İçerik değiştir



- - - - -

Halifeliğin Muazzam Gücü


  • Yanıtlamak için giriş yapın
bu konuya 3 yanıt verildi

#1 asel karen

asel karen

    Hiç gelmiyor desek yeridir

  • Üyeler
  • 5 Mesaj

Gönderim zamanı 13.03.2010 - 14:21


HALİFELİÐİN GÜCÜ

Asel Karen
http://aselkaren.blogcu.com

(Halifeliğin Kaldırılması 3 Mart 1924)



Evet Osmanlı devletinin zayıflaması ile Halifeliğin maddi gücüde azalmıştı.

Ama manevi gücü hala sürüyordu.Üstelik etkinliği sadece Osmanlı sınırları içinde değil,Sünni Müslümanların yaşadığı bütün coğrafyada sürüyordu.Bu,o kadar öyleydi ki,1867’de Doğu Türkistan’da bağımsızlığını kazanarak devlet Kuran Yakup Han hemen Osmanlı Halifesine bağlılığını bildirmiş,devletinin Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası olarak kabul edilmesini dilemiş ve kendisine biat ettiğini bildirmiştir. (Kaynak:http://tr.wikipedia.org/wiki/Yakub_Beg)

Aşağıdaki satırlar şimdiki gençlere mübalağa gibi gelebilir ancak Halifenin Bayrağının gücünü göstermesi açısından ibret vericidir;

“XIX.asrın ortalarında Siyah Afrika’nın Avrupalılar’ca keşfi sırasında Avrupalılar,ancak Türk bayrağı ile kara Afrikası’na girebilmişler,Türk bayrağı taşımayan Avrupalılar öldürülmüş veya pişirilerek yenmiştir.Padişahın (Halife’nin) bu korkunç nüfuzu başta İngiltere olmak üzere emperyalist devletleri çok ürkütmüş ve fevkalade kızdırmıştır.II.Abdülhamid’i cihan devleti İngiltere,birinci düşmanı görmüştür.” (Kaynak:Y.Öztuna,BTT.c:10 sf:37-38)

ERTUÐRUL ÖZKÖK’ÜN ŞAHİTLİÐİ

Bu gücün canlı tanıkları da vardır.2007 yılında güney afrikaya seyahat eden Hürriyet gazetesi yazarı Ertuğrul Özkök,Rodezyayı keşfedip adını veren Cecil Rhodes’in terekesi arasında Osmanlı Bayrağının da yer aldığını gördüğünü hayretle nakleder:



“..Burası, bir anlamda ırkçı "Apartheid" rejiminin sembolik mekánı.

Çünkü, yeryüzünün bugüne kadar tanıdığı en büyük emperyalist Cecil Rhodes bu evde yaşadı.

Güney Afrika madenlerini bulan, demiryolunu getiren, Rodezya'yı keşfedip oraya adını veren insan.



Yemekten önce, Kanadalı bir genel yayın yönetmeni ve eşiyle birlikte evi geziyoruz.

İkinci katta mütevazı bir odaya giriyoruz.

Sol tarafta küçük, tek kişilik bir yatak duruyor.

Duvarlarda birkaç tablo, fotoğraf, bazı kitaplar ve bir çalışma masası var.

Yanımıza yaklaşan 70 yaşlarında, beyaz sakallı bir görevli, "Burası Cecil Rhodes'un öldüğü oda" diyor.

Yani bir emperyalistin ecel odası...

O anlatırken duvarda çerçeveli bir tablo dikkatimi çekiyor.

Daha doğrusu, iki bayraktan oluşan bir kompozisyon.



Bir tarafı Türk bayrağı. Ortasında bir İngiliz imparatorluğu bayrağı var.



Yan tarafında ise bir gemi çıpası.

Yaşlı görevliye, "Bu neyi simgeliyor" diye soruyorum.

"Cecil Rhodes'un emperyal ruhunu" diyor.

O dönemin iki büyük imparatorluğunu. Osmanlı ve İngiliz'i.

Ya gemi çıpası?

"O da büyük bir emperyalistin ruhundaki tek bayrağı. Yani, fethedilecek kıtaları, aşılacak okyanusları simgeliyor."

(Kaynak: http://hurarsiv.hurr...rih=2007-06-10)






ÇOCUÐUNU SATTI,HALİFEYE YARDIM ETTİ

İstiklal savaşı sırasında Türkiye’ye yapılan maddi yardımlarda İslam dünyasında Halifeliğe olan teveccühün göstergesidir.Bunların bir kaçı şöyledir;

Türkistan Türkleri 100 000 000 ruble ki 5 milyon altın eder;Hindistan Müslümanları 500 000 altın,Mısır 900 000 altın,Azerbaycan 1 milyon ruble altın,62 tank petrol ve gaz yağı göndermiştir.

Müslümanlar esaret altındaki Halifenin kurtuluşu için varını yoğunu seferber etmişlerdir.Bu konuda anlatılan bir olay insanın tüylerini diken etmektedir;



“YARDIM etmek istiyordu ama, verecek hiçbir şeyi yoktu. Yoksulluk mazeretinin arkasına sığınmak istemedi. Zor bir karar aldı. Çocuğunun elinden tuttu ve esir pazarına götürdü.

Çocuğunu orada, ömür boyu bir ırgat olarak çalışmasını göze aldı. Bir anne olarak kendisi için paha biçilemez kıymetteki çocuğu için biçtikleri fiyat karşısında beyninden vurulmuşa dönmüşse de, bu alışverişten eline geçen üç beş kuruşa daha çok ihtiyacı olan insanlar olduğunu düşündü. Sonunda bağrına taş bastı ve çocuğunu sattı.

Yukarıda bahsi geçen Hintli bir Müslüman kadın. Çocuğunu sattıktan sonra eline geçen parayı gönderdiği yer ise Anadolu. Yardımın amacı ise Mustafa Kemal Paşa önderliğinde yürütülen Türk Kurtuluş Savaşı’nı desteklemek.

Bu hâdiseyi yıllar evvel Profesör Mim Kemal Öke’nin Hilâfet Hareketleri kitabında okuduğumda kanımın donduğunu hissetmiştim. Bu vatan bağımsızlığını bu tür fedakârlıklarla kazandı.”

(Kaynak: http://www.tercuman....p;yaziid=10160)



HALİFELİÐİN KALDIRILMASI KİMLERİ RAHATLATTI ?

Namazda kıble Mekke idi ama,hemen sonraki hutbede artık İstanbul’du,Darü’l Hılafe idi.Bu durum sömürgeci ülkeleri,en başta İngiltere olmak üzere dehşetli ürkütmüştür.Zira İngiltere,Fransa,Rusya,Hollanda,yüz milyonlarca Müslüman tab’ası olan sömürgeci devletlerdi..Sultan Vahdettin,İstanbul’da İngilizlerin esiri durumunda bir zavallı idi ama,İngiliz İmparatorluğununu yarısında İngiltere kralının değil, onun adı en büyük törenler ve saygılarla anılıyordu.Bu durum bilinmeksizin,emperyalist devletlerin siyaset ve entrikalarındaki inceliklerin ve bazı meselelerin anlaşılması mümkün değildir. http://aselkaren.blogcu.com/
(Y.Öztuna, BTT, c:8,sf:57)

#2 pikaçu

pikaçu

    Onun için takıntı haline geldik

  • Üyeler
  • 2.230 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:gurup şurup
  • İlgi Alanları:bıdı bıdı

Gönderim zamanı 13.03.2010 - 14:50

manevi gücüde sürmüyodu bence koskaca halifeye karşı koyupta ingilizlerin tararfına geçen araplardan bunu çok iyi anlıyabiliyoruz *eki halifelik Osmanlı ya ne kazandırdı ki? :D kanuninin halife mahlasını kullandığı hiç zaman göremedik yada o gücünü kullanarak savaş yaptığını avusturyaya gittiğinde eyvah islam halifesi kanuni değil muhteşem süleyman geliyo deyip titretmedimi avrupayı ? P: tamam halifelik kutsal bişe ama güç anlamında hiç bir anlamı kalmamıştı hatta 4 halifeden sonra halifeliği kullanabilen tam anlamıyla idare edebilen birinide bilmiyorum :wub: yanlışmıyım ?

Bu mesaj pikaçu tarafından düzenlendi. Düzenleme zamanı: 13.03.2010 - 14:52

SABIRRRR SABIRRR SABIR........

#3 asel karen

asel karen

    Hiç gelmiyor desek yeridir

  • Üyeler
  • 5 Mesaj

Gönderim zamanı 13.03.2010 - 22:29

manevi gücüde sürmüyodu bence koskaca halifeye karşı koyupta ingilizlerin tararfına geçen araplardan bunu çok iyi anlıyabiliyoruz *zong halifelik Osmanlı ya ne kazandırdı ki? *mad kanuninin halife mahlasını kullandığı hiç zaman göremedik yada o gücünü kullanarak savaş yaptığını avusturyaya gittiğinde eyvah islam halifesi kanuni değil muhteşem süleyman geliyo deyip titretmedimi avrupayı ? :D tamam halifelik kutsal bişe ama güç anlamında hiç bir anlamı kalmamıştı hatta 4 halifeden sonra halifeliği kullanabilen tam anlamıyla idare edebilen birinide bilmiyorum *zong yanlışmıyım ?

DOSTUM BURAYI İYİ OKURMUSUN SELAMLAR

Büyüklere Masallar I: Araplar Osmanlı'ya İhanet Etti

Osmanlı İmparatorluğu yönetimindeki OrtadoğuHürriyet gazetesinin tarih yazarı Murat Bardakçıoğlu'nun bugün yayımlanan "Din birleştirici unsursa Osmanlı İmparatorluğu neden battı?" başlıklı yazısı, dikkat çekici. Bardakçı, Başbakan Erdoğan'ın "Türkiye'de din birleştiricidir" sözünü eleştirirken "Din meselesi bu kadar bağlayıcı ise, biz, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma sürecinde devletin hákim ve en kalabalık unsuru olan Müslümanlar’dan neden kazık yemiştik ve Anadolu’da cumhuriyetin ilk yıllarında çıkan ayaklanmaların bahanesi neden hep ‘din’ olmuştu?" diyor.

Aslında Bardakçı yeni bir şey söylemiyor: Türklere 80 yıldır anlatılan bir masalı tekrar ediyor. Bu masal, "Araplar ve diğer 'Müslüman kardeşleriniz' I. Dünya Savaşı'nda sizi sattı" diye başlar ve "Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur" diye de noktalanır. Türk'ün özellikle de Müslüman dostu yoktur...

Masal budur. Peki gerçek nedir?

Gerçek şudur: Osmanlı'nın çöküş döneminde Türk olmayan Müslüman unsurlar arasında gerçekten isyanlar başgöstermişse de, bu unsurların bir bütün olarak "ihanet ettikleri" kesinlikle söylenemez. Hatta Araplar sözkonusu olduğunda, Osmanlı'ya isyan edenlerin küçük bir azınlık olduğunu, buna karşılık Arap kabilelerinin çoğunun Osmanlılık ve Müslümanlık bağıyla İstanbul'a sadakat gösterdiklerini söyleyebiliriz.

Kürtler ise, daha da belirgin bir sadakatle önce Osmanlı İmparatorluğu'nu ardından da Milli Mücadele'yi desteklemişler ve Müslümanlık bağının getirdiği "kardeşlik"ten asla taviz vermemişlerdir. Ankara'nın kendisi bundan taviz verene kadar...

Önümüzdeki Ocak veya Şubat ayında Doğan Kitap tarafından yayınlanacak olan "Kürtler Nereye? Türkiye'nin Kürt Sorununun Geçmişi, Bugünü ve Geleceği" isimli kitabımda, bu konuyu detaylı olarak inceliyorum. Burada, o kitabın ilgili bölümünden kısa bir pasaj aktarmakta yarar gördüm.

Evet, gerçek, Murat Bardakçı'nın gösterdiği gibi değil. Aşağıdaki gibi...


"Araplar" Osmanlı'yı Arkadan Vurdu mu?

Her Türk genci "Araplar'ın I. Dünya Savaşı'nda bize ihanet ettiğini" öğrenerek büyür. Oysa bu, ancak kısmen doğrudur. I. Dünya Savaşı'nda Mekke Şerifi Hüseyin'in İngilizler ile anlaşarak Osmanlı'ya isyan ettiği ve ordumuzu arkadan vurduğu doğrudur. Ama hep atlanan nokta Şerif Hüseyin'in "Araplar"ın tümünü temsil etmediği, aksine bir istisna olduğudur. Ortadoğu uzmanı tecrübeli gazeteci Cengiz Çandar, "Arapların ihaneti" söylemi ile tarihsel gerçek arasındaki önemli farka şöyle işaret ediyor:

"Mekke Emiri Şerif Hüseyin'in Hicaz'da bazı Arap bedevi kabilelerini ayaklandırarak 1916'da İngilizlerle işbirliği yaptığı doğrudur. Ancak, Birinci Dünya Savaşı konusunda genel bir bilgisi ve fikri olan herkes, bunun 'askeri açıdan' tayin edici bir değer taşımadığını bilir. İngilizlerin daha sonra yerine getirmediği 'bağımsızlık vaadi' ile işbirliğine çektikleri Şerif Hüseyin'in ve oğullarının komuta ettiği bedevi kabileleri, Mekke-Maan hattında, yani 'asıl cephenin gerisi'nde İngiliz kuvvetlerine yardımcı olmuştur.

'Asıl cephe', önce Şüveyş Kanalı ve Kanal Harbi'nde Türk-Osmanlı kuvvetlerinin geri çekilmesinden sonra Filistin'de kurulmuştur. Filistin'de tek bir Arap ayaklanmamıştır. Suriye'de, Irak'ta, Lübnan'da Türk kuvvetlerini 'arkadan vuran' herhangi bir olay olmamıştır. Arapların ezici çoğunluğu, İstanbul'a yani Türkiye'ye sadık kalmıştır... Arabistan Yarımadası'nın Hicaz bölümünden Akabe'ye kadar olan 'cephe gerisi' dışında, Arapların Türkleri arkadan vurduğuna dair tarihte herhangi bir kayıt yoktur."(1)

Aynı gerçek, American-Israeli Cooperative Enterprise (Amerikan-Israil İşbirliği Girişimi) adlı düşünce kuruluşunun başkanı, Ortadoğu analisti Mitchell G. Bard tarafından da, sözkonusu kuruluşun sitesinde şöyle vurgulanıyor:

"O dönemin romantik kurgusunun aksine, Arapların çoğu I. Dünya Savaşı'nda Türklere karşı müttefiklerin yanında savaşmadılar. İngiliz Başbakanı David Lloyd George'un belirttiği gibi, Arapların çoğu, Türk yöneticileri için savaştı. [Osmanlı İmparatorluğu'na isyan eden] Faysal'ın Arabistan'daki taraftarları, bir istisnaydı."

Araplar'ın topluca ihanet etmesi bir yana, bazıları Osmanlı ordularını fiilen desteklemiştir de. Konu hakkındaki uzmanlardan biri olan Dr. Zekeriya Kurşun'un ifadesiyle, "I. Dünya Savaşı'nda Türk ordusu ile beraber çeşitli cephelerde Türklerle omuz omuza çarpışan Arapların büyük yararlıklar gösterdikleri bir hakikattir." (2)


Arap Milliyetçiliğinin Öncüsü Hıristiyan Araplardı

Üstteki hakikati teslim etmekle birlikte, Arap milliyetçiliğinin Osmanlı'da Türk milliyetçiliğinden daha önce geliştiğini belirtmek gerekir. Arap milliyetçiliği, 1860'larda, Suriyeli Arap entellektüeller arasında doğmuştu. Osmanlı İmparatorluğu'na ve yönetimindeki "Türklere" karşı ciddi bir antipati besleyen bu entellektüellerin dikkat çekici bir yönü ise, çoğunun Hıristiyan oluşuydu. Butros El-Bustani, Faris Şadyak, Nakkaş, Corci Zeydan gibi Hıristiyan Arapların öncülüğünde başlayan bu harekete katılan Müslüman Araplar ise, çoğunlukla Batılı fikirleri benimsemiş seküler aydınlardı. Arap milliyetçiliğini geliştirirken "Arapların İslam öncesi tarihlerine" ilgi duymaları, bundan kaynaklanıyordu.

Buna karşılık muhafazakar Müslüman Arapların çoğu, Osmanlı'ya sadakat duyguları içindeydiler. Hatta sadece Sünni Araplar değil, Irak ve Suriye'deki Şii Araplar arasında bile Osmanlı'ya ve Hilafet'e bağlılık duygusu vardı. (3) Bu konuda büyük bir otorite olan Prof. Kemal Karpat, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Arap milliyetçiliğinin, Hıristiyan Araplarınki hariç, aslında en son noktaya kadar "ayrılıkçı" olmadığına dikkat çekerek şöyle demektedir:

“Görülüyor ki Arapların 'milli' hareketi esasında ayrılıkçı bir hareket değildi. Arapların birçoğu Osmanlı hükümdarlarını yabancı bir sömürgeci güç olarak değil, sadece Arap kökeninden olmayan, iktidarda bir hanedan olarak görüyorlardı ve Osmanlı Devleti ve hanedanı Müslüman kaldıkça ve Arapların hayat tarzına saygılı oldukça, özlemlerini yerine getirmeye söz verdikçe ve onları Avrupa işgaline karşı korudukça, itaat etmekten geri kalmıyorlardı. Geçmişte şan ve şereflerini ilk hatırlayan veya hayal edenler ve tarihlerinin modern bir versiyonunu yaratmaya çalışanlar Müslüman değil Hıristiyan Araplardı.(4)


Abdülhamid'in Bilgeliği

İngiliz tarihçi Peter Mansfield'e göre, Osmanlı'daki Arap milliyetçiliğinin sınırlı kalmasının iki nedeni vardı: "Birincisi, bu Avrupa kökenli milliyetçilik fikirlerinin bu yerlere (henüz) işlememiş olması; ikincisi de, Sultan II. Abdülhamid'in İmparatorluğun elinde kalanını bir arada tutmak için uyguladığı başarılı ve kurnazca yöntemlerdi."(5)

Tarihçi Zekeriya Kurşun da "Abdülhamid'in saltanatı boyunca Arap milliyetçiliğinin... önceki hızını kaybettiğine" dikkat çeker ve "Abdülhamid, Arap milliyetçiliğinin harekete geçmesini geciktirmiştir" yorumunu yapar.(6)

Sultan Abdülhamid'in politikasının temeli, 19. yüzyılda hâlâ devam eden dini bağlılık ve geleneksel siyasi sadakat faktörünü canlandırarak Osmanlı devletini ve ülke bütünlüğünü kurtarmaktı. Kürtler arasında kurulan Hamidiye Alayları bu büyük siyasetin uygulamalarından biriydi. Sultan, alaylar yoluyla "Kürtlerin babası" olarak anıldığı gibi, Arapların da hamisi oldu. Abdülhamid, uyruğundaki Arapların kalbini kazanmak için Arap ülkelerindeki dinsel kuruluşlara, tarihi camilerin onarım ve süsleme işlerine önemli bir fon ayırmış... çevresindeki danışmanları arasında Arap düşünürlerine her zaman iyi davranmış, değer vermişti. Bedevi Şeyhlerinin çocuklarını eğitmek için özel okullar açmış, bu yolla onlara Osmanlılık bilinci aşılamıştı. Bu politikanın siyasi meyvelerini de almıştı. Örneğin Peter Mansfield'a göre:

"1904'te Osmanlı Padişahı Sina üzerinde hak iddia ettiğinde, Mısırlı milliyetçi lider Mustafa Kamil, İslamcılık ruhu içinde, onun yanında ve Mısır'ın çıkarlarını savunan Lord Cromer'in karşısında yer almıştır." (7)

Kurtuluş Savaşı'nda da ne kitlesel bir "Arap ihaneti" ne de "Kürt ihaneti" yaşandı. Aksine Kürtler, Kurtuluş Savaşı'nı canla başla desteklediler. Mustafa Kemal Paşa, "Müslüman kardeşliği" temasına dayalı propagandasıyla onları kazandı.

Murat Bardakçı'nın sözünü ettiği Şeyh Said isyanı ise, ancak Kurtuluş Savaşı'nın bitmesi ve "Müslüman kardeşliği" temasının hızla yok olup, yerine "herkes Türk'tür" anlayışının belirmeye başlamasından sonra patlak verdi...

Kısacası yakın tarihimiz, "Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur" anlayışını doğrulayacak şekilde gelişmedi.


1) Cengiz Çandar, "Sharon'cu Vicdansızlar-Filistin Yalanları", Yeni Şafak, 5 Nisan 2002
2) Zekeriya Kurşun, Yol Ayrımında Türk-Arap İlişkileri, İrfan Yayınevi, İstanbul. 1992, s. 153
3) Kemal Karpat, İslam'ın Siyasallaşması, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2004, s. 379
4) Kemal Karpat, İslam'ın Siyasallaşması, s. 594
5) Peter Mansfield, Osmanlı Sonrası Türkiye ve Arap Dünyası, s. 30
6) Zekeriya Kurşun, Yol Ayrımında Türk-Arap İlişkileri, s. 30
7) Peter Mansfield, Osmanlı Sonrası Türkiye ve Arap Dünyası, s. 29; Peter Mansfield, The British in Egypt, Londra, 1971, s. 164-165

Yazan: Mustafa Akyol Tarih: December 12, 2005 11:41 PM
http://www.mustafaak...net_etti_mi.php

#4 pikaçu

pikaçu

    Onun için takıntı haline geldik

  • Üyeler
  • 2.230 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:gurup şurup
  • İlgi Alanları:bıdı bıdı

Gönderim zamanı 13.03.2010 - 22:34

okudum dostum *zong
SABIRRRR SABIRRR SABIR........





Benzer Konular Daralt

  Konu Forum Konuyu Açan İstatistikler Son Mesaj Bilgisi

0 kullanıcı bu konuya bakıyor

0 üye, 0 ziyaretçi, 0 gizli