İçerik değiştir



Dondurulmuş Egemenlik: Sıfır Sorun Sıfır Derecede / Melike Korkmaz


  • Yanıtlamak için giriş yapın
Bu konuya yanıt verilmedi

#1 Can Ka No Rey

Can Ka No Rey

    Burası olmadan yaşayamaz

  • Yöneticiler
  • 9.354 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay

Gönderim zamanı 30.04.2010 - 15:57


“Bence bir millette şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın yerleşmesi ve yaşaması mutlaka o milletin hürriyet ve istiklâline sahip olmasına bağlıdır. Ben şahsen bu saydığım özelliklere çok ehemmiyet veririm ve bu özelliklerin kendimde varlığını iddia edebilmek için milletimin de aynı özellikleri taşımasını şart ve esas bilirim. Ben yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı kalmalıyım. Bu sebeple millî bağımsızlık bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin menfaatleri gerektirdiği takdirde insanlığı teşkil eden milletlerden her biriyle medeniyet gereğinden olan dostluk ve siyaset münasebetlerini büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin de bu arzusundan vazgeçinceye kadar amansız düşmanıyım.”

M. Kemal Atatürk


Kurtuluş ve kuruluş dönemlerinde Türk Dış Politikası; Türkiye Cumhuriyeti’nin çıkarlarını barışçıl yollarla koruyan, bölgesel güvenlik politikalarını üst seviyede tutan, samimi komşuluk ilişkileri hedeflemiş, karşılıklılık ilkesi ışığında her odak ile hak ettiği gibi iletişim kurmuş, adil ve gerçekçi bir bağımsızlık timsalidir.

Milli egemenliğin içte gerçekleşmesinin kaçınılmaz ve doğal bir sonucu olarak; millet iradesinin ülkenin dış politikada atacağı adımlara yansıması, devletin uluslararası alanda hayatına onurluca devam etmesinin de tek yoludur. “Hâkimiyet-i Milliye” inancı, kalkınma ve aydınlanmayı getirdiği gibi, uluslar arası alanda da istiklali taşımak zorundadır.

Bugün “Sıfır Sorun Politikası”, bağımsızlık ve milli egemenlik ilkeleri üzerinde ilk nefesini almış Türk Dış Politikası’nın 60 yıllık dümen kırma sürecini sonlandırmış; dış politikamızın soğuk savaşın bitişiyle geçilen tek kutuplu yenidünya düzeninin bölgesel ve küresel planlarına entegrasyonunu tamamlamış bir organı haline gelişini gerçekleştirmiş ve Amerikanizasyon kanalizasyonundan kurtulamamış; uydu, yörüngeye oturmuştur.

Günümüz için “Devlet”, belirlenmiş kesin sınırları üzerinde tam egemenlik hakkına sahip ulus devletlerdir. Hedeflenen bu bölgesel ve küresel form değişiklikleri yolunda modern hukuka dayalı bağımsız ulus devletler, küreselleşmiş bir soyut kolektif örgütlenme içerisine entegre edilip; süper gücün bölgesel çıkarlarını, kendi temel devlet algılarına ters düşmeden yerine getirebilmeleri adına değerlerinden uzaklaştırılmış uydular haline getirilmek istenmektedir. “Böl ve Yönet” ne kadar klasik bir strateji olursa olsun, günümüz dünya siyasetinde demokrasinin ve modernizmin gereği olarak özellikle eksen ülkelerin gündemlerine sokulmaktadır.

Küresel entegrasyon ve görev paylaşımında ülkemizden beklenen, diğer birçok uyduya reva görüldüğü üzre “ulusal çıkar” kavramından vazgeçmemiz, bağımsızlık pastasını “uyum politikaları”, “medeniyetler buluşması”, “daha fazla demokrasi”, ve “sıfır sorun için birlikte çalışma” gibi mumlarla süsleyerek, küresel karar alıcılara sunmamızdır. Bu beklenti; ata yadigârı ismimizi, uzandığı her bölgeyi kendilerine köleleştirmek adına kullanmamız görevini gerçekleştirmemiz adına en büyük gerekliliktir. Zira değerlerinden vazgeçmemiş, bağımsız bir milleti; tarihi vatanını ve tüm akraba toplumlarını köleleştirmede kullanamazlar.

“Neo – Osmanlıcılık” tehlikesi, işte tam bu noktada netleşmektedir. Milli ve manevi hassasiyeti yüksek, değerlerine bağlı milletin elinden dış politik egemenliğini öylesine kirli amaçlar adına kullanmak için, gurur okşarcasına almak; şüphesiz en akıllı yol olacaktır. Dünün aleni, bugünün müttefik düşmanları; dış politikamızı kendi stratejilerine göre şekillendirirken bu köleleştirmenin adını “Yeni Osmanlı” koyup, buna karşı duracak milli zihin ve gönülleri içeriden mağlup etmek istemektedirler. Hükümet de bu cephelerin emrinde olduğunu açıkça ortaya koyar şekilde; Ermeni’ye verilecek tavizleri “Osmanlı Hoşgörüsü”, etnik ayrımcılık ve bölünme planlarına yönelik katkıları “Osmanlı Eyalet Sistemi”, Türk Dış Politikası’nın yıllardır güttüğü kırmızı çizgileri silip, yerlerine tavize ve teslimiyete dayalı bir politikasızlığı “Sıfır Sorun”, tüm bunları içeride ve dışarıda kamufle edecek bir federe sistemi de “Başkanlık Sistemi” olarak önümüze koymaktadır.

Dışişleri, meclisi ve daha ziyade muhalefeti unutarak yürüttüğü bu politikasızlık içerisinde Ermeni tasarılarının ABD ve İsveç’teki kaderlerini değiştiremeyişini dahi “1-2 oy canım” umursamazlığı ile başarı gibi göstermiş, Bosna-Hersek ile ilişkilerini düzelttiğini ve kendi ilişkilerimizde büyük yakınlaşma kaydettiğimizi iddia ettiği Sırbistan’ın Ermeni iddialarına karşı gösterdiği yakın tavrı sükûnet ile sadece izlemiş, bölgesel olarak büyük bir görev olarak benimsediği Suriye-İsrail arabuluculuğunu kaybetmiş, İran, Türkiye’nin defalarca soyunduğu ABD ile arabuluculuk görevini defalarca reddetmiştir.

Sıfır Sorun, milli egemenlikten tamamen koparılmış bu yolculukta alenen yalnız bıraktığı, alenen “davadan döndüğü” Kıbrıs’taki seçimlerde; milliyetçi, çift devletli çözümden yana olan Derviş Eroğlu’nun zaferiyle dümeninden vurulmuş, bu durum uluslar arası basına da konu olmuştur. Financial Times, “Komşularla Sıfır Sorun, Kıbrıs’ta Yara Aldı!” manşetiyle, milli iradenin egemenliği en azından Kıbrıs’ta ele alışının dış politikasızlığı nasıl yaraladığını özetlemiştir.

Irak’ta dış politikamızın savunduğu coğrafi ve siyasi birlik hedefi, bu yeni stratejimiz ile terk edilmiş; üç parçalı bir Irak görüşülür hale gelinmiş, Cumhurbaşkanımız(!) dahi Irak’ın kuzey bölgesinden bir ülke ismi kullanarak bahsetmiştir. Bu adımların neresinde gerçekçilik, neresinde adalet, neresinde güvenlik birlikteliği, neresinde komşularla iyi geçinme, neresinde barışçılık vardır?

Ermenistan açılımı kapsamında yürütülen görüşmeler ve imzalanan protokollerin, “İki Devlet, Bir Millet” sloganı ile dünya üzerinde KKTC ile birlikte birinci derece akrabalığımız bulunan en önemli devlet Azerbaycan adeta sırtından vurulmuş; milli irade ve kamuoyu en büyük tepkiyi bu noktada vermiştir. Hükümetin üslup haline getirdiği saygısız tutum, durumu eleştiren Azeri milletvekillerine kadar uzanmıştır. Türk milleti, kendi ülkesinde oynanan bir futbol maçında dahi Azerbaycan bayrağı açamayacak duruma getirilmiş, “Sıfır Sorun” yoluna kardeş hilali taşıyan kardeş bayraklar; yerlerde, çöp kutularında istiflenmiştir.

Dolayısıyla sormak gerekir, kiminle “Sıfır Sorun”? Bütün bu yapılanlar, bu sorunun cevabını çok iyi vermektedir: “Düşmanla!”. Kan kardeşlerimizle sorun, hiç önemsenmemektedir. Azerbaycan ve kendisiyle birlikte tüm Türk Cumhuriyetleri, Kıbrıs Türkleri, Batı Trakya Türkleri, Kerkük Türkleri ile bu politikasızlık yüzünden yaşanacak kalp kırıklıkları sorundan sayılmamaktadır. İşte değersizleştirilmiş bir bağımlılık, eti tırnaktan böyle ayırmakta; onurlu bir dik duruştan karar alıcıları böyle uzaklaştırmaktadır.

Gördüğümüz üzere, milli egemenlik ve milli irade; dış politikada devleti dik tutan en büyük dayanaktır. Milli egemenliğin devletsel haklarını anayasal düzenleme içerisinde devrettiği yöneticiler, yarın iç işlerde olduğu gibi uluslararası alanda da milli iradeden uzaklaşır ve milletin gönlünün razı olmayacağı uygulamalarda bulunursa, o egemenlik ivedilikle geri alınmalıdır. Çünkü bu durum; ortada ya bir dış işbirliği, ya bir tiranlaşma, ya da en kötüsü bu iki kangrenin birlikte gelişmesi durumunun varlığını gösterir.

Diplomasi, her zaman milli iradeyle paralel hareket etmeyebilir; uluslar arası siyaset “verebildiğin kadar az verme, alabildiğin kadar çok alma” sanatının icra edildiği bir arenadır. Ancak, almak için vermenin sınırlarını da milli irade çizer ve bu sınırlar da dış politikaların kırmızı çizgilerini oluşturur. Aşikârdır ki; milli iradenin kırmızı çizgilerini silen, milli irade ile tam ters icraatlarda bulunan bir dışişleri, ihanetin göbeğindedir.

Milliyetçi Hareket Partisi Denizli Milletvekili Emin Haluk Ayhan’ın da dediği gibi: "Türkiye, Avrupalının milletimizi, Ermeni'nin tarihimizi, aşiret reislerinin devletimizi sorgulamaya cüret ettiği, AKP'nin ise bu cüretkâr taleplere teslim olduğu, hattâ işbirliği yaptığı bir ortama getirilmiştir. Büyük Ortadoğu Projesi'ne eşbaşkanlık gafletiyle işbirlikçilik yapanlar, asıl hedefin kendi ülkeleri olduğunu gözlerden kaçırmaya çalışmaktadır. Oynak merkezli ve komşularla sıfır problem icadıyla ortaya koyulan dış politika, Türkiye'nin güvenlik politikalarıyla ters düşmektedir." (1)

Sayın Bakan Ahmet Davutoğlu’nun açıklamalarından öğrendiğimiz kadarıyla yeni stratejimiz, “sessiz diplomasi”. Başbakan’a özenip amiyane tabirleri üsluplaştıran medyamızın “gümbür gümbür” tabir ettiği “Kasımpaşalı” diplomasisinin, çıkardığı gürültü milli irade ile uyuşmayan iç yüzünü de kaçırıyordu ağzından. Şimdi gizli ve kamuoyunun tepkisini toplayacak uygulamaların kamuflasyonu mu sağlanmak isteniyor, sormak gerekir. Ani ve suni gündem değişiklikleriyle dış politika unutturulacak ve adımlar sessiz ve derinden mi atılacak yani? Çünkü sessiz diplomasi, görüşmelerin “sessizliği” yanında “yoğunluğu ve sıklığı” ile de karakterize olur.

Türk Dış Politikası, kuruluş değerlerinden uzaklaştırıldıkça kriz yönetimi yeteneğini de kaybetmiştir. Yakın geçmişten örnek vermek gerekirse Yunanistan’ın bir oldu bitti ile Ege Adaları’nı silahlandırması, bugünün gündeminden örnek vermek gerekirse Gürcistan-Rusya savaşından Türkiye’nin zararlı çıkması ve Ermeni iddialarının yayılışının önüne bir türlü geçilememesi bu durumun geniş bir yelpazede örneklendirmesini oluşturacaktır.

Kriz Yönetimi, ülke çıkarlarının korunmasının en somut şekilde gerçekleştirileceği anlardır. Daralan zamanda, gerçekçi bakış açıları ortaya konmalı, yetenekli karar alıcıların anlık konjonktürü hızla ve tüm yönleri ile okuması, ülke çıkarlarının hangi hamlelerle en iyi şekilde korunacağını kararlaştırmaları, ülke ve dünya kamuoyunu kontrol altında tutmaları ve krize muhatap tüm taraflar ile ilişki içinde senkronize bir strateji uygulamaları gerekmektedir.

Uluslar arası alanda kendine güvensizlik (“one minute” benzeri çıkışlar ve hiçbir işe yaramayan o ülkeden bu ülkeye arabuluculuk adı altından yalvarış koşuşturmaları ile örtülmeye çalışılan bir güvensizlik), bu güvensizlikten kaynaklanan tek başına adım atamama, başka cephelerin çıkarları uğruna kendi çıkarlarına kotalar koyma, hantallık, bilgisizlik ve öz kimliğinden uzaklık; adeta bir intihardır. Milli iradeyi dış politikada bir yol gösterici kabul etme, karar alıcıları bu intihardan koruyan en büyük oto-kontrol sistemidir. Türk Dışişleri, özellikle AKP’nin algısız algılamasıyla milli iradeden kopmuş, bu intiharın ipini çoktan çekmiştir.

“Sıfır Sorun Politikası” ile simgeleştirebileceğimiz yeni politikasız dış politika anlayışı, bugün Türkiye Cumhuriyeti’ne dış politika üzerinde sıfırın altında bir milli egemenlik, uluslararası alanda sıfırın altında bir diplomatik başarı seviyesi, sıfırın altında bir dış politik prestij ve maalesef birçok yeni sorun getirmiştir. Türkiye Cumhuriyeti, küresel planlar çerçevesinde özellikle temel ilkeleri üzerinden bir mutasyon geçirmekte, bu sakatlanma süreci Türk Dış Politikası’na da sirayet etmektedir.

Milli iradeden münezzeh hareket eden tüm kurumlar, milli egemenlik eliyle durdurulacaktır. Bizim milletimize, demokrasiye ve dolayısı ile milli egemenliğe olan inancımız tamdır. Bugün; Yüce Türk Milleti’nin büyük karakterine en yakışan yönetim şeklini kazanışının, kendini idare yetkisini kendi eline alışının yıldönümünü kutlarken aynı inanç ve aynı umut damarlarımızdaki asil kandadır, kaybolmamıştır, kaybolmayacaktır. Çünkü biz, bir kere dinledik ve inandık:

“Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”

Milliyeti aşk ile seven milletin egemenliği, kutlu olsun!

(1)http://www.tbmm.gov....pbk10112009.pdf

Kaynak





Benzer Konular Daralt

  Konu Forum Konuyu Açan İstatistikler Son Mesaj Bilgisi

1 kullanıcı bu konuya bakıyor

0 üye, 1 ziyaretçi, 0 gizli