İçerik değiştir



Şizofreni Nedir ?


  • Yanıtlamak için giriş yapın
bu konuya 12 yanıt verildi

#1 Emily

Emily

    Mannak Şeker

  • Üyeler
  • 8.786 Mesaj
  • Konum:Fairy Tale...!!

Gönderim zamanı 11.06.2006 - 02:39


Şizofreni Nedir?

Kişide en az bir aylık sure içinde aşağıdaki belirtilerden en az ikisinin varlığı ( sanrılar; varsanilar; konuşma özellikleri ve kalitesinde bozulma; aşırı ölçüde garip ve anlamsız şekilde dağılmış davranışlar; negatif belirtiler dediğimiz duygusal yüz ifadelerinde azalma, düşünce ve fikir üretimi ve yapısının kısırlaşması,enerji ve bir şeyler yapmaya hevessizlik hali)

Bu durumdaki kişide hastalığın sureci içinde sosyal, mesleki, ailesel ilişkilerinde ve kendine bakim gibi alanlarda belirgin bozulmalar oluşur. Bu belirtiler en az 6 ay suredir var olmalıdır.

Varsani nedir?:

Olmayan bir takım uyaranlari var gibi algilama durumudur. Bu hastalikta en cok isitsel varsanilar (kendisi ile konusan sesler, gürültüler duyma gibi) bulunmaktadır. Ayrıca görsel varsanilar (duvarda çizgiler, kendine bakan yüzler, yaratıklar görme gibi); koku varsaniları (iyi ye da kotu ama başkasının duymadığı kokular duyma); dokunma varsaniları (vücudunda bir şeyler geziyor gibi hisler); vücutsal varsanilar (beden yapısının, bölgelerinin değiştiği seklinde) olabilir.

Sanrı nedir?:

Hastanın sabit bir fikir ile bağlandığı, aksi yöndeki söylemlere karşın ikna edilemeyen ve mümkün olmayacak derecede içeriğe sahip olan yanlış inançlardır. Başlıca tipleri arasında kötülük görme ( persekusyon ), üzerine alınma (etrafındaki her olayın kendisi ile ilişkili olduğu seklindeki referans sanrıları); kontrol edilme; düşünce sokulması, çekilmesi ya da yayınlanması; dini sanrılar; vücutsal; suçluluk - günahkarlık ve büyüklük sanrıları sayılabilir.

devamı için::
http://www.psikiyatr...t/sizofreni.htm

In the end, it's not the years in your life that count.
it's the life in your years..

#2 fatiharabe

fatiharabe

    Hiç gelmiyor desek yeridir

  • Üyeler
  • 54 Mesaj

Gönderim zamanı 11.06.2006 - 13:53

herkeste şizofrenlik var mı ?

#3 WaLe

WaLe

    Kimene!

  • Üyeler
  • 6.730 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:Eskişehir

Gönderim zamanı 11.06.2006 - 14:19

Bilgilenelim , bilinçlenelim paylaşım için tşk'ler.

"YURTTA SULH, CİHANDA SULH"
Gönderilen Resim



’Düşüncenin üstesinden gelemeyen‚ düşünenin üstesinden gelmeye çalışır.

Paul Valéry


#4 Roland

Roland

    I Love My Frog :)

  • Üyeler
  • 4.729 Mesaj
  • Konum:pelin

Gönderim zamanı 11.06.2006 - 14:26

Şizofreni nedir?

Efenim şizofreni insanın üstüne yakışanı giymesidir, bakınız şimdi ben dielim şizofrenim ve cıbıl cıbıl dolaşıom sokakta ama bana sorarsanız ben, böle dizel pantolon timmy hilfigır gömlek (tiimiiiiiiieeeaaaaaah) sonracıma nayk ayakkabı giymiş öyle dolaşıorm, yaaa yaaa :)
Kandırdım, kandırdıım, gemi memi yoktu

#5 mariahh

mariahh

    Biricik Karde$

  • Üyeler
  • 166 Mesaj

Gönderim zamanı 11.06.2006 - 14:57

Bildiğim kadarıyla kesin bir tedavisi yok, ömür boyu ilaç tedavisi yapılıyor...
Günlük hayatlarına devam eden türleri de var...
John Nash bunlardan biri,1994 Nobel ödülü kazandı ve bu ünlü Şizofren matematikçinin hayatı Sylvia Nasar'ın "A Beautiful Mind" isimli kitabına, sonra da bu kitaptan uyarlanan Holywood filmine konu oldu.
Gönderilen Resim

#6 IssIz

IssIz

    Dağ Dikeni

  • Üyeler
  • 11.239 Mesaj
  • Konum:araf..
  • İlgi Alanları:ohoo bi sürü..kitap şeetmek,gesmek,uçmak, uçarken atlamak...bi de musiki dinlemek...

Gönderim zamanı 11.06.2006 - 16:46

öyle çok var ki etrafta...






Alıp başını gitmek istersin.

Bilmediğin, bilinmediğin,

Çözmediğin, çözülmediğin bir denkleme...

Biraz ürkek düşünürsün...

Biraz kekeme....



'Üstüme gelme hayat!

Bundan sana ne...? ! '



Kekemeliğin korkularındandır...

Giderken bile; gidene değil de

Geride kalana aklın takılır...

Bir yanına yatarsın ' git.. ' der

bir yanın ' kalmalısın... '

Geceleri hep uykusuz kalırsın...

Ayağına pranga olur tüm düşündüklerin...

Gitmeden daha

Sen; gider gider gelirsin...



' Üstüme gelme hayat....

beni bilirsin....'



Kaldığın bu yerde

Harcadığın yılların gelir aklına...

Bir bir sayarsın...

Toplarsın, çarparsın,

Böler, çıkarırsın...

Bakkal defteri kadar kalın...

Bakkal defteri kadar karmaşa...

İçinden bin bir küfür

' Sümme haşa...! Sümme haşa...! '

Farkedersin ki hayatı

Arka sokaklarda dolanarak yaşarsın...

Kabarmış hesabından kaçarsın...



' Üstüme gelme hayat...!

Daha neyi alacaksın..? ! '



Hep sevmişsindir aslında...

Hep ama hep sevmişsindir...

Birini sevmişsindir sonra...

Sonra birini daha...

Birini daha...

Daha....! ?

Her gelip geçen gemiye aşık olmuşsundur..

Gemiler gitmiş

Sen yorulmuşsundur...



' Üstüme gelme hayat....!

Gemi olmuş musundur..? '



Kocaman bir mahalleden

Daracık bir sokağa.

Sokaktan ufacık bir eve

Evden odaya....

Yağlarından tiksinir gibi

Kurtulmak ister gibi

Kapatmışsındır kalabalıklara kendini...

Gitgide yanlız kalmışsındır...

Yalın yaşanan gecelerde

Gitmekle kalmak arasında dolanırken...

Beynine bir silah gibi dayamışsındır korkularını...

Yalnız...Korkak...Kekeme....




' Üstüme gelme hayat...!

Kıyarım kendime....!
'




#7 Emily

Emily

    Mannak Şeker

  • Üyeler
  • 8.786 Mesaj
  • Konum:Fairy Tale...!!

Gönderim zamanı 12.06.2006 - 00:35

şizofreni ile ilgili bi link daha..
şizofreni yakınlarının oluşturduğu bi dernek var, belki tanıdıklarınız vardır bilgilenmek ii olur diye düşündüm..

http://www.sizofrenidostlari.org.tr/

In the end, it's not the years in your life that count.
it's the life in your years..

#8 Serra

Serra

    I'm Back !!

  • Üyeler
  • 8.125 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:MuEno

Gönderim zamanı 16.06.2006 - 21:38

e ben şizofrenimiyim yani?
Yokluğun bu bahar biter mi ?
Ya da bu
Son;Bahar biter mi ?

#9 REBEL

REBEL

    Burası olmadan yaşayamaz

  • Üyeler
  • 6.906 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan

Gönderim zamanı 15.08.2006 - 10:08

Şizofreni, zihin bölünmesi anlamına gelen bir hastalıktır.

Biyolojik ve genetik faktörlerin yanısıra, özellikle eğitimde tutarsızlık,
verilen çelişkili mesajlar yahut belirsiz, anlamsız, korkutucu olaylar ruhsal dünyada bir parçalanmaya yol açabiliyor, bu da sonunda gerçeklerden
tamamen kopmayı ve bir hayal dünyasında yaşamayı netice verebiliyordu.

Bu delikanlı o noktaya gelene dek neler yaşamıştı kim bilir? "Ben iyiyim doktor ağabey, ben iyiyim, hiçbir şeyim yok. Sağa çektim,
bekliyorum." Böyle demişti Hüseyin, daha odaya ilk girişinde.
Onsekiz yaşındaydı.
Şizofreni hastasıydı. Gözlerinde hayalet görmüşçesine bir korku ile hiçbir şey görmüyormuş gibi
boş bir bakış yer değiştiriyordu.
Çocuk gibiydi tavırları.
Büyümeyi reddetmiş, zamanı geri çevirip küçük bir çocuğun o problemsiz, saf dünyasına dönmüştü sanki.
Artık mücadeleyi bırakmış, dış dünyaya kapılarını kapatmıştı.
Kendisine ait bilinmez bir dünyadaydı.
Neyi neden yaptığını, ne zaman ne yapacağını kestiremiyordu ailesi. İnsanlardan kaçıyor, bazen kendi kendine birseyler konuşup gülüyordu.
Ama, gariptir, halinden memnun görünüyordu. Ve yerli yersiz aynı sözü
tekrarlayıp duruyordu:
"İyiyim ben, iyiyim. Sağa çektim, bekliyorum."
Çocukluğundan ilk hatırladığı, babasından yediği bir tokattı.
Oyundan eve biraz geç gelmiş, evdekiler onu çok merak etmişlerdi. "Geldim
işte, sevinin" dercesine masum bir neşeyle yüzüne baktığı babasının öfke dolu bakışları, yediği tokat esnasında gördüğü yıldızlara karışmıştı.
Neye sinirlenmişti babası, bilemedi. Çok korktu ve yatağına gidip ağladı.
Babasının -asabi- olduğunu, bazen işten gergin geldiğini, o yüzden ufak şeylere sinirlendiğini, -aslında iyi bir insan- olduğunu zamanla
annesinden öğrenmişti. İyi de, kendisinin ne kabahati vardı ki? Hem
babası -Sizin için çalışıyorum, ablanın ve senin geleceğiniz için yoruluyorum- demiyor muydu?
Bizim için çalışıp yorulduğu ve sinirleri bozulduğu için bizi dövmesi
nasıl işti? Bizden intikam mı alıyordu yoksa? Neden ki?

Bazen -aslan oğlum, akıllı oğlum- derdi babası kendisine, bazen de -salak, haylaz!- Ne zaman nasıl tepki alacağını bilemiyor, güvensizlik içini
kemiriyordu.

Babasına bile güvenemeyecekse, bu dünyada kime güvenebilirdi ki?

Annesi, babasının aksine, çok şefkatliydi. Bir o kadar da evhamlı. Devamlı peşinde dolaşır, -Hasta olacaksın- der, başka şey demezdi. Bu
aşırı ilgiden boğulacak gibi oluyordu bazen. Ama seviyordu kendisini ve
dövmüyordu ya; yetebilirdi bu.
Bu sevgi uğruna bazen kişiliğini feda etmesi gerekiyordu ama, olsundu. Hep sevildiğini bilmek güven vericiydi zira.
Ama hayır; maalesef her zaman sevmiyordu annesi onu.
Uslu olduğu zamanlarda geçerliydi bu sevgi. Şartlı bir sevgiydi yani.
Annesinin hoşlanmadığı birsey yaptığında -Seni doğuracağıma taş doğursaydım- sözünü sık duydu.
Bir gün dayanamayıp -Acaba benim gerçek anne-babam siz değil misiniz?-
sorusunu sorduğunda, annesi öfkeli gözlerle -Saçmalama salak!- diye
bağırdı. Bu cevap acaba ne anlama geliyordu? Bazen annesiyle babası kavga ederlerdi. Daha doğrusu, öyle hissediyordu. İçeriden bağırışlar gelir,
yanlarına gidince susarlardı.
Birşey yokmuş gibi davranırlardı. Ama evde birkaç gün sessiz bir gerginlik
olurdu. İçini dağlardı bu gergin dönemler. Neydi problem, anlayamadı hiç. Neden anlatmazlardı ki?
Problem varsa söylesinler, yoksa güzel güzel sohbet etsinlerdi. Böylesi
daha mı iyiydi sanki? Suratsız bir çocuk olmuştu artık.
Evlerine bir misafir geldiğinde ise, keyfi biraz yerine gelirdi. Anne baba ne kadar gergin de olsalar misafirin yanında gülümserlerdi
çünkü. Yalancıktan da olsa onları öyle mutlu, kibar, konuşkan görmek
hoşuna gidiyordu. Hoşuna gidiyordu da, neden biz bize iken böyle davranmıyorlardı ki? Biz komşulardan daha mı değersizdik?
Saflık derecesindeki patavatsızlığı misafirliklerde başına dert oldu.
Anne-babasının evde -kel toş- dedikleri komşu evlerine misafir olduğu bir gün ona -kel toş- diye seslenince buz gibi bir hava esmişti. Ablası
çimdikledi. Yanlış mı söylemişti adını yoksa? Adı bu değil miydi? Niye
öyle diyorlardı o zaman?

Gelen giden arttıkça, çelişkiler de artıyordu. "Yine mi o gıcık tipler geliyor? / Aman efendim ne iyi oldu da geldiniz?" "O Ayten de çok
saçmalıyor canım / Haklısın Aytenciğim, naaparsın?" "Keşke evde yok
deseydin oğlum / İnanın çok özlemiştik."
Bir kenara çekilmiş, sessizce izliyordu çoğunlukla. Bu karmaşık oyunun
kuralı acaba neydi?
İlkokula başlayışını, evdeki sıkıntılardan kaçış olarak, sevinçle
karşılamıştı. Ama siyah önlükler, anlamsız kısıtlamalar olmasa daha iyi olurdu. Hele bazen bayat nutuklar atıp bazen de öfkeyle bağıran asık
suratlı öğretmenler olmasa çok da güzel olabilirdi.
Nutuklarda başka konuşuyorlardı, koridorlarda başka.
"Gelecek sizin elinizde / Siz haylazsınız!" "Okuyup büyük adam olacaksınız
/ Adam olmazsınız siz!" "Bu ülkenin umudu sizlerde / Sizi her gün dövmek
lazım!" "Atatürk bu ülkeyi sizlere bıraktı / Aptallar!"
Anlayamıyordu çoğu şeyi. Atatürk'ü öğretmişlerdi ona önce ve sonra ve
hep-beden eğitimi dersinde bile. "En büyük o! Bizi kurtardı. Bir millet
yarattı." Ama Hüseyin dedesinden "Allah en büyüktür, tek yaratıcı Odur" diye öğrenmişti. Bir gün öğretmenine "Allah mı büyük, Atatürk mü?" diye
sordu. Öğretmen ters ters baktı ve "Böyle saçma soruları bir daha sorma;
fena olur" dedi. Korktu yine. Korkmaya alışmıştı zaten. Korkutucuydu dünya. Nasıl korunacaktı?

İlkokul öğretmeni kopyaya çok kızardı. Bir kez sınavda kopya çeken bir
arkadaşını sınıfın ortasında evire çevire dövmüş, hatta bacağını
kanatmıştı. Kopya kötüydü, çekmemeliydi. Hiç çekmedi de. Son sınıfta ilkokullar arası bilgi yarışmasına katıldılar. Final yarışmasında
öğretmeni yanlarına yanaştı ve "Şöyle bir soru gelecek, cevabı da şu" diye
fısıldadı. Duymazdan geldi. Kopya kötü değil miydi? Öğretmen kendilerini deniyordu herhalde. Yarışma sonrasında öğretmen "Beni niye dinlemediniz?
Size cevabı söyledim. Ya yarışmayı kaybetseydiniz?" diye bağırınca, kafası
iyice karıştı. Bir gün birisi "Bunlar kamera şakasıydı" diyecek diye bekliyordu. Ama ya değilse?

Bir de kafasındaki çelişkileri tutabilseydi! Anlaşılan, onları kendi
kendine ve kendince çözmesi gerekecekti. Yapabilirse.

Susmak çok iyiydi aslında. Zaten ilkokulda öğretmenleri hep "Susun! Çok konuşmayın bakayım!" derdi. Ama lisede öğretmenler "Niye aval aval
bakıyorsunuz, derse katılın biraz, sizin gibi koyunlar yüzünden bu millet
geri kaldı!" deyince, sessiz ve uslu olma konusunda da çelişkide kaldı.
Büyümeseydi keşke. Hep küçük bir çocuk olarak kalsa ne iyi olurdu. Zaten
genellikle odasında tek başına oyuncaklarıyla oynamasına, onlarla
konuşmasına, annesi "Hâlâ çocuk gibisin" diye tepki gösteriyordu.
Zaten kızlardan yana başı dertteydi hep. Çıktığı bir kız olmadığı için
arkadaşları kendisiyle alay ediyorlardı. Üzülüyordu. Neredeyse sırf bu
alaylardan kurtulmak için, hoşlandığı bir kızı gözüne kestirdi. Ders aralarında onunla konuşmaya başladı. Hatta ona âşık oldu bile
denilebilirdi. Ama bu kez de âşık olmasıyla alay edildi. İnsanlar neden
böyleydi ki?
Bir gün teneffüste hoşlandığı kıza "Seni seviyorum" demek geldi içinden. Dedi de. Ama kız ağlamaya başladı. Hatta kendisini öğretmene şikayet etti.
Tabii ki, dayak yedi öğretmenden. Çok üzülmüştü. Durumu düzeltmek için
kızın yanına gitti, özür diledi ve "Tamam, seni sevmiyorum" dedi. Ama kız buna da ağladı. Yine şikayet edildi, yine dayak yedi, yine anlayamadı
neler olup bittiğini. Su kızlar da garipti doğrusu.

Okul dışındaki kızlara yöneldi ilgisi. Yaşça büyük, tecrübeli ağabeylerle gezmeye başladı. Çok şey öğrenebilirdi onlardan. Öğrendi de. Caddelerde
gezip, gelen geçen kızlara laf atmaya başladı. "Üf ağabey, şu kıza bak,
çok güzel." "Hakikaten Hüseyin, ne kız bee? Sana bakıyo oğlum, asıl şuna." "Yok ağabey şu gelene asılayım. Baksana o daha hoş. Değil mi Ali ağabey?"
Değildi maalesef. "Daha hoş" deyip laf attığı kız, Ali abisinin
kızkardeşiydi. Birkaç küfürle paçayı kurtardı. Sahipsiz kızlara asılmak iyiydi, sahipliler ise bacımız olurdu. Ama sahipsiz dediklerimiz de bizim
gibi birilerinin ablası yahut kardeşi değil miydi? Acaba şu an ablasına
kim nerede laf atıyordu?

"Bu tutarsızlıklar beni deli edecek" diyordu içinden. Sonunu hissetmişti sanki. Kur'ân okumanın ve ondaki emirlere uymanın çok güzel olduğunu
öğrenmişti lise yıllarında. Anne babası Kur'ân okumazlardı, ama "Okumak
lazım, iyidir" derlerdi. "Okumak lazım, iyidir" derler, ama okumazlardı. Normaldi artık bu çelişkiler; pek üstünde durmadı. O okudu, etkilendi.
Namaza başladı. Kızlarla mesafeli olması gerektiğini de öğrenmişti. Kız
arkadaşlarıyla samimiyetini azalttı. Bira içmez oldu. TV izlemedi, sohbetlere gitti. Bir gün anne babasını fısır fısır konuşurken gördü. O
akşam babası onu karşısına alıp konuşmaya başladı. Bir problem olduğunu
anlamıştı. Bir problem olmasa babası onunla konuşmazdı çünkü; ancak bir problem varsa konuşurdu. Sonunda babası dilinin altındaki baklayı çıkardı:
"Evladım, aşırı gitme. Namazını da kıl, gereğinde bara, pavyona da git.
Kur'ân da oku, kızlarla gezip içki de iç. Dengeli yaşa." "Nerede yazıyor bu denge baba?" diye sordu. Babası sinirlenip "İşte burada yazıyor" dedi
ve avucunu gösterip yanağına okkalı bir tokat yapıştırdı. Ağlamıyordu
artık. Etkileniyormuş gibi yapmaya çalışıyordu. Ama direnci zayıflamıştı. Kur'ân'ı da, namazı da bıraktı.

Evlerinde televizyon hep açık dururdu. Bazen açık-saçık programlar olurdu.
Spiker 'Sok, Sok! Şu rezilliğe bakın!' diye ekranı inletirken bir yandan da o rezillikler en ayrıntılı biçimde gösterilirdi. Babası da hem onları
seyreder, hem de "Tövbe, tövbe! Başımıza taş yağacak; şunların
yaptıklarına bakın" derdi. Hüseyin "Baba, başka kanala geçelim" deyince de, "Biraz bakalım canım, meraktan izliyorum zaten, neler olup bitiyor
bilmek lazım" diye cevap verirdi. Babasının bakışlarında merak
denilemeyecek garip bir pırıltı olurdu oysa. Hüseyin farkındaydı bunun. Lise son sınıfta siyasetle ilgilenmek ama aşırı gitmemek gerektiğini
öğrendi; nasıl olacaksa? Ve haber programlarını izlemeye, gazetelerdeki
köşe yazılarını okumaya başladı. Birçok şey öğrendi; özellikle dış politika konusunda. Batılı olmak lazımdı. Batılılar bizden üstündü. Yok
hayır, biz en üstündük. Sadece, biraz geri kalmıştık. Ama en güçlü, en
akıllı bizdik. Bu millet adam olmazdı. Biz Batılıları seviyorduk, ama onlar bizi
sevmiyordu. Onlar bizi sevmediği için biz de onları sevmiyorduk. Ama onlar
gibi olmalıydık yine de. Sevmeliydiler bizi, biz onları sevmesek de.

Hele Yunanlılar bize iyice düşmandılar. Biz de onlardan nefret ederdik. Hep savaşmış, hep yenmiştik onları. Ama aslında kardeştik. Bazen bizden
korktukları söylenirdi. Sinirlendiriyordu bu bizi. Bizden neden
korkuyorlardı ki? Fazla sinirlenirsek canlarına okurduk onların. Korkmasinlardı bizden.

Araplar ise zaten oldum olası bizi sevmezlerdi. Biz de onları hiç
sevmezdik. Ama onlar bizi neden sevmiyordu ki? Biz onları hep sevmiş, hep
iyilik yapmış değil miydik? Oysa onlar bize hep kötülük yapmak istiyorlardı. Bizi sevmeleri lazımdı. Ama bizim onları sevmememiz lazımdı.

Zihni iyice dağılmaya başlamıştı. İçine kapanmaya başladı. Odasından
çıkmamaya başladı.
Hayallerle avundu. Hayallerinde herşey netti, kontrolü altındaydı. En iyisi buydu galiba. Ama annesi neden ona garip garip bakmaya başlamıştı
ki?

Askere gitmeden önce bir işe girip çalışmak istedi. Birkaç yere başvurdu.
Torpilliler yüzünden ilk başvurduğu yere alınmadı. Babası öfkelendi. "Bu torpil yüzünden memleket batacak" dedi. Bir hafta sonra ikinci başvurduğu
yer için torpil bulunca sevindiler. Başkası lehine olunca kötüydü torpil.
Ama, biz yapınca iyi oluyordu.

İşyerinde bir kıza âşık oldu. Tutunacak bir dal arıyordu bu çalkantılar
arasında. Her şey bozulmuştu, o kız tertemizdi. Onunla hayatı sihirli bir
değnek değmişçesine değişecekti. O da Hüseyin'i sevecekti mutlaka, hatta seviyordu galiba. Zaten geçen gün işyerinde sudan bir sebepten bağırmıştı
ona; tıpkı küçükken annesinin yaptığı gibi. Seviyordu kesin, ama tutucu
bir aileden geldiği için bunu pek belli etmiyordu. Özellikle sessiz, mazbut bir kız oluşundan hoşlanmıştı onun.

Ama yaz gelince son hayal kırıklığını yaşadı. Sevdiği kız bazen kısacık
etekler giyiyordu. Otururken de, görünmesin diye eteğini habire çekiştiriyordu. Niye kısa giyiyordu ki o zaman? Uzun giyse rahat ederdi.
Dayanamayıp bunu söyledi bir gün. Kız utançla karışık gülümsedi, ama
giyimini değiştirmedi. Sonra bir gün onun yazın plajda bikiniyle dolaşıp erkek arkadaşlarıyla denize girdiğini öğrendi. "Nasıl yani???"

Karşımda oturmuş kendi kendine konuşup gülen bu delikanlı, aslında
kendince kurtuluşu seçmişti anlaşılan. Çocukluğundan beri bu hayatı, bu insanları çözememiş, doğru bir pusula, tutarlı bir rehber bulamamış, çifte
standartların, yaman çelişkilerin çekiştirmesine daha fazla dayanamamış ve
huzuru ancak gerçeği reddederek bulmuştu işte. Bu kuralsız trafik, üstüne gelenler, arkadan sıkıştıranlar, yol isteyenler, küfredenler yüzünden,
hayat yolculuğunda sağa çekmişti. Bekliyordu.

"Ben iyiyim artık, hiçbir şeyim yok doktor ağabey, çok iyiyim ben. Sağa çektim, bekliyorum."

...


#10 Sphagetti

Sphagetti

    Küçük Haylaz :)

  • Üyeler
  • 3.305 Mesaj
  • Konum:Sakarya/Adapazarı
  • İlgi Alanları:"Sadece Harabe.net"

Gönderim zamanı 15.08.2006 - 12:53

gözüm çıktı yaa.. küçük yassana aplacım :msn32:
!

#11 Ziyaretçi_ozilim_*

Ziyaretçi_ozilim_*
  • Ziyaretçiler

Gönderim zamanı 19.08.2006 - 11:55

tek kelime
DEHŞET....

#12 Poseidon

Poseidon

    Tarih Muhabiri

  • Dokunulmazlar
  • 2.810 Mesaj
  • Konum:Eskişehir...

Gönderim zamanı 20.08.2006 - 15:17

Vay be güzel hikayeymiş... Gelde Şizofreni olma...
Galata Kulesi'nin aklı olsaydı, Kız Kulesi'ne evlenme teklif ederdi...

#13 REBEL

REBEL

    Burası olmadan yaşayamaz

  • Üyeler
  • 6.906 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan

Gönderim zamanı 23.08.2007 - 13:37

"Ben iyiyim doktor ağabey, ben iyiyim, hiçbir şeyim yok. Sağa çektim,
bekliyorum."

ben de bekliyorum.. tren çoktan kaçtı ...

...






Benzer Konular Daralt

2 kullanıcı bu konuya bakıyor

0 üye, 2 ziyaretçi, 0 gizli