Milletlerin geçmişinde, onların kaderlerini değiştiren, yarınlarını aydınlatan, toplumu bütünüyle kavrayıp yeni bir yapıya iten tarihler vardır. Bu tarihler gelecekteki bir büyük hareketin ilk adımı ya da başlangıcı olabilirse ölümsüzleşir, unutulmaz olur. Bu başlangıcı unutulmaz yapan, o başlangıçtan doğan geleceğin aydınlığı ve sürekliliğidir.
26 Ağustos 1071 de, böyle bir başlangıçtır.
Ne var ki, Türkler’in Anadolu’ya Malazgirt Meydan Muharebesi’nden sonra kesif göçlerle gelerek yurt tutmaları hususu Müslüman Türkler’e münhasırdır. Anadolu’ya Türk akınları ve bilhassa Doğu Anadolu ile Kafkasya’da yurt tutma çabaları, İslâmiyet’ten çok daha eski tarihlere inmektedir.
Anadolu’nun Türk Yurdu oluş tarihini Prof. Dr. Abdulhaluk Çay, 4 ana grupta ya da safhada toplar. Bunlar :
“Selçuklular önce Anadolu’ya yapılan Türk akınları,
Selçuklular’la birlikte başlayan Oğuz gruplarının yurt tutmaları,
Moğol istilâsı sonrasında, 13 ncü yüzyıl ve sonrasında büyük Türk kitlelerinin Anadolu’ya gelmesi,
Anadolu’da Türkleşmenin tamamlandığı 14 ve 15 nci yüzyıllardır.”
Şimdi, ilginizi çekeceğini zannettiğim bir konudan bahsetmek istiyorum. Bundan tam 4 200 yıl önce, Anadolu’da bir Türk Krallığı bulunduğunu biliyor muydunuz ?
Anadolu’da, İÖ. 2500 – 2000 yılları arasında Hatti uygarlığı hakimdi. Din, töre, mitoloji ve sanat bakımından büyük bir varlık sergileyen Hattiler’in etkileri Anadolu’da iki bin yıla yakın bir süre boyunca yaşamıştı. Nitekim Anadolu, İÖ. 2500- 700 tarihleri arasında, bütün komşuları tarafından hep Hatti Ülkesi olarak anılmıştı.
Hatti ülkesi, küçük beyliklerden oluşmaktaydı. Aynı zamanda en yüksek rahip sıfatını da taşıyan bu kralcıklar, çok özgün sanat eserlerinin meydana gelmesini sağlamışlardı. Alacahöyük, Horoztepe ve Mahmatlar gibi Kızılırmak kavsi içindeki bölgelerde bulunmuş bu eserler, hayvan şeklindeki tanrıları, boğaları, fırtına tanrısını, Tanrıça Vuruşema’yı ve evreni temsil etmektedirler. Çoğunlukla bir çift öküz boynuzu üstünde duran bu evren sembolü, Türkiye’de hâlâ yaşayan bir masalın, “ dünya bir öküzün boynuzu üzerinde durur ve öküz başını salladığında deprem olur” biçimindeki inancın kaynağı olsa gerektir.
Anadolu’da Hatti uygarlığının hakim olduğu döneme ait, bugün elimizde binlerce yazılı belge var. Bu belgelerin birine göre, Anadolu’da Türkler’in yaşadığı kesin olarak anlaşılmaktadır.
Söz konusu belge, İÖ. 2350 – 2150 yılları arasında Mezopotamya’da büyük bir devlet kurmuş olan Akad imparatorlarından Naram- Sin’e ait olup, Anadolu hakkında bilgi veren ilk yazılı belgedir. Bu belgede, Kral Naram- Sin, “ Purattu ( günümüzdeki Fırat ) Nehri’ni geçerek Anadolu’ya girdiğini ve Hatti Kralı Pampa başkanlığında toplanan 17 Anadolu kralına karşı mücadele ettiğini belirtmekte ve kendine karşı çıkan bu kralların isimlerini vermektedir. “ ŞARTAMHARİ METNİ” adı verilen ve “ MÜCADELENİN KRALI” anlamına gelen bu belge, aslında üç kopya olup, biri Mezopotamya’da Babil’de, ikincisi Mısır’da Tel el Amarna’da, üçüncüsü de Anadolu’da Hattuşaş arşivinde bulunan metindir. Hitit dilinde ve Hitit çivi yazısıyla yazılmış olan bu metin belli ki, Hititler zamanında (İÖ. 1750- 1200) Akadça orijinalinden Hititçe’ye tercüme edilmiştir. Baştan 7 satırı kırık olan metnin 15 nci satırı Türki Kralı İlsu- Naşil’den söz etmektedir. (Konu hakkında ayrıntılı bilgi almak isteyenlerin Prof. Dr. Ekrem Memiş’in Eskiçağ’da Türkler kitabını öneririm.)
Görülüyor ki, bu metin Anadolu kökenli olmamakla beraber, Anadolu hakkında bilgi veren en eski yazılı belgedir.
TURUKKULAR
Fırat Nehri kıyıları, İÖ. 4 000 yıl ve devamı boyunca ve 2 000 yılları başlarında önce Sümer, sonraları Babil nüfusunda bulunuyordu. Bölgenin başkenti Mari, Fırat Nehri’nin doğu sahillerinde, Suriye’nin Deyü’z-Zor eyaletindeydi. Bugün, antik kentin bulunduğu yöre Tel Hariri adıyla bilinmektedir.
Burada, Fransız Arkeoloji Enstitüsü mensupları, 1933 – 1939 yılları arasında kazılar yaptılar. Kazıda mabetler, etkili duvar resimleriyle süslenmiş bir saray ve yüzlerce çeşitli buluntu ele geçti. Ama, en önemlisi değişik odalarda ele geçen binlerce tabletin oluşturduğu arşivdir. Diplomatik yazışmaların ve ülkenin her yanından gönderilen raporların yanı sıra, Asur Kralı 1 nci Şamşi- Adad ile iki oğlunun birbirlerine yazdıkları mektupları da içeren bu arşivde ekonomik ve yasal düzenlemelere ilişkin çok sayıda mektup da bulunmuştur.
Bu çivi yazılı tabletlerde sık sık karşılaşılan bir isim de, (TURUKKU)’dur.
Ayrıca, Urfa- Harran’da Ay(Sin) Tanrısı mabedinde bir antlaşmanın imza edildiğine dair kayıtlar da ele geçmiştir.
Fransız Arkeolog Georges Dossin, 1939’da, Paris’te yayınladığı (Benjaminites Dans Le Textes de Mari ) isimli kitabında, bulunan bu çivi yazılı tabletler hakkında bilgi vermektedir.
Ayrıca, 1950 yılından itibaren Louvre Müzesi adına, Mari Kraliyet Arşivi’nde ele geçen tabletler yayınlanmaya başlamıştır.
Bu tabletlerden birkaç örnek görelim:
16 numaralı tablet : “...Uyuyanları uyandıran ve uyandırdıklarına hiç tayın vermeyen Turukkular gibi yapacağız”.
21 numaralı tablet : “...Bu akından beri Turukkular’ın sayısı fazla görünmüyor. Fakat artabilir. Onlar gelmeye devam edecekler.”
22 numaralı tablet : “...Bana yazdığın Turukkular’la ilgili haberler değişti.”
23 numaralı tablet : “... Bana Turukkular hakkında yazmıştın. Turukkular’ın çıkış hareketinde bulundukları gün çok meşgul olduğumdan sana haber veremedim.”
87 numaralı tablet : “...Kral bana herşeyden önce, Turukkular’ın hücum ettiklerini, Nithim’i kuşattıklarını yazdı.”
Güneydoğu Anadolu’da yaşayan, cengaverlikleri Orta Asya Türk akıncılarını andıran, ana merkezden takriben 400 km. uzaklaşıp, düşman ordugâhlarına saldıran bu Turukkular, sizce Türk’ten başka kim olabilir ?
Ahmet Akyol