İçerik değiştir



- - - - -

“Mazlum” Olasıcalar…


  • Yanıtlamak için giriş yapın
Bu konuya yanıt verilmedi

#1 alsancakE24

alsancakE24

    Onun için takıntı haline geldik

  • Üyeler
  • 2.849 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay

Gönderim zamanı 30.03.2009 - 07:47


Net'te turlarken aşağıdaki yazıyla karşılaştım. Neredeyse tam 5 yıl önce yazılmış.
Ama öyle güncel ki, tarihini değiştir, bugüne cuk otursun. Okuyalım...

Fikir beyanı serbesttir.
Herkes kafasına uygun görüş bildirebilir. Bu defalık kızmayacağım...
Söz anasını satayım !


“ 'MAZLUM' OLASICALAR…

Geçtiğimiz hafta sonu Gelibolu Yarımadası’ndaydım…
Beni tanıyanlar bilir, her yıl bu aylarda “oralara uzanmak” benim için bir nevi hac farizasıdır…
Son iki yıldır, toplumun çeşitli kesimlerinin Çanakkale Savaşları ile olan ilgisinde gözlediğim artış dikkatimi çekiyordu.

Bu yıl galiba anladım bu ilginin nedenini…
90 yıldır bir palavra ve hamaset edebiyatına kurban edildiği için yozlaşarak gözden düşmüş bu tarih olayının kendisi artık bir “siyaset aracı”, olayın geçtiği yöre de bir “rant kapısı” haline gelmiş…

Şehitlikler birer yatır, anıtların etrafı da mesire yerine çevrilmiş… Gözlemeciden kokoreççiye, “eyi su”cudan “cola turca”cısına bilumum esnaf kesimi orada… Otobüsler peşpeşe geliyor, hepsinden tamamı türbanlı kadınlarla takkeli şalvarlı herifler boşalıyor…

“Boşalıyor” diyorum; çünkü dışarıya uğrayan sigara paketine saldırıyor; emercesine tükettiği tütünün izmaritini anıtın etrafını çeviren çimene fiskeliyor…
O sıkmabaşlı kadınların ve sümüklü veletlerin çığlık çığlığa hep bir ağızdan konuşmaları ve kıkırdamaları da görülmeye değer…

Ama, asıl görülesi manzara, bu kalabalığın cami hocası kılıklı bir takkelinin karşısına geçip çimenlere yayılmasıyla başlıyor. Takkeli, alıyor sazı eline ve anlatıyor da anlatıyor:
“Gavur askeri nah şurdan geldi, Mehmet Çavuş bi sarıldı gavurun gırtlağına… “
Hamaset ve palavra bu kadarla da kalmıyor tabii… Bu anlatılanların hepsi, oracıktaki tezgahlarda sergilenen uyduruk Çanakkale Savaşları kitaplarından alıntı… Satmak için neden sadece bu kitapları getirdiğini sorduğum bir satıcı, “Ne yapalım abi, bunlar gidiyor…” çaresizliği ve kolaycılığında… Bir denetim ya da kontrol kalmamış; ne Turizm Bakanlığı ne de Kültür Bakanlığı ilgileniyor bu işlerle… Çanakkale Savaşları Tarihi diye satılan o yalan ve palavrasyon edebiyatını engelleyecek merci kalmamış ülkede…

Daha da ileri gidebilir; dünyada orman bakanlığına bağlı tek müzenin yörenin “en merkezi” müzesi diyebileceğim Kabatepe Müzesi olduğunu söyleyebilirim.

*****

Takıldığım nokta Çanakkale Savaşları Tarihi değil, ama yine oradan devam edeceğim lafa…
Yarımadada kaldığım o iki günün içinde, en güneydeki Şehitler Abidesi’nden en kuzeydeki Conk Bayırı’na kadar dolaştım. Hemen her anıtın ve şehitliğin önünde durdum. Yoğun bir kalabalık vardı etrafta; otobüsler, minibüslerle gelmişlerdi. Araçların hepsi de çeşitli dernekler tarafından kiralanmışlardı; örneğin, “Falancaköy Yardım Derneği”, “Bilmemne Koruma Derneği” gibi adlarla… Okul gezi otobüsleri de vardı bunların arasında…

Diyeceksiniz ki “Ne var bunda? Son derece normal…”
Evet, öyle görünüyor uzaktan ama, benim gibi yakından baksaydınız böyle düşünmezdiniz.
Yukarıda da söylediğim gibi, bu araçlardan inen kadınların hemen hepsinin türbanlı veya pardesülü; erkeklerin ütüsüz şalvarımsı bol pantolonlu; çoğu erkek olan öğrencilerin de lümpen kılıklı gençler olduğunu söylemeliyim.

Bu satıra kadar ne demek istediğimi anlamadıysanız lafı ağzımda gevelemeyeyim artık:
Haftasonları Gelibolu Yarımadası’nı dolduran bu kalabalıklar, birilerince kurgulanmış bir plan çerçevesinde “dini temele oturtulmuş bir milli şuur edindirme” turlarına çıkarılıyorlar…
Çanakkale Savaşı’nın din, iman, hatta cihad etkisiyle kazanıldığını yazan kitaplar ve anlatan o takkeli adamlar, mezar başında genç insanların beynini iğfal ediyor…

*****

Takke, cüppe, çarşaf deyince bakın aklıma ne geldi?
Bir grup dernek üyesi ile İzmir Adliyesi önünde basın açıklaması yapan Mazlum-Der İzmir Şubesi Başkan Yardımcısı Servet Çetin, Ege Ordu Komutanı Orgeneral Hurşit Tolon ve Denizli 11. Piyade Tugay Komutanı Tuğgeneral Hamit Tekkanat hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunmuş.

Niye biliyor musunuz?
Tuğgeneral Tekkanat’ın 17 Şubat 2004 tarihinde Denizli Valiliği ve Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderdiği ''Sarık ve cüppeli erkeklerle çarşaflı kadınların idari ve adli makamlardan hiçbir müdahale görmeksizin halk içinde serbestçe dolaşmalarının engellenmesi'' konulu yazısı için…
Bu pek “mazlum” dernek başkan yardımcısı zat, hazırladıkları suç duyurusu dilekçesinde, Orgeneral Tolon ve Tuğgeneral Tekkanat'ın, ''mevcut yasalar ve temel insan hakları hukukunu çiğneyerek, din hürriyeti aleyhine cürüm oluşturduklarını öne sürdüklerinden, yargılanıp cezalandırılmalarını'' talep ettiği dilekçesini Hazırlık Savcılığı'na vermiş…

*****

İnanır mısınız, ben bazen, Mustafa Kemal Atatürk’ün niye bu kadar yırtındığını anlamıyorum bu ülke için?
Hayatını askerliğe adayıp bileğinin hakkıyla o kadar yüksek rütbelere ulaştıktan sonra göğsü madalya dolu o üniformayı çıkarıp setresi uzun sivilleri giymek, kim bilir neler götürmüştü ömründen?

Kastamonu’da, “Efendiler, buna şapka denir…” demek için o kısacık ömründen kim bilir kaç yıl feda etmişti?
Meclis’te, Hilafet ve Saltanat hakkındaki görüşlerinin benimsenmemesi durumunda “birkaç kellenin uçurulması” gerekeceğini haykırırken kim bilir kaç yıl yıl daha eksilmişti o ömürden?
Gazetelerde çıkan abuk subuk haberlerdeki kendi resimlerine bakarak tatmin olanlar nereden bilecek?
Padişaha bağlı bir subay, değerli bir komutan ve muhafazakar bir insan olan Karabekir Paşa’nın karşısına setresi uzun siyah elbisesiyle çıktığı o sabah şansı yarı yarıyaydı Mustafa Kemal’in... Karabekir Paşa, istese bir baş hareketiyle emri verir, askerlikten istifa etmiş ve başına da ödül konmuş müstafi meslektaşını tutuklatıp Damat Ferit’e teslim edebilirdi.

Ama yapmadı; “Ben ve arkadaşlarım emrinizdeyim Paşam” diyerek selamladı O’nu…
O zamanlar Türkiye’nin en muhafazakar kentlerinden biri olan Kastamonu’da, elinde beyaz Panama şapkasıyla konuşurken, fanatiğin biri çıkıp, mensubu olduğu dinin en belirgin dışavurumu olan giysisi ve başlığını çıkartmasını isteyen bu adama bir kurşun sıkabilirdi helalinden.. Yanında, iki arkadaşı, iki yaveri ve bir sekreteri vardı sadece; bir koruma ordusuyla gitmemişti Kastamonu’ya...

Ama kimsenin aklından geçmedi böyle birşey; herkes kafasındaki takkeyi, fesi, sarığı çıkardı, şapka giydi.
Ya da, “Ben, makam-ı saltanat ve hilafete vicdanen ve hissen merbutum. Padişaha muhafaza-i sadakat borcumdur” diyen Rauf (Orbay) ve Re’fet (Bele) gibi dava adamları, “mecburiyet”lerinden dönmeseler bile, bir adım geri çekilip idealine saygı duydukları bu adama yol açtılar…

*****

Şimdi bu “mazlum” olasıcalar diyor ki, ''mevcut yasalar ve temel insan hakları hukukunu çiğneyerek, din hürriyeti aleyhine cürüm oluşturduklarından” yargılanıp cezalandırılmaları gerekir…
Kimlerin?
Mustafa Kemal’in ordusunun yüksek rütbeli iki komutanının; Ege Ordu Komutanı Orgeneral Hurşit Tolon ile Denizli 11. Piyade Tugay Komutanı Tuğgeneral Hamit Tekkanat’ın…
Niye?
Bu iki komutan, aslında mevcut yasalara göre “görev ihmali” içindeki bir vali ile bir cumhuriyet savcısından, ''Sarık ve cüppeli erkeklerle çarşaflı kadınların idari ve adli makamlardan hiçbir müdahale görmeksizin halk içinde serbestçe dolaşmalarının engellenmesi''ni istedikleri için…

*****

Bu “mazlum” dernek başkan yardımcısı işgüzar bilmez mi bu ülkede ortalıkta sarıkla, takkeyle, cüppeyle, kara çarşafla gezilmesinin değiştirilemez kanunlarla men edilmiş olduğunu?
Sadece Türkiye’de değil, dünyanın hiçbir medeni ülkesinde böyle bir hürriyet yok…
Bal gibi bilir elbet… O bilmese bile, bilen birileri “Hooop, çüüüş, sen ne diyorsun be adam ?” demiş olacağını umuyorum...
Ama, bu da denmemiş ki, hazırlık savcısı o dilekçeyi kabul etmiş; haber ajansı da (AA) bu haberi yayın organlarına geçmiş…

*****

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 174. Maddesi şöyle diyor:
“Anayasa’nın hiçbir hükmü, Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik niteliğini koruma amacını güden, aşağıda gösterilen inkilap kanunlarının, Anayasa’nın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin, Anayasa’ya aykırı olduğu şeklinde anlaşılmaz ve yorumlanamaz…
1- Tevhid-i Tedrisat Kanunu
(3 Mart 1340 tarih, 430 Sayı)
2- Şapka İktisası Hakkında Kanun
(25 Teşrinisani 1341 tarih, 671 Sayı)
3- Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun
(30 Teşrinisani 1341 tarih ve 677 Sayı)
4- Türk Kanunu Medenisi’yle (17 Şubat 1926 tarih, 743 Sayı) kabul edilen, evlenme akdinin evlendirme memuru önünde yapılacağına dair medeni nikah esası ile aynı kanunun 110. maddesi hükmü
5- Beynelmilel Erkamın (sayıların) Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun
(20 Mayıs 1928 tarih 1288 Sayı)
6- Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkındaki Kanun
(1 Teşrinisani 1928 tarih, 1253 Sayı)
7- Efendi, Bey, Paşa, gibi Lakap ve Unvanların Kaldırıldığına Dair Kanun
(26 Teşrinisani 1934 tarih, 2590 Sayı)
8- Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun
(3 Kanunuevvel 1934 tarih, 2596 Sayı)

*****

“Mazlum” başkan yardımcısı diyor ki; bu iki komutanın vali ve Cumhuriyet savcısından istediği şey, sokaklarda cüppe, takke, şalvar ve çarşafla dolaşan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının temel hak ve hukukunu çiğneyerek, din hürriyetleri aleyhine cürüm oluşturuyor.

Vay be…

Bu dilekçeyle savcının önüne çıkan densizler, her nasılsa o savcının elinden kurtuluyorlar ve adliye önünde bir de basın açıklaması yapıyorlar… Bu basın açıklaması Türkiye Cumhuriyeti devletinin resmi haber ajansı AA tarafından tüm ülkeye yayılıyor, ama başka hiçbir savcı bu haberi bir “suç duyurusu” olarak almıyor. İçişleri Bakanlığı bir inceleme başlatmıyor…

Vay ki ne vay…

Şimdi siz olsanız üzülmez misiniz Mustafa Kemal’in heba olmuş yıllarına?
Adamcağız, bu memleketi, din yobazı, takkeli, cüppeli ayak takımından kurtarmak için canını dişine taktı…
“Müslümanların Halifesiyim” diye milleti uyutanlara karşı çıkarak hayatını ortaya koydu.
Tüm askerliğini bu milleti düşmandan kurtarmak, tüm sivilliğini de yine aynı millete bir “gelecek” kurmak için harcadı…
Cumhuriyet’e özendi; diktatörlüğe, ya da saltanata değil… İstese onu da yapardı…
Demokrasiye inandı; tek sesliliğe, bağnazlığa değil… İstese öyle de yönetirdi…

Ve “Muasır Medeniyet”e inandı; antika medeniyetlere değil… Kurduğu ülkeyi o düzeye ulaştırmaya çalıştı…
Bugünün “mazlum” dernek başkan yardımcıları, babalarının yediği portakalda vitamin bile değilken, O, madalyalarla dolu paşa üniformasını çıkarıp sivilleri giyiyordu bu amaçla…

“AB yandaşı”, “İkinci Cumhuriyetçi”, “Ver Kurtulcu”lar daha ailecek Türkiye’ye göçmeden; O, “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” diyecek kadar geniş gönüllü, cumhuriyetçi ve kavrayıcıydı…

*****

Şimdi gözüm ajansların haberlerinde; çok merak ediyorum, o “mazlum”un dilekçesi nasıl işlem görecek…
O hazırlık savcısının, Anayasa’nın 174. maddesinde sıralanan “İnkilap Kanunları”nın 2. ve 8. sine dayanarak sözkonusu dilekçe sahibini gerçekten ve iyice “mazlum” etmesini bekliyorum.
Ki, bu cüretkar dilekçenin sahibi, “neyle iştigal ettiği meçhul” bu derneğin başkan yardımcılığı makamına yakışsın…"

Yetkin İŞCEN (gallipoli-1915.org, 14.04.2004)

NOT: Yetkin İŞCEN araştırmacı gazetecidir. Özellikle Çanakkale Savaşları'yla ilgili olarak efsane ve mitlere itibar etmeden oldukça objektif ve bilimsel araştırmalar yapmıştır.

Bu mesaj alsancakE24 tarafından düzenlendi. Düzenleme zamanı: 30.03.2009 - 07:50





0 kullanıcı bu konuya bakıyor

0 üye, 0 ziyaretçi, 0 gizli