İçerik değiştir



- - - - -

Eylül Düştü Gönlüme


  • Yanıtlamak için giriş yapın
bu konuya 2 yanıt verildi

#1 GökceN

GökceN

    Onun için takıntı haline geldik

  • Üyeler
  • 2.389 Mesaj

Gönderim zamanı 27.11.2008 - 23:55


“Bekletme ne olur, gelmek zamanı gel. Gitme gel! Eylülde gel…”



Ne güzel bir şarkıydı: “Eylülde gel”. Hâlâ ilk günkü gibi hüzünle dinlerim ve kaybolur yiterim, içimin sararmış okul yollarında. O yollar ki, her Eylülün anlamı ve sonbaharın ilk merhabasıydı.
“Beklerim seni okul yolunda / Eylülde gel” derken şâirin, bizi içli bir mısra ile anılarımıza gömüp, sonbaharın hüznüyle mest etmek miydi kastı, bilinmez...

Aylardan Eylül…

Leylekler de terk ediyor artık, bir bir bu şehri. Nedendir bilmem, vefasızlıkla suçladım hepsini. Ve kapadım tüm pencereleri, içimden bir şeyler koparken peşlerinden. Kim bilir neler yüklüdür hatıra heybelerinde şimdi. Ne garip!.. Seyyah olan ruhuma, bir göçmen kuş hüznünü düşürdü ayrılığın. Buralardan çekip giderken, ayrılık yeniden döküldü dilime.

İçimde kırık bir veda, leyleklerden bana arta kalan yükleriyle aldım Eylülü içeri. Sırtımda gençliğimden kalma ağır imtihan yükleri… O yorgun, ben yorgun; bakıştık saatlerce. Sahi; ağaran saçlarımın, yüzümde biraz daha derinleştirdiği çizgiler, “Gençlik, çocukluğu erken kovmuş mu?” diyor.

Biliyordum zira sonbahar; ‘dipten ve derinden’ gelir. Olgun, ağırbaşlı… Değişmiş, yenilenmiş bulur bizi; hüznü bundandır belki

Eylül geldi… Mevsim hazan…

Semadan birkaç damla yağmur değdi gözlerime. Ve anlaşılan, şehir de hüzünlenmiş bu duruma. Yapraklar yavaş ve sessizce düşüyor dalından. Ağaçlar mahzun, ellerinden kayıp giderken yapraklar, bir başka duruyorlar yalnızlıktan.

Eylül geldi… Mevsim hüzün…

Göklerden yağan, toprağın gözyaşıydı. İçimde gençliğin tarifsiz yangını, dallarım sarkmış ve sarıya durmuş her yanım. Dökülmüşüm tane tane, içimin yollarına. Mevsim hazan, başımda gençlik rüzgârı eserken, mevsim değişmiyor şimdilerde bende. Yüreğim lebalep sarı, hışır hışır sesler geliyor, ben geçtiğim zaman. Tozu dumana katan bir rüzgâr esiyor buralarda. Dağıtıyor kumdan şatolarımı, acımadan.

Eylül geldi… Mevsim hazan…

Şair ne güzel söylemiş: Eylüle girdim eylüle girdim/ her ömrün bir eylülü vardır /onca yaşadım/ şimdi bildim (Murathan Mungan).” Ey ömrümün eylülü, hoş geldin. Nasıl geçti yıllar, bilmem. Ey benim on beş yaşım, ey benim yirmi yaşım! Artık sormuyorum, “Nerdesin?”… İbretle bakmaktır bana düşen bugün, ihtiyarlığın akşam güneşinde ardınızdan…

Küçük bir çocuk görürüm koşuşturan, kahkahalarıyla geçip gider önümden. Konfeti sanır dökülen yaprakları. Toplayıp sonra, saçlarından aşağı döker tüm sarıları. O güldükçe, damlalarım ıslatır yanaklarımı.

Ömrümün keşkesi bekler sokak başında: “Ah hep çocuk kalsam, hiç büyümesem.…”

Oysa ne çabuk büyümüşüm! Düşüp dizlerimi kanattığım günler, gerilerde kaldı. Şimdi, yüreğim düşüp düşüp kabuk bağlıyor. Kardan adam yaptığım günleri, penceremden başkalarınkine bakarak anıyorum. Merdivenlerden inmeyi henüz öğrendim, kayarken demirlerinden.

Saklambaç oynarken, ‘elma’ dediklerinde hep çıkmıştım saklandığım yerlerden. Şimdilerde ne derlerse desinler; hiç çıkmıyorum. Saklandığım yerde büyümüşüm ben.

Çocukluğumu öylece bırakıp yürüdüm, gençlik kollarımdan çekiştirirken… Sonrası, Sessiz bir fısıltı: Kimseyi, ama hiç kimseyi hayat boyu yanında tutamazsın.

Düşmeye hazır bir damla, gözümde donup kalır.

Eylül geldi… Mevsim hüzün…

Yaz desem değil, ama güneş var hâlâ… Yakmasa da ısıtıyor. Kış desem değil, rüzgâr esiyor; ama üşütmüyor. Bütün mevsimlerin toplamı bu: Beşinci mevsim.

Her şey adım adım yol alır. Yapraklar birden sararmaz, güller bir anda dökülmez. Öyle sessiz olur ki her şey, şaşar kalırsınız. Her ne kadar rengiyle anılsa da eylül, sarı öyle hemen göstermez kendini. Sanki bir anda gelir; ancak zamanlıdır gelişi. Tıpkı çocukluğumuzla yer değişen gençliğimiz gibidir eylül.

Ne zaman ki okul yollarının bitişini haber verir; o zaman insan anlar, gençlik zamanı değildir. Yıllar hangi arada geçti, hangi gecede ağarmıştı saçlarım? Yüzümdeki çizgiler daha derin şimdi…

Mevsim karışık…

Ne yaz diyorum, ne kış. İkisinin ortasında kalmışım. Sanki Âraf’tayım.

Tıpkı ömrüm gibi. Ne yaşlılık bu hâlin adı, ne taptaze bir gençlik… Ve gençlikten arta kalan bir ömrün hazânındayım. Ömrüm kurumuş bir dal mı artık? Uç vermez mi artık, zamansız esen boranın avuçlarında? Ah deli gönül! Ne kadar uğraşırsan uğraş, bu mevsim hep içimde bir gençlik yorgunu…

Eylül geldi…

Hüzün davetsiz misafir, keyfince gelip yerleşti kalbimin ortasına. Birkaç damla yanaklarımda, gökler ağlamaklı, teselli edilen toprakta yas var. Tüm şehirde yaprak ölüleri… Ey rüzgâr! Yanı başımda dururken pervasız yazlarım… Daha ılık serinliğin yüzümdeyken, şimdi ayrılık çığlığıyla ansızın beni ürpertmek neden?

Eylül geldi; eylül gibi geldi: Kırılgan, dokunaklı…
Bir kampana sesinin çığlığında ayrılık vagonları diziyor sonbahar. Bir ‘sessiz gemi’ gerçekliği, çepeçevre sarar zihnimin en dip ve derinden uğuldayan sis yelkenlerini. Sarsılıyorum… Gamlı bir eylül vagonunda pazara çıkardığım can!.. Nabzın atıyor, diyarını terk eden kuşların ardından. Sahi, pazarın pazar mı ola?

Mevsim hüzün...

Bir ağacın gölgesine düşer sessizce bir yaprak. Yiter ağacın kollarından, renginde buruk bir veda… Ve ben, hiçbir mevsim eylül kadar üşümem! Bilirim, vedalar üşütür insanı; soğuktur.

Ey ömrümün, vaveylasıyla titrediği gençlik yanım!

Bu kaçgöçler dünyasında eylül sana, sen eylül firakına gebesin, unutma!...

alıntı
Akıllı adam aklını kullanır. Daha akıllı adam başkalarının da aklını kullanır.
Bernard Shaw

#2 GökceN

GökceN

    Onun için takıntı haline geldik

  • Üyeler
  • 2.389 Mesaj

Gönderim zamanı 28.11.2008 - 13:48

Niye bana uzaksın sevdiceğim? Gözlerinin büyüsünü özlemedim mi sanıyorsun? Sözlerinin sıcağı kalbimde bin efsûn. Sen yokken kuyulara düşüyor düşlerim. Sen olmayınca, sevda yetim; aşk öksüz, şefkat kimsesiz.

Sensiz, hesapların hepsi yarım kalıyor. Sensiz, defterlerin hepsi açık duruyor. Hata etmişim, şimdiye dek varlığını hesaplamışım hep; çok geç anlıyorum. Yokluğun ne hesaba gelmez işmiş; kıvranıyorum, yanıyorum, ağlıyorum.

Beni unutmadın değil mi? Unutmak ne garip şey ki, unutanlara unuttuğunu da unutturuyor. Dipsiz bir kuyuya düşüyor gibisin; içindeki unutuş bin kuyuyu kuyuya atıyor. Seni unutmak bana haram olsun. Unutulmak ne acı şey ki; unutulanın unutulduğu kimsenin hatırına gelmiyor. Sonsuz bir karanlıkta yitiyor gibisin; unutuluşun nice karanlığı karanlığa itiyor. Senin unutman bana uzak olsun.

Alev üşür mü bi’tanem? Taş katılığına yanar mı? Dağ yalnızlığına ağlar mı? Ayrılığın araya girmekten bıktığı olur mu? Yalnızlığın da canı sıkılmaz mı? Göz yaşının da göz yaşı döktüğü olmaz mı? Derdin de başı derde girmez mi? Acıyı da vurmazlar mı? İhanete de ihanet eden hainler çıkmaz mı? Yokuşların da yorulduğu olmaz mı? Sensizlik bir gün de senin yoluna çıkmaz mı?

Benden sana yol çıkar mı ey sevdiceğim? Ben beni bende toplasam, sen çıkar mı ey sevdiğim? Ben beni benden çıkarsam, elde sen kalır mı ey sevdiğim? Olmadı; ben beni bana bölsem, yine sen mi çıkar sevdiğim? Ben beni benle çarpsam, sen olur mu? Görüyorsun ya, benden yana hep küsûrat ve küsûrat... Hesaplar tutmuyor; dört işlemin dördü de beni sana getirmiyor. Denklemlerin beri yanındayım hep; sana denk gelmiyor yanımdaki hiçbir şey. Eşitlik hep senden yana bozuluyor. Ben bana kalıyorum; sıfırlanıyorum. Yok oluyorum; hesaplar bensiz tamam oluyor.

Yoksa, küs müsün bana ey sevdiceğim? Ya yolumu gözlemiyorsan? Yollar ne der bana sonra; ben ne derim yollara? Ya beni özlemiyorsan? Sesler küser kulağıma; heceler darılır dudağıma. Ya yüz çevirmişsen benden? Ne ederim sonra? Kalbim kaçar kalbimden; ellerim elimden çıkar. Ya gözlerim gözlerine hiç değmeyecekse? Işık kör kalır sonra; bakışım boşluğa düşer.

Orada mısın ey sevdiğim? Seni sevmeler cumhuriyetindeyim. Seni sevenlerin toprağında ayaklarım. Senin baktığın dağa çakılı gözlerim. Kalbim senin sevdiğin, senin sevdirdiğin gökleri emiyor. Sana geliyorum. Aynalar yolumu kesiyor. Yoğu var sanıyorum. Aldanıyorum. Yollar dolanıyor; beni yine bana getiriyor. Yoldayım sanıyorum. Hüsrana uğruyorum. Yokuşlarda susuyorum... Seraba kanıyorum. Yanıyorum.

Aynalar da bıkmaz mı aldatmaktan bir gün ey sevdiceğim? Sen yoksun diye kapatmazlar mı gözlerini? Yollar da bir akşam üstü omzundan atmak istemez mi sensizliğin yükünü? Sana varmadıklarını anlar anlamaz yoldan çıkmazlar mı? Yokuşlar yorulmadı mı hâlâ beni yormaktan? Bir sabah isyan edip baş aşağı dönmezler mi? Serap çok mu memnundur susuzları aldatmaktan? O da su içmek istemez mi bir öğle vakti sevgilinin dudağından? Alevler üşümez mi, sevdiceğim, sen yokken? Karanlık seni görmeyi özleyip de açmaz mı gözlerinin bandını bir gece yarısı? Işık bakışına değmeye can atmaz mı?

Niye uzağım sana sevdiceğim? Neredesin? Sen ki içimde sızımsın; sanki senin gözünden dökülür göz yaşlarım. Sen ki, kalbimde ıssızlığımsın; hep senin yanında bekler sevdiklerim. Sen ki, yolların sonunda bulduğumsun; önce de sonra da sana uğrar hasretim. Sen ki, dağda gördüğümsün; aslında senin yüzünde kavuşur Ferhat ile Şirin. Sen ki, köşe başında beklediğimsin; öyle ki hep senin göğsünde durulur kalbim. Sen ki, kapı ardında yolunu gözlediğimsin; sadece senin yanında teselli bulur öksüzlüğüm ve yetimliğim. Sen ki, yanımda bildiğimsin; ipini bıraktım ceylanların. Sen ki, içimde sakladığımsın; uzak olsun başkaca yakınlıklarım.

Sen sevdiceğimsin.

Yitiğimsin.

Eksiğimsin.

Susadığımsın.

Suskunluğumsun.

Sözüm sendendir.

Sözüm sanadır.

Sözüm sendedir.

Sözüm sensin.

Ben sustum, sen söyle iyiliğimi...

senai demırci
Akıllı adam aklını kullanır. Daha akıllı adam başkalarının da aklını kullanır.
Bernard Shaw

#3 Eylül

Eylül

    Harabenin Meleği

  • Dokunulmazlar
  • 10.820 Mesaj

Gönderim zamanı 28.11.2008 - 14:34

Çok güzel emeğine sağlık.
EÐER ÇEKMEZSEN GÜLÜN NAZINI NE DİKENE DOKUN NE GÜLÜ İNCİT





Benzer Konular Daralt

1 kullanıcı bu konuya bakıyor

0 üye, 1 ziyaretçi, 0 gizli