Gönderim zamanı 20.09.2011 - 14:45
Teoride tüm bildiklerim beni daima sırtımdan vurdu. Oysa teorisini bilmeden pratiği olmazdı bir mevzunun. Olamazdı. Havada kalırdı. Halbuki aşk bir bilim değildi ki. Neden-sonucu yoktu tam manasıyla. Teorisi yoktu. Herkesin söylemi başkaydı, anlayışı ya da anlamayışı başkaydı. Direk pratikten girerdi insan hayatına. Üçüncü şahıs olarak yapılan tüm yönlendirmelerle hayran kalırdı herkes, aşkını yontardı. Ya o şahıs bir ya da ikinciliğe terfi ettiğinde işlerin değişmesi? Terzi kendi söküğünü dikemez dedikleri vukuu bulurdu o vakit. Tüm söylevler yerle yeksan olduğunda, anlamsızca pır pır atan bir kalpten başka birşey kalmazdı insanın elinde. Peki ya olması gerekenler, doğrular, mantık çerçeveleri, idealler, hayaller? Her şeyin birbirine karıştığı bir an da, baştan başlardı hikaye her zaman. Koca bir sıfırdan. Belki de eksi değerlerden. Oysa mutlak değeri yoktu aşkın. Ya da bir pi sayısı yoktu, her boşluğa değer tıkayıp, sonuca vardıran. Yoktu işte aşkın matematiği. Formülleri, teoremleri yoktu. Kimyası da yoktu. Hatta biyolojisi de. Bir pozitif bilim değildi aşk. Aşk başlı başına başka bir şeydi. İnsanı serseme çeviren, yalancı ve yabancı mutluluklar veren, yanardöner bir şeydi aşk.. Gerçeği belki de hiç olmayan. Masallarda, şiirlerde, türkülerde sıkışmış bir özlenendi AŞK... Aşk... Yoktu... Hiç yaşanmamış cinsten değil, yanlış olan cinsten hiç var olmamıştı Aşk... Hiç... Kartanesi
Bu mesaj kar tanesi tarafından düzenlendi. Düzenleme zamanı: 20.09.2011 - 14:45