İçerik değiştir



- - - - -

İslam`da İnsan Öldürmek


  • Yanıtlamak için giriş yapın
bu konuya 1 yanıt verildi

#1 Sultanım

Sultanım

    Sadık bir ziyaretçidir

  • Üyeler
  • 1.113 Mesaj

Gönderim zamanı 26.06.2009 - 15:39


Yeni Ümit dergisi yeni sayısında insan öldürmenin, cinayet ve kan davasının dindeki yerini geniş bir incelemeyle okuyucusuna sunuyor.

`Kim bir mü`mini kasden öldürürse onun cezası, içinde ebedî kalmak üzere gireceği cehennemdir.` (Nisa Sûresi, 4/93)

Kim katil olmayan ve yeryüzünde fesat çıkarmayan bir kişiyi öldürürse sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. (Maide sûresi, 5/32)

`İki Müslüman kılıçları ile karşı karşıya geldiklerinde, öldüren de öldürülen de Cehennem`dedir.` (Müslim, Fiten 14; İbn Mace, Fiten 11)


İşte cinayetten teröre geniş bir perspektiften dinde insan öldürmenin yeri:

`Ahlâksızlıkları önlemek devletin asıl görevidir. Hatta bu sorumluluğunu yerine getirmek için, cezaî müeyyideler de kullanmalıdır. Fert, hırsızı cezalandıramaz, zina edene hadd tatbik edemez.. evet o, cezaî müeyyidelerden hiçbirini kendi adına kullanamaz. Aksi hâlde anarşi olur; sokağa dökülen herkes, önüne gelene ceza tatbik etmeye kalkarsa, nizam adına kargaşa hâkim olur

İnsanoğlunun sahip kılındığı yüksek değere gerek Kur`ân`da gerekse Nebevî beyanda dikkat çeken birçok ifade mevcuttur.`

Allah (c.c.) Kur`ân-ı Kerim`in birçok ayetinde insanı, varlık hiyerarşisi içinde en güzel konum ve kıvam içinde yarattığını, diğer varlıkları da onun hizmetine verdiğini beyan buyurmaktadır. Mesela:

- Biz insanı en mükemmel sûrette yarattık.` (Tin sûresi, 95/4);

- Gerçekten Biz Âdem evlatlarını şerefli kıldık.` (İsra sûresi, 17/70);

- Görmüyor musunuz ki Allah göklerde ve yerde olan şeyleri sizin hizmetinize vermiş. Görünen görünmeyen bunca nimete sizi garketmiş?` (Lokman Sûresi, 31/20)1


Allah`ın bu kadar büyük değer verdiği insanın kendi değerini bilmesi ve konumuna yaraşmayacak kötü fiilleri yapmaması gerekmektedir. Diğer taraftan Kur`ân, Hak katında bu kadar değerli olan insanın hayatına haksız yere kıymanın tarif edilemeyecek kadar büyük bir suç teşkil ettiğini vurgulamaktadır: `

- Kim bir mü`mini kasden öldürürse onun cezası, içinde ebedî kalmak üzere gireceği cehennemdir. Allah ona gazab etmiş, onu lânetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.` (Nisa Sûresi, 4/93)

Görüldüğü gibi ayet-i kerimede haksız yere bir insanı öldürmenin ne kadar büyük bir suç olduğuna dair peş peşe ağır cezalar sıralanmıştır: Ebedî cehennem azabı, Allah`ın gazabı, Allah`ın laneti, büyük azap. Ayetin zahirinden anlaşıldığına göre kâtil de tıpkı kâfirler gibi ebediyen cehennemde kalacaktır. Cumhur-u ulemâ; `Allah şirkin dışında her günahı affeder` (Nisa sûresi, 4/48) ayeti ve Furkan sûresinin 70. ayetine göre katil tövbe ederse kabul edileceğinin bildirilmesi gibi delillere istinaden Allah katile azab ederse de bunun ebediyen olmayacağı tespitini ortaya koymakla birlikte İmam Müslim, İbn Abbas`ın (r.a.) şöyle dediğini rivayet etmektedir: `Bu ayet, bu konuda inen son ayettir ve nesh edilmemiştir. Dolayısıyla Müslüman olduktan sonra bir mü`mini öldüren kişi, ebediyen cehennemde kalacak ve tövbe etse bile tövbesi kabul olmayacaktır.2

Bu çerçevede başka bir ayet-i kerimede ise şöyle buyrulmaktadır:

- Kim katil olmayan ve yeryüzünde fesat çıkarmayan bir kişiyi öldürürse sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir adamın hayatını kurtarırsa sanki bütün insanların hayatını kurtarmış olur.` (Maide sûresi, 5/32)3 İmam Taberî, ayetle ilgili yorumları naklettikten sonra şunları söylemektedir: `Ey insanoğlu! Bütün insanları öldürmeye denk bir günah işleyip de seni bundan kurtaracak bir amelin olduğunu sanıyorsan, Allah`a yemin ederim ki nefsin ve şeytan seni aldatıyor, demektir.`4

Bu ayet-i kerimeler, çok açık bir şekilde insanın başkasına zarar vermemesi, yeryüzünde fitne fesat çıkarmaması, insanların güven ve huzurunu sarsacak davranışlardan kaçınması gerektiğini ifade etmektedir.

Peygamber Efendimiz de (s.a.s.) bu minvalde şu hususlara dikkat çekmiştir:

- Kim yarım kelime ile dahi olsa bir mü`minin öldürülmesine yardım ederse kıyamet günü, alnında `Allah`ın rahmetinden mahrumdur.` yazılmış şekilde Allah`ın huzuruna çıkar.` (İbn Mace, Diyat 1)

`Allah katında dünyanın yok olması, bir mü`minin haksız yere öldürülmesinden daha hafiftir.` (Tirmizî, Diyat 7; Nesaî, Tahrîm 2)

`Gökte ve yerde bulunanlar, bir mü`minin öldürülmesinde ortak olsalar Allah onların hepsini yüzüstü cehenneme atar.` (Tirmizi, Diyat 8)

Allah Resûlü(s.a.s.) bir gün, `İki Müslüman kılıçları ile karşı karşıya geldiklerinde, öldüren de öldürülen de Cehennem`dedir.` buyurdu. `Ya Resûlallah! Öldüreni anladık; ama öldürülen kişi neden Cehennem`e gidecek?` diye sorulunca; `Çünkü o da arkadaşını öldürmeye kararlıydı.` dedi.` (Müslim, Fiten 14; İbn Mace, Fiten 11)

Görüldüğü üzere hadislerde de, bir insanı öldürmenin ne denli büyük bir cinayet olduğu açıkça dile getirilmekte ve bu cinayeti işleyenlere düşünülebilecek en ağır cezaların uygulanacağı vurgulanmaktadır. Dolayısıyla, hem kâtil hem maktül tarafı için yuvalar yıkan, çocukları yetim, kadınları dul bırakan, huzur ve güveni yok eden kısacası hem dünya hem ahiret hayatını zehir eden bu cinayetin ne kadar korkunç bir cürüm olduğunu iyice düşünmek ve buna yeltenmemek gerekir.

I. İslâm Hukukuna Göre Katlin (Öldürmenin) Cezası

İslâm`da suç ile ceza arasında bir dengenin ve eşitliğin olmasına titizlikle dikkat edilmiş yani işlenen suça uygun ağırlıkta bir cezanın verilmesi öngörülmüştür. Çünkü bir suça verilen ceza, o suça göre daha hafif ise, o ceza caydırıcı olmaz; daha ağır ise adaletsizlik olur. İşte konumuz olan öldürme cinayetinin de bu çerçevede düşünülmesi gerekir.

İslâm Hukuku`na göre bir insanı hatâen öldürmenin cezası `diyet`, kasten öldürmenin cezası ise `kısas`tır. Diyet, bir insanın kanına biçilen maddî değerdir. Tam diyetin miktarı duruma göre şu mallardan birisidir: 1000 dinar (4250 gr. altın), 10.000 dirhem (29.270 kg. gümüş), 200 sığır, 2000 koyun, 200 takım elbise.5 Kısas ise, insanın şahsına yönelik işlenen bir fiilin aynısını câniye uygulamaktır.6 Buna göre kısas, bir insanı öldüreni öldürmek, bir insanın göz, kulak, el, ayak gibi bir organını yok edenin aynı organını yok etmektir. Kur`ân-ı Kerim`de `Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Böylece korunmayı umabilirsiniz.` (Bakara Sûresi, 2/179) Başka bir ayet-i kerimede de şöyle buyrulmaktadır: `Tevrat`ta onlara şu hükmü de farz kıldık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş karşılıktır. Hülasa bütün yaralamalar birbirine kısas edilir. Fakat kim bu kısas hakkından feragat edip bağışlarsa bu, kendi günahları için keffaret olur. Kim Allah`ın indirdiği ahkâm ile hükmetmezse işte onlar tam zalimdirler.` (Maide sûresi, 5/45)

İslâm Hukuku`nda, öldürme cinayetine karşı, caydırıcı bir nitelik taşıyan kısas cezası uygun görülmüştür. Bu cezanın infazı, gelişigüzel değil, belli şartlara bağlanmıştır:7 1) Her şeyden önce öldürme suçunun ciddi bir muhakeme ile ispatlanması ve cezanın devlet mekanizmasınca infaz edilmesi. 2) Katilin mükellef (akıllı ve baliğ) olması. 3) Katilin, hür iradeye sahip olması (zorlanmamış olması). 4) Katilin, maktüle asıl (baba, dede) olmaması. 5) Maktulün ma`sûm olması 6) Öldürme suçunun kasten olması. 7) Öldürme suçunun doğrudan olması. 8) Öldürme suçunun gayrimeşru olması.

Kısaca ifade etmek gerekirse, İslâm`da kısasın uygulanması için hayli ağır şartlar konmuştur. Bir insanın kendi başına gelişigüzel bir şekilde kısası uygulamaya kalkışması, haksızlığa, adaletsizliğe ve anarşiye yol açar. Dolayısıyla hiçbir surette böyle bir teşebbüse izin verilmez/verilmemelidir.

II. İslâm`a Göre Kan Davası

Kan davası, aralarında akrabalık bağı bulunanlardan bir veya birkaçının öldürülmesinden dolayı hayatta kalan akrabaların intikam amacıyla karşı tarafa yönelik işledikleri cinayettir. Kan davaları, düzensiz ve ölçüsüz bir misilleme şeklinde gerçekleştiği için genelde zincirleme cinayetler silsilesine dönüşür ve gittikçe genişleyerek telafisi mümkün olmayan büyük boyutlara ulaşır. Kan davalarında, kişiler, son derece yanlış bir anlayışla hareket ederek bazen bir kişinin yerine birkaç kişiyi, bazen kâtilin kendisine ulaşamayınca onun yerine cinayetle hiç ilgisi olmayan hatta karşı olan masum akrabalarını, bazen de kâtile göre sırf daha niteliklidir diye başka akrabalarını öldürürler. Kan davalarında taraflar, çevrenin de kışkırtması veya psikolojik baskısı ile kendi akıllarınca suçlunun cezasını kendileri vermekte ve hukuk tabiri ile `bizzat ihkâk-ı hak` yaparak ölçüsüz bir şekilde, intikam duygularını tatmin etmektedirler. Ayrıca bu uygulama ile kendilerince onurlarını kurtardıklarını düşünmektedirler.

Bu yanlış uygulamalar sonucunda birçok kişi haksız yere hayatını kaybetmekte, aileler yok olmakta, evler, köyler harabeye dönüşmekte ve rakamlarla anlatılamayacak ekonomik zararlar meydana gelmektedir. Bu çerçevede iki örnekle konuya açıklık getirmenin yararlı olacağını düşünmekteyiz:

Birinci örnek: Diyarbakır`ın Hazro İlçesi`ne bağlı 700 nüfuslu Meşebağları köyünde son 70 yılda, kan davası sebebiyle 100`den fazla kişi cinâyete kurban gitmiş, 400`den fazla kişi de köyü terk etmek zorunda kalmıştır. Ancak yerlerini terk etmek de insanların kan davasından kurtulmaları için yeterli olmamıştır. Nitekim adı geçen köyden göç edenlerden beş kişi, Tarsus ilçesinde, bir çay bahçesinde kafalarına kurşun sıkılarak öldürülmüştür.

İkinci örnek: Yakın zamanda vukû bulan bir olay. Sarıkamış ilçesinde, köpek kavgası gibi basit bir sebepten 1950`de başlayıp hâlâ devam eden kan davası nedeniyle ailesi İzmir`e göç eden 28 yaşındaki İbrahim Daşğın adındaki masum bir genç, Bornova`nın Çamdibi mahallesindeki Taşköprü Camii`nde Kur`ân okurken öldürüldü. 1950`den beri süregelen kan davası yüzünden bugüne kadar İbrahim`in ailesi ile karşı aileden 50 civarında kişinin cinayete kurban gittiği, İbrahim`in babasının da iki kişiyi öldürme suçundan cezaevinde yattığı tespit edildi. Bu olaylar, kan davasının ölçüsüz ve acımasız yüzünü gösteren sadece iki örnektir.

Kan davası, kökü cahiliye dönemine dayanan ve İslâm tarafından tamamen reddedilip ortadan kaldırılan çağdışı bir uygulamadır. Hz. Peygamber`in (s.a.s.) peygamberlik misyonu çerçevesinde yaptığı en önemli uygulamalardan biri, kan davalarını ortadan kaldırmasıdır. Çünkü kan davaları toplumun düzenini, huzurunu, birlik ve beraberliğini bozmaktadır. Yüce dinimiz `

- Mü`minler sadece kardeştirler.» (Hucurat sûresi, 49/10) ilkesini getirirken kan davaları bunun tam aksine, insanlar arasında fitne, fesat tohumlarını ekmektedir. Burada insanlığa örnek olması gereken durumu zikretmekte yarar vardır: Peygamber Efendimiz (s.a.s.) Medine`ye hicret ettiğinde burada Evs ve Hazrec adında iki büyük kabile bulunuyordu. Bu kabileler arasında daha önce meydana gelen çatışmalarda, özellikle hicretten 6 yıl önce vukû bulan Buas vak`asında8 iki taraftan çok sayıda insan öldürülmüş ve zincirleme kan davaları yüzünden Medine`de huzur ve güven kalmamıştı. Bu kabilelerin Müslüman olması ile birlikte bu davalar sona ermiş, düşmanlıkların yerini kardeşlik, huzur ve güven almıştı. Artık bu kabileler birbirleriyle değil, Hz. Peygamber`in (s.a.s.) etrafında omuz omuza vererek İslâm düşmanları ile savaşıyorlardı. Bu kabilelerin örnek davranışları ve İslâm`ın onlar arasında tesis ettiği kardeşlik bağı hakkında şu ayet-i kerime inmişti:9

- Allah`ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah kalplerinizi birbirine ısındırmış ve onun lütfu ile kardeş oluvermiştiniz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oraya düşmekten de sizi O kurtarmıştı. Allah size âyetlerini böylece açıklıyor, ta ki doğru yola eresiniz.` (Âl-i İmran sûresi, 3/103)

Hz. Peygamber (s.a.s.), hicretin 10. yılında hacca gideceğini duyurdu ve bütün Müslümanların da hacca gitmesi için talimat verdi. İmkânı olan bütün Müslümanlar, bu talimata uyarak hacca gitti. Peygamber Efendimiz, 114.000 civarındaki sahabe huzurunda, 23 yıllık peygamberlik süresindeki misyonunu adeta özetler mahiyette bir hutbe irad etti. Bu hutbede, insanlığa ışık tutacak temel ilkeleri tek tek açıklayarak insanların bunlara uymalarını istedi. Bu ilkelerden biri de cahiliye adetlerinin ve kan davalarının iptali idi. Efendimiz bu konuda şu tarihi sözleri söyledi: `Rabbinize kavuşuncaya kadar, bu şehriniz ve bu ayınızdaki bu günününüz gibi kanlarınız ve namuslarınız birbirinize haramdır. Tebliğ ettim mi? Allahım! Şahit ol. Cahiliyenin kan davaları iptal edilmiştir/ayağımın altındadır. İlk iptal ettiğimiz kan, Rabia b. El-Haris b. Abdilmuttalib`in10 kan davasıdır.`11

Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bir başka hadis-i şerifinde ise şöyle buyurmaktadır: `İnsanlardan Allah`ın en çok buğz ettiği (sevmediği) üç kişi vardır: Harem bölgesinde (Mekke`de) olup da inkârcı olan, Müslüman olduğu halde cahiliye adetini benimseyen, haksız yere bir Müslüman`ın kanını dökmek için kan davası peşine düşen.`12

Hz. Peygamber`in (s.a.s.) gerek bu hadis-i şerifinden gerekse Veda Hutbesi`ndeki ifadelerinden de anlaşıldığı üzere bir taraftan İslâm`ı kabul ettiğini iddia edip diğer taraftan İslâm`dan önceki cahiliye adetlerini uygulayan bir kimse, açık bir çelişki içindedir. İslâm`ı kabul eden kişi, onu içine sindirmeli ve ona göre hareket etmelidir. Nitekim Peygamberimiz(s.a.s.), kendisinin getirdiği dini yani İslâm`ı içine sindirmeyen kimsenin mü`min sayılmayacağını ifade etmektedir.13 Evet, bir yandan iman edip bir yandan da kendisi gibi iman eden birini haksız yere öldüren bir kişinin, imanı içine sindirdiğini, hazmettiğini söylemek mümkün değildir.

III. Kan Davalarına Sürükleyen Bazı Sebepler

Kan davasının önemli sebeplerini şu şekilde sıralamak mümkündür:

1) İman zaafı/eksikliği: Allah`a, ahiret gününe, yukarıda belirttiğimiz ağır uhrevî cezalara gerçekten inanan bir kimsenin, öldürme cinayetine cesaret etmesi düşünülemez.

2) Arazi anlaşmazlıkları.

3) Kadınlarla alâkalı bir kısım anlaşmazlıklar. Özellikle kız kaçırmalar.

3) Yanlış örf, adet ve kabilecilik anlayışı.

4) Yanlış bir töre anlayışında aşırılığa gidilmesi ve bu anlayışın zalimce uygulanması. Yüce dinimiz, aile mahremiyeti ve namus konusunda son derece hassastır ve bunlara büyük önem vermektedir. Ancak yargısız infaz niteliğinde olan töre cinayetinin İslâm`da hiçbir surette yeri yoktur.

5) Çevrenin manevî baskısı, `kanın yerde kalma` anlayışının çevrede onursuzluk sayılması.

6) Devletin yeteri kadar ilgi ve otoritesinin olmayışı.

7) Suçlarla cezalar arasında dengesizlik. Yani cezaların caydırıcı nitelikte olmaması ve suçlara göre hafif kalması. Kur`ân-ı Kerim`de `Haksızlığın karşılığı, yapılan haksızlık kadar olabilir, fazlası helâl olmaz.` (Şûrâ sûresi, 42/40) buyrulmaktadır. Ülkemizde idam cezasının kaldırılması, öldürme cinayetlerinde, suça denk ceza verme imkânını maalesef ortadan kaldırmıştır. Bu ise toplumda cinayet gibi ağır suçların daha kolay işlenmesine yol açmaktadır.

8) Sık sık yapılan aflar ve aşırı ceza indirimleri ile suçluların salıverilmesi. Yüce dinimiz, insanın mümkün mertebe öfkelenmemesini, öfkelendiği takdirde öfkesini yutup öfkesine sebep olanları affetmesini teşvik etmiştir. Kur`ân-ı Kerim`de şöyle buyrulmaktadır: `Affetmeniz takvaya daha yakındır` (Bakara sûresi, 2/237) `Takva sahipleri o kimselerdir ki öfkelerini yutar, insanları affederler.` (Âl-i İmran sûresi, 3/134) Ancak şunu belirtelim ki af, haktan vazgeçmek demektir yani hakla ilgilidir. Öldürmenin cezası da bir kul hakkıdır ve maktulün velilerine aittir. Dolayısıyla kâtili affetme yetkisinin de onlara ait olması gerekir. Onların izni ve rızası olmadan çıkarılan aflarla suçluların salıverilmesi ve ortada serbestçe dolaşması, intikam duygularını tahrik etmekte ve suçlulara cezayı kendileri verip `bizzat ihkâk-ı hak` yapmaya kendilerini zorlamaktadır. Dolayısıyla mağdurun velilerinin izni olmadan suçluyu affetmek son derece yanlıştır ve hukuk mantığına aykırıdır. Bir kişinin gördüğü zararın başkası tarafından affedilmesi, trajikomiktir. Onun için İslâm, affetme yetkisini sadece ve sadece öldürülen kişinin velilerine vermiştir.

9) `Suçun şahsîliği` ilkesine dikkat edilmemesi. Bütün hukuk sistemlerinde olduğu gibi İslâm Hukuku`nda da suçun şahsîliği esastır. Yani kim suç işlemişse bizzat onun cezalandırılması, en yakın akrabası bile olsa başkasının cezalandırılmaması gerekir. Kur`ân`da `Kimse, başkasının işlediği suçtan sorumlu olmaz.` (En`am sûresi, 6/164) buyrulmaktadır.

10) Fakirlik/işsizlik. Fakr u zaruret, dinden yana yeterince nasibi olmayan bir insanı kötülük yapmaya tahrik edebilen ciddi faktörlerdendir. Basit bir şey fakirler için çok değerli olabilmektedir. Bu durumdan yararlanan kötü niyetli insanlar, kötü emellerine fakirleri kullanarak ulaşmaya çalışırlar. Maddî durumu iyi, iş-güç sahibi insanlar, kolay kolay düzenlerini bozup cinayet işlemeye teşebbüs etmezler.

11) Eğitim eksikliği. Eğitim, hayatın ruhudur. Toplumdaki huzur, eğitimle doğru orantılıdır. Cehalet kötülüklerin kaynağıdır. Sadi Şirâzî`nin Gülistan adlı eserinde, ilim ve kültürün etkin rolü ile ilgili söylediği şu anlamdaki beyitler son derece manidardır:

`İki akıllı arasında kin ve çatışma olmaz. Ahmaklarla inatlaşan akıllı sayılmaz.

Cahil kişi vahşice bir söz söyler. Akıllı, yumuşakça gönlünü alır.`14

Gerçekten, gönlünde Allah inancını taşıyan bir mü`min, öldürülmeye değil hürmete layıktır, mü`min öldürülmez; ancak ve ancak ona hürmet edilir. Mü`mine hürmet etmek, gönlündeki Allah inancına hürmet etmektir.

Sonuç ve Öneriler

Kan davası, sosyal, psikolojik ve sosyo-ekonomik boyutları olan ve kökü cahiliye dönemine dayanan çağdışı bir uygulamadır. İnsanların huzur ve güvenini bozan, birçok zulüm ve haksızlıklara sebep olan bu kötü adet, ülkemizin özellikle Doğu ve Güneydoğu bölgesinin kanayan ve canlılığını koruyan toplumsal bir yarasıdır. Bu uygulama ayrıca mahkeme, güvenlik, hastane, hapishane gibi pek çok kuruma aşırı yükler getirerek; geride binlerce çocuğu, kadını çaresiz ve bakıma muhtaç bırakarak devlete de ağır faturalar ödetmektedir. Dolayısıyla kan davalarını ortadan kaldırmak, hem devletin hem de bütün sivil toplum kuruluşlarının temel bir görevidir.

Hasta olmamak yani hastalığı doğuran sebeplerden kaçınmak, tedavi olmaktan daha önemli olduğu gibi, suçların işlenmesini önlemek de, işlenen suçların tahribatını düzeltmekten daha önemli ve daha kolaydır. Onun için, gittikçe yaygınlaşan ve toplum hayatını tehdit eder hale gelen kan davalarını önlemek için yukarıda belirttiğimiz sebeplerin ortadan kaldırılması gerekir. Bu konuda devletin, medyanın, ilim adamlarının ve ve din görevlilerinin azamî gayret göstererek, hatta işbirliği yaparak halkı bilinçlendirmeleri ve onların sorunları ile yakından ilgilenmeleri gerekmektedir.

Bu kapsamda, kan davalarının yoğun olduğu bölgelerde, yeni iş sahalarını açmak, mevcut olanları geliştirmek, eğitim ve öğretimi yaygınlaştırmak, sosyal etkinlikler düzenlemek, hutbe ve vaazlarla halkı aydınlatmak gibi faaliyetlerle bu dehşet saçan probleme acilen çözüm bulmak zorunlu hale gelmiştir. Ayrıca öldürme fiillerine caydırıcı cezaların düzenlenmesi ve mevcut cezaların uygulanmasını engelleyen ve problemin daha da büyümesine sebep olan haksız afları çıkarma politikasından da vazgeçilmesi gerekir.

Bu problemin çözülmesinde, saygın ve karizmatik kişiliği olan zevattan, özellikle kanaat önderleri ve maneviyat büyüklerinden de yararlanmak gerekir. Bu şahsiyetlerin, kan davalarının önlenmesinde ciddi etkiye sahip olduklarının bir vâkıa olduğu göz ardı edilmemelidir.

Din konusunda hassas olan bölge halkı, din adamlarına ve âlimlere son derece saygı duymakta ve kolay kolay onları kıramamaktadır. Nitekim 15-18 Nisan (2008) tarihlerinde, Batman`da yapılan uluslararası bir sempozyumda kendisi ile ilgili bir oturum düzenlenen Şeyh Fahrettin Efendi, Batman yöresinde tanınmış büyük `Raman` ve `Alikan` aşiretleri arasında süregelen ve birçok insanın ölümüne sebep olan kan davasına müdahale etmiş ve bu aşiretleri barıştırarak zincirleme birçok cinayetin vukû bulmasını önlemişti. Bu konuda onlarca örnek vermek mümkündür. Müftülük yaptığım dönemde, birkaç imam-hatiple gitmiş olduğumuz köyde15 ansızın karşılaştığımız bir kan davasına müdahale ettiğimizi ve halkın din görevlilerine gösterdikleri saygıdan dolayı barış teklifimizi kabul ettiklerini hatırlıyorum. Kimin vasıtası ile olursa olsun, önemli olan, halk arasında barışın, huzurun birliğin, beraberliğin, kardeşliğin sağlanması; kin, nefret ve düşmanlıkların ortadan kaldırılmasıdır.

Balığın suya ihtiyacı olduğu kadar insanların da huzurlu ve güvenli bir ortama ihtiyacı vardır. Herkesin, her kuruluşun, özellikle devletin bunu temel bir görev telâkki etmesini ve bu konuda bütün imkânlarını seferber etmesini temenni ediyoruz. (Yeni Ümit dergisi-Doç.Dr. Abdülkerim Ünalan)

SULAK TOPRAKLARDA ÜMİTLER YEŞERİR

KANIN DÖKÜLDÜÐÜ TOPRAKLARDA İNSANLIK ÖLÜR

YAŞANMAZ BİR DÜNYA İÇİN TÜM VAHŞİLİÐİNİ GÖSTEREN İSRAİL'İ KINIYOR VE LANETLİYORUM

KAHROLSUN İSRAİL!!


#2 kılıç

kılıç

    Sadece KILIÇ...

  • Üyeler
  • 11.484 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:BAŞIMIZ DİK

Gönderim zamanı 26.06.2009 - 20:38

Paylaşım için teşekkürler; Gerçi gündemde İslama her fırsata saldırmayı planlıyanlar için kızını baş örtüsü takmadı diye öldürdüğü iddea edilen baba örneği varken,pek ilgi çekermi bilmem ama,belki göz atan olur...Birileri zannediyor ki biri Kötü bir faliyetde bulunup bunuda İslam adına yaptım diyince Müslümanlar ona sahip çıkacak.İslamın çizgileri bellidir, bunun dışında hareket eden her kim olursa olsun ben bu işi İslam adına yaptım demesi cehaletden başka bişey değildir.Bu cahille İslamı ve müslümanları değerlendirmek de cehalettir.....
Bir gün daha geçti ve biz biraz daha yaklaştık;Bizden hiç uzak olmayan ölüme...





Benzer Konular Daralt

1 kullanıcı bu konuya bakıyor

0 üye, 1 ziyaretçi, 0 gizli