İçerik değiştir



- - - - -

acıya gülmek


  • Kilitli Konu Bu konu kilitli
bu konuya 71 yanıt verildi

#41 Eylül

Eylül

    Harabenin Meleği

  • Dokunulmazlar
  • 10.820 Mesaj

Gönderim zamanı 04.05.2008 - 22:51

Başlığına uymuş fıkra gibi.
EÐER ÇEKMEZSEN GÜLÜN NAZINI NE DİKENE DOKUN NE GÜLÜ İNCİT

#42 nil_law

nil_law

    Sadık bir ziyaretçidir

  • Üyeler
  • 1.229 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:Ankara Adliyesi/ Sıhhıye

Gönderim zamanı 05.05.2008 - 15:52

:P *heyo *heyo


zorlu bir fransızca sınavı ile güne başladım ama keşke her şey onun kadar zor olsa idi; canım hocam HALUK KONURALP in kabrine gittik arkadaşlarım ile canlarım o kadar düşünceli o kadar hassaslar ki gerçekten çok özleyeceğim onları. sevgili hocamıza çiçeklerle merhaba dedik ve ona diplomalarımızla gelme sözü verdik. çok duygulandık çookkkk...

derken hepsini kandırıp yemek yeme kararı almalarını sağladım(e tabi ikna gücüm kuvvetlidir )
Canım babam bizle çok ilgilendi güzel bi yemek ve sohbet; işte gerçek sevgi buydu , biz dört yıl cok şey paylaşmıştık ve birlikte büyümenin zevkini tattık en güzelide dedikodu safhası idi :) *heyo *heyo *heyo

hayat seni seviyorum ; bana bunu sevdiren insan seni de seviyorum....

hiç bir dönemde avukatlar esir kullanmadı ama kölede olmadı...

#43 nil_law

nil_law

    Sadık bir ziyaretçidir

  • Üyeler
  • 1.229 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:Ankara Adliyesi/ Sıhhıye

Gönderim zamanı 05.05.2008 - 16:44



Bir gün Izmir' de Belediye otobüsünde gidiyoruz arkadaşlarla. Bizim arkadaş boş yer buldu ve oturdu. Sonraki durakta da eli bastonlu yaşlı bi amca geldi. Arkadas da kıllığına adama yer vermedi. Adam o arkadaşin oturduğu koltuğun yanina geldi ve ayakta arkadasin yer vermesini bekliyor. Fakat arkadas yerini vermedi. Neyse adamcagizin da yazik bastonu otobüs hareket ettikçe bi o tarafa bi bu tarafa kayiyo. Arkadas dayanamadi ve
yasli amcaya
-'Amca bastonun ucuna lastik takarsan kaymaz' dedi. Adam söyle bakti.sonra
- 'o lastigi zamaninda baban taksaydi şimdi sen olmazdın, ben de orda oturuyo olurdum' deyince bütün otobüs koptu. Arkadas o gün bu gündür belediye otobüsüne binmez.


bayıldımmmmmmm

hiç bir dönemde avukatlar esir kullanmadı ama kölede olmadı...

#44 nil_law

nil_law

    Sadık bir ziyaretçidir

  • Üyeler
  • 1.229 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:Ankara Adliyesi/ Sıhhıye

Gönderim zamanı 06.05.2008 - 16:39

okuldan geldi; ve cevap bekliyor çok şey için üstelik ama şimdilik bir tane yeter:)


sevgili hocamız için mektup yazmam lazım ama bana yardım edeceğine inandığım birinden yardım istedim ve cevabına sevindim.geleceğiz üstesinden bunun

Bu mesaj nil_law tarafından düzenlendi. Düzenleme zamanı: 06.05.2008 - 16:46

hiç bir dönemde avukatlar esir kullanmadı ama kölede olmadı...

#45 nil_law

nil_law

    Sadık bir ziyaretçidir

  • Üyeler
  • 1.229 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:Ankara Adliyesi/ Sıhhıye

Gönderim zamanı 08.05.2008 - 20:20




Kitap okurken aslında temelde çok basit kelimlerle kurulmuş ama anlamını çözmek için günlerce belkide yıllarca düşünmek gerektiren bir sözle karşılaştım:

Evet gerçekten bir kimseye ya da şeye karşı hissettiklerimiz, duygularımız belli bir süre sonra kontrolden çıkıp artık alışkanlık haline geliyor, ama daha ötesi de var DEÐERLERİMİZ haline gelebiliyor. ben de değer yaptım kendime bazı şeyleri hem de çok kapıldım amansızca meydan okudum zamana , mesafelere.. bana zorluk oluştıracak konular artık benim için sadece beklemenin özlemenin cilveleri haline gelmişti. Ne oldu peki olmadı olan; olabilen bir şey olmadı ama bunda ne benim ne onun ne zamanın ne de mesafenin etkisi oldu.. Dedim ya alışmak...


Kime sunulur bedelsiz zafer
Yine mi hüsran yine mi ceza
Bitmiyor ki elveda
Kim kazandı acı çekmeden
Kim başardı doğruyu görmeden
Sevmeliyiz, sevilmeliyiz
Dolmuyor mu çilem
Düşmeden bir kere
Alışmak hep çok zor geliyor
Alışmak hepimize zor geliyor
Sen yokken bir yanım
Öbür yanım eksik kalıyor
Alışmak hep çok zor geliyor
Alışmak herkese zor geliyor
Sen yokken bir yanım
Öbür yanım eksik kalıyor

hiç bir dönemde avukatlar esir kullanmadı ama kölede olmadı...

#46 nil_law

nil_law

    Sadık bir ziyaretçidir

  • Üyeler
  • 1.229 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:Ankara Adliyesi/ Sıhhıye

Gönderim zamanı 09.05.2008 - 20:52

çok güzel bir bahr şenliği daha yaşadık ama son olmasın ında hüznü var dı tabi
güneşten de kavrulmuş bir kız olarak, insanlara bakınca onu çok özlediğimi anladım keşke olabilseydi, keşke.....
Olsun yine de güzel insanlarla olmak beni mutlu ediyor,
hiç bir dönemde avukatlar esir kullanmadı ama kölede olmadı...

#47 kardelen_ase

kardelen_ase

    Boş vakti boldur

  • Üyeler
  • 442 Mesaj
  • İlgi Alanları:insan ve yaşam

Gönderim zamanı 09.05.2008 - 23:32

ölesiye sevmek onunla yasayacakmısın gibi
adımını bile ounla atmak onunla nefes almak
öyle güzeldir ki sonunda da severek ayrılmak
neden hep başkaları için son bulur aşk hayatı neden başkalrı için yaşamak zorunda kalırız
neden sevgimizi yarıda bırakırız
yalan dünya yalancı dünya
YALNIZLIK ŞİİRİ..


Karanlığın insanı delirten bir ihtişamı vardır
Yıldızlar aydınlık fikirler gibi havada salkım salkım
Bu gece dağ başları kadar yalnızım

Çiçekler damlıyor gecenin parmaklarından
Dudaklarımda eski bir mektep türküsü
Karanlıkta sana doğru uzanmış ellerim
Gözlerim gözlerini arıyor durmadan
Nerdesin?



[COLOR=green]

#48 nil_law

nil_law

    Sadık bir ziyaretçidir

  • Üyeler
  • 1.229 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:Ankara Adliyesi/ Sıhhıye

Gönderim zamanı 17.05.2008 - 22:33

Bilmiyorum neresindeyim yaşamın belkide tam ortasındayım zamanın ; kim bilir benim yerimde olmak isteyen bir çok insan vardır peki nedir hala beni eksik yapan... diyorum ya bilmiyorum belkide adam akıllı yaşanmadığı için bazı şeyler artık bilmiyorum ve bilmemeyi seviyorum galiba yavaş yavaş.
bugun yine bir muhasebe yapıp çok sorguladım hayata karşı tepkilerimi vesonuç:
en büyük debit hala bir noktada takılı kaldığım için oluyor . Ama ne yapayım seviyorum ben böyle olmayı tak değince bitmiyor her şey bir gülümseme ile başlamıyor yeni bir gün...

bilmiyorum nerdesin ne yapıyorsun ama ben seni çok özlüyorum Hayat:
Bugun hocam bir söz soyledi '' Hayatta içinize sinmeyen hiç bir işi yapmayın, hiç bir insanı sevmeyin ...' sanırım bu bana iş yaşamında çok yardımcı olacak . Evet gerçekten kimse içine sinmeyen biri ile mutlu olmaya çalşmasın, doğrusunu yaptın sen...
hiç bir dönemde avukatlar esir kullanmadı ama kölede olmadı...

#49 nil_law

nil_law

    Sadık bir ziyaretçidir

  • Üyeler
  • 1.229 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:Ankara Adliyesi/ Sıhhıye

Gönderim zamanı 30.05.2008 - 21:41




kız kıza gezelim bu gece cidden muhtesem vakit geçirdik kardeşim ve teyzoşum la her ne kadar bana gülseler . üzülseler de olsun yine de kardeşime de hayat dersleri vermk beni mutlu etti kızılayı özlemişim....

hiç bir dönemde avukatlar esir kullanmadı ama kölede olmadı...

#50 nil_law

nil_law

    Sadık bir ziyaretçidir

  • Üyeler
  • 1.229 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:Ankara Adliyesi/ Sıhhıye

Gönderim zamanı 02.06.2008 - 16:49

"KİMLİK KARTI

Ben dedim mi

On beşinde bir kız düşünün hemen

Sevmesi, sevilmesi

Güneş gibi aydınlık

Ben dedim mi

On beşinde Cibali'de tütünde

Islak, uçuk elleri

Tedirgin bir uykuyu akşamları örtünen

İnceden boyu posu

Hafiften öksürüğü

Komşularda gizlenen..." (Sennur Sezer)
Kimlik bunalımlarından, kimliklerinden bunalanlardan, kimliksizliği kimlik edinip bir de üstüne kimliksizlik bunalımı yaşayan neslimin sorunlarından... Peki, peki anladık, kaçış yok bunlardan; ama sözü azıcık Murathan Mungan'a devretsem de, bari o anlatsa gerçeğin acı yüzünü bize, yine kendi şiiriyle, kendi serbest ölçüsünde...

"...herkes kendi sığınağını kendi dağına kazmış, yıkık

köprülerden geçemezsiniz, göller,

esrarlı, karanlık

duvarlarımızla

vardık, olacaktık

içki masalarında

deşilmiş çocukluk

açığa çıktıkça

ürperen yanlarımız

bu kadar benzerken birbirimize

neden bu kadar uzaktık

sözcüklerimizde pençe izleri

-daha önce de biz yaralanmıştık-

soygun akşamlarından kırık dökük

dönerken geri

söyleyin, hangimiz kazanmıştık?.."
peki ben buldum kimliğiimi desem ; bunun ne bir yaşı ne de zamanı varmış meğer, yaşadığın duygulara göre ayrı bir kimliğe bürünüyormus meger insan, öfkenin kimliği ayrı sevginin kimliği ayrı işt e. bende bulamadım daha bu kimliği.......artık onu bulmak için nerede ise oraya gideceğim.

hiç bir dönemde avukatlar esir kullanmadı ama kölede olmadı...

#51 nil_law

nil_law

    Sadık bir ziyaretçidir

  • Üyeler
  • 1.229 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:Ankara Adliyesi/ Sıhhıye

Gönderim zamanı 03.06.2008 - 15:20

saçmala ne olur çare çok
nasıl gidersin
istediğin herşey sanki yok
değermi dersin

başkaları bilmez görmez zor
nasıl bir duygu
al elini kalbime bir koy
işte gerçek bu

her yer soğuk hep karanlık
kendi kendime sahipsiz
ayrılmamız çok gereksiz
şimdi uzaktan sebepsiz

biri bana gelsin o da sensin
beni kırmıs olsanda
ikimizde aşık bir tek farkla
benimki sende biraz fazla.


artık her taş yerine oturu bir bir gerçekten söylenmesi gerekenler söylendi kozlar paylaşıldı ne oldu yine acık kartla kalan ben oldum ... biliyordum ama bunu yapacağını nasıl olur da bana yok gelme derken onu görmek istersin... gerçek cocukluk ne acaba neyse artık sen oynuna devam et.. son sözüm yukarıda al elini kalbine koy...

hiç bir dönemde avukatlar esir kullanmadı ama kölede olmadı...

#52 nil_law

nil_law

    Sadık bir ziyaretçidir

  • Üyeler
  • 1.229 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:Ankara Adliyesi/ Sıhhıye

Gönderim zamanı 07.06.2008 - 16:04

Düşlerde sevdim seni söyleyemedim
Sessiz öptüm nefesini söyleyemedim

Sana ben şiirler sözler büyüttüm
Sana ben baharlar yazlar büyüttüm
Sana ben hummalı gizler büyüttüm
Söyleyemedim

Şarkılar yazdım sana okuyamadım
Hep yanımdaydın oysa dokunamadım

Sana ben hayaller düşler büyüttüm
Sana ben gözümde yaşlar büyüttüm
Sana ben hummalı aşklar büyüttüm
Söyleyemedim
söyleyemedim ama söylemeyeceğim de artık, bugun son du..
hiç bir dönemde avukatlar esir kullanmadı ama kölede olmadı...

#53 nil_law

nil_law

    Sadık bir ziyaretçidir

  • Üyeler
  • 1.229 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:Ankara Adliyesi/ Sıhhıye

Gönderim zamanı 09.06.2008 - 10:35




Yorucu bir pazar gününden sonra ilk defa 8 e kadar yattım bugun iyice tembelleşiyorum *heyo Artık dizginler beni sıkmıyor ve alışmak denilen o kurtarıcıya bıraktım kendimi; sanırım başarıyorum pek de umursamıyorum açıkçası. Dün bazı vekil amcalarımla yaptığım sohbetler hala beni kuşkulandırıyor, demekki siyaset denilen olgu her olay başka açıdan baktırıyor insanı, ama ne olursa olsun dün hepimiz HUKUK BİLMEKTEN UTANDIK (AN.MAH. İŞİÐİNDA) İşte bu yüzden gelişip , içinde bulunduğum milletin insanlarını tanımam lazım, e tanımazsam ne olur işte böyle yüzde 80 i Müsluman olan bir ülke de içtihat yapan bir yargıç olurum bunun tek özürü de şeriatı önlemek miş..... miş... Orta çağda kalan şeriatı bizim orta çağ kafalı ( hakim) lerimiz mi önleyecek yazık çok yazık hala içime sindiremiyorum günlerdir. Ama bir şey unutuluyor o da milletsiz devlet olamayacağıdır.. self-determination işte şimdi doğdu gelin çıkın işin içinden.

güne benim ve canım teyzoşşumun sevdiği bir şiirle başlayalım:





SEVEBİLME İHTİMALİ

Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim çocuk olmaktan
Ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam...
Ben seninle bir gün Veyselkarani'de haşlama yeme ihtimalini sevdim.
İlkokulun silgi kokan, tebeşir lekeli yıllarında
Ankara'da karbonmonoksit sonbaharlar yaşanırdı o zaman
özlemeye başladım herkesi...
Ve bu hasret öyle uzun sürdü ki, adam gibi hasretleri özlemeye başladım sonra..
Bizim Kemalettin Tuğcu'larımız vardı...
Bir de camların buğusuna yazı yazma imkanı...
Yumurta kokan arkadaşlarla paylaşılan kahverengi sıralarda,
solculuk oynamaya başladık..
Ben doktor oluyordum sen hemşire, geri kalanlar kontrgerilla...
Kırmızı boyalarla umut ikliminde harfler yazılıyordu pütürlü duvarlara ve
Türk Dil Kurumu'na inat bir Türkçeyle...
Ağbilerimizden öğrendik, S harfinden orak çekiç figürleri türetmeyi..
Ankara'ya usul usul karbonmonoksit yağıyordu.
Ve kapalı mekanlarda sevişmeyi öneriyordu haber bültenleri.
Oysa Ankara'da hiç sevişmedim ben.
Disiplin kurulunda tartışılan aşkım olmadı benim..
Sınıfça gidilen pikniklerde kıçımıza batan platonik dikenleri saymazsak..
Ankara'ya usul usul kurşun yağıyordu..
Ve belli bir saatten sonra sokağa çıkmamayı öneriyordu haber bültenleri.
Oysa hiç kurşun yaram olmadı benim
Ve hiç bir mahkeme tutanağında geçmedi adım
Çatışmaların ortasında sevimli bir çocuk yüzüydüm sadece
Sana şiirler biriktiriyordum fen bilgisi defterimde, ama sen yoktun
Ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum, suni teneffüs saatlerinde
Okul servisi seni hep zamansız, amansızca bir lojman griliğine götürüyordu
Ben, senin benimle Tunalı Hilmi Caddesi'ne gelebilme ihtimalini seviyordum.

Ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum.

Yaz sıcağı toprağa çekiyor da tenimin çatlamaya hazır gevrekliğini
Sonra otobüs oluyordum, kırık yarık yolların çare bilmez sürgünü
Ne yana baksam dağ ve deniz sanıyordum
Muş ovasının yalancı maviliğini
Otobüs oluyordum bir süre
Yanımızdan geçen kara trenlerle yarışıyordum, yanağım otobüs camının garantisinde
Otobüs oluyordum
Bir ülkeden bir iç ülkeye
Çocukluğuma yaklaştıkça büyüyordum.
Zap suyunun sesini başına koyuyordum şarkılarımın listesinin
Korkuyordum
Sonra iniyordum otobüsten
Çarşıdan bizim eve giden, ömrümün en uzun,
ömrümün en kısa, ömrümün en çocuk,
ömrümün en ihtiyar yolunu koşuyordum.
Çünkü sonunda annem oluyordum, babam kokuyordum sonunda..
Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim çocuk olmaktan
Ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam
Ben seninle bir gün Van'daki bir kahvaltı salonunda
Ben seninle sadece bilmek zorunda kalanların bildiği
bir yol üstü lokantasında
Ben seninle, Ağrı dağına mistik ve demli bir çay kıvamında bakan
Doğubeyazıt'ın herhangi bir toprak damında
Ben seninle herhangi bir insan elinin
terli coğrafyasında olma ihtimalini sevdim

Ben senin, beni sevebilme ihtimalini sevdim!

Bu mesaj nil_law tarafından düzenlendi. Düzenleme zamanı: 09.06.2008 - 10:37

hiç bir dönemde avukatlar esir kullanmadı ama kölede olmadı...

#54 nil_law

nil_law

    Sadık bir ziyaretçidir

  • Üyeler
  • 1.229 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:Ankara Adliyesi/ Sıhhıye

Gönderim zamanı 09.06.2008 - 19:31

Birinden uzaklaşmak için ya da onu sevmek için sebebe gerek yokmuş ...


Seni sevmek için ne kadar söz varsa dilimde, seni yermek için sana, ermek için yok işte yok işte
Bir yalan uyduruyorum ben kendimce, kendime umutsuzluk, sana umut, yollarıma çaresizlik düşmüş eşkiya
Ben sana zehir zembelek bir suskunluğum ben sana gözlerinden vurulmuşum...

Sana açılan kapıların üzerime kapanan sesinde ben seni değil kendimi kendimi unutmuşum
Yaraların kanayan damarlarına uykusuz gecelerimden kör sokaklar sürmüşüm
Ne mutlu bana ne mutlu en çok bir yıldız kayıyor biliyor musun?
Bir dilek tutuyorum işte ellerin oluyor tutunuyorum sana
Soluksuz bir sokak lambası altında şubata müebbet gözlerimi sunuyorum sana şubata müebbet gözlerimi anlasana anlasana...




Seni sevmek için ne kadar sebep varsa içimde işte o kadar yalan uyduruyorum kendime o kadar yalan kime ne
Kendime yalanlarla tutunuyorsam kime ne
Kendimi sende unutuyorsam kime ne
Sende susuyor sende konuşuyorsam
Sende uyuyor sende uyanıyorsam
Vuruyorsam talan olan umudun mahzenine kendimi kime ne
Kime ne kendimi kanatıyorsam senin düşünde
Yalan ya da gerçek sen sen sakın gecesiz uykularında üşüme
Sakın üşüme ben üşüyorsam kime ne ben üşüyorsam kime ne kime ne....


hiç bir dönemde avukatlar esir kullanmadı ama kölede olmadı...

#55 nil_law

nil_law

    Sadık bir ziyaretçidir

  • Üyeler
  • 1.229 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:Ankara Adliyesi/ Sıhhıye

Gönderim zamanı 09.06.2008 - 19:42

Suskunluk elbisemizi üzerimize giydiğimizde başlar, konuştuğumuz onca sözle düşüncelerimizin zıtlığı arasında bocalayışımız... İşte bu yüzden, dakikalar saatlere bağlanır, sabahlar akşamlara kavuşur. Suskunluğumuza varamadan ve nokta koyamadan hayallerimizin sesimize yansıyan varlığına...
Kırgınlığı ve hüznü ne çoktur oysa insanoğlunun... Kendi kelimeleriyle konuşmaya başlasa, anlatacak ne kadar çok hikâyesi vardır. Ne çok yalan duymuştur, ne çok örselenmiştir zamanın içinde... Ve ne çok yalan söylemiştir belki de, bile bile...

"Yüksek sesle konuşan kimse, ince şeyleri düşünemez hemen hemen." der Nietzsche. Bu yüzdendir, kişinin içindeki nice fırtınaya rağmen sarf ettiği durgun sözler. Bu yüzdendir onca acının önünde yer alan yüksek sesli sevinçler; çünkü özünün panoraması ne kadar gri olsa da, sözcükleri hep beyazdır. Hep güçlüdür sesi... Hep yüksek sesli anlatır, anlatmak istediklerini... Ve her defasında başka suskunluk anlarına kalır, anlatmadan es geçtikleri...

Zamanın bir yerinde bir aynayla karşılaştığımızda, kendimize biraz dikkatle, biraz şefkatle baktığımızda anlarız, ruhumuzla susarken daha iyi anlaştığımızı... Sonra yine başlar sesler zamanın üstünü örtmeye, kapladığı her şeyin varlığını olduğundan farklı göstermeye... Ve biz, sıkı sıkı sarılırız o eski oyuncağımıza, yani sesimize ve sözcüklerimize...

Nietzsche'nin sözüne geri dönecek olursak, belki de sesimiz bir gardiyandır inceliklerimize... Hatıralarımıza ve zihnimizdekilere... Oysa biraz susmak gerekir belki

de...Hatırlamak için kırgınlıklarımızı ve yaralarımızı... Yaralarımızı açanları... Hâlâ kanamaya devam eden taraflarımızı... Çünkü belki de yalnız kendi kendimize iyileştirebiliriz, yara almış yanlarımızı...

Boşluklarda kalmalı, kendi acılarımıza ağlamalı, kendimize yabancılaştığımızı fark ettiğimiz anlarda sadece susmalıyız. Boşlukta bir yer edinmeliyiz kendimize. Kendi hikâyemize bir başlık bulmalıyız. Aşklarımıza bir virgül... Gözyaşlarımıza bir nokta...

"Bir boşluğa düşersin, bir boşluktan birikip yeniden sıçramak için..." der bir şiirinde Attilâ İlhan. Yüreğimizde ne varsa, kendi boşluğumuzda biriktirmeliyiz. Yaralarımızdan arınıp ya da kırgınlıklarımızı sevmeyi öğrenip yeniden geri dönmek için kaldığımız yerlere...

Şimdi, yüksek sesli bir hikâye anlatsak korkmadan. Acılarımız olsa o hikâyede, kırgınlıklarımız, ilk aşkımız ve ilk gözyaşımız. O hikâyede, hatırlamaktan kaçtıklarımız olsa: bizi yadsıyanlar ve bizim yadsıdıklarımız... Yüksek sesli bir şarkı söylesek şimdi, eski bir hatırayı anlatan... Yolun geri kalanına, zamanın bize ayrılmış olan devamına, daha cesur, daha güler yüzlü devam etmez miyiz?

Kendi hikâyesini yazmak ister de insan,

Hep korkar kendi kelimeleriyle, kendini yaralamaktan..

Örselenmişliğimiz bile başkasının dilinden olsun diye,

Hayallerdeki bütün acılar, üçüncü kişinin ağzından...

Kendi inceliklerimizi, kendi dilimizden, en yüksek sesimizle anlatmak umuduyla... Ait olduğumuz bütün zamanların ve sahip olduğumuz öznel acıların hatırına...

BİZLER ARTIK YÜKSEK SESLE YAZIP , KORKMADAN SÖYLEYECEÐİZ....

Bu mesaj nil_law tarafından düzenlendi. Düzenleme zamanı: 09.06.2008 - 19:44

hiç bir dönemde avukatlar esir kullanmadı ama kölede olmadı...

#56 nil_law

nil_law

    Sadık bir ziyaretçidir

  • Üyeler
  • 1.229 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:Ankara Adliyesi/ Sıhhıye

Gönderim zamanı 13.06.2008 - 17:21


Güzel bir Eskişehir yolculuğundan sonra yeniden güzel başkentimdeyim:)
Bugun annem ve babamla güzel bir Türk kahvesi keyfi yaptık eskişehir kahvecisine o leziz kahveleri ve çikolataları için Teşekkürler.(reklam) :baby: EEE kırk yıl hatrı olurmuş bizde kardeşimin bu kıyağını unutmayacağız kırk yıl. o kadar güzel bir his kapladı kı bugun içimi en büyük mutluluk Ailem de imiş; hele canım netkoliğimin bize büyüklük yapıp harika ir patron olması bıcırık kardeşimin Geleceğin İşletmecisi olması beni gururlu bir abla yapıyor:) ya ben cokk mutluyum bugun.... ayrıca havaalanına kadar araba ile gitmeyi öğrendim hehe.... yani artık ata binebiliyorummm. Tek bir eksik var ama ne zaman tam olur ya da olur mu artı bilemem...

hiç bir dönemde avukatlar esir kullanmadı ama kölede olmadı...

#57 nil_law

nil_law

    Sadık bir ziyaretçidir

  • Üyeler
  • 1.229 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:Ankara Adliyesi/ Sıhhıye

Gönderim zamanı 19.06.2008 - 19:33



Tiyatro salonunun önü sabırsız bir kalabalıkla dolup taşmıştı. Ünlü tiyatrocunun bu yeni oyununu bütün tiyatro severler merakla bekliyordu. Öyle ki dondurucu soğuğa rağmen, dışarılara kadar uzanan kuyruk hâlinden şikayetçi görünmüyordu. Usta tiyatrocu uzun bir aradan sonra yeniden sahneye çıkacaktı . Turnenin ilk ayağını Ankara’da yapmaya karar vermesi Ankaralıları gururlandırdığından mıdır nedir, bu sanatsever memur şehrinin tiyatro müdavimleri sanatçıya teşekkür edercesine gişe açılır açılmaz tüketmişti biletleri. Sonunda izleyiciler alınmaya başlamamıştı salona. Kapının önünde bir uğultu, bir itişip kakışma. Niyeyse? Herkes biletin üzerinde yazan neyse ona oturacaktı nasılsa, neden böyle anlamsız bir telaş, gereksiz bir kargaşa… Sorular ve cevaplar karışmış, kimse birbirini dinlemeden yerine koşuşturuyor. “Beyefendi, biraz dikkat canım, oyun kaçmıyor ya!” “Hanımefendi benim yerime oturmuşsunuz.” “Oyunun resimleri yok beyefendi bu broşürde, sanatçımız sadece oyunun kısa bir özetini yapmayı uygun görmüş.” “Hanımefendi, sizin numaranız 24 efendim, çiftler kapısına lütfen.” “Yahu nasıl olur, niye oyunun resimleri yok, olur mu böyle şey hanımefendi?” Sözcükler havada uçuşurken, sabırsız kalabalık en sonunda yerini almış, ışıklar sönmüş ve devlet tiyatrolarının o bildik sesi cep telefonları kapatma uyarısını yapmıştı. Oyunun adı; Beni Niye Aldattın’dı. Bazı “entelektüeller” bu oyunu sadece adına bakarak usta tiyatrocu için fazlaca “banal” bulmuş hatta kimi sanat eleştirmenleri oyunu görmeden köşe yazılarında “Sanatçı, uzun aradan sonra popülaritesini yeniden kazanmak için böyle basit bir aldatma hikâyesi ile seyirci karşısına çıkmak istemiş olabilir” tahmini yapmaya kadar vardırmıştı işti. Oyunun bu kadar çok ilgi çekmesinin nedeni ister adı olsun ister hikâyenin herkesin başına gelecek bir olayı çağrıştırması olsun, dikkatleri asıl çeken nokta oyuncunun tek başına oynayacak olmasıydı aslında. Şaşırtıcı gelebilir size ama bu büyük oyuncu üstün oyunculuk yeteneğine rağmen şimdiye kadar hiç tek kişilik bir oyun sahnelememişti. Tiyatrocunun bugün bir ilke imza atacak olması da seyirciyi tiyatroya çekmiş olabilirdi. Her ne ise efendim, onu bunu bırakalım da biraz sahneye bakalım, değil mi? O onu demiş, bu bunu demişlerle olmuyor bu iş. Karanlık sahnenin sol köşesinde ince ışık hüzmesinin belirmesiyle beraber seyirci de sessizliğe gömüldü. Işık tozlu tozlu, yavaş yavaş büyüyordu boş sahnenin ortasına doğru. Oyuncu sahnenin ortasında tespih böceği gibi yuvarlanmış duruyordu. Elleri büktüğü dizleri ile vücudu arasında , başı hızlı ritimlerle sağa sola sallanırken, uyuşturucu komasına girmek üzere olan bir insanı andırıyordu. Aniden sallanmayı bıraktı ve başını seyirciden tarafa çevirdi. Bütün seyircilerle göz göze, ama hiçbirine bakmadan uzun bir süre durdu öyle… Seyirci bu uzun bakıştan rahatsız mu olmuştu ne, koltuklarda huzursuz kıpırdanmalar hissedildi. Hatta bazı seyirciler, sanatçının bu delici bakışlarından öylesine etkilenmişti ki başlarını öne eğdiler. Sanatçı birden ayağa kalktı. Ayağa kalkmak da denmez buna, dizleri tam açılmadan, kamburunu çıkararak avuç açan dilenciler olur ya onlarınki gibi aciz, yalvarır bir durumda sahnenin diğer ucuna doğru yürümeye başladı. Öylesine zavallı görünüyordu ki ağzını açsa sesi duyulmayacaktı sanki. Seyirci tek bir kelimeyi dahi kaçırmamak için pür dikkat oyuncuya kilitlenmişti. En sonunda başladı oyuncu konuşmaya, konuşmuyordu da ağlıyordu sanki. Elleri üzerindeki yırtık pırtık bej rengi paltonun cebinde, sahnenin en sol köşesinden seyirciye doğru konuşuyordu: -Ne o? Rahatsız mı oldun sessizliğimden. Ee hayat bu, her zaman seni eğlendiremem ki. Her zaman konuşup her zaman güle oynaya şakalar yapamam ki. Kalbim arada sırada kırılmaz benim, sık sık kırılır da ben belli etmem. Şimdi küsüm sana, konuşmam. Oyuncu öyle bir gerçek oynamıştı ki bazı seyirciler üstlerine bile alındı sevgiliye söylenen bu sözleri. Bazı seyircilere göre, oyunun ilk replikleri oyunun rengini belli etmişti. Oyuncu her iki sevgiliyi de oynayacaktı bugün, aldatanı da aldatılanı da. Bunu fark eden tiyatro severler mutlulukla gülümsedi. Bugün gerçekten bir tiyatro şöleni olacaktı onlar için. Bir insan, aldatanın ve aldatılanın hislerini aynı anda yaşayacak, yaşatacaktı. Seyirci bunu düşünedursun, oyuncu bu kez aniden sesini yükselterek azarlar gibi bağırdı: -Bakma bana öyle…Bakacak ne var? Ne sırıtıyorsun, ayı mı oynatıyorlar yüzümde? Neden gülüyorsun söyle neden…Aklımdan geçenleri okudun da yalnızlığıma, kırılmışlığıma mı gülümsüyorsun, yoksa az sonra neler olacağını biliyorsun da ondan mı… Oyuncunun bu kükremesi, tiyatro şöleni yaşayacağını düşünüp de zevkle gülümseyen seyircinin suratına tokat gibi inmişti. Oyuncu boşluğa da baksa, o boşlukla konuşsa konuşsa da, seyirci kendine bakıldığını, kendisi ile konuşulduğunu zanneder ya, o yüzden herhâlde bu defa seyircilerin yüzünden düşen bin parçaydı. Oyuncu cebinden bir sigara çıkarıp ayaklarını sürüye sürüye sahnenin öteki tarafına gitti. Sahnenin sağında eski bir masa, üzerinde köpek öldüren dediklerinden, ne olduğu belirsiz bir şarap şişesi ve dökülmek üzere olan bir sandalye vardı. Bazı dikkatli seyirciler oyuncu bu sandalyeye oturursa düşer diye endişelenirken, oyuncu masanın üstündeki şarabı da alıp sahnenin ucuna oturmuştu. Sahneden sallanan bacaklarının arasına şarap şişesini almış, başını şişeye yaslayarak konuşuyordu. Boğuk boğuk çıkıyordu sesi. Sesinde öyle bir acı, öyle bir hüzün vardı ki, sulu göz teyzelerin gözlerinde yaşlar belirmişti bile: -Senin şu hâlin var ya… Ben hep bu hâllerin yüzünden … Yüzünü şarap şişesinden kaldırıp yine boşluğa doğru konuşmaya başladı. Alnında mantarın belli belirsiz izi çıkmıştı: -Senin şu gül yüzün asıldı mı ben kahrolurdum be, ne yapacağımı şaşırırdım… Şimdi yine asma şu suratını, bu sefer yumuşamam…gelip boynuma hele hiç dolanma…Bu sefer yumuşamam dedim. Sonunda lafların sevgiliye gittiğinden iyice emin olup rahatlayan seyirci, merakla kilitlenmişti oyuncuya…Oyuncu, kafasını yeniden şarap şişesine dayamıştı. Omuzları sarsılıyordu. Belli ki sessiz sessiz ağlıyordu…Seyirce, oyuncunun kederini paylaşmak istercesine saha bir sessizliğe bürünmüş, hatta oyuncudan yana bakmaya cesaret edemeyenler vardı. Kim sever ki ağlarken birileri tarafından izlenmeyi? Oyuncu hıçkırıklarla kesilen bir sesle, başını kaldırmadan konuşuyordu: -Yo, yo…Bak bana, gözün doyuncaya bak, ben ne yaptım bu adama dercesine bak… Kim demiş erkekler ağlamaz diye. Ben ağlıyorum bak. Hoşuna gitti mi? Deminki saygılı seyirci kitlesi bu sefer yine huzursuzluğa bürünmüştü. Bu adam kiminle konuşuyordu? Oyuncu aniden kafasını kaldırıp, şarap şişesini dikti ağzına. Epey bir içer gibi yaptı. Daha doğrusu seyirci öyle sandı. Oyuncu ciddi ciddi köpek öldüren şarabı içiyordu. Gülerek şişeyi yanına koyarken: -Dibini göremeyen sevdiğini göremezmiş, doğru ben hiçbir defada bitiremedim şu mereti. Ondan her hâlde bu durumum. Bazı seyirciler oyuncunun gerçekten içtiğini anlayıp hayretle sahneye bakarken, oyuncu sahneden sarkan ayaklarını toplayıp bağdaş kurdu ve yeniden başladı konuşmaya: -Ne o, şaşırdınız mı hanım efendi? Öyle ya…Ben ki büyük oyuncu Ali Kara, tiyatro salonlarının jönü, sahnelerin centilmeni ben, şarap şişesini kafama dikeyim de yarıya indireyim. İnanamadın mı, hanım, beğenemedin mi? Elimde viski kadehi tutup ortalıkta sarınsam hoşuna giderdi değil mi? Adamın kafasını bozma, istersem ağzımı koluma silerim be, sen ne diyorsun? Oyuncu neredeyse haykırışa dönen tepkilerini daha da somutlaştırmak ister gibi şişeden bir yudum daha alıp ağzını paltosunun koluna sildi. İçkiden mi rol icabı pek bilinmez, oyuncunun ayakta yalpalaması seyirciyi hafiften korkutmuştu. Oyuncunun şarap şişesini dikişinde ve kendini savunuşunda külhanbeylerine has bir tavır sergilemesi, oyuncuyu beyefendi rollerinde görmeye alışık olan seyirciyi zaten şaşırtmıştı. Seyirci şimdi ne olacak diye nefesini tutmuş, oyuncuya bakıyordu. Oyuncu ise sahnenin ortasında boş bir çuval gibi yığılmış, duyulur duyulmaz bir şeyler mırıldanıyordu. Kulak kabartanların anladığı kadarıyla bir ilişkinin bitişinden, bir ayrılıktan bahsediyordu oyuncu. Hasta yatağında sayıklayanlar gibi, ağzından çıkan her söz ayet değerindeydi sanki, seyirci kulak kesilmişti. Oyuncu, başını kaldırıp seyircilere doğru bakarken hiç beklenmedik bir anda elindeki şarap şişesini koltuklara doğru fırlattı. Şişe ön sıralarda oturan seyircilerin üzerinde gelecekti neredeyse. Ön sıradaki bayanlardan biri ürkek bir çığlık attı. Şişenin sahne ile koltuklar arasında yuvarlanırken çıkardığı ses, salona hakim olan sessizliği dolduruyordu. Oyuncu yavaşça yerinden kalktı, karşısında biri varmış da onun yüzünü avucuna alıyormuş gibi yaparak şefkatle konuşmaya başladı: -Sen meraklanma, ben seni hiç incitmem. Hem de hiç. Şuncacık şişenin açtığı yaradan ne olacak. Dikerler geçer. Dikerler geçer…Ama … Oyuncu ama derken kalbini tutuyor, nefes almakta güçlük çekiyordu. Seyircilerin arasında bir hekim var mıydı orasını bilmem; fakat oyuncu bu sahneyi öylesine canlı oynamıştı ki bir doktor görse adam kalptan gidiyor diye müdahale ederdi. Oyuncu eli göğsünde, gittikçe kısılan sesiyle repliklerine devam ederken birden yere yığıldı. Orta yaşlı bir bayan izleyici oyuncunun gerçekten düşüp bayıldığı sanıp “Adam ölüyor yahu!” diye bir çığlık koparınca, kendini “bilen” tiyatro izleyicilerden onaylamaz homurdanmalar yükseldi. Bir süre sonra oyuncu bitmiş bir hâlde konuşmaya başladı: - Korkma, korkma. Bu kalp sağlam. Öyle teklemekle, meklemekle durmaz. Alsan kalbimi yerinden, kessen biçsen bile bir şey olmaz. Toprağım sağlam evvel Allah. Yeter ki gönül yarası açılmasın, yeter ki kırılmasın bu kalp. Seyirci oyuncunun kendini oyuna dahil etmesinden zevk alır genelde, heyecanlanır lakin bu defa öyle olmadı. Oyuncunun az önceki orta yaşlı bayanın çığlığına cevabenmiş gibi söylediği bu replik yine huzursuz dalgalanmalara neden oldu salonda. Oyuncu ise zar zor yattığı yerden kalkmış, kıç üstü sürüne sürüne sahne dekorlarından birine sırtını yaslayacak şekilde ilerlemişti. Kısa bir öksürük nöbetinden sonra konuşmaya başladı. Elinde bir oyuncak, küçük bir bebek, gözleri seyircide: -Şimdi beni iyi dinle… Biliyor musun, seninle benim ilişkimde ben şu oyuncak bebek kadar bile gerçek değildim. Seni o kadar çok sevdim, o kadar çok sevdim ki ben olmaktan çıktım. Aynalarda bile kendimi göremiyordum. Neden bu kadar sevdim seni? Bilmiyorum. Güzel olmaya güzelsin, o ayrı da bu kadar sevmem için başka bir şey olmalıydı…Sen benim bir türlü dolduramadığım hayatıma hacim verdin, belki ondandır. Seni görmek arzusu ile yaşadım hep, seni görünce yaşadığım mutluluk ve huzur için yaşadım. Sen benden 20 yıl geride, hiç doğmamış kızım yaşında…Hiç olamadığım kadar şen, hiç olamadığım kadar öfkeli, hiç olamadığım kadar nazlı, hiç olamadığım kadar özgür…Sen benim isteyip de olamadığım her şeydin. Ben bu yüzden sevdim seni. Bu kadar bencil sevdim. Özür diliyorum. Sana olan sevgimin günbegün artması da bencilliğimdendi. Sen daha özgür, daha mutlu ol diye seni nasıl seveceğimi şaşırdım ben…Sonra…Sonrasını sen anlat, daha iyi biliyorsun. Seni benim gibi ve benim kadar sevecek hiç kimsenin olmayacağını bile bile çektin gittin…Sineye çektim bu ayrılışı da…Sonra bana yazdığın o mektup … Oyuncu cebinden bir kâğıt çıkardı. Defalarca okunmaktan sarıya kesmiş bir beyaz kâğıt. Gözünde beliren yaşları seyirci belki daha görmemişti ama sesinden, elinin titreyişinden yüreğinin ağladığını çıkarmak pek zor olmadı. Bazı duygusal seyirciler ellerini mendillerine atmıştı bile. Oyuncu yavaş yavaş yerinden kalkıp sahnenin ucuna doğru geldi. Seyirci oun ağladığını görebiliyordu artık. Hırsla, nefretle konuşuyordu şimdi: -Niye yazdın bunu ha söyle, niye? Vicdanını rahatlatmak için mi? Onca güzel şeyi unutalım diye mi? Yüzün tutmadı gelip buraya benimle konuşmaya… Oyuncunun karşısında biri varmış da onun yüzüne savuruyormuş gibi atıverdiği kâğıt sahneye ağır ağır düşerken, sesini yeniden bir şefkat sardı: -Ağlama, ne olur, ağlama. Ağlayarak sarf ettiği bu sözler seyirciler arasında ters tepki yapmış olmalı ki, zaten dizilerden antrenmanlı olan birkaç teyze salya sümük koyuvermişti. Oyuncu yere eğilip düşen kağıdı aldı, okumaya başladı: -Hiçbir neden yok. Hiçbir şey yok. Gitmek zorunda idim, gittim. Ben hep içimden geleni yaparım. Beni kimse senin kadar ve senin gibi sevemez, biliyorum ama çekip gitmek vardı hep içimde. Ne sana ne başkasına hiç kimseye bağlı olamam ben. Sana bağlanamayacağımı bile bile kalmak sana da haksızlık etmek olurdu. Aşık oluyorum, doğru ama bağlanamıyorum. Şimdi yeniden aşık oldum… Oyuncu şimdi yeniden aşık oldum kısmını üç kere, haykırırcasına okudu. Sonra durdu. Öğrencisini azarlayan bir lise öğretmeni edası ile, bir taraftan elindeki kağıdı avucunun içinde buruştururken: -Şimdi yeniden aşık oldun ha? Bu kadar kolay mı yahu aşık olmak? Bu kadar kolaydı da ben niye 40 sene bekledim? Hangimizin ki aşk söyle? Sen bağlanamıyorum diye bırak git, ben sen yoksun yaşayan ölü olayım. Senden haber alamadığım her an yanıp tutuşayım. Hangimizinki aşk söyle? Seni olmamış çocuğum gibi sevdim, seni annem gibi sevdim, seni dünyam diye sevdim. Bunca zaman senin çekip gitmeye meraklı olduğunu anlayamayacak kadar çok sevdim ben seni… Oyuncu giderek azalan öfkesi ve neredeyse yalvarışa dönen ses tonuyla seyirciyi kendine kilitlemişti. Başını ellerinin arasına alıp sarsıla sarsıla ağlarken öyle zavallı, öyle biçare görünüyordu ki, seyircinin gidip ona sarılası avutası geliyordu. Bir süre sonra başını kaldırıp yere bakarak konuşmaya devam etti, elindeki oyuncak bebeğin saçlarını okşuyordu bir yandan: -Kusura bakma, beynini ütüledim . Gitmek istersen gidersin, özgürsün sen. Bende olmayan şey, özgürlük. Senin gidişine, başkasına aşık oluşuna değil de ben en çok…Aşk denilen şeyin bu kadar basitleşmesine yanıyorum, bu kadar küçülmesine… Oyuncu bunları söylerken iyice duygulanan seyirci kalabalığı kendini tutamayıp bir alkış kopardı. Oyuncu o kadar gerçek ve o kadar içten oynamıştı ki seyirci alkışladıkça alkışlıyordu. Seyirci çılgınca alkışlayadursun, oyuncu bir kütle gibi yere yığılmıştı, başından ince ince kan geliyordu. Seyirci oyunun bu şekilde bitmesinden üzüntü duysa da bu gerçekçi oyunculuğu saygısını göstermek için ayakta alkışlamaya başladı. Oyuncu bir türlü kalkmıyordu yerinden. Oyunun başından beri huzursuz olan seyirci daha da huzursuzlaşmış, sanki daha çok alkışlasa oyuncu yerinden kalkıp selamını verecekmiş gibi bir alkıştır tutturmuştu. Neden sonra, görevlilerin apar topar sahneye atladı. Seyirci artık, bunun bir oyun olmadığını anlamıştı. Salonda artık çıt çıkmıyordu. Anne babalar çocukları görmesin diye elleriyle çocukların gözünü kapatıp kapılara yığılırken, diğer seyirciler sahneye çıkmış, oyuncunun başına yığılmıştı çoktan. Oyuncu, alkış gürültüsü arasında kuru sıkı ile hem kendini hem de elindeki oyuncak bebeği vurmuştu. Oyuncak bebeği tutan eli bebeğin yüzü gibi darmadağın olmuş, oyuncunun başından sızan sıcak kan, görevlilerden birinin eline bulaşmıştı. Salon görevlisi dağılan oyuncak bebeği, oyuncunun cansız vücudunun yanına saygıyla koyarken, sessizlik yerini “Ölmüş” fısıltılarına bırakmıştı

hiç bir dönemde avukatlar esir kullanmadı ama kölede olmadı...

#58 nil_law

nil_law

    Sadık bir ziyaretçidir

  • Üyeler
  • 1.229 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:Ankara Adliyesi/ Sıhhıye

Gönderim zamanı 08.07.2008 - 20:06

uzun zaman oldu sana yazmayalı; aslında cok da önemli şeyler oldu bu dönemde... git gide üzerimdeki o harp yorgunluğunu atıyorum ve bunu çivi çiviyi söker sözüne atıf la yapıyorum gercek sevgi her kosulda her sıfatta sevmeyı getiriyor ınsana ne olursa olsun hala mesefelere , bazen kalabalığa ragmen onun la yalnız kalabiliyor gözlerine dalabiliyorsam demekki baska güzellikler değerini korumaya devam ediyor, hep de öyle kalsın...ama fazla özletmesin....:D
bugunu dünya teyzeler günü ilan ediyorum yazın bir yere
hiç bir dönemde avukatlar esir kullanmadı ama kölede olmadı...

#59 nil_law

nil_law

    Sadık bir ziyaretçidir

  • Üyeler
  • 1.229 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:Ankara Adliyesi/ Sıhhıye

Gönderim zamanı 08.07.2008 - 20:19

SENİ ÖZLEDİMMM ... son zmanlarda en cok dinlediğim sarkı:D
gittiğim her yerde özlemin var
inanmıyor kalbim sözlerime sensiz
seni özledim, sensiz her şey değersiz

unuttuğum büyük yalan
gururumdan arta kalan
sensiz düşman geçen zaman
seni özledimm
o kader ki meşhur sanık
omzunda melekler tanık
içimde mektuplar yanık
seni özledim off
seni özledim


gittiğin günden beri hergün ikiz sanki
rakamlar düşüyor takvimlerden, üzerime üzerime
bıraktığın yerde gel de bul beni
bana bir gel desen o yolları hiç geçilmemiş sayarım
hafızamı kurban eder aslalardan cayarım
bir gel desen sana orucumu bozar sensizliğe doyarım
bana bir gel desen...
seni özledim..

unuttuğum büyük yalan
gururumdan arta kalan
sensiz düşman geçen zaman
seni özledimm
o kader ki meşhur sanık
omzunda melekler tanık
içimde mektuplar yanık
seni özledim off
seni özledim
hiç bir dönemde avukatlar esir kullanmadı ama kölede olmadı...

#60 nil_law

nil_law

    Sadık bir ziyaretçidir

  • Üyeler
  • 1.229 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:Ankara Adliyesi/ Sıhhıye

Gönderim zamanı 09.07.2008 - 22:10

Sen İstanbul Kokardın

Martıların gözlerinden dinledim
İstanbul’un boğazı yanmış dün gece
Yıldızlar şahitlik etmiş, güya suçlu benmişim
Oysa can, yemin olsun yanağımdan süzülen denize
Ben bu şehre yüreğimi içirmedimGöklerden hicran yağdı, İstanbul’lu bir geceydi
Yere düşen her damlanın yüreğinde sen vardın
İsmin dudaklarımda idamlık bilmeceydi
Yalansa kahrolayım, sen İstanbul kokardınSevda dediğin gülüm bir busedir dudağımda
Bıçak gibi, yasak gibi, kan gibi…
Utanır, intihar ederdi ölüm,
Hayata rest çekip ağladığımda,
Korkak gibi, tutsak gibi, yaşanmamış an gibi…
Ben lal olmuş bülbülüm, sen deli gülsün bağımda
Toprak gibi, yaprak gibi, candan özge can gibi
Kuş uçmaz kervan geçmez dağımda,
Kah aşkı yağan kar tanesi
Kah Leyla tüten rüzgardın
Zambak gibi leylak gibi,
Sigaramda duman gibi
Sevdiceğim, sen İstanbul kokardınDayadım ondörtlüyü İstanbul’un şakağına
İstediğim gül içmekti gözlerinden bir yudum
Seni sordum gündüzlerce bu şehrin her sokağına
Söylemedi, inat ettim gece seni uyudum Ben bir sana, bir bu şehre gül dedim
Ayla toprak şahittir, şahittir denizle gece
Sensizken, İstanbul’da bir kez olsun gülmedim
Yıllar kapımı çaldı, ellerinde vur emri
Yokluğun var sen yoktun, ölüm geldi ölmedim
Ağladım yüreğimde sen, sende divane İstanbul
Aşkından hatıra dedim göz yaşımı silmedim
Ben bir sana, bir bu şehre gül dedim
Belki de can ben bu şehri güller için çok sevdim

Gözlerimden dökülen yaş denizi ıslatıyor
Sevda kilim, hasret nakış, gönül derdi dokuyor
Çatlayası deli yürek ’sen sen’ diye atıyor
Oy gece gözlüm oy, İstanbul SENİ kokuyor(alıntı)




İstanbul'u kıskanıyorum artık....
hiç bir dönemde avukatlar esir kullanmadı ama kölede olmadı...





Benzer Konular Daralt

  Konu Forum Konuyu Açan İstatistikler Son Mesaj Bilgisi

1 kullanıcı bu konuya bakıyor

0 üye, 1 ziyaretçi, 0 gizli