Mutlu olanlar öne çıksın
Kritik bir kavram mutluluk. 'Haz' ve 'eğlence' ile birlikte mutluluk üzerine inşa edilmiş dev bir ideolojik yapı var.
Türkiye'de bunun en güzel yansıması televole kültürü. Bu kültür eğlenmeyi neredeyse şart koşuyor. Bara, kulübe, lokantaya gideceksin.... Güleceksin, zıplayacaksın, dans edeceksin, içki içeceksin, seks yapacaksın ve böylece mutlu olacaksın.
Bir başka mutluluk kaynağı olarak da tüketim gösteriliyor. Market arabasını tıka basa dolduracaksın, her yıl televizyonunu ve otomobilini yenileyeceksin, mutlaka bir yazlık daha satın alacaksın... Tansu Çiller orta sınıfa ilişkin bu mutluluk arayışını 'İki Anahtar' sloganıyla formüle etmişti.
Bir de özellikle kentli genç kadınların çevresinde oluşan 'aşık olarak' mutluluğa ulaşma çabası göze çarpıyor. Bu formül "aşıksan mutlusun" şeklinde. Ne o? Aşık değil misin? O halde mutsuzsun.
Peki bütün olay bu mu?
Yani çok eğlenirsek... Ya da bol bol alışveriş yaparsak... Ya da aşık olursak... Gerçekten mutlu olacak mıyız?
Bana sorarsanız olamayız....
Ama benim ne dediğimden ziyade bu konuda kafa yoran bilim adamlarının dedikleri önemli.
Beyhude bir arayış
New York Times gazetesinin Pazar dergisinde geçen hafta çıkan ilginç bir haber vardı. Başlığı 'Beyhude Mutluluk Arayışı'. Bazı Amerikalı bilim adamları mutluluğu araştırıyor. Tabii pragmatik Amerikan kültürüne uygun olarak yapıyorlar bunu Mutluluğun (ve elbette onun karşıt kavramı olan mutsuzluğun) felsefesiyle değil, sokaktaki insanın mutluluk beklentisiyle ilgileniyorlar.
Bu bilim adamlarından biri de Harvard Üniversitesi Psikoloji Bölümü'nden Daniel Gilbert. Özetle şöyle diyor Gilbert "Ne evinize yeni bir mutfak aldığınızda sandığınız kadar mutlu olursunuz... Ne de çok yakın bir akrabanızı kaybettiğinizde korktuğunuz kadar perişan olursunuz."
Hani rasyoneldik?
Aslına bakılırsa Daniel Gilbert bu alanda tek değil. Geleceğe ilişkin duygusal beklentilerimizle, bunlar gerçekleştiğinde meydana gelen duygularımız arasındaki uçurumu araştıran başka bilim adamları da var.
Örneğin Princeton Üniversitesi'nden, Türkiye'de de konferans veren, Nobel Ekonomi Ödülü sahibi psikolog Daniel Kahneman bunlardan biri. Diğeri Virginia Üniversitesi'nden psikolog Tim Wilson. Bir başkası Carniegie-Mellon'dan ekonomist George Loewenstein.
Bu kişilerin mutluluğu mercek altına almaları boşuna değil. Çünkü klasik kuramlara göre her insan rasyonel tercihler yaparak şartlarını iyiye götürmeye çalışır. Buna göre her bireyin amacı daha fazla para kazanmak... Daha iyi yaşamak... Daha fazla güç sahibi olmaktır. Niye? Çünkü böylece mutluluğu yakalayacaktır.
İşte Daniel Gilbert hem laboratuvar ortamında, hem de gerçek yaşamda bu ön kabulü sorguluyor. Sonuç Beklentilerimiz gerçekleştiğinde ne sandığımız kadar çok ve uzun süreli mutlu oluyoruz... Ne de korktuğumuz kadar mutsuz...
BMW mi, Porsche mi?
Sadece Gilbert değil, sözünü ettiğimiz diğer bilim adamları da aynı soruları ortaya atıyor "Yoksa" diyorlar, "Bizi gerçekten neyin mutlu edeceğini bilmiyor muyuz?" Yani yoksa insanoğlu ne istediğinin farkında değil mi?
Öyle ya... Madem akıllı, mantıklı, zeki, rasyonel yaratıklarız... O halde klasik kuramların iddia ettiği gibi refahımızı, mutluluğumuzu ve aldığımız hazzı hep daha yükseğe çıkarabilmeliyiz.
Halbuki öyle olmuyor.
"Bir BMW otomobil alabilirsem, şu dünyada benden mutlusu olmaz" diye düşünen bir genç adamı hayal edin. BMW'ye kavuştuğu günün ertesinde Porsche'lere gözünü dikmiyor mu?
Selülitsiz vücudu, son moda giysileri, kuaförden yeni çıkmış saçıyla en 'in' mekanlara akan bir televole yavrusu çoğu kez hayal kırıklığıyla dönmüyor mu evine?
'Aşk aşk' diye inleyenler, o aşkı bulduktan üç vakit sonra göz yaşı ve depresyonla mücadele etmeye başlamıyor mu?
Beynimizin oyunu
Aslına bakılırsa bunlar bir açıdan bildiğimiz şeyler. Bir an dursak... Sakin sakin düşünsek... Tahmin ettiğimiz kadar mutlu ya da mutsuz olmayacağımızı görürüz. Hayatta bunu yaptığımız anlar da yok değildir. Peki niye bu çaba? Niye bu koşturmaca? Niye bu debelenme?
Loewenstein'ın bu soruya ilginç bir cevabı var "Beynimiz bizi mutlu etmeye çalışmıyor. Aslında yaptığı şey bizi hayata uyarlamaya çalışmak..." Yani beynimiz bizi bir bakıma motive ediyor. Böylece aktif olup arayışlara giriyoruz.
Tim Wilson da benzeri bir yorumda bulunuyor "Haz veren bir ortama, bizi mutlu eden bir duruma hızla adapte olmak gibi bir özelliği var insanın. Olay çok kısa sürede sıradan hale geliyor. Sıradanlaşınca da haz sönüyor, zevk bitiyor. Hadi bakalım yenisini aramaya başlıyoruz."
Aslında Wilson'un dedikleri yeni değil. 'Tanıdık', 'bildik' olanın zevk vermediği eski bir gerçek. Bu araştırmalarda yeni olan şu Geleceğe ilişkin hesaplar yaparken bu bilgiyi göz ardı ediyoruz. Unutuyoruz. Önemsemiyoruz. Onun yerine mutluluk (ya da mutsuzluk) beklentimizi abartıyoruz.
Renksizlik en kötüsü
Özetle beklentileri söz konusu olduğunda insanlar umutla korku arasında gidip geliyorlar. Evet, umut ve korku hisleri hatalı kararlar almamıza yol açabiliyor. Buna karşılık itici güçleri de müthiş.
"Fark etmez; olsa da olur, olmasa da olur" diye düşünen bir insan belki acıyı ve mutsuzluğu tatmayacak... Ancak mutluluk arayışını bıraktığı için, diğerlerinin abarttığı o zevk kırıntısından da mahrum kalacaktır. Daha da kötüsü son bulduğu için kendini yenilemeyecek.
İnternet ...