İçerik değiştir



- - - - -

Evladima Sevgiyi Takdimimdir


  • Yanıtlamak için giriş yapın
Bu konuya yanıt verilmedi

#1 ebarah

ebarah

    Onun için takıntı haline geldik

  • Dokunulmazlar
  • 2.132 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:Zeytinburnu

Gönderim zamanı 25.05.2012 - 20:33


EVLADIMA SEVGİYİ TAKDİMİMDİR


Hz. Âdem, Hz. Havva’ya karşı, ilk defa hissettiği, anlam veremediği duygularını Allah’a şöyle ifade etmeye çalışıyor, "Allah'ım bu nasıl bir şeydir ki, onu sevdim ve ona bağlandım, içimden anlayamadığım şeyler neden ona doğru akıyor… Ya Rabbi, kalbim ona çok meyletti. Sanki ciğerimden bir parça''


Dünyanın ilk evlâtları, Hz. Âdem’le Hz. Havva’dan, Habil ve Saya ikizi ile Kabil ve Iklıma ikizleridir. Habil ve Kabil erkek, Saya ve Iklıma kız. Âdem’in Havva’ya hissettiği duyguya, Dünya’daki ilk aşk dememiz ne kadar yanlış olmaz ise, Habil, Kabil, Saya ve Iklıma kardeşlere, anne ve babaları tarafından beslenen duyguya da, Dünya’daki ilk evlat sevgisi dememiz doğru olur. İlk insan, ilk aşkı için “ciğerimden bir parçadır” demiş, ne güzel demiş! Bu parçanın diğer yarısının evlatlarımız olduğu gerçeğini, bu en yüce sevgiyi kim inkâr edebilir? İlk insanla birlikte başlayan evlat sevgisi, günümüzde sadece telaffuz edilmekle kalınan, evlatlarımıza tattırılmayan, yaşatılmayan, evlatlarımızın mahrum bırakıldığı, yabancısı olduğu bir deyimden öteye değer taşımamıştır. Buna değer kazandıracak, anlam yükleyecek, evlatlarının kalplerinde ete kemiğe büründürecek olan anne ve babalardır.


Ana rahmine düştüğünde başlayan evlat sevgisi, kucağa alındığında tarifi imkânsız duygu yoğunluğuna dönüşüverir. Evlat sahibiyizdir, babayızdır, anneyizdir artık. “Agu” nun “anne! Baba!” ya dönüştüğünde şifahen tescillenir, dünyadaki en kıdemli unvanımız. İlk adımlarla birlikte ele avuca gelir, kucaktan kucağa sevilir, öpülür, sevgi, doyasıya verilir.


Okul çağında üzerine titrenilir, “anne yaz, baba yaz” diyerek, kâğıda dökmesini isteriz unvanlarımızı. Belgeledik mi anne babalığımızı?! Okul yılları ilerledikçe, beklentiler devleşirken, cüce kalanı gözümüz görmez, yüreğimiz duymaz. Ders araç gereçleri, harçlık, giyim kuşam, beslenme, dershaneler verilmiştir de, verilmeyen, verilmedikçe cüceleşen, güdük kalan, kalp gözümüzün görmediği ne ola ki?


Bebekliğinden başlayıp okul çağında dahi süregelen beklentilerimiz, evlatlarımızın bizlerden beklediği, bizlerden özlemini duyduğu asıl şeyin önünü perdeler. Bu perdenin öbür tarafında bekleyen, mahzun, boynu bükük, sahipsiz,” sevgi “ değil mi?


Gelişen teknoloji gündelik yaşantımızı, olumlu olduğu kadar olumsuz da etkilemektedir. İnsanlar birbirleriyle zaman, mekân ve mesafe gözetmeksizin iletişim kurmakta, arkadaşlıklar ve dostluklar edinebilmekte. İnsanlar birbirleri hakkında, fotoğraflarından hatta sadece yazışmalarından yola çıkarak “iyidir veya kötüdür” yargısına varacak kadar vurdumduymaz olmuştur. İnsanlık değer yitirmiş, değer yargıları kıstas değiştirmiştir. İnsanı insanlıktan çıkartacak utanılası toplumsal olaylar, cinnetler, maddi, manevi zararlı unsurlar, evlatlarımıza maddi ihtiyaçlarından başkaca vermemiz gereken değerlerin olduğunu düşündürmelidir.


Evlatlarımızı karşımıza alıp, iki kere ikinin kaç olduğunu, ülkemizin dağlarını, nüfusunu, illerimizi öğretebiliriz. Onlara, dışarıdaki hayatta neler olup bittiğini, neyin zararlı, neyin faydalı olduğunu yaşanmış örneklerle anlatabiliriz. Dürüst olması, ahlaklı olması, adil olması, insanlara yardımcı olması gerektiği konusunda öğütler verebiliriz. Peki, hangimiz sevgiyi tarif edebiliriz ona? Hangimiz sevginin formülünü yazdırabiliriz? Bunların yazılı olduğu bir kitabı, şu adresten gidip alabileceğini söyleyebiliriz?


Okul bahçesinde, her gün okunulan andımızdaki gibi, büyüklerini say küçüklerini sev deriz. Kelimelerdeki bu saygıyı ve sevgiyi doyasıya yaşayacağı, tadına varacağı bir kitabın, bize şahdamarımızdan daha yakın olduğunu bilmemiz gerekiyor. Hani, pek azımızın evladımızı kucağımıza oturttuğumuzda başını yasladığı yer var ya… Evladımız başını yaslayıp da bir şeyler duymak ister ya… Göğsümüzün içindekinden… İşte, “güp güp!” diye, sevgiyi fısıldayan gönül kitabımızdır o. Her bir harfinde, her bir satırında sevgi vardır. Başını göğsümüze yaslayan evladımıza, günde onlarca kere sadece seslerini çıkartmakla yetindiğimiz sevgiyi, harf harf, satır satır işlemezsek yüreklerine, yüksek tahsilleri yapan evladımızın, okuyamadığı tek kitabın sayfalarını açacak elini, göğsümüze yaslayacak başını bulamayacağız.


Sevgimizi evlatlarımıza göstermedikten, onlara hissettirmedikten sonra istediğimiz kadar, “insanları ve diğer canlıları, doğayı seveceksin” diyelim, nafiledir. Sevgiyi tatmayan, yaşamayan, nasıl sevebilir ki? Hz. Âdem’in, “ciğerimden bir parça, içimden anlayamadığım şeyler neden ona doğru akıyor?” diye ifade etmeye çalıştığı sevgiyi, evlatlarımıza yürekten verirsek, onlara hissettirirsek, Karun’un hazinelerinin bile yanında metelik kalacağı en büyük mirası bırakmış oluruz.


1968 yılında dünyaya geldim. Zeytinburnu’nun gecekondularından birinde başladı yaşamım. Dört kardeşin en küçüğüyüm. Bir değil, birkaç işte çalışan anne ve babanın verebileceği kadardı, aldığımız ilgi ve sevgi. Memnuniyetsizlik, yakınma, şikâyet değil benimkisi. Günümüzde birçoğumuzun ihmal ettiği, esirgediği hatta çok gördüğü, “ne yani ben evladımı sevmiyor muyum?” diyerek gösterdiğini zannettiği evlat sevgisini, bu sevgiyi geçmişte tadımlık yaşayan biri olarak, günün her anında rahatlıkla yaratma imkânına sahip olabileceğiniz zamanlarınızda evlatlarınızdan esirgemeyiniz, bunu kendinize angarya olarak görmeyiniz.


Çocukken tadımlık aldığım sevgiyi, büyüyüp erişkin biri olduğumda doyasıya yaşayabileceğim aklımın ucundan bile geçmezdi. Babamın ve annemin beni kucaklarına oturtup sevmelerine, öpüp saçlarımı okşamalarına, geçmişin telafisi demek onları haklı kılabilir ancak, böyle bir zorunluluğu olmayan bizlerin o vakte kadar bekleme gibi bir lüksümüz olamaz, olmamalı.


Sevgi, “seni seviyorum” demekle gösterilmiş olmaz, olsa olsa bu harflerin seslerini çıkarmak olur. Elbette her anne baba evlatlarımı seviyorum der. Bu sevgiyi evlatlarımıza göstermeyi, saçlarında şefkatle dolaşan bir eli, yanaklarına yürekten gelen bir öpücüğü, kendilerini her yerden daha güvenli hissedecekleri kucağı çok görmemeli, bunları evlatlarımızdan esirgememeliyiz. Evlatlarımızın, hayatın toz duman, kasırgalı ortamında sığınabilecekleri yegâne yerler, sevgi dolu baba ocağı ve anne kucağıdır.


Çocuğun kalbi bitkisi olmayan bir araziye benzer, ona ne verilirse kabul eder. Bundan dolayı ben, kalbin katılaşmadan ve başka şeylerle meşgul olmadan seni terbiye etmeye başladım” (Hz. Ali’den oğlu Hz. Hasan’a)


Şimdilerde üç kızımın, henüz katılaşmayan, henüz bitkisi olmayan gönül arazilerine sevgi fidanları ekmekle meşgulüm. Su istediler öptüm, üşüdüm dediler kucaklayıp bağrıma bastım, sıkıldım dediler konuşup oynadım, yapraklarım dağılıyor dediler saçlarını taradım. Dört mevsim yeşil, dört mevsim meyve veren fidanlarım var. Bir dalını kırmadım, bir yaprağını koparmadım. Fidanların ağaca, ağaçların sevgi ormanına dönüştüğü yurdumda, barış, kardeşlik, sevgi dolu evlatların anne ve babaları olmamız çok zor değil.


METİN ERBEK

 580023663830.jpg






Benzer Konular Daralt

  Konu Forum Konuyu Açan İstatistikler Son Mesaj Bilgisi

1 kullanıcı bu konuya bakıyor

0 üye, 1 ziyaretçi, 0 gizli