Jump to content



Sayı 94: Ve Tarih Devam Ediyor / Elsa Morante


  • Please log in to reply
No replies to this topic

#1 Can Ka No Rey

Can Ka No Rey

    Burası olmadan yaşayamaz

  • Yöneticiler
  • 9,354 posts
  • Cinsiyet:Bay

Posted 08.11.2009 - 20:30


Posted Image

Kitap adı : VE TARİH DEVAM EDİYOR
Çeviren : Nihal Önol
Yazar : Elsa Morante
Dizi : Çağdaş Dünya Edebiyatı
Özgün dili : İtalyanca
Özgün adı : La Storia
Kitap türü : Roman
ISBN : 978-975-07-1104-6
Sayfa sayısı : 736
Yayın tarihi : 2009

Posted Image

Elsa Morante şaşırtıcı gözlemleri, akıcı üslubu, mesafeli taraflılığıyla II. Dünya Savaşı’ndaki İtalya’yı anlatıyor. Sizi cepheye götürmeden, top gümbürtülerine, kanlı siperlere taşımadan, mermi sesleriyle kulağınızı sağırlaştırmadan yapıyor bunu. Almanların işgal ettiği ülkeyi ırzına geçilmiş bir kadın bedeniyle simgeleyerek, çöken ekonomiyi, o çöküşü izleyen ahlaki yozlaşmayı, soykırımı, Direniş hareketini, inançları ve eylemleri sonuçsuz kalan kimi Partizanların savaş sonrasındaki fırsatçılıklarını bir ailenin, bir mahallenin gündelik yaşantısına indirgeyerek aktarıyor.

İtalya’nın Nazi Almanya’sının kesin denetimi altına girdiği 1941’den, yenilgiye ve Müttefiklerle 1947’de yapılacak barışa kadar geçen, dünyayı yetmiş yıl geriye atan, bugün tarih sayfalarında kalan yedi yıl... Ama tarih devam ediyor ve henüz hesaplaşma bitmedi.

Elsa Morante’den, hem o döneme hem de insanın insana yapabildiklerine ışık tutan, benzersiz bir edebiyat şöleni.

Kitabın birinci bölümünden...

1941 yılı
Ocak ayının bir günü
bir Alman askeri Roma’da
San Lorenzo Mahallesi’nde yürüyordu.
İtalyanca bilgisi topu topu dört sözcüktü
ve dünya konusunda bilgisi çok az veya hiçti.
Adı Gunther’di.
Soyadı öğrenilemedi.

1941 yılı Ocak ayının bir günü, kente uğramış bir Alman askeri, öğleden sonra izinli oluşundan yararlanarak, Roma’da, San Lorenzo Mahallesi’nde yapayalnız, başıboş dolaşmaktaydı. Saat iki sularıydı ve bu saatte, her zamanki gibi, sokaklarda pek az insana rastlanıyordu. Üstelik yoldan geçenlerden kimse de askere bakmıyordu, çünkü Al-manlar sürüp gitmekte olan dünya savaşında İtalyanlara yoldaş olsalar bile, gene de kimi halk çevrelerinde pek sevilmiyorlardı. Asker de kendi türünden olan ötekilerden pek ayırt edilmiyordu zaten: uzun boylu, sarışın, o değişmez disiplin tutkusunu belirten tavırlarıyla ve özellikle beresini giyişindeki o kışkırtıcı edasıyla.
Gerçi, yakından incelenecek olursa, kimi özelliklerden yoksun değildi. Sözgelimi, o yiğitçe yürüyüşüyle çelişen umutsuz bakışları vardı. Boyu en az 1.85 metre olmasına karşılık, yüzünde inanılmaz bir olgunlaşmamışlık okunmaktaydı. Ve üniforması –ki bu, bir Reich eri için, özellikle savaşın bu ilk yıllarında pek gülünç bir şeydi– yeni olmakla ve zayıf vücuduna iyi oturmakla birlikte, beli ve kolları kısa geliyor, işçi ya da köylülerinkine benzeyen o kaba, kalın ve çocuksu bileklerini açıkta bırakıyordu.
Gerçekten şu son yaz ve güz boyunca, zamansız olarak ansızın büyüyüvermişti; ve bu büyüme telaşı içerisinde suratı değişmeye vakit bulamadığından, eskisi gibi kalmıştı, öyle ki, en küçük rütbede bir er olmak için bile gereken yaşa erişmemiş olduğu izlenimini bırakıyordu. Savaş dolayısıyla son askere alınanlardan basit bir erdi. Ve askerlik görevine çağırılıncaya değin, Bavyera’da, Münih dolaylarındaki doğ-duğu evde, dul anası ve kardeşleriyle birlikte yaşamıştı.
Tam olarak belirtmek gerekirse, resmî ikametgâhı sonradan, sa-vaşın bitiminde, bitişiğindeki “çalışma ve biyolojik deney” kampından ötürü ün kazanacak olan kırsal Dachau Köyü’ydü. Ne var ki, delikan-lının köyde büyüdüğü dönemlerde bu çılgın kıyım makinesi henüz gizli ve başlangıç deneyimindeydi. Çevrede, hatta dış ülkelerde hastalar için kurulmuş bir tür örnek sanatoryum olarak övülmekteydi... O dönemde, orada yaşayanların sayısı belki beş-altı bin kadardı; ama kamp, yıldan yıla kalabalıklaşacaktı. Sonunda, 1945’te, cesetlerinin toplam sayısı 66.428 olmuştu.
Bununla birlikte askerin kişisel deneyimleri (hiç kuşkusuz) bi-linmedik geleceğe değin uzanamayacağı gibi, geçmişte de, hatta içinde yaşadığı zamanda da, şimdiye dek pek karmaşık, kıt ve kısıtlı olagelmişti. Ona göre, Bavyera’da doğduğu o köy, kaderin kar-makarışık oyunu içerisinde tek apaçık ve bildik nokta anlamını taşı-yordu. Onun dışında, savaşa katılıncaya değin sadece ara sıra elektrikçi olarak çalışmaya gittiği ve çok değil, kısa bir zaman önce de yaşlıca bir sokak kadınından sevişmeyi öğrendiği yakındaki Münih kentini biliyordu.
Roma’da kış günü hava kapalı ve rüzgârlıydı. “Tüm yortuları alıp götüren” Epifani Yortusu bir gün önce bitmişti ve asker, evinde ailesiyle birlikte geçirdiği Noel tatilinden de henüz birkaç gün önce dönmüştü.
Adı Gunther’di. Soyadı öğrenilemedi.
O sabah Roma’ya indirmişlerdi onu, yalnızca Genelkurmay’ca bilinen ama askerlerden saklanan bir hedefe doğru yola çıkmadan önce çok kısa bir hazırlık süresi için. Koğuş arkadaşları arasında, bu gizli he-defin Afrika olduğu söylentileri dolaşıyordu, sözde orada, müttefik İtalya’nın sömürgelerini savunmak için garnizon kurulacakmış. Bu haber başlangıçta onu, gerçek, bilinmedik bir serüven yaşayacağı düşüncesiyle elektrik çarpmışçasına sarsmış, ürpertmişti.
AFRİKA! Henüz büyümüş biri için, ömründe ancak bisikletle veya Münih otobüsüyle yolculuk etmiş biri için, bu ne yaman bir addır!





Similar Topics Collapse

1 user(s) are reading this topic

0 members, 1 guests, 0 anonymous users