İçerik değiştir



- - - - -

Kafkaslardaki Türk Devletleri


  • Yanıtlamak için giriş yapın
bu konuya 4 yanıt verildi

#1 LaHesis

LaHesis

    Baş Yazar

  • Üyeler
  • 1.142 Mesaj
  • Cinsiyet:Belirtilmedi

Gönderim zamanı 29.11.2006 - 17:16


Hokand Hanlığı (1710-1876)

--------------------------------------------------------------------------------

Şibanoğulları'ndan olan Şahruh, 1710 yılında, Fergana'da bir hanlık kurdu. Bu hanlığın merkezi Hokand idi. Fergana, Özbekler zamanında Maveraünnehir'e bağlı kalmıştı. Daha sonra peygamber soyundan geldiklerini iddia eden ve Hoca denen Seyyidler tarafından idare edilmişti.
Şibanoğulları'ndan Şahruh'un kurduğu hanlık, 1758'de kısa bir süre Çin hâkimiyetini tanımak zorunda kaldı. 19. yüzyılın ilk yarısında Âlim Muhammed ve Mehmed Ali Han'lar zamanında hanlığın sınırları, Taşkent ve Yesi şehirlerini içine alıyor ve Balkaş Gölü'ne kadar uzanıyordu.

Hokand Hanlığı, tıpkı Buhara Hanlığı gibi, 1868'de Rus himayesini kabul etmek zorunda bırakıldı. 1876'dan itibaren de, tamamen Rus hakimiyetine alınarak ortadan kaldırıldı


Astrahan (Astırhan) Hanlığı (1466-1577)

--------------------------------------------------------------------------------

Astrahan Hanlığı, İtil (Volga) Nehri'nin Hazar Denizi'ne döküldüğü yerde, Astrahan şehrinde kurulmuştur (1466). Astrahan şehrinin asıl adı Hacı Tarhan idi. Altın Ordu hanlarından Küçük Muhammed'in torunu Kasım Han tarafından kurulan bu hanlık, ancak 91 yıl bağımsız kalabildi.
Astrahan mıntıkası, Orta Asya ile Güneydoğu Avrupa bozkırları arasında tabiî bir geçit teşkil ettiği için, asırlarca Türk kavimlerinin doğudan batıya doğru giden akınlarına ve bunlar tarafından kurulan birçok devlet teşkilâtlarına sahne olmuştur. Biz burada, 5. asırda Bulgarlar'ı, 7-10. asırda Hazarlar'ı, 10. asırda Peçenekler'i, 11. asırda Kumanlar'ı buluyor ve nihayet 13. asırdan itibaren, Moğollar'ın rehberliği altında harekete geçen, yeni ve kuvvetli bir dalganın gelmesiyle, Altın Ordu adı altında büyük bir devletin kurulduğunu görüyoruz.

15. asrın sonlarına doğru, merkezî kuvvetin zayıflaması ile, dağılmak mecburiyetinde kalan Altın Ordu devleti sahasında, Kazan, Kırım hanlıkları ile Nogay Ordası yanında, payitahtı Astrahan olmak üzere, Küçük Muhammed'in torunu, Mahmud oğlu Kasım Han tarafından bir de Astrahan Hanlığı tesis edilmiştir (1466). En mühim ticaret yolu üzerinde bulunduğu ve zenginliği yüzünden komşu devletler ile göçebe kabileleri celbederek, bunların daimî hücumlarına maruz kaldığı için, iç istikrarını bulamayan bu Türk hanlığı, güçlü ve devamlı bir varlık gösterememiştir. Ahalinin büyük bir kısmının göçebe olup, merkezî hükümetten ziyade, kendi beylerine bağlı kalmaları da, Hanlığın zayıflamasına sebep olmuştur.

Astrahan Hanlığı, Kasım Han (1466-1490) ile kardeşi Abdülkerim Han (1499-1504) devirlerinde, merkezi Saray olmak üzere, eski Altın Ordu'nun bir kısmında hüküm süren amcaları ile işbirliği temini sayesinde, nispeten sakin bir hayat yaşamışsa da, devletin son devirleri, bilhassa Kırım Hanı Mengli Giray'ın, Saray'ı tahribinden sonra (1502), komşu Kırım Hanlığı ile Nogay Orda'sının, bu mıntıkayı kendi nüfuzları altında bulundurmak için yaptıkları mücadeleler içinde geçmiştir. Bu mücadelelerin, iç vaziyeti ne kadar sarsmış olduğunu, hanların sık sık değişmeleri de açıkça göstermektedir.

Rus Çarı IV. İvan, Kazan Hanlığı kuvvetlerini mağlûp edip, Kazan'ı zaptettikten sonra (1552), Astrahan üzerine asker sevk ederek kendi tabii sıfatıyla Şeyh Haydar oğlu Derviş Han'ı tahta geçirmiş (1554), fakat Derviş Han'ın, Ruslar aleyhine Kırımlılarla münasebete girişmesi üzerine, tekrar asker sevk edip, Astrahan Hanlığını, Çarlığa ilhak etmiştir (1557). Derviş Han, kaçarak, Azak kalesine sığınmıştır.

Gerek yerli Türk kuvvetleri ve gerek Kırım ve Türkiye, Ruslar'ın buralara kadar uzanarak, Türkler'in arkasına düşmelerinin iyi bir netice vermeyeceğini anlamışlar ve mühim mıntıkanın Türkler elinde kalması için çalışmışlardır. Fakat kuvvetlerin birlikte hareket etmelerinin temin edilememesi, bu yoldaki teşebbüsleri neticesiz bırakmıştır. Bu yüzden Kanunî Sultan Süleyman'ın 1563'te yapmak istediği sefer, Malta seferi de araya girdiği için, yapılamamıştır.

II. Selim Han devrinde, Sokullu Mehmed Paşa, gerek İran seferi için nakliyatı ve gerek Türkiye ile Türkistan arasında ulaşımı temin etmek için, Don ile İdil (Volga) nehirleri arasında bir kanal açarak, Karadeniz ile Hazar denizini birleştirmek istemişti. Bu maksatla Astrahan seferine karar verilmiş ve 1567'de seferin maddî ve manevî bakımdan zarurî olduğu izah edilerek, Kırım Han'ına yazı gönderilmişti.

Nihayet 1569 senesinin ilkbaharında, Kefe Beyi Kasım Bey kumandasında, 3000 yeniçeri ile 20.000 sipahi gönderilmiş, Silistre, Niğbolu, Köstendil, Amasya, Canik ve Çorum alay beyleri ve 30.000 asker ile Devlet Giray da onlara katılmışlardı. Bu kuvvetler himayesinde, kanalın kazılması, ancak başlanmakla kalmıştır. Karadan hareket eden kuvvetler, Eylülde Astrahan yakınlarına gelince, kışlamak üzere bir istihkâm da yapılmağa başlanmıştı. Fakat asker arasında yayılan haberlerden kuşkulanan Kasım Bey, Devlet Giray'ın da teşviki ile, ağaçtan yapılmış olan istihkâmları yakarak, 20 Eylül'de Kırım'a geri çekilmek mecburiyetinde kalmıştır.

III. Murad Han zamanında, Astrahan meselesi tekrar gündeme gelmiş, Rus Çarı nezdinde teşebbüsler yapılmış ve nihayet bir sefere karar verilmişse de, bunun da arkası gelmemiştir. Böylece, düşmanın kuvvetinden ziyade Türk zimamdarlarının kendi aralarında anlaşamaması yüzünden, bu Türk ülkesinin mukadderatı, uzun bir zaman için tayin edilmiş oldu.

Astrahan şehri, Altın Ordu Devleti'nin başlangıçlarında, eski Hazar Devleti'nin merkezi olan İtil şehri civarında, şehrin sağ sahilinde kurulmuş ve ticaret limanı olarak ehemmiyetini bugüne kadar muhafaza etmiştir.

İbn Battuta'nın "büyük çarşıları havi, pek güzel bir şehir" diye tarif ettiği bu şehrin, o zamanlarda hanların yazlık ikametgâhları olduğu anlaşılıyor. A. Kontarini, şehrin, hanın üç yeğenine ait olduğunu ve bunların da burada yalnız kışın birkaç ay kaldıklarını, alçak duvar ile çevrilmiş olan bu büyük şehrin, evlerinin pek iyi olmadığını ve yakında tahrip edilmiş olmaları icab eden büyük binaların harabeleri bulunduğunu zikrettikten sonra, şehrin evvelce mühim ticaret merkezi olup, Bizans'tan Don yolu ile her nevi malın geldiği söylendiğini kaydediyor.

Şehir 1395/1396'da Timur Han tarafından tahrip edilmişse de, 15. asırda, bilhassa Altın Ordu'nun payitahtı olan Saray'ın inhitatından sonra, tekrar, ticaret merkezi olarak eski ehemmiyetini kazanmıştır


#2 LaHesis

LaHesis

    Baş Yazar

  • Üyeler
  • 1.142 Mesaj
  • Cinsiyet:Belirtilmedi

Gönderim zamanı 29.11.2006 - 17:17

Kazan Hanlığı
İdil (Volga) Irmağı kıyısındaki Kazan şehrinde kurulmuş bir Türk Devleti. Kuzeydoğu Avrupa’ya göç eden Türkler tarafından 15. yüzyılda kurulup, 16. yüzyılın ortalarında Ruslar tarafından yıkıldı.
Kazan Hanlığı, Volga Bulgarlarının yaşadıkları bölgede, Altınordu Devleti'nin eski hanlarından Uluğ Muhammed Han tarafından, 1437 tarihinde kuruldu. Hanlığın ahâlisini, Orta Asya’dan gelme yerleşik ve yarı göçebe Türkler ve Finliler meydana getiriyordu. Uluğ Muhammed Han (1437-1445), gelişmesini devleti için mahzurlu gördüğü Moskova Knezliği’ne karşı, 1439-1445’te sefere çıkıp, Rus kuvvetlerini bozguna uğrattı ve Knez Vasili’yi esir etti. Ruslar, Kazan Hanlığının hakimiyetini tanıyıp, harp tazminatı olarak her yıl haraç vermeyi, Kazan memurlarının Rus şehirlerinde vazife yapmasını ve Oka Nehri boyunu şehzade Kasım’a yurt olarak vermeyi kabul ettiler. Oka Nehri boyunda kurulan Kasım Hanlığı sayesinde, Moskova Knezliği kontrol altında tutuldu.

Teşkilâtçı, tedbirli, cesur ve akıllı bir idareci olan Uluğ Muhammed Hanın vefatıyla oğlu Mahmud Han (1449-1462), Kazan Hanlığı tahtına geçti. Mahmud Han devrinde, Kazanlılar sulh, sükûn, huzur ve refah içinde yaşadılar. Mahmud Hanın, 1462’de vefatıyla, oğlu Halil (1462-1467) ve İbrahim (1467-1479), Kazan Hanı oldular. İbrahim Han devrinde taht mücadeleleri başladı. İbrahim Hana karşı bazı beyler Kasım Hanlığının kurucusu Kasım’ı, Kazan Hanı olarak tanıdılar. Türklere karşı fırsat kollayan Moskova Knezliği, bu durumu değerlendirerek, İbrahim Hana karşı, Kasım Hanı destekledi. Hanedanlık meselesi, Moskova Knezliğinin kontrolünü gevşettiğinden Ruslar, Türklerin hakimiyetinden kurtulmak için faâliyete geçtiler. Papalık tarafından, Bizans sülâlesinden Sofya ile evlendirilen Üçüncü İvan, 1480’de Türk hakimiyetinden ayrılarak, istiklâlini ilan etti. Kazan Hanlığındaki taht mücadeleleri, 1552 tarihine kadar devam etti. Kazan tahtına sahip olmak isteyen prensler, Ruslar’dan da teşvik ve yardım alarak, iktidar mücadelesine devam ettiler.

Kazan Hanlığının iç işlerindeki karışıklıklardan, büyük ölçüde istifade eden Ruslar, 1487 yazında Kazan’a girdiler. Muhammed Emin (1502-1518), Rus taraftarı görünerek, usta bir siyaset takip edip, 1506’da Rusları, Kazan’dan attıysa da, bütün tehlikeyi ortadan kaldıramadı. 1521’de Kırım sülalesinin, 1552’de Astırhanlıların hakimiyetine geçen Kazan Hanlığı, devamlı Rus saldırılarına uğradı. İlk "çar" unvanlı Moskova Knezi olan Dördüncü (Korkunç) İvan, Hıristiyan Avrupa’dan silah ve asker de alarak, 150.000 kişilik ordusu ve 150 top ile, Kazan Hanlığına karşı harekete geçti. Kazan’ı müdafaa eden, şehirdeki 33.000 asker ve dışarıdaki 15.000 atlı Hanlık kuvvetleri ile Ruslar arasında, 1552 yazında, şiddetli çarpışmalar meydana geldi. Kazan’daki müdâfilerin huruç harekâtı ve atlı kuvvetlerin saldırıları sonucu, Rusları yok etme metodu, Avrupa’dan getirilen toplar ve İngiliz mühendislerinin duvar altı lağım tekniği karşısında tatbik edilemedi. Ağustos başında Kazan’a giren Ruslara karşı, sokak muharebeleri yapıldı. Ruslara karşı en şiddetli mücadele, Kul Şerif Camii ve Medresesi çevresinde oldu. Seyyid Kul Şerif dahil bütün medreseliler şehid edildiler. Yadigâr Muhammed Han ve etrafındakiler esir edildi. Kazanlıların çok azı dışında, genç-ihtiyar, kadın-erkek katliama uğradı. Maddî ve manevî kültür eserleri imha edilerek, şehir ve devletin hazineleri, Ruslar tarafından yağmalandı. Kazan ülkesi, Rusların hakimiyetine girince, çeşitli tarihlerdeki istiklal mücadeleleri kanlı şekilde bastırıldı. Bugün, Kazan’da Rusya Federasyonuna bağlı Volga (İdil) Tatar Cumhuriyeti hakimdir.

1437-1552 tarihleri arasında, Kuzeydoğu Avrupa’da hakim olan Kazan Hanlığı, Türkler tarafından kurulmuştur. Ruslar, Türkleri sevmediklerinden buranın ahalisine, Moğollara izafen Tatar diyerek onları kötülemektedirler.

Hanlıkta, yerleşik Bulgar Türkleri ve yarı göçebe Kıpçak Türkleri hakimdiler. Hanlığın başında bulunan “Han”, boyları temsilen “Karacılar Dîvânı” ile idarede söz sahibi idarî, askerî ve dinî temsilciler, hükümeti meydana getirirdi. Saltanat, hanedandan en büyük oğulun hakkıydı. Bütün memleketi alâkadar eden meseleler için, temsilciler heyetinden meydana gelen Kurultay toplanırdı. Kazan Hanlığının iktisadî temeli, tarıma dayanırdı. İslavlara, hububat mahsulleri, meyve, bal, balmumu, balık ile çeşitli kürk ve eşyaları ihraç edilirdi. Kazan’da yabancı tüccarlar için ayrı bir bölge kurulmuştu. Her yıl, 24 Eylül günü, Volga Nehrindeki adada panayır kurularak, ülkenin her tarafındaki tüccarlar burada toplanır, alışveriş yaparlardı. Kazan’da saraylar ve camiler inşa edilerek, âlimlerin ve dinî müesseselerin bütün ihtiyaçları, devlet bütçesinden karşılanırdı. Dânişmend, derviş, hâfız, hâkim, kadı, molla yetiştirilerek, her Kazanlı, İslâm dininin esaslarını öğreninceye kadar, cami, mektep ve medreselerde okutulurdu. Kul Şerîf Camii ve Medresesi en meşhur Kazan müessesesidir. Kazan Hanlığı, Ruslar tarafından işgal edilince maddî ve manevî eserler yağmalanıp, tahrip edildi. Katliamlarda, devlet adamları ve âlimlerle birlikte, çocuklar ve kadınlar da insafsızca öldürüldüler



Kaşgar-Turfan (Çağatay) Hanlığı

--------------------------------------------------------------------------------

Onbeşinci yüzyılın başlarında, Doğu Türkistan ve eski Uygur bölgesinde, Çağatay Hanedanı hüküm sürüyordu. Bunlar, Müslümanlığı benimsemiş ve Müslüman olmayan Oyrat ve Kalmuklarla savaşmakta, cihad etmekteydiler.
Çağatayların hükümdarı Veyis Han, 1418-1428 yılları arasında bir yandan iktidarı sürdürüyor, bir yandan da sulama kanalları açarak tarımı geliştirmeye çalışıyordu. Kaşgar, Yarkent ve Hotan çevresine tamamen hâkimdi.

Veyis Han, 1429'da öldü ve oğulları Esen Buğa ile Yunus Beğ arasında taht kavgası başladı. Emir Doğlat Seyyid Ali, Esen Buğa'yı destekledi ve Esen Buğa, tahta çıktı. Bilgin ve edib olan kardeşi Yunus Beğ ise, Timuroğulları'ndan Uluğ Bey'e sığındı.

Yunus Beğ, tahttan vazgeçmemişti ve ele geçirmek için fırsat kolluyordu. Esen Buğa, 1462'de ölünce, aradığı fırsatı buldu ve Timurlu Ebu Said hanın desteği ile, bütün batı Çağatay bölgesini ele geçirdi. Ama Kaşgar, Yarkent ve Hotan civarı, şeklen Çağatay Hanına bağlı olan Türk Doğlat ailesinin elinde kaldı.

Timurlu Ebu Said ölünce, oğulları birbirine düştüler. Bu kavgalara Yunus Han da karıştı. 1484'de Taşkent'i Timurlulardan alarak, başkentini Tufan'dan buraya nakletti. 1486'da ölen Yunus Han'ın yerine, oğlu Ahmed Han geçti. Oyratlara ve Kalmuklara karşı başarılı seferler yapan Ahmed Han, Kaşgar ve Yenihisar'ı ülkesine kattı. Kendisi Aksu ve Turfan'da, yani Eski Uygur bölgesinde hüküm sürüyor, kardeşi Mahmud Han ise Taşkent'te oturuyor, ülkenin batı bölgesini idare ediyordu.

Bu sırada, Mahmud Han'a bağlı ve onun hizmetinde bulunan Muhammed Şibanî (Şeybanî), Türkistan'da hanlığını ilân etti ve Semerkand'a girdi. Bunun üzerine Ahmed Han ve Mahmud Han kardeşler, kuvvetlerini birleştirerek Şibanî'nin üzerine yürüdüler. Fakat, önceki bölümde de gördüğümüz gibi, bu savaşta Şibanî galip geldi, Ahmed ve Mahmud Han kardeşleri esir aldı. Şibanî, Taşkent ve Sayram'ı ülkesine kattıktan sonra, esir kardeşleri serbest bıraktı. Ahmed Han, 1503'te öldü ve yerine, oğlu Mansur geçti. Mansur, Uygur Hanı olarak tanınıyor, Kaşgar, Yarkent ve Hokand'ı, kardeşi Said Han idare ediyordu. İki kardeş, İslâmiyeti yaymak için çaba harcadılar.

Uygur (Turfan) Hanı Mansur, 1543'te öldükten sonra taht kavgalara başladı ve Çin de bu kargaşalığı körükledi. Fakat, zayıflayarak da olsa, Turfan Hanlığı veya Sultanlığı uzun zaman devam etti.

Hanlığın Kaşgar koluna hükmeden Said Han'dan sonra, yerine oğlu Abdürreşit geçti (1565). Fakat, Doğlatların, Kırgız-Kazakların saldırılarına uğrayan hanlık gittikçe küçülüyordu ve 16. yüzyılın sonunda Kaşgar'dan ibaret kalmıştı. Bu bölge de, Mançu sülalesi zamanında (1644-1911) Çin'e bağlandı. Fakat, ayaklanmalar devam etti.

1866'da Yakub Bey'in başlattığı isyan, Türkistan'a bağımsızlık kazandırmak amacına yönelikti. Yakub Bey, "Atalık Gazi" unvanı ile anılır. Çin'e bağımlılığı reddederek kendini Kaşgar Hanı ilan etmişti. Doğudan Çinliler, kuzeyden Ruslar, güneyden İngilizler Doğu Türkistan'ı tehdit ediyordu.

Yakub Han, bu devletler kendisine her türlü vaadde bulunur, bir yandan da ülkesini işgal etmek için fırsat kollarlarken, asıl bağlanacağı devletin Osmanlı İmparatorluğu olacağını biliyordu ve 1870'te elçiler göndererek, Sultan Abdülaziz'e bağlılığını bildirdi. Osmanlılar, Kaşgar'a askerî öğretmenler ve bir miktar silâh göndermekten başka bir yardım yapamadılar. Çünkü, kendi durumları da iyi değildi.

Yakub Han, 1877'de öldü ve direniş kırıldı. Çinliler, bu tarihte Kaşgar-Turfan (Çağatay) Hanlığı'nı topraklarına kattılar ve bu bölgeye "Yeni Fethedilmiş Ülke" anlamına gelen Sinkiang (Sincan) adını verdiler


#3 LaHesis

LaHesis

    Baş Yazar

  • Üyeler
  • 1.142 Mesaj
  • Cinsiyet:Belirtilmedi

Gönderim zamanı 29.11.2006 - 17:18

Nogay Hanlığı (Ordası)
Altın-Ordu kumandanlarından Nogay (veya Nohay), 1259'dan 1299'a kadar, yaklaşık 40 yıl, bu devletin mukadderatına hakim olmuş, ancak, Cengiz sülâle geleneğine saygısı yüzünden tahta geçmediği halde, komşu yabancı devletlerin birçoklarında o, Altın-Ordu hükümdarı gibi kabul edilmiş, elçiler ve hediyeler kabul etmiştir. Elçileri de hükümdar elçisi gibi karşılanmıştır. Aslında o, resmen Don ile Dinyeper arasındaki bölgeleri idare eden bir tümen beyinden başka bir şey değilken, 1259 ve 1296'da Galiçya'da, 1261/63'de Kafkasya seferlerinde kazandığı üstün zaferlerle sivrilmiş ve Karadeniz'in doğu ve kuzeyinde yaşayan boyları Altın-Ordu merkezinden ayıracak şekilde kendi hakimiyeti altında birleştirmiştir.
Nogay, Balkanlar'da Bulgar ve Bizans işlerine karışmış ve savaşlarda yenmiş olduğu Bizans İmparatoru Mihail Paleologos'un kızı ile evlenerek, arkasını emniyet altına aldıktan sonra, Rus Knezleri üzerinde de hakim bir duruma gelmiştir. Rus yıllıklarında, ilk olarak 1276'da bahsi geçmiştir. 1288'de Rus Knezleri, Nogay'ın Lehistan'a karşı seferine iştirak etmişlerdir.

Nogay'ın şahsî başarıları büyük olmakla beraber, Altın-Ordu tahtına oturmayıp, devlet içinde devlet gibi hareket etmesi, Altın-Ordu'nun iç savaşlarla sarsılarak zayıf düşmesine sebep olmuştur. Diğer hükümdarlar gibi, 1291'de yine Nogay'ın himayesinde Altın-Ordu tahtına geçen Tohtu, sonra ona karşı cephe almış, bu duruma son vermek maksadıyla, uzun süren bir mücadeleye girişmiş ve neticede Nogay yenilerek öldürülmüştür (1299).

Nogay idaresinde toplanan boylar, onun ölümünden sonra bu ad ile tanınmışlar ve Altın-Ordu'nun parçalanması üzerine "Nogay Hanlığı" ismi altında, ayrı bir devlet meydana gelmiştir.

Adını, Altın-Ordu Devleti'nin (1223-1502) büyük kumandanlarından Nogay'dan (ölm. 1299) alan ve bu devletin çöküşünden sonra kurulan Nogay Hanlığı, Volga'dan İrtiş'e ve Hazar Denizi'nden Aral gölüne kadar uzanan sahaları içine alıyordu. Merkezi, Yayık nehrinin mansabındaki Saraycık şehri idi.

Ahalisinin esas unsurunu Kazan, Kırım, Astrahan ve Sibir hanlıklarında olduğu gibi, Kıpçak zümresine ait Türk boyları teşkil etmekte olup, bunların içinde Türkleşmiş bir Moğol kabilesi olduğu tahmin edilen Mangıtlar, sivrilmiş durumda idi.

Kazan ve Astrahan Hanlıklarının Rusya'ya tabi olmasından sonra (1552-1557), Nogay Hanlığı birkaç zümreye ayrılmış, Kafkasya'nın kuzeyindekiler "Küçük Orda", Emba gölü civarında bulunanlarına "Altıkul Ordası" denmiş, İsmail Han'ın idaresinde kalanlar ise "Büyük Nogay Ordası" adı altında birleşmiş ve IV. İvan'ın hakimiyetini tanımışlardır (1555-1557).

Küçük Orda Nogayları üzerinde Rus nüfuzu, ancak 18. yüzyılın ikinci yarısından sonra başlamış, bunlar Kazaklar tarafından batıya göçmeye zorlanarak "Bucak Ordası", "Yedisan Ordası", "Canıbuyluk Ordası", "Yedikul", "Azak", "Kuban" gibi bölümlere ayrılmış ve Kırım Hanlığı'na tabi olmuşlardır. Sonraları mühim bir kısmı, Türkiye'ye göç ederek Anadolu'da iskân edilmişlerdir.

Rusya'da kalanlar, bugün Kuzey Kafkasya'nın çeşitli bölgelerinde yaşamaktadırlar.


#4 LaHesis

LaHesis

    Baş Yazar

  • Üyeler
  • 1.142 Mesaj
  • Cinsiyet:Belirtilmedi

Gönderim zamanı 29.11.2006 - 17:19

Sibir Hanlığı
İrtiş boyu, I. yüzyıldan beri çeşitli Türk-Kıpçak boylarının yaşadıkları bir saha idi. Sibir'in doğu kısmında hâkimiyet süren İnal adlı bir Kırgız hanı, Çingiz'e (Cengiz) tabi olduktan sonra, burası Moğol İmparatorluğu'nun bir parçası haline geldi, sonraları ise Coçi (Cuci) Ulusu'na ve dolayısıyla Altın-Ordu'ya bağlandı.
Altın-Ordu'nun parçalanmasından sonra kurulan (batı) Sibir (Sibirya) Hanlığı'nın bilinen ilk hükümdarı, Mamık oğlu Taybuga'dır. Çingiz ona, İrtiş, Tobul, İşim ve Tura ırmakları boyunu verdi; bu hanlığın merkezi, bugünkü Tümen şehri (veya ona yakın bir yer) olsa gerektir; o zamanki adı "Çinki-Tura" (veya Çimki) idi. Sonraları buraya sadece "Tura" denmiştir.

Taybuga'dan sonra, oğlu Hoca Han, sonra da onun oğlu Mar Han, tahta çıkmıştır. Kazan Hanlığı'na bağlı küçük bir beyliğin başında bulunan Opak'ın kız kardeşi ile evlenen Mar Han, aralarında çıkan mücadelede ölünce, Mar'ın oğulları Opak'ın sarayına alınmış ve Sibirya Hanlığı, bunun idaresine geçmiştir. Mar Han'ın torunları Muhammed ile Angış, kaçarak dedelerinin memleketini ellerine geçirmişlerdir. Muhammed Han, eski merkezi bırakarak, daha emin bir yer olan, İrtiş nehri üzerindeki (bugünkü Tobolski'nin 17 km. yukarısında) "İsker" (İskir veya Kışlak) şehrini başkent yapmıştır. Bu ailelerin sonuncusu olan Yadigâr'ın saltanatı, Kazan Hanlığı'nın Ruslar tarafından istilâsı zamanına rastlar.

Batı'daki en kuvvetli kale olan Kazan'ın düşmesinin (1552), Sibirya'ya büyük tesiri olmuştur. Bu durum karşısında Yadigâr Han, bir taraftan, yaklaşan Rus tehlikesini hafifletmek, diğer taraftan, güneydeki Türk Kazak-Kırgız bozkırlarından gelen hücumlara karşı koyabilmek maksadıyla, 1555'te, Moskova'ya elçiler göndererek Rus Çarı İvan'ı başarısından dolayı tebrik etmiş ve kendisinin de onun tabiiyetine girmek istediğini bildirmiştir. Bunun üzerine Moskova elçisi İsker'e gelmiş ve 1556'da Moskova'ya dönüşünde, Yadigâr'ın bir elçisi ona refakat etmiş ve 1557'de karşılıklı elçiler gidip gelmiştir. Bu sıralarda Yadigar, Sibir'de hakimiyet sürebilmek için, bazı bozkır hanlarıyla mücadeleye tutuşmuştu. Yadigâr'ın en büyük rakibi, Çingiz sülâlesinden Şiban neslinden olduğu rivayet edilen Küçüm Han idi.

1556'dan az sonra, Küçüm ile Yadigâr arasında mücadele başladı ve 1563'te, İrtiş nehri üzerindeki "İsker" şehri ve Batı Sibir Hanlığı'nın idaresi, Küçüm'ün eline geçti.

Küçüm Han, İrtiş boyundaki Türk (Tatar) kavimleri, Şaman dininde olup eski âdetlerine bağlı idiler. Küçüm Han, Buhara Hanı Abdullah Han'a müracaat ederek, İsker şehrine, İslâmiyeti öğretecek hocalar gönderilmesini rica etti; bunun üzerine Buhara tarafından bazı din âlimleri ve şeyhler geldi ve İslâmiyet'in yayılmasına yardım ettiler.

Türk uruglarının bir kısmı, hele İrtiş ve Obi nehirleri ile Altay dağlarına yakın sahadakiler, yine de Şamanlıkta kalmışlardır. Küçüm Han'ın gayreti sayesinde İsker şehri ve civarı ahalisi, oldukça yüksek bir medeniyet seviyesine çıkabildiler. Fakat, hanın bu hayırlı faaliyeti, Rus hücumu ile sekteye uğradı ve han, medeniyeti yaymak yerine, memleketini Ruslara kaptırmamak için savaşmak zorunda kaldı.

Novgorod'dan gelen Rusların kıymetli kürkler arayarak, 1032'de Urallara kadar vardıkları, fakat "Yugralar"ın hücumuna maruz kalarak çekildikleri biliniyor. Bundan sonra uzun zaman Novgorodluların "Yugra"ya karşı hareketlerinden bahsedilmiyor.

Fakat tabii, bu yıllar içinde Ruslar, bu bölgedeki hedeflerinden tamamen vazgeçmiş değillerdi. Nitekim, Toktamış Han'ın 1391'de Betkuk adlı bir Tatar başbuğunu gönderip Vyatka şehrindeki Ruslara hücum ettirmesi, Toktamış Han'ın, Kama boyunu Rus tehlikesinden korumak istediğini göstermektedir. Fakat, Altın-Ordu'nun yıkılması üzerine, Rusların Urallara doğru yayılmalarını durduracak bir kuvvet kalmadı; Kazan Hanlığı ise bunu yapacak durumda değildi. Novgorodluları Ural bölgesine çeken unsur, kıymetli kürklerdi.

Novgorod'un nüfuzu azalınca, onun "kolonileri" de Moskova'nın eline geçti. Bundan sonra Moskova hükümeti, Yuğra arazisine asker göndermeğe başladı. 1465'de Moskova kuvvetleri, Yuğra'ya sevk edildiler. Nitekim Ruslar, 1483'de Uralları aşarak Vogul arazisine girdiler. Knez Kurbskiy'nin kumandasında yapılan bu hareket, Rusların, Uralların ötesine yaptıkları ilk büyük seferdi.

Ruslar, Vogulları, Pilim ırmağı civarında yenerek, oradan Tavda ırmağı boyunca İrtiş'e indiler ve Obi nehrine vardılar. 1499'da, yeniden bir sefer açıldı, fakat mesafenin uzaklığı ve sahanın ormanlık ve soğuk olması yüzünden, burada daimî bir Rus hâkimiyeti kurulamadı. Yuğra'da ve Sibir'de Rus hâkimiyetinin yerleşmesinde, Stroganovlar adlı bir tüccar-kolonizatör ailenin faaliyeti, çok mühim rol oynamıştır.

Stroganovlar ailesinin kökeni, katiyetle tespit edilemiyorsa da, atalarından birinin Altın-Ordu mirzalarından Rus hizmetine giren ve Ortodoksluğa geçen bir Tatar olması, kuvvetle muhtemeldir. Bu kişinin çocuğu ve torunları, Novgorod şehrinde yerleşmişlerdir. Az sonra, bu aile, büyük bir servet sahibi olmuş, Novgorod'un kuzey Rusya'daki kolonilerinde büyük bir ticaret faaliyeti göstermeğe başlamıştır.

1445'de Moskova knezi Vasiliy Vasilyeviç, Kazan Hanı Uluğ Muhammed tarafından esir edildiğinde, hana ödenecek kurtuluş parasının, Stroganovlar tarafından verilmiş olması, Stroganovların bu sıralarda çok zengin olduklarını gösterdiği gibi, bu ailenin Moskova knez ailesi ile sıkı münasebetini açığa vurmaktadır. Zaman içinde bu ailenin nüfuzu giderek artmış ve sonuçta Stroganovlar ailesinden iki birader, Kama nehrinin baş kısmı ve Çusovaya nehri boyunu, Ural dağlarına kadar elde etmiştir; inşa ettirdikleri müstahkem noktalar, Rus hâkimiyeti için birer dayanak yeri oldu.

1573'te Sibir hanı Küçüm'ün biraderi Muhammed Kul'un, Kama boyuna kadar bir akın yapması üzerine, Stroganovlar daha esaslı müdafaa tertibatı almaya başladılar. Moskova'ya yaptıkları müracaat neticesinde, Çar onlara, Tahçı ve Tagıl ırmakları boyunda, müstahkem şehirler inşâ etmelerini ve yerli Vogul, Ostyk, Samoyed ve Yugralar'dan başka ücretli hizmette kullandığı Kazaklardan kıtalar kurarak, Sibir Hanlığı'na karşı harbe başlamalarını bildirdi. Sibir'in Rus hâkimiyetine girmesinde, işte bu aile ön ayak olmuş, Sibir'e karşı, büyük ölçüde ilk seferi bunlar tertip etmişlerdir.

XV. yüzyıldan itibaren, Rusya'nın güneyinde "Kazak" adiyle bir zümre türemişti. Bunlar, Rus boylarının ve knezlerinin zulmünden kaçan aşağı tabaka, bilhassa soylu zümrelerinden teşekkül etmekte idi. Bilhassa Don nehri ve Özü ırmağı boylarındaki muhtelif semtleri yurt edinen bu kaçaklar, "kanun ve hâkimiyet tanımayan" kimseler manasına gelen ve aslen Türkçe bir söz olan "Kazak" adını almışlardı. Rus Kazaklarından önce, güney Rusya'da "Kazak" adiyle Türk zümrelerinin bulunduğu anlaşılıyor; Rus "Kazakları", işte bu Türk "Kazak"larının yaşayış tarzlarını ve teşkilâtlarını taklit etmişler, ona bazı Rus hususiyetlerini katmışlardı.

Geçim vasıtaları, Don ve Dnyeper boyunca yaptıkları balıkçılık, mahdut miktarda ziraat olmakla beraber, en mühim faaliyetleri, çapulculuktu. Lehistan-Litvanya arazisinden başka, Don ve Dnyeper boyunca inerek Karadeniz'e kadar çıktıkları ve hattâ Anadolu sahillerinde çapulculuk yaptıkları olurdu.

Moskova'dan Azak ve Kefe şehirlerine gidip gelen Rus tüccarları da, bu Kazakların hücumuna maruz kalırdı. Kazaklar, kendi aralarından seçtikleri başbuğlarının (atamanlarının) idaresinde, birkaç bin kişilik kitle halinde harekete geçerler, komşu yerleşik memleketlerde soygunculuk ederlerdi. Don boyundaki Kazakların birçoğu yakalandı ve öldürüldü; bir kısmı da İdil yakınına kaçtılar ve buradan yukarıya çıkarak Kama boyuna geldiler. Bu zümrenin şefi, sonraları "Sibir fatihi" adını alacak, Yermak Timofeyeviç idi. Hakikî adının ne olduğu tespit edilemiyor, ancak Türkçe bir kökten geldiği tahmin edilen "Yermak" adının sonradan uydurulduğu anlaşılıyor.

İşte bu Kazak "atamanı", 1577 yılının sonbaharında, maiyetindeki birkaç bin kişiyle, Stroganovların hâkim oldukları sahaya geldi. Stroganovların, Çar İvan'dan aldıkları berata göre "hırsız ve kaçak olan kimseleri" kabul etmeleri yasak olduğu halde, Yermak'ı yanlarında alıkoydular. Yermak ve arkadaşlarının esas gayeleri, yağma ve soygunculuk yapmaktı; Kazaklar, Uralların arkasında kolayca yağma yapmak imkânını öğrenince, Sibir arazisine gitmeğe hazırlandılar. Stroganovlar tarafından inşâ edilen müstahkem mevkilerden hareketle, 1578, 1579 ve 1580 yıllarında Uralları aşarak, Sibir'e ulaşan nehirleri takiben Batı Sibir sahasına çıktılar ve buraları yağma etmeğe başladılar.

Kazakların, önce 5.000 kişilik bir kitle teşkil ettikleri anlaşılıyor; bunlardan mühim bir kısmı ateşli silâh, yani tüfekle donatılmışlardı. Fakat yıl geçtikçe, Yermak'ın yanındaki Kazakların adedi azaldı.

Yermak, 1580 yılının Ağustosunda Tura ırmağı üzerindeki Çimki (veya Tümen) şehrini zaptetti. Yermak, bu defa kışı geçirmek için Ural sahasına dönmedi, Tura boyunda kaldı. Bu saha, Küçüm Han'a tâbi idi. Küçüm Han, Yermak'a karşı savaşmağa karar verdi ve kuvvetlerini toplamağa başladı.

Yermak ve Kazakları, Küçüm Han'ın arazisini ele geçirmek maksadıyla, 1581 yılının yazında katî harekete geçtiler. Küçüm Han, Tavda ırmağı civarındaki "Baba Hasar" adlı bir köy yakınında Kazakları durdurmak için, büyük bir kuvvet gönderdi. Çarpışmalar beş gün sürdü. Kazakların adedi 2.000 kişi bile olmadığı halde, ateşli silâhları sayesinde üstün geldiler. 21-26 Temmuz günlerinde cereyan eden bu "Baba Hasan" muharebeleri, Sibir'in mukadderatını tayin etmiştir. Yermak, Eylül ortalarında seferine devamla, Tobul nehrinden İrtiş ırmağına geçmeye muvaffak oldu. Bu sırada Kazakların, ancak 545 neferi kalmıştı. Küçüm Han, İrtiş'in doğu tarafında, Tobul'un mansabından 2-3 km. mesafedeki "Çuvaş" adlı küçük bir şehri Yermak'a kaptırmamak için, mühimce bir kuvvet ile hücuma geçti ise de, muvaffak olamadı. Küçüm Han'ın, hattâ iki topu bile vardı; fakat topçuları bunları kullanmasını bilmediklerinden, bunlardan fayda temin edilemedi.

Sibir hanının yenilmesi üzerine, hana tabi olan ve birlikte Kazaklara karşı savaşan Ostyaklar ve Vogullar, Küçüm Han'dan ayrıldılar. Kendi yurtlarına gittiler. Bu durum neticesinde, Küçüm Han'ın kuvveti büsbütün azaldı ve maneviyatı kırılmağa başladı. Vaziyetin çok hassas bir safhaya girdiğini gören Küçüm, 1581 yılının 25/26 Ekim gecesi, payitahtı olan İsker şehrinden gizlice kaçtı. Ertesi gün burası, Kazaklar tarafından işgal edildi. İsker veya Kışlak şehri, İrtiş nehrinin yüksek bir yamacı üstünde yapılmış, müdafaası gayet kolay bir mevki idi; fakat, Küçüm Han'ın askerleri, Kazakların tüfekleri karşısında korkuya kapıldıklarından, payitahtı müdafaa edemediler. Yermak'ın İsker şehrini ele geçirmesi ve burada yerleşmesi üzerine, etraftaki Ostyak ve Tatar ahali, kendisine vergi ödemeği kabul ettiler. Serseri Kazak güruhunun atamanı, bu suretle, adeta bir hükümdar derecesine yükselmiş bulunuyordu.

1581 yılındaki hareketler ve savaşlar sonunda, Yermak'ın yanında gayet az asker kalmıştı. Bu kadarcık adamla, tüfeklere rağmen, Rusya'dan çok uzak bir yerde, arkadan yardımın gelmesi için yolları çok uzun ve çetin olan bir memlekette, uzun zaman tutunamayacağını biliyordu.

Bundan ötürü, Moskova Çarı'na elçi gönderip, ele geçirdiği bu geniş ülkenin idaresini, Rus Çarı'na vermek teklifinde bulundu ve bunun mukabilinde evvelce işlediği suçlarının affını diledi. Bu maksatla, Kazak başbuğlarından Kotso'yu, yanına 50 kişi katarak, 1581 sonunda Moskova'ya gitmek üzere yola çıkardı. Yermak, Sibir ülkesinin idaresi için valinin tayinini ve askerî yardım gönderilmesini de rica edecekti.

Moskova'da, Yermak'ın Sibir'deki muvaffakiyetlerinden kimsenin haberi yoktu. İvan, Yermak'ın ubudiyet-nâmesini alıp, Kazakların Sibir'deki muvaffakiyetlerini öğrenince ve gönderdiği birçok kıymetli hediyeyi görünce, suçlarının affedildiğini bildirdi. Sibir'in zaptı münasebetiyle, Moskova kiliselerinin bütün çanları çalındı, Rusya'ya "yeni bir padişahlığın" katılmış olduğu ilân edilerek, büyük şenlikler yapıldı. Yermak'a ve Kazaklarına kıymetli hediyeler götürmek üzere, Koltso, Sibir'e gönderildi.

Yermak, İsker şehri ve çevresini eline geçirmekle beraber, etraftaki bir çok Tatar uruğu, fırsat düştükçe Kazaklarla çarpışmaktan geri kalmıyordu. Bilhassa, Küçüm Han'ın biraderi Muhammed Kul, Kazaklara karşı çetin mücadeleye girişmişti.

Kahramanlığı ile tanınan Muhammed Kul, Yermak için büyük bir tehlike teşkil ediyor, Kazakların, İsker'deki hâkimiyetlerini gün geçtikçe şüpheli bir duruma sokuyordu. Sibir'de tutunabilmek için, her şeyden önce bu Tatar başbuğunu ortadan kaldırmak şarttı.

Muhammed Kul, maiyetindeki kuvvetleriyle âni baskınlar yapıyor ve çabucak çekilip gidiyordu; bu yüzden yakalanması müşküldü. Kazaklar, Sibir'e gelmelerinden önce de Tatar beyleri arasında birlik olmadığı biliniyordu. Kazakların galebesi üzerine Küçüm Han'ın ve taraftarlarının düşmanları büsbütün arttı; ihanetler baş gösterdi. Mirzalardan Sinbahtı adlı bir hain, Yermak'a bir adam göndererek, Muhammed Kul'un nerede bulunduğunu bildirdi. Kazak atamanı oraya hemen askerlerini gönderdi, ve âni bir baskınla Muhammed Kul'u yakalattı.

Muhammed Kul'un esir edilişi, Küçüm Han için ağır bir darbe oldu. Bu vakadan sonra birçok Tatar büyüğü, Han'ı terk ettiler. Sibir yurdunda durum büsbütün karıştı. O sırada Sibir'in eski hanı Yadigâr'ın biraderi Bekbulat oğlu Seyyid Ak, hanlık iddiası ile ortaya çıktı. Küçüm Han'ın bir "karaca"sı (en büyük mirzalarından biri) Tura ırmağı boyuna göç etti ve Han'dan ayrıldı.

Bu suretle, Sibir Tatarları, tarihlerinin en müşkül anında, müşterek düşmana karşı el birliğiyle savaşacakları yerde, ancak kendi şahsî menfaatleri peşinde koşuyorlar, buna ulaşmak için ihanetten, entrikalardan ve kardeş harbinden geri durmuyorlardı. Onlar, bu hareketleriyle, Sibir'e gelen bir avuç Rus Kazağı'nın işini, büsbütün kolaylaştırıyorlardı.

Yermak'ın elçileri, Moskova'ya gidip geldikleri sırada (1581 Aralık-1582 Mart), Yermak, kendisi İrtiş ve Obi nehirleri boyunda bazı seferler yaptı. Ostyaklar ve Vogullar, itaat altına alındı.

Nihayet 1552 Mart'ında, Koltso ve arkadaşları, Moskova'dan döndüler. Çar'ın cevabı, Yermak'ın durumunu tamamıyla kuvvetlendirdi. Moskova hükümeti tarafından tayin edilen umumî vali (namestnik) Bolhovskiy ve muavini Gluhov ile birlikte, 1583 yılı Kasım ayında, 500 kadar Rus askeri, İsker şehrine geldiler. Bununla, Sibir'de Rus hâkimiyeti kurulmuş oldu. Mamafih, mücadele bitmiş değildi; İsker'e yakın yerlerde bile Rus nüfuzu teessüs etmemişti. Yukarda adı geçen "karaca" mirza, İsker'e bile hücumlarda bulunuyordu. 1584 Martında vuku bulan böyle bir hücum, Kazaklar tarafından püskürtüldü.

İsker şehrindeki Kazakları ve Rus askerlerini beslemek için yiyecek kalmadığından ve bunları etraftaki ahaliden almak da mümkün olmadığından, Ruslar arasında müthiş bir kıtlık ve hastalık baş gösterdi; hattâ, ölenlerin lâşeleri (leşleri) yendiği bilinmektedir. Bu yüzden, İsker şehrindeki Rus ve Kazaklardan birçoğu ve ilk Rus valisi Bolhovskiy de hastalanarak öldü. İdare işleri, bu yüzden, yardımcısı Gluhov'un eline geçti.

Yermak, hem iaşe durumunu düzeltmek, hem de henüz itaat altına alınmayan bazı Tatar uruglarına boyun eğdirmek maksadı ile, İrtiş nehrinin yukarısına doğru bir sefer açtı. Tatarlar, İrtiş ırmağı mansabında şiddetli bir mukavemette bulundularsa da, Kazaklar önünde kaçmak zorunda kaldılar. Buralardaki uruglar, Küçüm Han'a tabi idiler.

Yermak, İrtiş nehrinin batı tarafındaki "Kullar" adındaki bir kaleyi almak teşebbüsünde bulundu ise de, muvaffak olamadı ve İrtiş nehrini takiben yukarı çıkmağa başladı. Bir müddet sonra, fikrini değiştirdi ve geri dönmek kararını verdi. Kazak kayıkları, İrtiş boyunca aşağıya inmekte iken, "Buhara'dan bir tüccar kervanının gelmekte olduğu" haberi alındı.

Yermak, bu kervanı yağmaya karar verdi; bu maksatla, İrtiş'e akan Vagay nehri boyunca hızla ilerlemeğe başladı; fakat kervana bir türlü tesadüf edilmedi. Kazaklar, çok yorgun olduklarından "Atbaş" adlı bir yere gelince, geceyi burada geçirmeğe karar verdiler ve oradaki küçük adaya çıktılar.

Yermak ve Kazakları, oralara yakın bir yerde bulunan Küçüm Han tarafından dikkatle takip ediliyorlardı; gece olup, Kazaklar derin bir uykuya dalınca, Küçüm Han'ın askerleri Kazaklar üzerine anî bir baskın yaptılar ve bir Kazak müstesna, hepsini kılıçtan geçirdiler. Yermak da öldürülenler arasında idi. Bu olay 5/6 Ağustos 1584 tarihinde cereyan etti. Yermak'ın Küçüm Han tarafından öldürüldüğüne bir türlü inanmak istemeyen Rus tarihçileri, onun "kayığa binmek için İrtiş nehrine atladığını, fakat Çar tarafından hediye edilen kürkü giymiş olduğundan, baskın esnasında Tatarlar tarafından öldürüldüğü, daha ciddî tetkiklere göre, muhakkak sayılmaktadır.

Yermak'ın öldürülmesi, İsker'deki Kazaklar'ın ve Ruslar'ın durumunu tamamıyla fenalaştırdı. Bu sıralarda, zaten, İsker'deki Rus valisi Gluhov'un yanında ancak 150 asker kalmıştı. Bu kadarcık bir kuvvetle Sibir'de tutunmak imkânsızdı. Bu vaziyet karşısında Ruslar, Sibir'den kaçmağa mecburdular.

Nitekim, Gluhov Kazakları ve Rus askerlerini alarak, 15 Ağustos 1584 tarihinde, İsker'den çıktı ve Rusya'ya dönmek üzere hareket etti. İsker şehri ise az sonra Bekbulat oğlu Seyyid Ak tarafından işgal edildi.

Tam bu sıralarda, Moskova'dan Sibir'e gitmek için, vaktiyle Hıristiyanlığa geçmiş olan Tatar mirzalarından Mansurov adlı birinin kumandasında, 100 Rus askeri ve birkaç top yola çıkarılmıştı. Mansurov, Obi nehrine ulaşınca, Ostyaklar'ca tapılan ve büyük bir mukaddesattan sayılan "putları" top ateşine tuttu ve yıktı. Bunun üzerine Ostyaklar büsbütün korkuya kapıldılar ve Rus hâkimiyetini tanıdılar. Bu defa Sibir ülkesi, kuzey tarafından Ruslar'ın eline geçmeye başladı.

Gluhov, Moskova'ya dönüp Sibir'deki durum hakkında izahat verince, Mansurov'un 100 kişilik bir kuvvetle fazla bir şey yapamayacağı anlaşılmıştı. Bu defa Sibir'e 300 kişilik bir kuvvet ve toplar gönderilmesi kararlaştırıldı. Bunlar 1586 kış başında yola çıkarıldılar.

Sibir'in kati olarak ele geçirilmesi ve Rus hâkimiyetinin teessüsü için, yeni bir plân tatbik edilecekti. Evvelâ mühim istinat noktaları, tahkimli mevkiler yapılacaktı. Rus kıtaları, mukavemet görmeden, Tura nehrine kadar geldiler.

İlk iş olarak, eski Tatar başkenti olan Çingidin şehrine yakın bir yerde, Tura nehri kıyısında "Tümen" adıyla bir şehir ve bir kale kuruldu. Burası, Ruslar'ın Sibir'de yaptıkları ilk şehirdir.

Ertesi sene, buraya, Moskova'dan 500 kişilik bir kuvvet geldi. 1587'de, İrtiş nehrinin sağ kıyısında, Sibir Hanlığı başkentinden 16-18 km. mesafede, İrtiş ile Tobul ırmaklarının birleştiği bir yerde, Tobolsk şehri kuruldu. Burada iki kilise ve kışlalar inşâ edildi.

Küçüm Han, bütün muvaffakiyetsizliklere bakmaksızın, Ruslar'a karşı savaşa devam etti. Onun, bir aralık (1590'da) hattâ Tobolsk şehrine kadar ilerlediği biliniyor. Moskova'dan Sibir'e, sürekli yeni kıtalar gönderildiğinden, Ruslar gün geçtikçe kuvvetleniyorlardı; yeni şehirler ve kaleler inşa ediyorlardı. Moskoflu Rus askerlerinden başka Tobolsk şehrine, esir alınan Polonyalı ve Litvanyalıların ve Dinyeper boyundan Kazakların da getirildiği biliniyor. Bu faaliyete uygun olarak, İrtiş nehrinin batı kıyısında, Tura nehrine yakın ve "Tara" adını taşıyan üçüncü bir şehir daha kuruldu. Tara şehrinin kumandanına, Küçüm Han'a karşı harekete geçmesi emri verildi.

Küçüm Han'a tabi Tatar urugları, 1584-1595 yıllarında birkaç defa Rusların baskınına uğradılar; fakat Küçüm Han ele geçirilemedi. Nihayet 1598 yılının Ağustosunda, Küçüm Han, Obi nehrine yakın "Urmin" mevkiinde Rusların hücumuna uğradı. Çarpışma esnasında Küçüm Han'ın yakınları, Rusların eline düştü; Küçüm Han'ın kendisi ise, yine kurtuldu. Ruslar, Küçüm Han'ın esir edilen aile efradını, Moskova'ya gönderdiler. 1598 Ağustosundan sonra, bu kahraman Türk hanı hakkında, kaynaklarda malûmat verilmiyor.

Zaten bu müthiş darbe ile, Küçüm Han'ın siyasî ve askerî faaliyeti sona erdirilmişti. Küçüm Han, aile efradını, hanlığını ve varını-yoğunu Ruslara kaptırmıştı. Bundan sonra, onun, Sibir'in güney sahasına çekildiği anlaşılıyor. Fakat, Ruslara karşı mücadele edecek kuvveti kalmamıştı. Onun, Çar Feodor İvanoviç ile münasebete giriştiği biliniyor. İrtiş boyundaki bir mıntıkanın, kendisine bırakılmasını rica etmişti. Moskova Hükümeti ise, Küçüm Han'ın Moskova'ya gelerek Çar'ın hizmetine girip, "rahat etmesini" teklif ediyordu. Fakat ihtiyar han, böyle bir zillete katlanmak istemedi, Moskova'da "rahat etmektense", kendi ilinde kalmayı tercih etti.

Ebülgazi Bahadır Han'ın verdiği malûmata göre; Küçüm Han, Buhara'ya gitmiş, Mangıtlar arasında kalmış, gözleri kör olmuş ve 1003 hicrî tarihinde (1595 ?) ölmüştür; fakat bu tarihin yanlış olduğu tahmin ediliyor. Çünkü 1598'de, Küçüm Han'ın Ruslarla savaştığı, Rus kaynaklarınca tespit edilmiştir. Bundan sonra Ruslar, Baykal gölüne kadar ilerlediler; Baykal gölünü de aşarak Amur nehri vasıtasıyla, Japon denizine kadar varmak imkânını elde ettiler. Ancak Çin hududuna ulaştıktan sonra, toplarla donanmış Çinlileri gördüler ve durakladılar. Kuvvetin ancak kuvvetle durdurulabileceği hakikatini, bu münasebetle bir daha görmüş oluyoruz.

Bu suretle, Kazan Hanlığı'nın çöküşünden otuz yıl bile geçmeden, Rusya'nın doğu sınırları, bir hamlede 1.000 km'den fazla genişledi ve birkaç milyon kilometre kare arazi, Moskova hâkimiyeti altına alındı; dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan Sibir ülkesi, Rus hâkimiyetine geçmiş oldu.


#5 LaHesis

LaHesis

    Baş Yazar

  • Üyeler
  • 1.142 Mesaj
  • Cinsiyet:Belirtilmedi

Gönderim zamanı 29.11.2006 - 17:20

Kasım Hanlığı
Moskova yakınındaki Oka Irmağının kuzey kıyısında hüküm süren bir Türk hanlığı. Hanlığın ismi burasının ilk hakimi Kasım bin Uluğ Muhammed’e izâfeten verilmiştir.
Altınordu eski hükümdarı Uluğ Muhammed, 1436’da tahtından indirildikten sonra 1437’de Kazan Hanlığı'nı kurdu. 1445’te, Moskova Prensi Vasily ile yaptığı savaşı kazanarak, onu esir aldı. Yapılan antlaşma ile Kasım, Yılatom, Şatsk ve Temnik kazalarını içine alan bölgenin, oğlu Kasım’a verilmesi sonucunda, prensi serbest bıraktı. Böylece kurulan hanlığın başına Uluğ Muhammed’in oğlu Kasım Han getirildi.

Kasım’ın, Rus topraklarının ortasında kurduğu devletin masrafları, Moskova hazinesinden ve diğer Rus şehirlerinin gelirlerinden sağlanıyor, Kazan Hanlığı adına Moskova kontrol altında tutuluyordu. Fakat enerjik hükümdar Uluğ Muhammed Hanın, kısa bir müddet sonra vefatı, oğulları arasında taht kavgalarına yol açtı. Fırsatı değerlendiren Moskova Büyük Knezi, Kasım Hanı destekledi. Rus yardımcı kuvvetleriyle desteklenen Kasım Han, kardeşi İbrahim’e karşı harekete geçti ise de, başarı kazanamayarak geri döndü. Bu hâdiseden sonra, zaten Rus topraklarının ortasında kalan Kasım Hanlığı, Rus knezlerinin, Kazan Hanlığını karıştırmak için kullandığı bir âlet durumuna düştü. Devlet, kuruluş gayesinden tamamen uzaklaştı. Kırım Hanları ve Astırhanlar Sülalesinden hükümdarlar başa geçti. Ancak, hiçbiri, Rusların kontrolünden çıkamadı. Rusların çeşitli bölgelere düzenledikleri seferlere, Kasım Hanları da iştirak ettiler. Gittikçe zayıflayıp benliğini kaybeden Kasım Hanlığı, 1681 yılında tamamen ortadan kaldırıldı.

Kasım halkı arasında kalan Müslümanlar, daha sonra İslâm memleketlerine göçtüler. Bir kısmı ise günümüze kadar orada kaldılar.

Devletin merkezi olan Kasım şehri, Oka Nehrinin sol sahili yamacında Oka’ya dökülen iki küçük derenin arasında kurulmuştu. Kasım Han, burada bir taş cami inşa ettirdi. Tahrip edilen bu caminin yerine, 1768 senesinde iki katlı başka bir cami yapıldı. Eski minaresi ise ayakta kalmıştır. Şehirde, hanlık döneminde yapılmış bir çok eser, Ruslar tarafından yakılıp yıkıldı


Buhara Hanlığı (1599-1785)

--------------------------------------------------------------------------------

Ruslar, 1554'de Astrahan Hanlığı'nı topraklarına kattıkları zaman, hanedan mensubu Yar Muhammed Han, kaçıp Buhara'ya gelmişti. Yar Muhammed'in oğlu Can, Buhara hâkimi olan Şîbanoğulları'ndan İskender'in kızı ile evlendi. Bu evlilikten doğan Bakî Muhammed, Özbek Hanlığı, Safevîler'e yenilip ortadan kalkınca, 1599'da, kendini Buhara Hanı ilan etti. Böylece kurulan Buhara Hanlığı, 185 yıl kadar, bağımsız bir devlet olarak varlığını korudu.
Büyük merkezlerden Fergana, 1700'e; Belh ise 1740'a kadar, Buhara Hanlığı'na bağlı kaldılar.Bu sırada İran tahtına, Oğuzların Avşar boyundan olan Nadir Şah geçmişti. Bu şah, 1740'ta Maveraünnehir'e girdi. O dönemde Buhara Hanı olan Ebül Faiz, İran'ın hâkimiyetini tanımak zorunda kaldı ve Belh'ten çekildi. Buhara Hanlığı, fetihler peşinde koşan bir politika takip etmedi. Sadece varlığını korumaya çalıştı.

Buhara Hanlığı'nın son hükümdarı Ebül Gazi zamanında, 1758-1785 yılları arasında, ülke, Moğol asıllı ama Türkleşmiş Mangıt'lara geçti. Maveraünnehir, Türkmenistan, Horasan'ın bir kısmı ve Güney Türkistan'a hâkim olan Mangıtların başbuğu Miranşah Murad, Buhara hanlık tahtını işgal etti. Böylece Buhara Hanlığı'nda hanedan değişmiş oluyordu.

Mangıtlar zamanında devletin sınırları daralmaya başladı ve giderek Buhara-Semerkand bölgesinden ibaret kaldı. 19. yüzyıl sonlarına doğru, Türkistan içlerine gittikçe yayılan Ruslar, Mangıtlara ait toprakları da işgal ettiler. Komünist ihtilâlinden sonra, Buhara da öteki Türk illeri gibi Rus topraklarına katıldı. Buhara ve Semerkand, Özbekistan Cumhuriyeti sınırları içine alındı.

Buhara, İslâm hâkimiyetinin ilk çağlarında dünyanın sayılı büyük şehirlerinden ve kültür merkezlerinden biri idi. Burada pek çok bilim adamı ve edib yetişmiştir. Bilim adamlarının en büyüğü ve en meşhuru Hâdis âlimi Ebû-Abdullah Muhammed Buharî'dir


Gence Hanlığı

--------------------------------------------------------------------------------

Âzerbaycan’ın Gence yöresinde hüküm sürmüş olan hanlık.
İran hükümdarı Nâdir Şah, 1735’te, Gence’yi ele geçirdi. Nâdir Şâh'ın öldürülmesinden sonra, Gence de, diğer Âzerbaycan hanlıkları gibi İran toprağı olmaktan çıkarak, 1747’de bağımsızlığını ilan etti.

Ziyâdoğulları Hanedânını kuran Kalaç Türklerinden Şahverdi Han, Gence’nin ilk hanı oldu. Şia’nın Câferî koluna mensup olan Ziyâdoğulları Hanedânı, Türkçe konuşuyordu. 1781-83 yılları arasında Gence, Karabağ hanlarının eline geçtiyse de geri alındı.

On dokuzuncu yüzyılın başlarında Gürcistan’ı işgal eden Rusya, Gence ile birlikte bütün bağımsız Âzerbaycan hanlıkları için tehdit unsuru oldu. Bu hanlıklar, büyük tehlikeye karşı aralarında birleşmeyi başaramadılar. Rusya, bu sırada Dağıstan ve Kuzey Kafkasya’da bulunan hanlıklarla savaş hâlindeydi. Âzerbaycan’daki coğrâfî durum, Rusya’nın, Dağıstan’ı ve Kuzey Kafkasya’daki hanlıkları ele geçirmesini güçleştiriyordu. Kafkasya’daki Rus orduları kumandanı general Sisyanov, 1803’te, Tiflis’ten hareket ederek Gence’yi kuşattı. Gence Hanı Cevad Han, Ruslarla yaptığı, yenildiği ve devletini kaybettiği muharebede öldürüldü. Oğlu ve veliahdı Hüseyin Han da, babası ile aynı günde Ruslar’ın top ateşi ile öldürüldü. Cevad Hanın ve Hüseyin Hanın öldürülmesi üzerine, iki koldan şehre giren Ruslar, yağma yaparak, halkı öldürdüler. Gence Hanlığını ortadan kaldırdılar. Buranın adını da Çariçelerinin onuruna Elizabethpol olarak değiştirdiler (1804). Hüseyin Hanın kardeşi Uğurlu Han, bu tarihten 22 yıl sonra, Gence’yi Ruslardan geri alıp, 2 yıl Gence Hanlığı yaptı. Fakat Ruslar, ülkeyi tekrar istilâ ederek Gence Hanlığını tamamen ortadan kaldırdılar. Gence de, Türkmençay Antlaşmasıyla Rusya’ya ilhak edildi. Komünist idâre, Gence’ye, Kirovabad adını verdi.


Alıntı-derleme





Benzer Konular Daralt

0 kullanıcı bu konuya bakıyor

0 üye, 0 ziyaretçi, 0 gizli