Evliliği "iş gibi" bir başarı yolu ve bir sosyal statü olarak görmeyen duygusal insanlar "mantıkla" değil, aşık olarak evlenmek ister. "Deli divane" aşık olan pek çok kişi ise, tarihsel bir yanılgıyla "hemen onunla evlenmek" niyetindedir.
Sanki aşkla evlilik arasında başlangıçta kesin bir "işbirliği", değişmez bir
"özdeşlik" ve vazgeçilmez bir "ideal ortaklığı" var gibidir. Ve bu yüzden de dünya üzerindeki bütün aşk filmlerinin "mutlu sonu" gelinlikli düğün dernek sahneleridir..
Oysa aşk ve evlilik ne yazık ki birbirine tamamen zıt duygularla "hayatını sürdürür". Aşkı yaşatan "imkansızlıklardır", evliliği yaşatan ise yere ve çağa
göre değişen ölçülerde "imkanlar". Birbirine taban tabana zıt olan bu iki ters olgunun "bir arada" yaşaması mümkün mü? Bu yüzden nikahtan sonra mutfak ve yatak odası arasında sıkışan aşk biterek, ortak üretiminiz olan çocuklarla beraber derin bir "insani sevgiye" dönüşürse, evlilik devam eder. Lakin eğer aşk çılgın bir tutkuyla, merakla ve "şiddetle" yaşanmaya devam ediyorsa, evlilik genellikle adliye koridorlarında son bulur.
Esasen eğer "olumlu" bir aşk yaşıyorsanız, doğrusu evlenmenin "o kadar"
sakıncası yok. Yani, "ben bunun nesine aşığım yarabbi?" diye kendinize kızmadan, o insanı onaylayarak, benimseyerek ve saygı duyarak "sakin" bir aşk yaşıyorsanız; aşk ve evlilik bir şekilde "geçinebilir". Ancak, sevgilinin hiç
beğenmediğiniz yanları olmasına rağmen "sadece aşık olduğunuz" için evlendiğiniz zaman, kısa sürede hayatınızın hatasıyla "başbaşa" kalırsınız.. Çünkü aşk "yasadışıdır". Evliliğin küflü yasalarla belirlenmiş, cansıkıcı adetlerle
kalıplanmış, naftalinli geleneklerle şekillenmiş ve oynak maddi koşullarla
sınırlanmış katı kurallarına, ne yazık ki aşk asla "dayanamaz". Bu yüzden de "yalnızca" aşk için evlendiğinizde, aşkla evlilik arasında "kanlı bıçaklı" bir kavga başlar. Zira aşkı canlı tutan, besleyen ve yürüten duygular, gayet yakıcı, sarsıcı ve huzursuzdur:
Karşı tarafın duygularına duyduğunuz sonsuz merak...
Aşkın "sonuna" ait bitmez tükenmez bir kaygı...
Onu görmediğiniz zamanlarda içine düştüğünüz derin kuşku...
Onun baktığı her yanda, gittiği her yerde içinizi yakan sinsi bir kıskançlık...
Asla "ölmeyen" ve her geçen gün daha bir canlanan kaybetme korkusu...
Bir kavgadan sonra "bitti mi, barışacak mıyız?" düşüncesinin ağlatan acısı...
Bu duyguların hangileri, evlilikte ne kadar "barınabilir"? "Gergin" aşkın tersine, evlilik huzurla "gevşemek" ister. Evlilerin kaygı değil "gerçek anlamda" güven duymaya ihtiyacı vardır... Kuşkularla çırpınmaya değil inanmaya, meraktan çıldırmaya değil "emin" olmaya, sorular içinde gezmeye değil "kafasının rahat" olmasına ihtiyacı vardır. Sorun çıktığında aşıkların yaptığı gibi gerilim içinde alkol mekanlarına koşmaya değil, huzurla "arkasına yaslanıp" rahatlamaya ihtiyacı vardır...
Oysa bu ihtiyaçlar aşkın "doğasına" aykırıdır! İşte bu nedenledir ki, birbirine "çok aşık"olanlar evlenince kısa zamanda boşanmalarına pek şaşmayız. Ve yine bu nedenle birbiriyle evli olanlardan fazla, başkasıyla evli olanların "düştükleri" aşk hikayelerini duyarız. [/SIZE][/SIZE]