şaşmayacağına, gelmeyenin de asla sana isabet etmeyeceğine iman etmedikçe, ALLAH bunu senden kabul etmez.
Bundan başka bir inanç üzerine ölürsen, Cehenneme girersin!
Abdullah Deylemi der ki:
-Sonra Abdullah b. Mes'ud'a gittim. O da aynı şeyi söyledi. Huzeyfe b. Yeman'a gittim, aynı şekilde konuştu. Sonra da Zeyd b. Sabit'e gittim; o da aynı şeyi Rasûlllah (salla'llâhu aleyhi ve sellem)'den nakletti. (Ebu Davud) (Lüzum's Sünen)
Abdullah b. Amr r.a. söylemiştir:
Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem)'i işittim, şöyle diyordu:
-Muhakkak yüce ALLAH yarattıklarını (önce) bir karanlık içinde yarattı; sonra onlara nurundan saçtı!
Bu nurdan nasibini alan kimse hidâyete erdi !.. Nasibini alamayan da dalâlete saptı!.
Bunun için, "ALLAH'ın ilmine göre kalem kurudu!.. yani işlerin takdiri son bulmuş ve kalemin yazacağı bir şey kalmamıştır." derim. Tırmizî (İmam b. Hasan senetle)
Ebu Hüreyre r.a. şöyle demiştir:
Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem) bize çıkageldi. Biz, kader hakkında münakaşa ediyorduk. O kadar kızdı ki, yüzü kıpkırmızı oldu. Sanki yanaklarına nar suyu sıkılmıştı. Ve:
-Bununla mı emr olundunuz, bununla mı ben size gönderildim. Sizden önceki ümmetler ancak bu mesele hakkında münakaşaya giriştikleri vakit, helâk oldular. Yemin ediyorum, bu hususta nizâ etmemeniz için, yemin ediyorum size! buyurdu. (Tırmizî)
Cabir r.a. den:
Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
-Kadere, hayrına ve şerrine iman etmedikçe, başına gelenin asla şaşmayacağına, başına gelmemesi mukadder olanın da asla gelmeyeceğini bilmedikçe, hiç bir kul iman etmiş sayılmayacaktır. (Tırmizi)
Aişe r.a.'den:
Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
-Lânet ettiğim altı kişi vardır ki, onlara ALLAH ve gelmiş geçmiş her Nebi ve Rasûl lanet etmiştir. Bunlar:
ALLAH'ın kitabına ilave yapan, kaderi tasdik etmeyen, ALLAH'ın zelil kıldığı (günahkârları) yükseltmek, aziz kıldığı (sâlih) kulları alçaltmak için ceberut ile insanların başına musallat olan, Mekke hareminde yasak olanı işleyen, Ehl-i beytime zulm eden, bir de sünnetimi terk eden kişidir. (Tirmizi)
Ümmü Habibe r.a.:
-Ey ALLAH'ım, bana uzun ömür vermek suretiyle beni zevcim Rasûlullah'tan babam Ebu Süfyan'dan ve kardeşim Muaviye'den faydalandır!.dedi.
Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem) kendisine:
-Sen ALLAH'tan kesinleşmiş eceller ve zarûri olan bir takım şeyler ve taksim edilmiş rızıklar hakkında bir takım talepte bulundun ki; ALLAH onlardan hiçbirini ne vakitten önceye alır, ne de sonraya bırakır!.. Eğer, ALLAH'tan seni Cehennem'deki azaptan ve kabirdeki azaptan kurtarmasının isteseydin senin için daha hayırlı olurdu... buyurdu.
Bunun üzerine bir adam:
-Ya Rasûlullah, şu maymunlar ve hınzırlar, (hani şu azap maksadıyla insanların) çevrildiği maymunlar ve hınzırlardan mıdır?.. Diye sordu.
Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem) şöyle cevap verdi:
-Muhakkak ki, yüce ALLAH hiç bir kavmi helâk veya azaba çarpmadı ki, sonra onların neslini devam ettirsin. Bugünkü maymunlar ve hınzırlar, önceden mevcuttular. (Müslim)
Hâlid el-Hazza r.a. şöyle dedi: Hasan Basri'ye dedim ki:
-Anlat bana, Adem r.a. gök için mi, yer yüzü için mi yaratıldı?
Hasan Basri:
-Yer yüzü için, dedi.
-Ne dersin, korunup da mâlum ağaçtan yemeseydi?... dedim.
- Ondan yemek zorunda idi (çünkü bu mukadderdi)... diye cevap verdi.
-ALLAH Teâlâ'nın "Siz onun aleyhinde (kimseyi) fitneye sürükleyecek kudrette değilsiniz. Meğer ki o Cehenneme girecek kimse olsun" (Saffat sûresi, 162-163) âyeti hakkında bana malûmat veriniz.. dedim.
Hasan Basri:
-Şeytanlar onları delâlete saptırmaya muvaffak olamazlar, ancak ALLAH'ın, Cehennemlik olduklarına hükmettiği kimseler müstesnadır, diye cevap verdi. (Ebu Davud)
Hâlid el- Hazza r.a. Hasan Basri'den:
-Yüce ALLAH'ın "Bunun için onları yarattı" (Hud sûresi, 119) âyeti hakkında sordu.
Hasan Basri:
- Onları cennet, ötekilerini de Cehennem için yarattı, diye cevap verdi.
(Ebu Davud)
Enes r.a. şöyle demiştir:
Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem) sık, sık:
- Ey kalbleri çeviren ALLAH, kalbimi dinin üzerine sâbit kıl! diye dua ederdi.
Biz de kendisine:
-Ya Rasûlullah, sana ve getirdiklerine iman ettik, bizim için (hâlâ) korkuyor musun? diye sorduk.
- Evet, çünkü kalbler, ALLAH'ın parmaklarından ikisinin arasındadır; dilediği gibi onları çevirir, buyurdu. (Tırmizî)
Müslim'in lafzı şöyledir:
-İnsan oğullarının kalblerinin hepsi bir tek kalp gibi, Rahman olan ALLAH'dan iki parmağı arasındadır; dilediği gibi onu çevirir
Ebu Hüreyre r.a. den:
Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
"Her doğan, ancak fıtrat dini üzerine doğar; sonra ana ve babası onu yahudi ve hırıstiyan ve mecûsi yaparlar.
Tıpkı bütün uzuvları tamam olarak hayvan yavrusunu dünyaya getirdiği gibi; siz o yavruda bir eksiklik görür müsünüz?!
Sonra Ebu Hüreyre (r.a. isterseniz
"Yüzünü ALLAH'ın o fıtratına çevir ki insanları, o fıtrat üzerine yaratmıştır. "(Rum, 30) meâlindeki âyeti okuyunuz dedi. (Buhari, Müslim, Ebu Davud- Tırmizî)
Cennetteki uzun boylu adam, İbrahim a.s.'dır. Etrafındaki çocuklara gelince, onlar fıtrat üzerine ölen her çocuktur. Müslümanlardan biri:
- Ya Rasûlullah, müşriklerin de küçük çocukları buna da dahil mi? diye sordu.
Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem):
- Evet müşriklerin de çocukları, buyurdu. (Buhari)
Ebu Hüreyre r.a. den:
"Rasûlullah’a (salla'llâhu aleyhi ve sellem) müşriklerin küçük yaştaki çocukları hakkında (âhiretteki durumları nedir? diye) sordular. Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem):
-Onların (çocukken ölmeselerdi) ne amel işleyeceklerini ALLAH en iyi bilir buyurdu. (Buhari, Müslim Tırmizî)
Aişe r.a. şöyle demiştir:
"Bir küçük çocuk öldü. Ben de:
- Ne mutlu ona, cennet serçelerinden bir serçe! dedim.
Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem):- Bilmiyor musun ki, ALLAH cennet ve cehennemi yarattı; birincisi için bir takım insanlar yarattığı gibi, ikincisi için de bir takım insanlar yarattı.
Bir diğer nakilde;
- ALLAH cennet için bir takım insanlar yarattı ve bunlar babalarının omurga kemiğinde iken daha cennetlik yaptı. Cehennem için de bir takım insanlar yarattı ve bunları da babalarının omurga kemiğinde iken (daha) yarattı... (Müslim- Ebu Davud)
Aişe r.a. şöyle demiştir:
-Ya Rasûlullah müminlerin küçük yaşta ölmüş olan çocuklarının (âhiretteki durumu) nedir? diye sordum.
-Onlar babalarındandır buyurdu.
-Hiç bir amel yapmadan nasıl olur? dedim.
-Onların ne amel işleyeceklerini ALLAH en iyi bilir, buyurdu.
-Ya Rasûlullah, ya müşriklerin küçük çocuklarının durumu ne olacak? diye sordum
- Onlar da babalarına bağlıdır, buyurdu.
- Hiçbir amel işlemeden mi? diye sordum.
- ALLAH onların, yaşasalardı, ne amel işleyeceklerini en iyi bilir, buyurdu. (Ebu Davud)
Allahû Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Bir Resul göndermeden hiçbir kavmi helâk eder olmadık!" (İsra sûresi, 15)
Enes r.a.'den:
Adamın biri:
-Ya Rasûlullah, babam nerededir? diye sordu. Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem):
-Baban cehennemdedir, diye cevap verdi. Soruyu soran adam gidince, Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem):
- Benim babam ile senin baban ateştedirler, buyurdu (Ebu Davud)
Zeyd b. Sabit r.a. şöyle demiştir:
"Rasûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) Neccar oğullarına ait bir bahçede, devesi üzerinde iken, biz de yanında bulunuyorduk. Deve birdenbire ürküp kaçtı.. Nerdeyse Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem)'i üzerinden atacaktı. Birden orada altı, yahut beş veya dört kabir bulunduğu anlaşıldı. Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem):
-Bu kabir sahiplerini bilen var mı? diye sordu. Bir adam:
-Ben bilirim, dedi.
Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem):
-Bunlar ne zaman öldüler? dedi. Adam:
-Şirk hâlinde iken öldüler, diye cevap verdi. Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem):
-Bu Muhammed ümmeti kabirlerinde sorguya tabiî tutulur (fitne ve azaba duçar olurlar); ölülerinizi gömmekten çekineceğinizden korkmasam, şu kabirlerden işittiğim azabı, ALLAH'ın size de işittirmesini dua ederdim, buyurdu. (Müslim, Nesei)
Sehl r.a.'den:
"Müslümanların büyük zengin ve yardımcılarından bir adam, Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem) ile birlikte iştirak ettiği bir savaşta, Rasûlullah salla'llâhu aleyhi ve sellem) kendisine baktı ve:
- Kim cehennemlik bir adam görmek istiyorsa, şu adama baksın!.. dedi.
Bunun üzerine cemaattan biri, zenginin peşine düştü. Bu, o hâli ile müşriklere en şiddetli bir şekilde saldıranlardan biri idi. Nihayet yaralandı. Daha çabuk ölmeyi arzu ettiği için, kılıcının ucunu iki memesi arasına dayadı ve vucüdunun bütün ağırlığı ile kılıca yüklenince kılınç (sırtından) iki omuzu arasından çıktı. (bu suretle intihar etti)
Bunu gören o adam, koşarak Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem)'in yanına geldi ve:
-Senin gerçekten ALLAH'ın Rasûlu olduğuna şehâdet ederim. (Yani bu adam hakkında verdiğin haber doğru çıktı) dedi. Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem):
-Ne oldu? dedi. Adam:
-Filan kişi için; Kim cehennemlik olan bir adamı görmek isterse, şu adama baksın, buyurdun. Halbuki bu adam Müslümanlara en çok yardım edenlerimizden biri idi. (Sen söyleyince) bu adamın (göründüğü gibi) böyle (yani bu hâli üzerine) ölmeyeceğini anlamıştım. Adam yaralanınca, hemen ölmek istedi ve kendini öldürdü. Bunun üzerine Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem):
-Muhakkak ki kul, (ALLAH'ın ilminde) Cennet ehlinden olduğu halde cehennemliklerin yaptığı işleri yapar. Cehennem ehlinden olduğu halde de cennetliklerin amellerini yapar. Amellerde itibar, insanların ömrünün sonlarında yaptığı amelleredir, buyurdu. (Buhari)
Abdullah b. Amr. r.a. şöyle demiştir:
"Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem) elinde iki kitap; olduğu halde çıkıp geldi ve:
-Şu iki kitap nedir, bilir misiniz?...diye sordu. Biz:
-Bilmiyoruz, ya Rasûlullah, ancak sen bize anlatırsan öğreniriz?dedik.
Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem) sağ elindeki kitap için:
"Bu, âlemlerin Rabbi tarafından (yazılmış) bir kitaptır.
Burada cennetlik olan insanların isimleri ile babalarının ve kabilelerin isimleri vardır", dedi. Sonra sonuncusuna kadar bunların vasıflarını anlattı. "Bundan sonra, artık ebediyyen bunların arasına ne bir ilave yapılır, ne de biri hariç bırakılır." buyurdu.
Bunun üzerine orada bulunan sahabiler:
-Eğer bu, olmuş bitmiş bir mesele ise, amelin ne önemi var? diye sordular. Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem):
"Zira, cennet ehli, sonunu cennetliklerin amelini işleyerek getirir. Cehennemlik olan kişi de, sonunda cehennemlilerin amelini işlemekle hayatını sona erdirir" dedi. Sonra elleri ile bir şey atar gibi bir hareket yaptı ve:
"ALLAH, kullarının işini karara bağlamıştır: Bir kısmı cennette, bir kısmı da cehennemdedir!." buyurdu.
Enes r.a.'den:
Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem):
- ALLAH çalıştırır? dedi. Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem)
- Ölümünden önce, O'nu sâlih amel işlemeye muvaffak kılar, buyurdu. (Tırmizî)
Ebu Hüreyre r.a.'dan:
"Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
-İnsanın sabah mü'min, akşam kafir; sabah kafir, akşam mü'min olduğu için küçük bir dünya menfaati karşısında dinini sattığı ve karanlık gecenin dalgaları gibi fitnelerin vuku bulduğu zamanda sâlih amellere koşunuz! (Müslim, Tırmizî)
Ebu Hüreyre r.a.'den:
Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
-Yedi şeyden önce sâlih amele sarılın. Zira şu aşağıdaki şeylerden birini ancak beklemektesiniz:
Ya âniden gelen fakirlik, ya sizi taşkınlığa sevkeden zenginlik, ya vücud sağlığınızı bozan hastalık, ya sizi şaşkın şekilde konuşturan ihtiyarlık, ya aniden gelen ölüm, ya Deccal, ya Kıyâmet-ki bu her şeyden şiddetli ve zordur. (Tırmizî)
Ebu Hüreyre r.a.'den:
"Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
-Altı şeyden, yani güneşin batıdan doğmaya başlamasından veya Duhan'dan veya Deccal'dan veya Dabbetu'l-arz'dan veya (ölümünüzde) yahud sizi başkası ile meşgul olmaktan alıkoyan bir fitneden veya Kıyâmetin vuukundan önce sâlih amel işlemeye koşun. (Müslim- İmam Ahmed)
ALLAHû Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Benden korkun, eğer ALLAH'a iman edenlerden iseniz." (Al-i İmran-175)
Ebu Hüreyre r.a.'den:
Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
-Benim bildiğimi bilseniz, az güler çok ağlardınız." (Buhari, Tırmizî)
Ebu Hüreyre r.a.'den:
Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
-Cehennem, nefsin arzuları, Cennet de nefse hoş gelmeyen şeylerle perdelenmiştir." (Buhari- Müslim, Tırmizî)
Abdullah r.a.'den:
Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
-Cennet, sizden birinizin nalınlarının tasmasından kendisine daha yakındır, Cehennem de aynı böyledir." (Buhari, İmam Ahmed)
Ebu Hüreyre r.a. 'den:
Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
-Âhir zamanda öyle bir takım adamlar çıkacaktır ki, bunlar âhiret işleri karşılığında dünyayı isteyecekler.
Yumuşak görünmek için koyun postuna bürünecekler, dilleri şekerden tatlı olacak, fakat kalbleri, kurt kalbleri (gibi kaskatı) olacaktır.
ALLAHû Teâlâ (bunlar hakkında) der ki:"Bunlar, beni gâfil mi sanıyorlar, beni istihfaf mı ediyorlar? Büyüklüğüme yemin ederim ki, onlara aralarından öyle bir fitne göndereceğim ki, onların hâlini şaşkına çevirecektir." (Tırmizî)
Ebu Hüreyre r.a.'den:
Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem)şöyle buyurmuştur:
-Ölen bir kimse yoktur ki, pişman olmasın. Eğer iyi işler yapmışsa, fazla yapmadığına, günahkâr ise, tevbe etmediğine pişman olur." (Tırmizî)
Ebu Hüreyre r.a.'den:
Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem)şöyle buyurmuştur:
-Kim (düşmanından) korkarsa, geceleyin yolculuğunu yapar ve yerine ulaşıp, rahat ve emniyete kavuşur. Dikkat edin! ALLAH'ın malı cennettir. (Tırmizî)
Ebu Hüreyre r.a.'den:
Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem)şöyle buyurmuştur:
*ALLAH korkusu ile ağlayan kişi; süt, çıktığı meme deliğine girinceye kadar (ki bu hiçbir zaman mümkün olmaz) cehenneme girmeyecektir. Ve ALLAH yolunda kaldırılmış toz ile cehennem dumanı asla birleşmeyecektir. (Yani ALLAH yolunda cihad eden cehenneme girmeyecektir.) (Tırmizî)
Hâni' şöyle demiştir:
"Osman r.a. bir kabir yanında durduğu vakit, sakalı ıslanıncaya kadar ağlardı. Bunun üzerine kendisine:
-Cennet ve cehennemi hatırlarsın ağlamazsın da, şu kâbir önünde ağlarsın!
denildi. Osman r.a. buna şöyle cevap verdi:
-Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem) buyurdu ki;
"Kâbir; âhiret konaklarının ilkidir. İnsan bundan kurtulursa, sonraki daha kolay olur. Bundan kurtulamazsa, sonrakinden kurtulmak daha güç olur. Kabirden daha korkunç bir manzara daha görmedim! (Tırmizî)
Ebu Zerr r.a.'den:
Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem)şöyle buyurmuştur:
-Ben, sizin görmediğinizi görüyor, işitmediğinizi işitiyorum. Gök gıcırdadı ve gıcırdamasında haklıdır. Çünkü dört parmaklık bir boş yeri yoktur ki, orada alnı ile ALLAH'a karşı secdeye kapanmış bir melek bulunmasın.
VALLAHİ, benim bildiğimi bilseniz az güler, çok ağlardınız. Kadınlarınızla yataklarınızda zevklenmeyi bırakıp ALLAH'dan imdad dilemek üzere dışarıya fırlardınız.(Bunlar manzaralar karşısında) kesilip, (bir varmış bir yokmuş) hâline gelecek bir ağaç olmak isterdim! (Tırmizî)
Allahû Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Kim ALLAH'a tevekkül ederse; ALLAH, O'na kâfidir." (Talak - 3)
İbni Abbas r.a.'den:
Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem)şöyle buyurmuştur:
-Ümmetimden yetmişbin kişi soru-sualsiz cennete girecektir. Bunlar hastalarını okutmayan, uğursuzluğa inanmayan ve ALLAH'a tevekkül eden kimselerdir.... (Buhari, Müslim, Tırmizî)
Ömer r.a.'den:
Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
-Eğer ALLAH'a gerektiği gibi tevekkül etseydiniz, sabah aç olarak çıkıp, akşam tok olarak yuvasına dönen kuşlar gibi (kolaylıkla) rızkınıza kavuşurdunuz! (Tırmizî, İmam Ahmed, Hâkim)
Enes r.a.'den:
Adamın biri Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem)'e:
-Ya Rasûlullah (devemi) bağlayıpta mı tevekkül edeyim, yoksa serbest bırakıpta mı tevekkül edeyim?... dedi.
Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem):
-Bağla da (öyle) tevekkül et buyurdu. (Tırmizî)
Abdullah r.a.'den:
Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
-Fakr-ü zarûrete uğrayıp da, bunu gidermek için insanlara müracaat eden kimsenin hiç bir zamanda ihtiyacı giderilmeyecektir. Fakr-ü zarurete uğrayıp ta, ALLAH'a müracaat eden kimseyi ALLAH, er veya geç bir rızk ile ihtiyacını def eder, veya çabuk bir ölümle, bu kimseyi fakirlikten kurtarır. (Tırmizî)
Enes r.a. şöyle demiştir:
Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem) zamanında iki kardeş vardı. Bunlardan biri, bir kazanç için uğraşmaz, Rasûlullah’ın meclisine devam eder. Öteki ise kazançla meşgul olurdu. Bu ikincisi, (çalışıp kazanmıyor diye) kardeşini Hz.Rasûlulah’a (s.a.v.) şikayet etti. Rasûlullah (s.a.v.
- Belki de sen, O'nun yüzü suyu hürmetine kazanıyorsun, buyurdu. (Tırmizî)
Muaviye, Aişe r.a.'ya yazdı:
"Bana, içinde kısaca tavsiyelerde bulunacağın bir yazı gönder!"...
Hz. Aişe'de kendisine şöyle yazdı:
"Selâm sana! İmdi Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem)'i şöyle derken işittim.
-Kim, insanların öfkesine rağmen, ALLAH'ın rızasını ararsa, (yani ALLAH'ın razı olacağı tarzda iş yaparsa) ALLAH onu insanların şerrinden korur. Kim, ALLAH hoşnut olmasa dahi, insanların razı olacağı işler yaparsa, ALLAH onu insanlara terk ediverir. (Ve bu suretle, o kişi her sahada helâka uğrar.) (Tırmizî)
-Sana fayda verene haris ol (çalış), ALLAH'tan yardım iste, aciz olma. Eğer sana bir şey isabet ederse şöyle yapsaydım, şöyle olurdu deme, lâkin: ALLAH'ın kaderidir, ALLAH; dilediğini yapar"de. (Mecmu'atu'r- Resaili'l- Kubra)
-ALLAH sizi ve yaptıklarınızı yarattı. (Saffat - 96)
-Hiçbir nefis yoktur ki ALLAH onu cennet veya Cehennemde yerini yazmamış şaki ve said olduğu (Ravi dedi)... Bir adam kalktı:
-Yâ Rasûlullah o halde yazgımıza itimat edip ameli terk etmeli miyiz?
Buyurdu ki:
-Saadet ehlinden olan, saâdet ehlinin ameline gidecek, şekâvet ehlinden olan da şekâvet ehlinin ameline gidecek". (Buhari, Müslim, Ebu Davud, İbni Hanbel)
-Siz çalışınız ediniz, herkes yaratılmış olduğu fiiller için kolaylaştırılmıştır." (Buhari)
-O, öyle ALLAH'tır ki; rahimlerde sizi dilediği gibi şekillendirir." (Al-i İmran/6)
-ALLAH, yaratıkları bir karanlık içinde yarattı. Ve kendi nurundan onlara saçtı. Kime o nurdan isabet etti ise hidâyete erdi, kime de isabet etmediyse o saptı." (Hakaik)
"ALLAH va'dinden hulf etmez" (Al'i İmran /9)
Allah ezelî ilminde va'dettiği saâdet ve şekâveti ne bir zâhidin zühtü, ne de bir fâsıkın fıskı yüzünden değiştirmez. (Hakaik)
"Yusuf, bugün azarlanacak değilsiniz, ALLAH sizi affeder, O merhametlilerin merhametlisidir, dedi." (Yusuf-92)
Bu âyeti Ebu Osman şöyle izah ediyor:
"Günah işleyen, günahından dolayı tekdir edilmez.
"Yusuf kardeşlerine: "Ben sizi nasıl tekdir ederim ki benim zindana girmemi ALLAH ezelde dilemişti. Nitekim ben de kusur edip (zindandan kurtulan arkadaşıma) beni efendinin yanında hatırlat demiştim. Şimdi ben nasıl benim yaptığım günahı unuturum da sizi tekdir ederim?" diyerek bunların takdire bağlı olduğunu ifade ediyor. (Hakaik)
Şah İbni Şuc'a da şöyle diyor:
"İnsanlara Hak gözüyle bakan onlara muhalefetten kurtulur. İnsanlara kendi gözüyle bakan, günlerini insanlarla çekişmekle geçirir. Görmez misin Yusuf ezeli kazaya vakıf olunca nasıl kardeşlerinin özürünü kabul edip: "Bugün azarlanacak değilsiniz" dedi. (Hakaik)
"Eğer Rabbin dileseydi, yer yüzünde bulunanların hepsi iman ederdi. (Yunus-99)
"Her nefis, ancak ALLAH'ın izniyle inanabilir." (Yunus-50)
"ALLAH dilediğini yok eder, dilediğini bırakır. Kitabın aslı O'nun yanındadır." (Ra'd-39)
"Benim yanımda söz değiştirilmez." (Kaf sûresi: 29)
"ALLAH kime hidâyet ederse işte hidâyete eren odur." (A'raf-178)
"ALLAH dilediğini yapar." (İbrahim-27)
"ALLAH bir kimseye hidâyet ettikten sonra artık onu saptırmaz." (Zümer-37)
Kasânî şöyle diyor: "Halkın fiilleri Hakk'ın fiillerine nispetle ruhla ceset gibidir. Fiilin mastarı ruh ise de zuhur ettiği yer cesettir. Bunun gibi fiilin yaratıcısı Hak'tır ama, halk ile zâhir olur. (Te'vilat)
Abdullah (İbni Mesûd) radıyallahu anh’tan rivayete göre demiştir ki:
Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem) bana (insanın oluşumundan) haber verdi ki; o doğru söyler ve kendisine de doğru bildirilir, buyurdu ki;
- Sizin birinizin ana - baba maddeleri kırk gün ana karnında toplanır, Sonra o maddeler o kadar zaman içinde (ikinci kırk) katı bir kan pıhtısı hâlini alır, sonra yine o kadar zaman (üçüncü kırk) içinde mudge- bir çiğnem ete tahavvül eder. (120. gün sonunda) ALLAH bir melek gönderir ve tekâmül eden mudgeye (şu) dört kelime yazması emrolunur. Onun işi, rızkı, eceli, said veya şakî olduğunu yaz, denilir.(İbni Mesud demiştir ki; Abdullah hayatı yed'i kudretinde olan ALLAH'a yemin ederim ki, Melek bunları yazdıktan sonra) ona ruh üflenir. (Cenin canlanır)
İmdi sizden bir kişi (bu fıtratı icabı) iyi iş işler de hatta kendisiyle Cennet arasında yanlız bir kulaç mesafe kalır. Bu sırada (melegin ana karnında yazdığı) yazı gelir; o kişiyi önler. Bu defa o, Cehennemliklerin işini işlemeğe başlar (da cehenneme girer).
Sizden bir kişi de (fena) iş işler. Hatta kendisiyle cehennem arasında ancak bir kulaç mesafe kalır. Bu sırada (Meleğin yazdığı) kitabı gelir onu önler. Bu defa o kişi ehli cennetin işini işler, (cennete girer.) (BUHARİ-Tecrid 1324)
İmran bin Husayn radıyallahu anh’ten rivayete göre, şöyle demiştir:
Bir kere Resûlü Ekrem'e bir kimse (İmran’ın kendisi) şöyle sordu:
-Ya Rasûlullah, Ehli Cennet, cehennemliklerden (ALLAH'ın kaza ve kaderiyle) bilinir, (ayırt edilir) mi?
Rasûlullah:
- Evet, ayırdedilir!..
-Öyle ise (cennetlik, cehennemlik ezelde belli olduğuna göre) hayır işleyenler ibadet edenler niçin işlemeli?
Rasûlullah buyurdu ki;
-Herkes niçin yaratıldıysa onu işler, kendisi için (ezelde) ne müyesser kılındıysa onu yapar... Buyurdu. (BUHARİ-Tecrid 2062.)
Ebu Hüreyre radıyalllahu anh’ten rivayete göre Nebi (salla'llâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
-Ademoğluna nezri (adağı) tahmin etmediği bir şeyi getirmez. Lâkin ALLAH'ın takdiridir ki; Ademoğlunu sürükler. Ben bir şeyin (verilmesini) oranlarım. Bu takdirimle o şeyi (o malı) cimriden çıkarmak isterim. (BUHARİ-Tecrid 2066)
"Biliniz ki muhakkak ALLAH kişi ile kalbinin arasına hail olur ve her halde siz onun divanında haşrolacaksınız" (Enfal sûresi: 24)
Görüldüğü üzere, evren daha varolduğu anda, sonsuza dek olacak her şey bellidir!..
Kimse ve hiç bir şey kendi yazgısını değiştiremez!..
Herkes kendi kaderini yaşamak zorundadır!.. Ki konumuz olan "ALLAH'ın AHAD" oluşu dahi ister istemez bu olguyu ortaya açık seçik koymaktadır.
«ALLAH» ismiyle işaret edilenin TEK oluşu ve "O"nun dışında hiç bir şeyin varolmayışının anlaşılamaması, «KADER» konusunda sayısız tartışmalara yolaçmıştır...
Oysa, «KADER» konusundaki bu gerçeği, Hazreti MUHAMMED Aleyhisselâm tebliğ ettiği âyetler ve kendi beyânlarıyla açık seçik, pek çok defa, kesinkes vurgulamıştır...
İnsanın başına gelen her şeyin istisnasız «KADER» hükmünden ileri geldiğini vurgulayan pek çok İslam âleminden biri de İmam Gazalî'dir ki; "İhyau Ulûm'id Din" isimli kitabının 2. kitab 2. bâbında, "hakikat ve şeriât" başlığı altında şöyle der:
«Çünkü biz, bütün fenalıklar, isyan, zina ve hatta küfür ALLAHû Teâlâ'nın kazası, iradesi ve dilemesiyledir; ve bütün bunlar haddı zâtında hakdır, deriz.»
Evet, evren adını verdiğimiz, gerçekte Tek tümel yapı, kendi programı içinde her an yeni olmak üzere sayısız özelliklerini ortaya koymaktadır. İşte, evrenin bu ışınsal ana yapısı; bizim kendimizi madde zan edişimize ve madde dünyamıza nispetle, «HAYÂL» olarak nitelendirilmiştir...
Nitekim, madde âleminin, gerçekte, bir «sanış» olduğunu ve gerçek yapının, «ışınsal yapıdan başka bir şey olmadığını» açıklayan Hazreti Muhammed (salla'llâhu aleyhi ve sellem) madde yapının ve yaşantının bir «RÜYA» hükmünde olduğunu vurgulayarak şöyle demiştir:
«İnsanlar uykudadır; ölünce uyanırlar!..»
Bu işaretin birinci mânâsı şudur:
Madde bedenle yaşayan ve bes duyu sınırlari içinde hapis olan insan, maddeötesi ışınsal yaşam boyutuna geçince, uykudan uyanmış şekline girer ve tüm dünyada yaşadıkları «rüya» hükmünde olur... Buna karşılık içine girdiği ışınsal yaşam boyutu ise onun hakiki dünyası olur... Ki bu da kıyâmete kadar sürer. Kıyâmetten sonra üçüncü defa yeni bir bedenle bâ's olur ki bu da mahşer yaşami boyunca kullanacağı bedenidir.
Bu işaretin ikinci anlamı da şudur:
«Ölmeden önce öl» hadîsi şerîfinde işaret üzere; fizik ölümle ölmeden yani bedeni ve beyni terketmeden evvel, kendinizi, beden kabul etmeyi terketmek ve «düşünsel bir varlık» kabul etmek suretiyle maddeötesi yaşama hazırlanınız!.. Çünkü beden, beyin elden çıktıktan sonra, «RUH»un, dünyada iken elde edebileceği şeyleri orada temin etmesi mümkün olmaz!!.
Bu işaretin bir üçüncü mânâsı dahi şudur:
«Nefsim» dediğin şeyin yani «Ben»liğinin gerçekte varolmadığını idrak suretiyle «öl» ki, varlığını teşkil eden Mutlak «ben» ile diriliğe kavuşasın!.. Zirâ, «BEN'lik ancak ALLAH'a mahsustur!..»...
«BEN» diyebilecek TEK varlık «ALLAH»tır ki; O'nun gayrı ikinci bir «benlik» de asaleten mevcut değildir!.. Şayet böyle bir şey olsa idi, o da bir TANRI olurdu!.. Oysa hemen kelime-i tevhidî hatırlayalım. «TANRI YOKTUR, SADECE ALLAH VARDIR»...
İşte «ALLAH», kendisinden başka hiç bir şey olmayan «ALLAH», «İLMİNDE», bütün varlık sûretlerini, eğer tâbiri câiz ise, düşündü. Veya anlaşılması daha kolay olsun diye şöyle söyleyelim, «hayâl etti!»..
Tekrar ediyorum; esasen, “ALLAH” için «düşündü» veya «hayâl etti» gibi tâbirler kullanmak mahzurludur; çünkü gerçeği yansıtmaz; ve «ALLAH»ın ulûhiyetine eksiklik getirir. Ancak biz burada, bir hususu anlatabilmek, okuyanları bir hedefe yaklaştırabilmek amacıyla, ifade zorluğundan dolayı bu tâbirleri kullanmak zorunda kalıyoruz.
Evren ve içinde bulunan bütün varlıklar, işin özüne ermiş en yüksek dereceli evliyâullahın, «bütün âlemlerin aslı hayâldir» diyerek ittifak ettikleri bir biçimde meydana gelmiştir!..
«ALLAH» ve yaşamın boyutları-varlıkları konularını en büyük vukuf ile «İnsanı Kâmil» isimli eserinde anlatan öze ermişlerden Abdülkerim Ceylî, «âlemlerin hepsinin aslının hayâl» olduğunu oldukça geniş bir şekilde izah eder.
Peki, bu «hayâl» nedir?.
«Hayâl» kelimesinin anlamı nedir?...
Bu «hayâl» nasıl meydana gelmiştir?..
Ve biz, nasıl oluyor da bu «hayâl»i gerçekmiş gibi algılıyoruz?..
Bu sorulardan bir kısmının cevabını az önce vermiştik.
Şimdi de cevabını vermediklerimizin izahlarını sunalım...
«HAYY» olan «CAN»ın ta kendisi, dirilik, hayatiyet gibi özellikleri olan bu varlık; «ALİM» isminin işaret ettiği «İLMİ» ile,- yani, daha iyi anlatabilmek için misâl yollu söyleyeyim- basit mânâda, «şuuruyla»; sahip olduğu sayısız özelliklerin farkında...
«ALLAH», kendisinde mevcut olan sayısız sınırsız sonsuz özellikleri biliyor...
«ALÎM», bu bildiği sayısız- sonsuz- sınırsız özellikleri; «MÜRÎD» olduğu için, yani, «irade» olduğu, dileme ve dilediğini meydana getirme gücü olduğu için; bunun sonucunda da kendisindeki bu mânâları seyretmeyi diliyor.
Ve «KADİR» isminin işaret ettiği biçimde, «kudretiyle» bu kendisindeki manâları seyretmeye başlıyor... «Kudret», «kendindeki mânâları seyretme gücüdür»!.
İlim mertebesinde, kendindeki bütün mânâlara karşı bilgi sahibi!..
«MÜRÎD» isminin işaret ettiği «iradesini» kullanarak, kendindeki sayısız mânâları «KADİR» isminin işaret ettiği bir şekilde, «kudretiyle» seyir hâline sokuyor. Ve seyir hâline girdiği anda, «KELİM» isminin mânâsı olarak, sayısız nesneleri yani kelimeleri, şeyleri, seyretmeye başlıyor!..
«ALLAH»ın kelimeleri yedi deniz mürekkep olsa, bir o kadarı daha olsa yazmakla bitmez!.. Biter mi?.. Sonsuz olan!.. Yedi deniz, yedi galaksi, yetmişyedi evren ne eder Sonsuzun yanında!?..
Rakkama vurulan her şey, ne kadar rakkamla ifade edilirse edilsin, sonsuzun yanında çok bir değer ifade etmez..
İşte bu seyrettiği «kelimelerin» yani manâların her birinin durumuna, bizâtihi kendisi olarak «VÂKIF» yani «SEM'λdir. Zaten, kendisi, kendindeki manâları seyrediyor; onlara vâkıf olmaması mümkün mü?..
Ve «BASÎR». İdrak edici,, değerlendirici!.. Nasıl olmasın ki!.. Gene kendisi yapıyor!..
Peki, bütün bunlar nerede olup bitiyor?..
Bütün bunlar, “ALLAH”ın «ilminde» olup bitiyor!..
Eğer tâbiri câiz ise, çok yetersiz, noksan bir ifade ama, başka türlü de izah imkânı yok olduğu için, söylüyoruz:
“ALLAH”ın hayâlinde yani ilminde olup bitiyor tüm sonsuz olup bitenler!..
Şayet buraya kadar anlattıklarımız anlaşıldı ise, şimdi de ikinci bir önemli hususa gelelim
İş yukarıda anlattığımız gibi olduğuna göre, «BEN» neyim?.. «Dünya» ne?.. «Âhiret» ne?..
«Cennet ve Cehennem» ne?..
Hesap ne, kitap ne, kâbir azabı ne?..
Teklif eden kim, mükellef ne, teklif ne?..
Evet biraz da bu soruların cevaplarını araştıralım...
Ama konuya girmeden önce de, çok değerli hakikat ehli zâtlardan olan Muhyiddin A'rabî'nin, şu meşhur mısralarına bir göz atalım:.
Hazret, varlığın "TEK"liğini müşahede coşkusu içinde şöyle diyor:
«Kul Hak'tır!.. Rab Hak'tır!..
Ah, bileydim kimdir mükellef...?
Kuldur dersen, o ölüdür!..
Rab'dır dersen, Rab nasıl olur mükellef!?»
Gene aynı konuda, Muhyiddîn A'râbî'den çok daha önce yaşamış olan çok değerli İslâm âlimi ve ârifi ünlü mutasavvıf İMAM GAZALİ dahi bakın neler söylüyor varlığın "TEK"liği hakkında "Mişkâtül Envâr" adlı eserinde:
"- ... İşte ârifler buradan mecâz çukurundan hakikatın zirvesine yükselir, mî'râclarını tamamlar, açık bir müşahede ile görürler ki, varlıkta ALLAH'tan BAŞKA BİR ŞEY YOK!.........
İşte bu kaynak AHAD olan ALLAH'tır, O'nun ortağı yoktur!.. Bütün diğer nurlar O'ndan istiâre'dir!.. Hakikî olan yalnız O'nun nurudur... Hepsi O'nun nurundandır. Belki HEPSİ O'DUR!..
Doğrusu, var olan O'dur... Gayrın varlığı, ancak mecâz yoluyladır.....
O'ndan başka O yok, sözü seçkinlerin tevhididir... ve sahibini TEK birliğe götürür, sırf BİR'liğe götürür!..
Mahlûkatın mi'râcının son noktası FERDANİYET memleketidir. Çünkü, bunun ötesinde daha bir merdiven yoktur. Zirâ, yüksek, ancak çoklukta düşünülebilir....
Kesret kalkınca BİR'lik gerçekleşir; izâfet(görelik) bâtıl olur; işaret kalkar... Artık, yüksek, alçak, inen- çıkan kalmaz; terakkî muhâl olur, urûc muhâl olur. A'lânın ötesinde ulüvv (yükseklik) yoktur.
Vahdet ile beraber kesret yoktur!..
Kesretin kalkmasıyla urûc da kalkar!.
Bunu bilen bilir, bilmeyen inkâr eder...
Bu ilim, ancak ALLAH'I BİLENLERE verilmiş olan hususî mahiyetteki gizli bir ilimdir...
Onlar, bunu açıkladıkları zaman,
ALLAH'a karşı mağrur olanlardan başkası inkâra kalkmaz. " (1)
**(1) "MİŞKATÜ'L ENVAR" isimli eser İMAM GAZÂLI'nin yazmış olduğu hakikatı anlatan çok kıymetli bir eserdir... Bu eseri avama değil derin tefekkür sahibi seçkinlere yazdığını ve bu hakikatları ancak ender kişilerin idrâk edebileceğini belirten İMAMI GAZÂLI'nin "MİŞKATÜ'L ENVAR"ı dilimize Sayın Süleyman ATEŞ tarafından kazandırılmış olup, BEDİR Yayınları arasında Mehmed Şevket Eygi tarafından basılmıştır.
Şu ana kadar anlattığımız gerçek istikâmetinde düşünürsek, var olan sadece «ALLAH»tır!..
Öyle ise, O'nun dışında ikinci bir varlık da yoktur...
Peki bu durumda, teklif nedir, mükellef kimdir?...
Bu anlatılan öyle bir hakikat ki; bu hakikat güneşinin ısısı, buzdan meydana gelmiş varlıklar âleminde tek bir su damlası dahi bırakmıyor!..
Bu TEK'lik gerçeğine karşılık, Hazreti Muhammed Aleyhisselâm'ın, insanın geleceğine dönük olarak bildirdiği tüm hususları da asla gözardı edemeyiz... Zira, TEK'lik ne kadar kesin bir gerçek ise; insanın gelecekte karşılaşacağı sonuçlar da o kadar kesin olarak, kendinden çıkan davranışların getirdiği sonuçlar olacaktır.
Evet, ALLAH' ismiyle işaret edilen indinde biz, «İLMİNDE» varolmuş, «ilmî sûretleriz»!..
Bize GÖRE biz, kesin, açık, sade, basit bir evrenin içinde yaşayan varlıklarız...
Ama gene de gerçekte biz, O'nun ilminde, bir «İlim» den ibaretiz!..
Ancak içinde yaşadığımız âlem, bize göre kesin, mutlak, açık, çok yönlü bir yaşantıdır.
İşte bu yüzden şu çok hassas değerleri gözden kaçırmayalım.
* * *
İçinde yaşamakta olduğumuz bu sistemin gereği şudur ;
Bizi yukarıdan yöneten bir TANRI yoktur!... Bir İlâh yoktur!..
Herhangi bir yıldız veya gezegen veya galaksi veya takımyıldız yani «BURÇ» asla TANRI değildir ve olması da mümkün değildir!.. Böyle bir şeyi düşünmek korkunç yanılgıdır!.
Biz, içinde yaşadığımız boyutta, bizden ortaya çıkan ALLAH'ın isimlerinin mânâları gereğini yerine getirmek suretiyle gerçek "kulluğumuzu" ifa etmek için varız!..
Yaşadığımız boyutun gereği ve sistemi ise şudur:
Güneş sistemi içinde yer alan Dünya; Dünya üzerinde yaşamakta olan insanlar...
Bu insanlar, «ALLAH»ın kendi vasıflarıyla, dilediği gibi bezediği ve yarattığı varlıklardır!..
«ALLAH» dilediği özelliklerini, insan beyinlerinde açığa çıkacak biçimde, insanın yapısında düzenlemiştir.
Kendini et - kemik sanarak ve bu yolda şartlanarak yaşayan insan, tüm yaşantısını bu şekilde sürdürdüğü takdirde, bu yaşam tarzının sonucu olarak sayısız azap ve ıstıraplara düşecektir.
Kendisindeki üst düzey özellikleri haber verene inanıp, kendisindeki üstün özellikleri ortaya çıkartmak için çalışmalar yapan ve bunları ortaya çıkartan insan da, ilâhi vasıflara ve özelliklere kavuşmuş bir ferd olarak, sınırsız güzellikleri yaşama ortamına ulaşacaktır.
Ya kendini çürüyüp gidecek et- kemik ZAN etmenin ve buna dönük yaşamanın sonucunda seni bekleyen süresiz azap ortamı; ya da, özündeki ilâhi özellikleri vasıfları ortaya çıkartarak bunun güzel sonuçlarını yaşayacağın ebedî huzur ve zevk ortamı...
Bu sebeple Hazreti MUHAMMED Aleyhisselâm, sanki, karşımızda şunları söylüyor:
"Sen, «ALLAH»ın yeryüzündeki hâlifesi olarak yaratıldın...
«ALLAH»ın bütün isimlerinin mânâları ile bezendin...
Şimdi kendini bu madde dünyasında bulman hasebiyle, sonunda çürüyüp yok olacak bir beden olarak düşünme; ve böyle düşünmek suretiyle «nefsine zulmetme»!... Kendindeki güçleri «israf» etme...
Dünyanın ve dünyevî değerlerin şartlanması içinde, dünyâda bırakıp gideceğin şeyler için, kendindeki o sınırsız üstünlükleri mahvetme!...
Bak âyetlerde nasıl uyarılıyorsun:
«Biliniz ki, dünya hayatı bir oyuncak, bir eğlence, bir bezenme ve aranızda öğünmedir!... Dünya hayatı ancak aldatıcı ve mağrur edici şeylerdir.» (57-20)
«Yeterli şekilde kıyâmet gününe hazırlanmamış olan, o günün korkunç azapları karşısında karısını, kardeşini, akrabalarını ve yeryüzünde olan şeylerin hepsini fidye olarak vermek ister, ki böylece kendini kurtarabilsin!...» (70-11/15)
İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar!.. Dolayısıyla, dünya hayatı, geçtiğiniz âlemde, sizin için bir rüya gibi olacaktır... Öyle ise ölmeden önce öl ki, uykudan, dünyada iken uyan!.. Gerçekleri gör ve o gerçeklere göre yaşamını düzenle...
Dünyada bırakıp gideceğin, öbür âlemde senin için hiç bir değer ifade etmeyecek şeylere enerjini boş yere harcayıp, sonradan telâfi edemeyeceğin israfın yüzünden pişmanlıklara düşme!.. Kendini bu beden kabul edip, sadece bedene dönük bir biçimde yaşamak hüsrandan başka bir şey getirmeyecektir...Oraya gidip gerçekleri gördükten sonra, keşke dünyaya geri dönüp, yapmadıklarımızı yapma imkânımız olsa dersiniz, ama bu asla mümkün olmaz!..
Nitekim bak Kur'ân-ı Kerîm bunu nasıl anlatıyor:
«O gün cehennem mahşer yerine gelir; o gün insan bütün yaptıklarını hatırlar; ancak bu hatırlayış hiç bir fayda sağlamaz...
-Keşke bu hayatım için bana fayda sağlayacak şeyler yapsaydım!.. der...» (89-23/24)
«Biz sizi yakın olan sıkıntı ve azablara karşı uyardık!.. O gün kişi yaptıklarının neticeleri ile karşılaşacaktır... Bu gerçekleri inkâr edenler ise şöyle diyeceklerdir:
- Keşke toprak olsaydım!..» (78/40)
«ALLAH»ın vasıfları ile vasıflanmış, O'ndaki mânâlarla bezenmiş olarak; var sandığın izâfî- göresel «benliğini», yani var kabul ettiğin «vehmi benliğini» terk et, şuurundan kaldır ki; gerçek «BEN»liğine eresin!..
Şayet, var kabul ettiğin, var ZAN ettiğin, şartlanmalar dolayısıyla "var" diye düşündüğün benliğini, belli bir ilim ile kaldırabilirsen, «Benlik» perdesinden kendini kurtarabilirsen, bunun ardındaki gerçek «BEN»liğe erebilirsin!..»
Bu meâldeki uyarıları yapan Hazreti Muhammed (salla'llâhu aleyhi ve sellem) paralelinde, evliyaullah da şöyle demiştir:
«Kaldır «ben»liğini aradan, ortaya çıksın Yaradan!..»
Aslında bu ifade, «Nefsine ârif olan Rabbine ârif olur» hadîsinin açıklamasından başka bir şey değildir...
Şimdi içinde bulunduğumuz sistemi ve insanın bu sistem ile bağlantısını hatırlayalım...
Bu madde dünyasında görüp bildiğimiz her şey, dünyanın yer çekimine, manyetik çekim alanına bağımlıdır...
İnsan da bu madde dünyasında varolmuş bir birim olarak dünyanın manyetik çekim alanına bağımlıdır...
«Biz her şeyi sudan (yani H20'dan) halkettik»... dendiğine; ve dünya üzerinde bulunan her canlı sudan varolduğuna göre, insan da sudan meydana gelmiş bir varlıktır!...
İnsan, bu dünyada varolduğuna ve dünyanın çekim alanına tâbi olduğuna göre; insan beyninin ürettiği «halogramik dalga beden» yani bilinen ismiyle «RUH» da bu dünyanın manyetik çekim alanına bağımlıdır!..
Öte yandan yine insan beyninde öyle bir özellik mevcuttur ki, şayet bu özellik faaliyete geçerse, o kişi neticede dünyanın ve güneşin çekim alanından uzaklaşarak, uzaydaki sayısız yıldızların boyutsal derinliklerinde oranın şartlarına uygun bir bedenle «cennet» yaşamına ulaşabilir.
Kişinin, şayet beynindeki antiçekim dalgası üreten devre açılmış ise, «NUR»lu bir dalga bedene, yani «ruha» sahip olacak; ve böylece de «nuru» yani «enerjisi» nispetinde hızlı bir şekilde kurtuluşa erecektir.
Eğer bu kişinin beyni, antiçekim dalgalarını üretip ruhuna yükleyemez ise, «nur»u yetersiz olduğu için, önce dünyanın daha sonra da cehennemin güçlü çekim alanından kendini kurtaramayacak ve ebedî olarak Güneşin içinde kalacaktır!..
Zaten daha sonraki safhada güneş, Mars dahil yörüngesindeki beş gezegeni yutacak ve bundan sonra da büzülerek bir nötron yıldızı haline gelecektir...
Bu sebeple de içinde kalan nesnenin dışarıya kaçması imkânsız olacaktır... Bu olayı çok daha tafsilâtlı olarak «İNSAN ve SIRLARI» isimli kitabımızda okuyabilirsiniz...
«Cehennem» vasfıyla târif edilen Güneş'te yaşayan canlı varlıklara, yani dindeki tâbiriyle «zebânî»lere gelince... Ellerine düşenleri perişan edici, aşağılayıcı, azaplandırıcı, dolayısıyla «zebûn edici» vasfıyla isimlenen «zebânîlere» gelince...
Nasıl, dünya üzerinde insanlar veya dunyada ve uzayda yaşayan cinler var ise; onlar gibi her gezegende ve yıldızda da yaşayan varlıklar vardır!... Dolayısıyla Güneş'in de kendine has ışın yapılı sakinleri mevcuttur. İşte bunlar Kur'ân-ı Kerîm'de «zebânî» diye târif edilmişlerdir... Bu isimle adlandırılmışlardır!.
Bizler nasıl dünya üzerinde yaşayan varlıklar olarak, elimize düşen güçsüz varlıklara istediğimizi yapıyorsak; aynı şekilde güneşin içinde gidecek insanlara da, güneşin canlıları olan «zebânî»ler, oranın şartları içinde dilediklerini yapacaklardır... Ki bu davranışlar insanlara eziyet olacaktır.
«RUH», yani halogramik mikrodalga beden, Güneşin içine gittiği zaman, oradaki yüksek radyasyonun etkisiyle deforme olur, eğrilir, büzülür, yanar(!), fakat yok olmaz!.. Bunun misâli, rüyada, bedeninin ezilip-büzülmesi, kırılması, yaralanması, parçalanması ertesinde yeniden yaşamına aynen devam etmesidir...
İşte «cehennem» denen Güneşin (1) içindeki yaşantıda da, dalga beden tahrip olur, ezilir, uzar, genişler, yassılaşır, yıpranır, yanar ve akabinde eski hâline döner... ve bu durum tekrar tekrar sürer gider...
**(1) Bu konudaki hadisler ve bilgiler "İNSAN ve SIRLARI" isimli kitabımızda tetkik edilebilir. A. Hulûsi
«Cehennemin ateşiyle onların bedenleri, derileri defalarca yanar, kavrulur, sonra yeniden meydana gelir...» (4-56)
Meâlindeki âyeti kerîme işte bu anlattığımız olayı teyid eder.
Esasen burada çok iyi anlaşılması gereken bir husus vardır...
GÜNEŞİN "CEHENNEM" OLUŞU, ATOMALTI BOYUTU İTİBARİYLEDİR!.
Nasıl bizim bir biyolojik, maddi, atomüstü boyuta ait bir bedenimiz var ve buna karşılık bu bedenin dalga atomaltı boyuta ait "İKİZİ" mavcut ise; aynı şekilde Güneşin de bir atomaltı boyuta ait ışınsal ikizi mevcuttur ki, işte esas "CEHENNEM" oluşu o boyutu itibariyledir...
Ve bu sebepledir ki biz şu anda bu bedenin duyularıyla cehennemi göremeyiz!... Tıpkı atomaltı boyuta ait ışınsal türler olan insan ruhlarını, cinleri ve melekleri göremeyişimiz gibi!..
Buna karşın, madde beden yaşamından "ruh beden=dalga beden" yaşamına geçmiş kişiler ise hem ortamlarına geçmiş oldukları ruhları görürler, hem o ortamda yer alan cinleri görürler, hem de o boyutun meleklerini görürler..
Ve dahi cehennemi, içindeki canlıları tıpkı yanıbaşlarını seyrediyormuşçasına seyrederler... Çünkü ruh görüşünde mesafe kavramı yoktur!.
İşte dinde bahsedilen, ölümü tatmış kişilerin kâbir alemlerinde cehennemi seyretmeleri olayı bu şekilde gerçekleşir.. Bu konunun tafsilini "İNSAN ve SIRLARI" kitabımızda bulabileceksiniz inşâallah..
Kezâ, samanyolu dediğimiz yıldızlardaki cennetler dahi, bu görünen madde yanları itibariyle değil; algıladığımız madde yapılarının atomaltı boyutunu teşkil eden dalga ikizleri itibariyledir!
Ne var ki, bugün bizim madde beden algılayıcılarımıza göre içinde bulunduğumuz ortam nasıl madde kabulümüzü oluşturuyorsa; aynı tarzda, o boyutta da içinde bulunduğumuz ortam - şu an bize GÖRE dalga boyut olmasına rağmen- bize madde ortam olarak gelecektir.
Buna karşılık «cennet»ler denilen sayısız gezegenlere giden halogramik dalga bedenler (ruhlar) ise kendi türünden olan oradaki sayısız varlıklarla görüşüp konuşmak, ilişki kurmak; orada kendisindeki üstün güçler dolayısıyla dilediği gibi tasarruf edebilmek imkânına kavuşacaklardır!..
Âdeta tâbiri câizse, o gittiği gezegenlerin tanrısı (!) gibi olacaktır!..
Zira, kendisi, ALLAH'ın yeryüzündeki Hâlifesi olarak meydana getirilmiş ve sayısız ilâhî güçlerle donatılmış ve bezenmiştir...
Halbuki o gezegenin kendine has varlıkları, insanda bulunan bu toplu güçlerden yoksundur...
Dolayısıyla, «cennet»e gidenler, hiç bir gözün görmediği, hiç bir kulağın duymadığı, hiç bir dilin söylemediği nimetlere kavuşacaktır... Bizim bu konudaki bütün tahayyülümüz yetersiz kalır...
O cennetlere giden kişiler yaş mefhumundan beridirler...
Orada, dede - nine, anne - baba, kardeş - evlat - torun gibi mefhumlar yoktur... Herkes aynı yaştadır...
O gidilen ortamda benzeri güçte veya ilim seviyesinde olanlar bir arada olacaklar; o ilim veya enerjiye daha az ölçülerle ulaşmış olanlar da kendi ortamlarında yaşayacaklardır...
Belki bu dünyada çok sevdiğin, yakınında olan bir kimse öbür dünyada çok uzak düşecektir...
Bir gün evvel neleri yaşarsan yaşa... Bir gece evvel uyku sırasında gördüğün rüyada neleri yaşarsan yaşa; sabah uyandığın zaman, hele üstünden birkaç saat geçtikten sonra, o gördüklerin senin için ne ifade ediyor?..
Dün dünde kalıyor, gece gecede kalıyor!..
Şayet hapiste işkence görüyorsan, gece en güzel rüyayı görsen de, uyandığın ortamda bu ne ifade eder?..
İşte bu madde dünyasına gözlerini kapattığın anda, yeni ortamında gözlerini açacaksın ve bu dünya yaşantısı senin için az evvel yaşadığın bir rüya gibi olacak... Uykudan kalkmışçasına, dünyada yaşadıkların bir değer ifade etmeyecek ve içinde bulunduğun ortamın şartları ile başbaşa kalacaksın!..
Öyle ise bütün mesele senin, sadece bu dünyada bırakıp gideceğin şeyler için değil; yetecek ölçüde, ölümötesi yaşantıda sana lâzım olacak şeyler için çalışma yapmandır... Bu dünya tarlasında, ruhuna ne ekersen, ölümötesindeki yaşantıda da onun mahsulünü toplayacaksın!
Eğer bu dünyada yaşarken, sana verilmiş bu ilâhî güçleri, beynine bahşedilmiş bu ilâhî özellikleri keşfedip kullanamazsan, ölümü tattıktan sonra bir daha bunları ortaya çıkarabilmen kesinlikle mümkün değildir. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm'de tekrar edilen birçok âyet bu hususa işaret eder:
«Nihayet onlardan her birine ölüm gelip çattığında;
- Rabbim ne olur beni dünya yaşantısına geri döndür!... Tâ ki boşa harcadığım yaşantımı buraya yararlı olacak çalışmalar ile değerlendireyim!... derler...Hayır!.. Bu asla mümkün değildir!.. Artık onların önünde yeniden bedenlenecekleri kıyamet gününe kadar sürecek olan «berzah» yaşamı vardır..» (23-99/100)
«Onları cehennem üzerinde durduruldukları zaman görsen...
-Keşke dünyaya geri dönsek, rabbimizin bildirdiği gerçekleri inkâr etmez, inananlardan olurduk, derler...
Hayır! Daha önce gizleyip reddettikleri şeyler şimdi apaçık karşılarındadır!
Eğer dünyaya geri döndürülseler bile, gene yasaklandıkları fiîllere dönerlerdi... Muhakkak onlar bu isteklerinde yalancıdırlar...
Onlar bu dünya yaşantısının ötesinde başka bir yaşam yoktur; biz ikinci bir şekilde yaşamımıza devam etmeyeceğiz demişlerdi...
Onları yönlendiricileri huzurunda durduruldukları o günde görsen...
- Keşke bir daha dünyaya geri dönebilsek!.. Bildirilenler gerçekmiş!.. derler... (6-27/30)
Söz «ÖLÜM»e gelmişken, halk arasında tamamiyle yanlış bilinen bu mevzûu elimizden geldiğince açıklayalım...
* * *
"ÖLÜM" NEDİR?
ÖLÜMÜN İÇYÜZÜ
--------------------------------------------------------------------------------
Ne yazık ki günümüzde "ÖLÜM" olayı gerçeğine uygun bir biçimde bilinmemekte, genelde ÖLÜM'ün bir "son" olduğu zannedilmektedir!..
Oysa, “ÖLÜM, bir son” olmayıp; madde âlemden, maddeötesi âleme geçişten başka bir şey değildir!.. Yani bir dönüşümdür!..
İnsan, ÖLÜM denen olayla, madde bedeni terkederek, «RUH» denilen «halogramik dalga» yapılı bedeniyle ya mezarda, ya da mezar dışında yaşamına devam eder!
Yani ÖLÜM, Madde bedenle yaşamın sona erip, RUH bedenle devam etmesidir.
İslam Dini’nin esaslarını bildiren KUR'ÂN-I KERİM, ölüm olayına şöyle açıklama getirir:
«Her NEFS ölümü TADACAKTIR!..»
ÖLÜM denen olay, biyolojik madde bedenin terkedilerek, RUH bedenle dalga âlem yaşamına geçilmesidir...
Beynin durmasıyla birlikte, vücuda yayılan bioelektrik enerji kesildiği için; beden, ruhu kendisine bağlı tutan elektromağnetizmasını yitirir ve böylece, RUH, bedende bağımsız yaşam biçimine geçer. İşte bu olay ÖLÜM kelimesiyle anlatılır.
Yaşam boyunca kişinin beyninden geçen tüm faaliyetler, ses ve görüntü dalgalarıyla yüklenmiş televizyon dalgaları gibi, RUH'a, yani halogramik dalga bedene yüklenmiş olduğu için, kendisinde hiç bir değişiklik hissetmeden, ruh boyutunda yaşama geçiliverir... Ve kişi, RUH olarak, aynen bedende olduğu gibi yaşamına devam eder!..
Ancak bir farkla... O bedende, tamamiyle canlı ve şuurlu olmasına karşın, madde bedenini kullanamaz!. Sanki bitkisel hayata girmiş, canlı, şuurlu bir kişi gibi!..
Dışarıda olup- biten herşeyi görür, duyar, algılar fakat kendisinden dışarıdakilere hiç bir mesaj ulaştıramaz!.
Nitekim büyük İslam Âlimi Erzurumlu İbrahim Hakkı, «Marifetnâme» isimli eserinde, Hazret-i Muhammed’in ağzından ölüm olayını şöyle nakleder:
«Meyyit (ölümü tadmış kişi), bedenini kimin yıkadığını, kimin kefenlediğini, namazını kimlerin kıldığını, ardından kimlerin geldiğini, lahde kimlerin indirdiğini ve kimlerin telkin verdiğini bilir.»
«Meyyitin yanında haykırıp, saçınızı başınızı yolmayın, ona eziyet edersiniz» uyarısı da, gene meyyitin sizi görüp hâlinizden üzüntü duymasından ileri gelir.
Ölüm denen madde bedeni kullanamama hâlini tadmış kişinin mezarda «ruh olarak» diri, aklı şuuru yerinde ve dışardan gelen hitapları algılar bir halde olduğunu bize en iyi idrak ettirecek olan BUHARİ isimli hadis kitabında mevcut olan şu hadisi Rasûlullah’a dikkat edelim:
«Talha radıyALLAHu anh şöyle anlatmıştır:
Bedir savaşı günü Nebi (salla'llâhu aleyhi ve sellem) Kureyş eşrâfından 24 kişinin cesetlerinin bi raraya kaldırılmasını emretti de bunlar Bedr kuyularından pis bir kuyuya atıldılar. Bu suretle pis kuyu yeni pislikleri toplamış oldu.
Rasûlullah düşman bir kavme gâlip gelince onun açık sahasında üç gün konaklamak âdeti idi.
Bedr savaşının üçüncü günü olunca da Rasûlullah devesinin getirilmesini emretti. Yol ağırlığı deveye yüklenip bağlandı.
Sonra Rasûlullah yürüdü. Ashab da peşinden yürüdüler...
Bu arada birbirlerine, herhalde Rasûlullah bir hacet için gidiyor, diye konuştular.
Nihayet, Rasûlullah Efendimiz maktûllerin atıldığı kuyunun bir tarafında durdu ve onlara kendi ve babalarının adlarıyla seslendi:
-Ya filân ibn-i filân, Ya Ebâ Cehil İbn-i Hişam, Ya Utbe İbn-i Rebîâ... Siz ALLAH'a ve Rasûlüne inanıp itaat etseydiniz şimdi sevinir miydiniz?.. Ey maktûller!.. Biz, Rabb'imizin vaad etmiş olduğu zaferi gerçekten bulduk. Siz de Rabbinizin vaad ettiği zaferi gerçek üzere buldunuz mu?..
Bu hitap üzere Ömer r.a. sordu:
- Ya Rasûlullah... Hayatı olmayan cesetlere ne diye konuşursun?.
Rasûlullah Aleyhisselâm şöyle cevap verdi:
-Muhammed'in nefsi elinde olana yemin ederim ki, söylediklerimi siz onlardan daha iyi işitmezsiniz!..»
Görüldüğü gibi, Buharî'de nakledilen bu olayda, Hz. Rasûlullah Aleyhisselâm büyük bir yanlış anlamayı tashih etmekte..
«İnsanlar, mezara ölmüş olarak konur ve sonra da onlar kıyâmette dirilirler" şeklindeki gerçek dışı inanışı, bundan daha iyi düzeltecek bir hadis olamaz.
İnsanlar, aynen şu andaki kadar aklı şuuru yerinde olarak mezarlara konurlar ve dışarıdan kendilerine yapılan hitapları dışardaymışçasına rahatça işitirler.
Üçüncü halife Osman bin Affan r.a. birmezar başında durduğu zaman, sakalını ıslatıncaya kadar ağlardı. Bu sebeple kendisine;
-Sen cenneti ve cehennemi anıyorsun, ağlamıyorsun da; bundan, yani kâbir korkusundan dolayı ağlıyorsun, denildi..
Osman cevap verdi:
- Resûlullah'dan duydum ki..:
«Muhakkak mezar, âhıret konaklarının ilkidir!.. Eğer kişi ondan kurtulursa, ondan sonrakilerden de kolay kurtulur. Şayet kişi ondan kurtulamazsa, ondan sonrakiler ondan şiddetli olur!..»
Sonra Osman r.a. şöyle devam etti: Rasûlullah şöyle buyurdu:
«Mezar kadar KORKUNÇ hiç bir fecî manzara görmedim!!..»
İslam’ın en önde gelen şehîdlerinden olup, Hz. Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem) tarafından cesedi toprağa verilen Sa'd bin Muâz'ın kabri başında ise Allah Rasûlu şöyle buyuruyordu:
-Şu seçkin kul ki, arş O'nun için titremiş, gök kapıları açılmış ve binlerce melek yeryüzüne inmiştir. O bile mezarında öylesine sıkıldı ki, az kaldı kemikleri çatırdayacaktı!!.. Eğer kâbir azabından ve ölüm sonrası sıkıntılarından kurtuluş olsaydı, bu önce Sa'de nasip olurdu!.. O, ulaştığı mertebe itibariyle bu sıkıntılardan hemen çıkartıldı; hepsi o kadar!..»
Şimdi düşünelim... Kişi, mezârda «diri» yani «şuuru yerinde» olarak mevcut olmasa, böyle bir azap söz konusu olur mu hiç?..
Soruluyor Hz. Rasûlullah’a ...
"Ya Rasûlullah, müminlerin hangisi daha akıllı, şuurludur?..
-Ölümle başına geleceği en çok hatırlayan ve ölümötesi hayatı için en güzel şekilde hazırlananı... İşte onlar en akıllı- şuurlu olandır..."
Gene bir başka ifadesinde şöyle buyuruyor:
"-En şuurlu, ileri görüşlü insan odur ki, nefsini ilâhî hükümlere tâbi kılar ölümden sonra yararını göreceği fiîlleri yapar... Aciz de nefsinin arzularına tâbi olur, sonra da bir şeyler umar, ALLAH'dan!.."
Gene Rasûlullah'ın ashabından İbni Mes'ud, kâbirde görülen azap hakkında:
-Mutlaka günahkâr olanlar, kâbirlerinde azap olunurlar. Hatta hayvanlar onların seslerini işitir... dediğini Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem)'den işittim.
Ebu Said el Hudrî anlatıyor: Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem) buyurdu:
"İnkârcıya mezarında kendisini kıyamet gününe kadar sokup ısıran 99 ejderha musallat edilir. Eğer bunlardan bir tanesi yeryüzüne üflemiş olsa, hiç bir yeşil ot yeşermez!.."
İbn-i Ömer radıyallahu anh anlatıyor... Rasûlullah buyurdu:
"Sizden birisi ölünce, cennetlik olsun, cehennemlik olsun akşam sabah kendisine makamı gösterilir. Burası yerindir. Kıyâmetteki bâ'sıne kadar buradasın."
Burada bir de şu hususa dikkat çekelim. Amentü'de okunan şu cümleye bir bakın...
«Vel ba'sü ba'del M E V T»...
Dikkat ediniz!..
«Vel ba'sü ba'del KIYÂMET» denmiyor!..
Yani, «bâ's» kelimesiyle anlatılan olay, KIYAMET'ten sonraki değil, ÖLÜMÜ TATT