Ellerin üşüyordu biliyorum…
Gözlerin darmadağınıktı geceden beri…
Git aç kapıyı.
Belki bir ağaç ! bir koru ! belki bir bahçe ! ya da
Sihirli bir kent var dışarıda…
Dokun parmaklarınla Moroslav Holuba’ ya
Git aç kapıyı.
Bir köpek belki bir şeyler arıyordur…
Belki bir yüz ! ya da bir göz ! ya da resmin !
Resmini göreceksin…
Yıldızlar derin bir uykudadır şimdi…
Gökyüzü mavidir…
Kırmızıya çalan toprak, yeşili uyutan dallar
“Eylül” dür artık…
Bir kızın olursa adını ‘Eylül’ koy, sana yakışır…
Git aç kapıyı.
Sis olsa bile dışarıda, dağılır…
Ağlama ne olursun, güzdür bunun adı.
Uzakta Phillippe Jaccottet’ın ağır bulutları ve o
Hafif yol vardır…
Sözü edilmez bile artık otların arasında su
Gibi ilerlemenin…
O saatlerde Octavia Paz’ı düşün…
Yum gözlerini yitir karanlıkta…
Göz kapakların kırmızı yapraklar altında…
Gömül vızıldasın sesin, düşen sesin halkalarına…
“Dudaklar, öpüşler, aşk, her şey yeniden doğar;
o ölümsüz, o yalın unutuşta;
gecenin kızlarıdır yıldızlar…”
Git aç kapıyı.
Hiç olmazsa esinti olur bir parça…
Git aç kapıyı.
Bir delişmen çocuk ağlıyordur tek başına ormanda !
Bir genç kız belki Eylül’le çoğalıyordur uzak kentlerin birinde !
Bir aşk başlıyordur bilinmez türkülerin eşiğinde…
Git aç kapıyı.
Uzun uzun bak ağaçlara, kuşlara, çiçeklere, taşlara, ırmaklara…
Bak tomurcuklar açtı, aşk çiçeklendi! kokusu, taçyaprakları ölü…
Gitmek için işte aşka, tarçın kokan evlere,
O şehirlere! Ama nerelere söyle ?
Git aç kapıyı…
Belki mavi bir rüzgardır esen; bir çığlık, belki bir denizdir
Konuşan! Ya da yitirilmiş aşklar durağında bir kadındır bekleyen…
Başını göğe kaldır…
Gözlerini yum sımsıkı…
Sonra usulca ağla…
Eylül’dür az ısıtan güneş, dalında üşüyen yaprak…
Yarı aydınlık bir gece düşün…
Bak sessizlik bize göre değil!
Alevlerin alacakaranlığında yitik mevsim sevdalarını
Topla; hüzünleri koy yanına! Bizi kışkırtan bakışları sakla
O son fırtınayı, yağmurları, gök gürültüsünü düşün...
Ardından Robert Desnos gibi konuş;
“seni öyle düşledim ki yitirdim gerçekliğimi…”
Git aç kapıyı…
Bir aşk yitiyor, bir aşk büyüyor avuçlarımızda…
Senin mevsimlerin yanıyor yüreğimde! Beni ağırlaştıran
Çıplak bir ateş…
Beni anlayan Paul Elvard’ın düşleridir! O çiçeklenmiş sevdalarıdır.
“ Kapılar tutulmuş neylersin
Neylersin içerde kalmışız
Yollar kesilmiş
Şehir yenilmiş neylersin
Açlıklar başlamış
Elde silah kalmamış neylersin
Neylersin karanlık da bastırmış
Sevişmezsinde neylersin…”
Git aç kapıyı.
Gelen belki benimdir, hiç beklemediğin saatte;
Kirpiklerim üşüyordur belki, al ısıt beni; bir meltem
Sıcaklığıyla uykudaysam uyandır; belki Eylül
Sabahıdır kapıyı çalan yüreğim…
Git aç kapıyı.
Ne gül yanar gövdende, ne ölü karanfiller…
Çağdaş bir menekşedir Rafet Alberti’nin sunduğu…
Sen ordasın Eylül, başkaldıran yılmaz rüzgarın…
Biz erkekler, kadınlar hiç birimiz bilmiyorduk
Gizli karanlığını karatahtaların…
Git aç kapıyı.
Yüzünde yorgun sürgünlerin izin olan bir kaçaktır gelen;
Ürkek bir şafağın uçsuz bucaksız özgürlüğüdür; belki
Acıların sevinçlere dönüştüğü yıldönümüdür…
Git aç kapıyı.
İşlek karanlıktan başka; oyuk rüzgardan başka; hiçbir
Şey olmasa bile dışarıda…
Git aç kapıyı…
Yüzüne ay ışığı vuracaktır hiç beklemediğin anda!...