Geçtiğimiz günlerde Fransada aylık olarak yayımlanan Le Monde Diplomatique gazetesinin Türkçe versiyonunda İslama yönelecek bir Türkiyenin dünya çapında rol oynayacağı değerlendirmesinde bulunuldu. Yurtdışı basını takip edemeyenler olabilir düşüncesiyle bu oldukça önemli habere değinmek istiyorum.
İngiltere Kraliçesinin Hukuk Danışmanı Yunan asıllı Vasilios Markezinis tarafından kaleme alınmış yorum-analizde Laik taraf ortama hâkim olursa, Türkiyenin AB üyeliği de ivme kazanacak. Türkiye İslama yönelirse dünya çapında boy gösterecek. Sonunda Başbakan Erdoğanın ılımlı yolu hâkim olursa, Türkiye Avrupada, Kafkasyada ve Orta Doğuda kritik rol oynayan bir ülke olarak ortaya çıkacak. Neden bunu hiç bir Yunanlı lider veya uzman anlatmıyor? diye soruldu.
Türkiyenin dengeleri koruma marifetinden Yunanistanın alması gereken dersler olduğunu yazan Markezinis, Atinanın, Washington dışında başka ittifaklar kurması gerektiğini yazdı. Markezinise göre Jeopolitik sahne sürekli değişiyor ve sadece ABD ile evlilik ilişkisinin (Yunanistan için) pek bir yararı yok
İngiltere Kraliçesinin Hukuk Danışmanı Markezinis Zaman geçtikçe Amerikalılar, Türkiyeye olan ihtiyaçlarının Türkiyenin Amerikaya ihtiyacından çok daha büyük olduğunu anlamış olmalılar. Bu da bizim için pek olumlu gelişme değil diye yazdı.
Yazı şöyle devam ediyor:
.... Asıl baş ağrımız Türkiye'dir. Türkiye'nin sorunu tarihî doyumsuzluktan, halkına yönelik nefretten veya hayal gücü eksikliğinden kaynaklanmıyor, ülke içindeki belirsizliklerden kaynaklanıyor. Birinci belirsizliği ülke içindeki "iki özellikli" karakteri, ikinci belirsizlik de olası Avrupa üyeliği. Bu gerçekleşirse Avrupa'yı yönetmek bugün olduğundan da daha zor olacak.
"İki özellikli" karakter terimiyle Türkiye'nin uyguladığı dış politikayı tarif edebiliriz; Amerika-Rusya, İsrail-Filistin, İran-Batı, Suriye-İsrail ve tarihi boyunca insan haklarına saygı göstermemiş olan Türkiye'nin bugün insan hakları savunucusu olarak ön plana çıkması nedeniyle elbette insan haklarını kapsayan konular yelpazesini gösterebiliriz.
Ancak burada "iki özellikli" terimini farklı bir anlamla kullanıyorum: Laik yalnızcılığın ve dinî enternasyonalizmin karşıt etkili güçlerinden söz ediyorum. Bu "iki özellikliliğin" nedenlerini değil, etkilerini vurguluyorum çünkü nedenlere etki edilebilir ancak bunların etkileriyle baş etmek gerekir. Türkiye'nin benimseyeceği laik veya dinî seçeneğin, dış politikasının en önemli faktörü olacağını savunuyorum. Kaygı verici olan, "dışarıdakilerin" ikisini de tehlikeli kabul etmesi. Başbakan Erdoğan'ın oyunu, Yunanistan için en kötü gelişme olan dengeler oyununu içermiyor. Aslında bizim için gerçek tehlike, Türkiye ülke içinde hangi yolu seçerse seçsin Yunanistan üzerindeki etkisi olumsuz olacaktır.
Laik taraf ortama hâkim olursa, Türkiye'nin AB üyeliği de ivme kazanacak. Türkiye İslam'a yönelirse, dünya arenasında boy gösterecek. Sonunda Başbakan Erdoğan'ın ılımlı yolu hâkim olursa, Türkiye Avrupa'da, Kafkasya'da ve Ortadoğu'da kritik rol oynayan bir ülke olarak ortaya çıkacak. Neden bunu hiçbir Yunanlı lider veya uzman anlatmıyor?
Konuyu baştan ele alalım. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Türkiye, birbirine tamamen karşıt ülkelerle dikkati ittifaklar kurma sanatını mükemmel bir şekilde uygulamıştır. Rusya'nın Boğazlara hâkim olmak istediğini tespit edince, hemen NATO üyesi oldu.
Rusya buna, sol eğilimli Suriye ve Mısır gibi ülkelerde yatırım yapmak şeklinde cevap verdi. Türkiye'nin tepkisi ise çok daha akıllıcaydı. İsrail ve Şah'ın İran'ı ile (ırk, din ve coğrafyaya değinen konuları aşan ve herkese hizmet veren fırsatçı bir bağlantı) ilişkileri pekiştirdi. Buna benzer zorluklarla karşılaşan Yunanlı bir diplomatın, kesinlikle bu kadar cesaret göstermeyeceğini söylemekle haksız olur muyum? Soruyorum.
Bu âkil düzenleme olası gerginlik belirtileri verdi çünkü birtakım jeopolitik unsurlar nedeniyle İslam daha da güçlendi. İslam birçok Türk'ün gözü önünde (laik Anayasa'nın koruyucusu olan Türk ordusunda değil) ülkesinin din yoluyla etkisinin yayılması olanağını sergilemeye başladı. Bu yayılma çok boyutlu olabilirdi. Avrupa doğrultusunda (Arnavutluk ve Bosna), Kafkasya doğrultusunda (Türk etkisinin geleneksel alanı) hatta diğer İslam dünyası doğrultusunda olabilirdi çünkü gerek ekonomik gerekse iç birliktelik açısından Türkiye en önemli İslam devletlerinden; İran, Endonezya, Pakistan ve Mısır'dan daha güçlüdür.
Bu aşamada siyasi sahneye Erdoğan girdi. Ilımlı İslamcı Başbakan ülkesinin cumhurbaşkanlığına ilk İslamcı cumhurbaşkanının seçilmesini sağladı ve merkezdeki konumunu marifetli bir şekilde korumaya devam ediyor.
a) Müslüman İran ile bağlarını güçlendiriyor fakat İsrail ve ABD ile Türk dostluğu bozulmasın diye nükleer programına da karşı çıkıyor.
b) İsrail'e Suriye ile ilişkilerini yeniden geliştirmesi amacıyla yardım ediyor (Amerikalıları ve İngilizleri de bu şekilde memnun ediyor).
c) Filistinlilerle Türkler arasındaki bağları koruyor fakat ülkenin İsrail ile temel bağlarını da tehlikeye sokmuyor. Bu arada İsrail'e karşı en önemli silahı olan suyun kontrolünü elinde tutuyor.
Kuşkusuz yukarıda sayılan maddelere çok fazla madde eklemek mümkün, ama özetle tüm dünya Türkiyenin giderek artan gücünün farkında.
Yukarıdaki tespitlerden en doğrularından biri de Amerikanın Türkiyeye Türkiyenin Amerikaya olduğundan çok daha fazla ihtiyaç duymasıdır.
Türkiye çok yakın bir gelecekte Avrupa Birliğine değil İslamla birlikte Ortadoğuda liderliğe doğru yürüyecek ve İslam aleminin barışçı lideri konumuna gelecek. Amerika bu gerçeği çok önceden gördü, Bush kongre seçimleri öncesinde düzenlediği bir toplantıda Irakta işlerin kötüye gittiğini itiraf ederek yakın bir gelecekte İspanya'dan Endonezya'ya uzanan radikal İslam imparatorluğu kurulacağını itiraf etmek zorunda kalmıştı