Eğer birini kaybetmek istiyorsanız çok sevin. O kadar çok sevin ki O'nsuz bir hayat olmayacağını içinizde hissedin. Uyuduğunuzda rüyanızda görün, uyanık olduğunuzda O'nu düşümeden edemeyin. Aldığınız nefes O olsun ve hatta yediğiniz yemek ve hatta içtiğiniz su O olsun. O'nun için canınızı bile düşünmeden feda edebileceğinizi hissedin. Farkındaysanız hissettirin demiyorum hissedin diyorum. Çünkü hissetmeniz yeterli, siz hissettiğiniz an karşı tarafa da otomatik olarak hissettirmiş olursunuz. Bir insanı herşeyinizmiş gibi sevmek pek alışılagelmiş değil değil mi? Bir anormallik olmalı bunda.
Böyle bir sevgiyi kim istemez? Sizi böyle seven biri olduğunu düşünseniz ne yaparsınız?Farz edelim ki böyle sevgiler var, ki var hakkikaten daha baştan kaybetmişsiniz demektir. Çünkü ya sömürülür tüketilirsiniz.O muhteşem akıl almaz sevginizden geriye hiç bir şey kalmaz.Sonuna kadar tüketilir biter ve o sevgi bitince de verecek hiç bir şeyiniz kalmadığı içi karşı taraf gider.Ya da daha baştan böyle bir sevgi karşı tarafı korkutur O yine kaçar. Her iki halde de kaybeden siz olursunuz.
Herşeyi sunmak istersiniz. Sevginizi, kendinizi, olanaklarınızı, hayatınızı, kalbinizi. O'nun için O'nu memnun edecek her şeyi yapmak istersiniz.Kendinizi bırakır o olursunuz, yeri gelir O'nun acılarıyla sıkıntılarıyla harab olursunuz, O'na çözüm üreteceğim diye kahrolursunuz ve dışarıdan birileri sizi gözlemler , halinzi fark ettirmeye çalışırlar , çünkü sizi sever iyiliğinizi isterler ve onlar sizin "akıl hocalarınız" sıfatını alırlar.Ellerinden de bir şey gelmez ya, sizi uyarmaktan başka ama siz uyarılmazsınız, onlar da tükenişinizi gözlemleyip durudular, O'nda kayboluşunuzu gözlemlerler sadece.Oysaki kabahat karşınızdakinin değilidir. O hiç birşey yapmamıştır ki, verdiğinizi almıştır sadece.Ama sürekli vermek tüketir.Bunu herkes bilir, siz de tükenir yok olursunuz, O'na ihtiyaç hissedersiniz bazen,ama o en çok ihtiyacınız olduğu zamanda, O'ndan size vereceği en fazla bir saati talep ederken, sadece başınızı koyabileceğiniz,ağlayabileceğiniz bir omuz isterken, acımasızca ezildiğinizi ve reddedildiğinizi görürüsünüz .Çünkü o ne yaparsa yapsın ne derse desin sizin kabulunuzdür. Sizin her zaman, koşulsuz kayıtsız ve şartsız, orada O'nu beklediğinizi bilir.O sadece enerjiye ihtiyacı olduğunda ve dışarıdan beslenilme gereksinimi olduğunda yanınızdadır.Hayır demesini bilmediğinizi düşünür.
Artık O'na verebilecek hiç bir şeyiniz kalmayana dek bu oyun sürer gider.İçinizde son kalan en güzel şeyleri son kırıntısına kadar hoyratça tükettirirsiniz severek,isteyerek,içtenlikle.Sonra bir de bakarsınız ki rezervler sıfırlanmış ve artık hiçkimseye verebilecek hiçbirşeyiniz kalmamış.O da almış başını gitmiş.
Derken bir gün geri gelir ve sizi ister. Sizdeki o kendinizi feda ederek sunduğunuz her şeye susamış, acıkmış halde gelir. En çok istediğinizdir bu, ama artık sizin hiç kimseye verecek hiç bir şeyiniz kalmadığı için, çirkinleşmişsinizdir.Yokluğunda biriktirdiğiniz öfkeleri kusmaya başlarsınız.İntikam almak istersiniz. Rahatlayacaksınız sanırsınız ama rahatlatmaz hiç bir şey sizi. Çünkü o siz değilsinizdir.O gözü dönmüş canavar kimliğine bürünmüş, ağzından çıkanı kulağı duymayan vahşi , saldırgan iğrenç yaratık siz olamazsınız.Siz artık tamamiyle yok olmuş bambaşka bir kimliğe bürünmüşsünüzdür.
Tıpkı gül ile bülbül hikayesi gibi Bülbül Gül'e aşık olur. Gül gül olduğunu bilmez kendini sıradan bir ot sanır. Alır Bülbülü bir dert aşkımı nasıl anlatacağım diye!!! Konar gülün dalına başlar ötmeye. Kendini o kadar kaptırır ki derdini dökmeye, gülün dikenlerinin yüregine battığını hissedemez bile, o gece gündüz güle olan aşkını anlatmak için şarkısını söyler, gülün dikeni yüreğine battıkça o daha da coşar, daha da içlenir şarkısını söylerken, gülün dikeninin farkında bile değildir.Bülbül şarkısını söyler, gülün dikeni batar bülbülün yüreğine, bülbül kanar güle rengini verir, gül bülbülün kanından aldığı renkle daha bir güzel daha bir alımlı olur, bülbülün yüreciği dayanmaz bu kanamaya bülbül ölür. Hikayede burada biter aslında.
Yoldan geçen hoyrat bir el bülbülün kanı ile kıpkırmızı olmuş güzelliğinin doruklarına gelmiş gülü koparır. Alır evine götürür. Kristal bir vazoya koyar. Gül artık gül olduğununn farkındadır."Layığımı buldum bak kristal bir vazonun içindeyim!!Çünküben çiçeklerin en ihtişamlısı en güzeliyim, çünküben Gül'üm" diye düşünür. O gül o vazoda ne kadar yaşayabilir ki, toprağı ve bülbülü olmadan? O gülü gül yapanın bülbül olduğunu bile unutur hatta.
Güller, kendilerini gül yapanların bülbüller olduğunun belki farkına varır, belki de varmaz. Bülbüller gibi sevenler ise kaybetmeye mahkumdur.!!!!