Gönderim zamanı 13.12.2005 - 17:06
ME
Tanımadığın caddelerde tek başına gezinmeyi bırak, kaybolacaksın... sora sora bulamazsın kendini, bağdat kadar sabit değilsin, gittiğin yerleri düşün, yanında düşündüklerin yoksa gitme, terk etme kendini böyle, küstüreceksin, kaçıracaksın...
Kimseye benzemek isteme, kimse olmayı deneme, beni keyiflendirmeye çalışma, ben “bu” olduğum için benimlesin, kendini zorlamadığın, kimse için esnemediğinden dolayı seninleyim...
Fark etmeyi bırak, hepsini biliyordun zaten... dışarıdan bir insan yok, dışarıya bir bağımlılık olmamalı, kendi tekelindesin, kendi cehennemini yanıyorsun, kendinle konuşabiliyorsun, sakarlıklarına şahitsin, gülüyorsun kendine, düşme kendinden, düşme gözümden, bir mücadele içinde olmadığını hatırla, kimsenin üstünde veya altında olmadiğını, olmaya çabalamadığını, “bir sen yok” başkasına, kendi tekelindesin, çek tekel’leri, sav çakalları...
Nankörlüğe üzülme, artık çok geç. Ne zaman öyle değillerdi ki, bu insanlar başkalarının cümleleriyle yaşar, baskalarının düşündüklerinin, başkalarının yaşadıklarının, başkalarının ürettiklerinin altlarına kendi isimlerini yazarak yaşarlar... insanlar insanlara isim yazarlar ve bir başkasının olanı sahiplenirler... buna unutmak da diyebilirsin, unutmak insanlıktır, kolaydır, daha da fason insanlar doğar unutmaktan.
insanların da sahibi vardır ve yine bu insanlar kimin sahip olduğunu unutarak, diğer bir insana sahip olmakla bilinirler... sahipliği sorgulama, hiç kimse birbirinin değildir, böyle bir hak yoktur, belki daha sonra; bir insana sahip olabilecek kadar temiz olsan bu dünyada olmazsın, “insan” kimliğinde olmazsın...
Konuşmayı erteleme, kelimelerini özenme, hazır cevap olmayı marifet sanma; budalalıktır... başkalarının cümlelerini, sentezlerini katma konuşmalarına, bilgili olduğunu göstermek için atılma tartışmaların ortasına, kendin için öğren, bildiğini kendin bil yeter; bildiklerin anlamına çare olsun, konuşarak pazarlama kendini, kirletme konuşmayı, konuştuklarına katma başkalarını, başkalarını konuşma başkalarıyla, kendinle kendini konuş, konuşarak kandillere doğru, ufak, ağırdan... tüm bildiklerin, öğrendiklerin, öğrenmek için insanların arasına girişin kirliliğin senin, dağlardan arada bir şehre inan insanlar var, tek başlarına, seni bütün öğrendiklerinden dolayı utandırabilir, yargılayabilirler, kimseye izin vermemek için yargıla kendini, hataları vur yüzüne, su vur yüzüne, ensene, uyan, vur yüzüne hatalarını, kirlenmek için, kendini satmak için yapıyorsun ne yapıyorsan... uzaklaş...
bir durup bakasım gelse ansızın, varlığının ispatı yok görünüşünde... ondan biraz, biraz diğerinden, diğerinden az daha, az daha berikinden, berikinden olduğu kadar, 200 gr'da şundan olayım'dan ibaretsin, karmasın, kırmasın... sen kendini var mı sanıyorsun, taklitsin, taklitlerin karışımı, frankenstein'a çirkin dersin bir de... onun aklı billur, hepsini kendi kafasında buluyor, sen, hepsinden olmaya çalışıyorsun, hayatın rol yapmakla geçiyor, beni kandırmakla geçiyor günlerin, elimi tutuşun bile dışarıya poz kaygılı, utanmıyorsun da, üstelik sıkışınca "bu benim işte n'apayım, böyle kabul et" diyecek kadar bela olabiliyorsun başıma... aynaya bakıyorum, aman falso vermeyeyim diye saç tarıyorsun yine, hakkatten iyi hatırlattın, traş olmam lâzım birazdan, etrafın göz keyfini bozmayalım, onlar nasıl istiyorsa öyle olalım diye değil mi ? bir de halay çekmeyi bilsem her dilde, nasıl hayran olurlar bana, nasıl kurdu olurum, gözdesi olurum ortamların... sonra yediğim önümde, yemediğim arkamda, kesin konuşmamak lazım, belki arkamdan da yerim; belki ordan da kapılar açılır başka bir zevklere, heyecanlara, piyasalara...
senin bir de ipe sapa gelmez hayalciliğin var... boşsun ya, yalnızsın ya çok zaman, ondan başına geliyor bu... bir masal yazıyorsun, bir kurma, sonra kendinle gururlanacaksın az kaldı, rötuşlar, iyileştirmeler, gudik insanlara anlatarak tepki aramalar ve artık tarihine eklediğin bir "anı" daha doğurdun, yaşanmamış bir anı... kendi uydurduğun, yaşanmamış, olunmamış, üstelik seni kirli, pasaklı gösteren bir anı'dan menfaat bekliyorsun, kendin bile inanıyorsun öyle ki, soyunamıyorsun onu üzerinden... bir de deli deli risklerin var, başkalarının yaşadıklarını kendin yaşamışsın gibi anlatmaların, buna paralel fanteziler de var tabii, habire başkası olmaya çalışmak, habire -övünç kaynağı olmak gerektiğini öğrettiklerinden- övünç olmak, şaşırtmak isteği de war sonra, ben sana seni seviyorum böyle don, dur diyorum, yetmiyor, habire kasalım, olalım, bulduk ya, kıllandıralım, olmuyorsa, kıllısını arayalım bu arada saman altından... oyof... uydurma...
canın sıkılınca, vazgeçesin geldiğinde "renkler ve zevkler tartışılmaz" diyen de sensin, hayatını "zevkleri" tartışarak geçiren de... birilerinin zevklerini okuyorsun, birilerinin zevklerini konuşuyorsun benimle, birilerinin zevkleri oluyorsun sonra... sonra yine bunlar üzerine konuşuyor; zevk tartışmaları da umut edebilmek gibi bir şey sanki, lan sarıl bana da ölü gibi yat yüzyıllarca, o da olmaz, birazdan beni sarsıp, "bundan zevk alıyor musun" kâbiline, ne düşündüğümü soracaksın... bir de "zevk aldım zevk vereyim" pişmanlıkların var senin, sonradan neske yarar bre kurban, zevk alırken versene aynı zamanda, bir kişiye zevk ol, zevk versene, sırf egonu doyurmak için akıllara konuşunun anlamı nere ?
bi de kurtul şu yazmakatan yekta... yazmak sen değilsin, yazmak senin için değil, sana göre değil, ilaç değil, ıstırap... yazmak da kendini pazarlamak olur kimi zaman, izin verme, seni vermezler bana, beni bana alamazsın, n'olursun, git, yazma... yazma ulan, yazma, illa ki ağır mı konuşmak lâzım...
1+1=1