İçerik değiştir



- - - - -

Ana Erkildi Mayamız Nasıl Babaerkil olduk


  • Yanıtlamak için giriş yapın
bu konuya 5 yanıt verildi

#1 DaaAnnK

DaaAnnK

    Sözde Değil Özde Haylaz

  • Üyeler
  • 7.176 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:O'nun kalbinde

Gönderim zamanı 20.11.2007 - 12:59


Gerek mesleki nedenler gerekse kişisel ilgimle okuduğum kitaplar ve öğrendiğim bilgiler ışında böyle bir felsefi tartışmayı açmakta fayda görüyorum. Hem biraz daha bilgileniriz hemde değişik teoriler üreterek farklı boyutları düşünürüz diye umud ediyorum.

Tarihin ilk çağlarına baktığımızda ki özellikle Anadolu'da ( bakınız Ana erkillik) kurulan ilk medeni uygarlık olarak bildiğimiz Hattiler ve ardından Hitit uygarlığında ve biraz daha öncesin bir Ana Tanrıça ( Kybele ) kültü ile karşılaşıyoruz. Bu kültte kadınlar doğurganlık ve üretkenlikleri ile erkeklerden tanrısal olarak üstün tutuluyor. Bütün tanrı figürleri bol memeli ( bereket simgesi) , göbekli ( doğurganlık ve üretkenlik simgesi ) kadın olarak şeil alıyor idi. Yine aynı dönemlerde pek çok diğer uygarlıkta Kubaba. Kubala isimleri ile Tanrı Anaç olarak benimsenmekte. Ancak tek tanrılı dinler ve medeniyetler kurulduğunda bu düşünceler birden bire Erkek erkil bir yapıya bürünür. Hem peygamberlerin erkek olmasının etkisi ile hem de Yaradan'ın gücü tasvirlerinde kafalarımızda hep erkeksel güc yerleşmiştir. Özellikle bu intiba Hristiyanlıkta had saffaya ulaşmış. İsa Yaradan'a baba demiş böylelikle hümme aşa Yaradan'ın erkek kimliği tastiklenmiş oluyor. Bu inanç kuvvetlendikçe toplum yapılarında da kadınları güçsüz , değersiz ve önemsizleşip erkek egemen toplumlara dönüşmüştür.

Elbette yukardaki düşünceler kendi bilgi ve gözlemlerime dayanmakta herhangi bir kesinlik içermemektedir. Dediğim gibi amaç bu değişimin irdelenmesi ve tartışılması yönündedir.

Buyrun .....
Sen benim herşeyimsin, hayatımın herşeyi sensin

Gönderilen Resim

#2 antiqa

antiqa

    Burası olmadan yaşayamaz

  • Yöneticiler
  • 7.424 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay

Gönderim zamanı 20.11.2007 - 13:31

Güzel bir konu da benim aklıma takılan şu oldu.

Tek tanrılı dinler ve medeniyetler olayı.

İslam inancına göre yaşam Hz. Adem ile başlamıştır. Hz. Adem de bir peygamberdir. Hz. Adem de peygamber olduğuna göre O'nda da tanrı inancı vardı ve tabi ki o da tek tanrı inancına inanıyordu. Diğer inanışlar Diğer inanışlar tek tanrı inancının bozulması ile ortaya çıkmış inanışlar.

Bununla birlikte kadınları bu şekilde simgelendirmeleri de çok değer verdiklerinden dolayı olduğunu sanmıyorum...Hani yine eski figürlerde saçlarından sürüklenen kadınlar filan bunlardan dolayı olsa gerek...

#3 REBEL

REBEL

    Burası olmadan yaşayamaz

  • Üyeler
  • 6.906 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan

Gönderim zamanı 20.11.2007 - 13:37

bence insanlık atrihinin hiç bir döneminde anaerkil bir dönem olmadı. cünkü AntiQa nın da belirttiği gibi ilk insan dinimize göre Hz. Adem olduğuna göre hep erkek egemen di.

...


#4 DaaAnnK

DaaAnnK

    Sözde Değil Özde Haylaz

  • Üyeler
  • 7.176 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:O'nun kalbinde

Gönderim zamanı 20.11.2007 - 13:43

Yok şimdi tüm insanlık tarihinde olmadı demiyelim çünkü olduğunu biliyoruz. Gerek Artemis Yunan mitolojisinde ondan önce Kybele hep Anatanrıça inanışı vardı.

Hatta günümüz popüler polemiklerinden olan Magdanalı Meryem'im Hz. İsa'nın nikahlı eşi olması ve gerçek hristiyanlık klisesinin kurulması görevinin Meryem'e vermesi iddaları ve Vatikan'ın bununla mücadelesi , kutsal tapınak şovalyeleri, Kutsal Kase ve diğer efsaneler yine Ana erkilliği destekliyor.

Tabii bunun içinde eski pagan inanışlarının şaytanlaştırılmasıyla birlikte Anaerkilliğin tekrar Babaerkilliğe dönüştürülmesi söz konusu olmuştur.

Evet insalık tarihi Hz. Adem ile başlıyor ancak elimizde bulunan yazılı tarih ve kalıntılarla biz medeni toplum ve devlet yaşamına odaklanalım.
Sen benim herşeyimsin, hayatımın herşeyi sensin

Gönderilen Resim

#5 erdinccikk

erdinccikk

    Hiç gelmiyor desek yeridir

  • Üyeler
  • 13 Mesaj

Gönderim zamanı 15.01.2008 - 13:07

Kuran-ı kerim'de meleklerın cınsıyetı olmadıgıda yazıyor ozaman belkıde ne anaerkil nede erkekerkıl vardır ayrıca erkek olmama ragmen ana erkıl daha baskın gelıyor bız gucu erkege yorumladıgımızdan guclu bır varlıgı hemen erkek erkıl olarak algılıyoruz ama ne kadar yorum yaparsak yapalım bu konunun sonu kapalı kalır kımse bılemez bence *lol

#6 Apeiron

Apeiron

    Hiç gelmiyor desek yeridir

  • Üyeler
  • 17 Mesaj

Gönderim zamanı 12.06.2008 - 10:02

Merhabalar aranıza google'dan bir konuyu araştırırken düştüm... :P Konular ve üsluplar ilginç geldi bakalım ne kadar sürecek? Neyse asıl konuya değineyim. Arşivimde olan bir yazıyı ekleyerek beyin fırtınanıza renk katmak istedim. Umarım başarırım...Çorbada benim tuzum da olsun. Alttaki yazı bir röportaj yazısı. Yukarda savunulan fikirlerden farklı iddialar olduğu kesin... Benzer düşünüyorum... O nedenle aynını tekrar etmek yerine yazıyı aynen alıntılıyorum... Hadi bakalım yorum size ait...

KADINSI BİR TOPLUMUZ!

1.bölüm.

Toplumların insanlar gibi doğup büyüdüğünü, kadınsı ve>erkeksi diye ikiye ayrıldığını ve hoşumuza gitsin gitmesin, Türkiye'nin kadınsı birtoplum olduğunu söylüyor yazar Alev Alatlı. Boyut Yayınevi tarafından yayınlanan Schrödinger'in kedisi dizinin birinci kitabi kabus, öyle kısa zamanda okunup bitirilecek bir kitap değil. Kendinizi vermeniz ve altını çize çize okumanız gerekiyor. Sayfalar ilerledikçe ise allak bullak oluyorsunuz. Alatlı'nın daha önceki kitaplarında olduğu gibi günümüz Türkiyesinin bir fotoğrafı konuluyor önünüze. Çok iyi bildiğiniz, içinde yasadığınız, sorunlarına çözümler bulmaya çalıştığınız Türkiye...İste yazar kitabında bu kadınsı Türkiye'nin avantaj ve dezavantajlarını ortaya koyuyor. Kadınsı toplumun bütün dünya için hayırlı olduğuna, ancak toplumların çoğu erkeksi olduğunda pek işe yaramadığına dikkat çekiyor ve nedenlerini anlatıyor.Türk erkeğinin "ana bağımlı bir erkek" olduğunu söylüyor. Kolektif anneler dediğimiz anne, anneanne, teyze, abla yani birden fazla anne tarafından büyütülüyor ve yetiştiriliyor. Türk çocukları. Büyüyüp, evlenip, evden gidinceye kadar. İnsan yavrusunun, kendini annesinden ayrıştırması,kendi bilincini toplayabilmesi için belli bir zamana ihtiyacı var. Dokuz-on aylıktan itibaren taklit etmeye başlar, yavaş yavaş anneden ayrışır, sonra tamamen kopar.

Uluslar arası sembolizmada anne; doğa, toprak, içinden çıkaran demektir. Dolayısıyla kız veya erkek, doğan çocuğun hep bir ikilemi vardır; hem anneye saklanıp kalmak, hem de çıkıp bağımsızlığı ilan etmek ister. Bağımsızlığı ilan etmeyi istemek, "bir de kendi gözümden dünyayı yeniden oluşturayım" demektir. Bu,anneden kopmak anlamına gelir.

Alev Alatlı, Türkiye'de gerek kızların gerekse erkek çocukların anneden bir türlü kopamadığını ve yetişkin insan olamadığını belirtiyor. Kızları bir kenara bırakıp erkeklere baktığımızda, maço tavırlı, kadına değer vermeyen diye isyan ettiğimiz erkeklerin aslında anneci ve kadıncı bir erkek olduğunu gördüğümüzü söylüyor. Kendi başına olmak istemeyen, evi-ocağı terk edip gitmeyen bir erkek. Üstelik bundan memnun da değil, bu yüzden hep sorun çıkarıyor. Çünkü onu dürten erkeksi öğeleri de var.
O zaman şu soruyu soruyor Alatlı; maçoluk olarak gördüğümüz, aslında annesinden kurtulmak isteyen erkeğin ona duyduğu öfkeyi kadına yansıtması demek. Dolayısıyla gördüğümüz güçlü, sert bir erkek mi, yoksa ben çok yalnızım diye ağlayan bir çocuk mu hangisi.

2. Bölüm - 9 Aralık 1999

Türkiye "kadınsı" bir toplum. Bu saptamayı yapan yazar Alev Alatlı. Alatlı son kitabı Schrödinger'in kedisinin ilk cildi kabusda bu konuyu gündeme getiriyor. Ve ben de kendisiyle yaptığım söyleşiyi size aktarıyorum.
Niçin Türkiye kadınsı bir toplum. İnsan doğasının kadınsı bir erkeksi iki ilkeden oluşuyor olması, meselenin başlangıç noktası, yazar Alev Alatlı'ya göre...
Anatomiye baktığımızda beynin iki yarım küresi var, sağ ve sol. Bunlardan sol yarım küre erkeksi, sağ yarım küre ise kadınsı. Önemli olan kadın veya erkek her insanın, bu iki ayrı öğe ile doğmuş olması.
Fizyolojik olarak, beynin sağ yarım küresi, bedenin sol yanını temsil ediyor. Sol yarım küre ise sağ tarafı. Erkeksi sol yarım küre, mantıklı düşünce ve sözel alanda uzmanlaşıyor. Eğer beynin bu tarafı zedelenirse, kişi konuşamaz ve mantıklı düşünemez. Kadınsı sağ yarım küre zedelenirse, kişinin konuşmasına ve mantıklı düşünmesine bir şey olmaz ama hissedemez duruma gelir.
Batılılar beynin sol yarım küresinin zedelenmesine majör, sağ tarafınkine minör diyorlar. Yani baştan bir ayrımcılık söz konusu çünkü majör erkek, minör kadın, demek. Neden diye baktığımızda Batı medeniyetinin mantık ve sözel anlatım üzerine kurulduğunu görüyoruz.
Düşünce tarihine baktığımız zaman ise, işin ucu taa Çine kadar gidiyor. Çin felsefesinde yin (kadın) ve yang (erkek) var. Orada kadına ve erkeğe atfedilen özellikler ise şöyle:
Erkek, gündüz ve aydınlık. Kadın, gece ve karanlık.
Erkek, nedensel, kadın, nedensel olmayan.
Erkek, zaman ve tarih kadın, edebiyat ve zamansızlık, uzay.
Erkek, tümden gelim, didaktik, kadın; tüme varım, bütünlükçü ve analitik. Erkek, akli, kadın, sezgisel...
Çin anlayışına göre, bu iki yarım küre, yer ve gökyüzü gibi bütünlük içinde hareket eder. İşin ilginç tarafı Batıdaki tıptan önce, Çinin bunu sezgisel olarak çözmüş olması.
Derken dünyaya bir hal oluyor. Aristo ile başlayan bir akla dönüş, aklın vurgulanması ve öne çıkması söz konusu. Aklın öne çıkması, sol yarım kürenin öne çıkması demek. Eski yunana baktığımız zaman bütünüyle bir erkekler topluluğu görüyoruz. Bütün kadınlar "cimnasyum" deniyen haremdeler, çocuklar 7 yaşında kadınlardan alınıyor ve erkekler tarafından yetiştiriliyor. Kadının üzerinde erkeğin tam hakimiyetinin olduğu bir dönem bu. (dünkü yazıyı hatırlayın. Türk erkeğinin kolektif anneler yani anne, anneanne, teyze, komşu gibi kalabalık kadınlar topluluğu tarafından yetiştirildiğine ve anneden bir türlü kopamadığına değinmiştik.)
Bu dönem aynı zamanda felsefe, matematik, geometrinin hakim olduğu, Pitagoras, Öklid, Kopernik, Galile gibi bilgilerin öne çıktığı bir dönem.
Ve zaman içerisinde en son Newton'la 1687 yılında sonuçlanan bir dünya görünüşü ve anlayışı gelişiyor özellikle batılı dünyada. Yani aydınlanma dönemi.
3. Bölüm - 10 Aralık 1999
Yazar Alev Alatlı, son derece üretken bir yazar. Or"da Kimse var mı adlı dört ciltlik kitabını ardından Kadere Karşı Koy A.Ş.'yi yazdı. Onu yazarken aynı zamanda Schrödinger'in kedisi dizisinin ilk kitabı kabusa hazırlık yapıyordu. Ve dizinin ilk kitabı geçtiğimiz günlerde okuyucunun karşısına çıktı. Kitaba adını veren Schrödenger, teorisiyle bilim dünyasını sarsan bir fizikçi. Kitabına niye bu adı verdiğini kendisine soracağız. Ama önce Türkiye niye kadınsı bir toplum. Alatlı, dün beynimizin sol (erkeksi) ve sağ (kadınsı) yarım küresinden ve sol yarım kürenin önem kazandığı ve aydınlanmanın başladığı dönemden sözetmişti.
Kaldığımız yerden devam ediyoruz...Alev Alatlı diyor ki, "Kadınlar beğensek de beğenmedik de, biyolojik yapıları ve cemiyette üstlendikleri roller gereği beynin sağ yarım küresini kullanma eğilimindeler."
Sol yarım kürelerini kullanmazlar mı. Kullanılan elbette. Ama genellikle solunu kullanmaları yaşama dönüklükleriyle ters orantılı olduğundan bütüne götürür kadınları. Örneğin, bir erkek, çocuğuna nasıl hareket edeceğine dair mekanik direktifler verir. Kadın ise, bu mekanik direktifleri her zaman yumuşatan, üzerinde oynayan bir rol üstlenir. Bütünü gördüğü için söylenen bir tek lafın yeterli olmadığını bilir. Ya, ya da yerine hem, hem de iyi uygulanır. Bu ne demek. Bunun için aydınlanma dönemine geri dönmemiz gerekiyor. Yani dünyayı dinsel tariften uzaklaştıran başlangıca, o zamana kadar, kainat ya vahiy yoluyla ya da usa vurumla açıklanıyordu.
Aydınlanma döneminde ise Aristoya bilime, beynin sol yarım küresine referans başladı. Doğunun gözlem sonucu ortaya çıkabileceği iddiası ortaya atıldı.
Fizikçi Newton'a göre dünya gözlemlenebilir ve analiz edilebildi. Bütün oluşumlar, birkaç kanuna indirgenebilir ve bu kanunlar bize dünyada ne olup bittiğini açıklar. Mekanistik bir dünya anlayışı. Bu bilardo topuna güç uygularsak, o topun g güçle nereye gideceğini bellidir, düncesi. Dünyanın atomlardan meydana geldiği düşüncesi. Bu atomların arasındaki ilişkinin yerçekimi gücüyle bağlantılı olduğu düşüncesi.
Bu düşünce, o zamana kadar dayatılan yahudi ve hıristayon ilahiyattan tamamen farklı. Bu nokta aynı zamanda dinin ve bilimin birbirinden koptuğu dönem. 15.yüzyıldan itibaren diğer bütün bilimler de bu süreçten etkilendi. Newton'un klasik fizik anlayışı kapitalizm, serbest piyasa ekonomisi ile çakıştı. Psikanalizin babası Freud, Newton'un etkisinde kaldı. Sedire hastasını yatırıp, "eskiden ne yaptılar sana da böyle olduğu" sorgulamaya başladı. Nedensel ilişki, vektör analizi gibi. Devrimlerin hemen tümü etkilendi.
Klasik fiziğin ana noktası ya, ya da düşünce biçimi. Eski mantıklı bir şey bu, doğru tektir demek. Ya bu olur ya da öbürü. İkisi birden olmaz. Ya solcu olursun ya sağcı. Ya Müslüman ya kafir. Ya kadın ya erkek.
Bu düzen böyle giderse iki türlü problem oldu. İnsanlar kendi kalplerine baktıkları zaman hiçbir zaman söyle kesin çizgilerin olmadığını gördüler. Bunun hep farkındaydılar ve hep saklamak zorunda kaldılar. Dolayısıyla, fizik insan hayatının dışında,çok uzağında soğuk ve diri olmayan malzemelerle uğraşan bir bulum haline geldi. Fen bilimlerinin tümüyle dinler arasında çok büyük bir uçurum söz konusu oldu. Bu yüzyılın başlangıcında 1920lerde ise yeni fizik dediğimiz süreç ortaya çıktı. Kuantum fiziği. Bir anlamda "ya, ya da" yerine "hem, hem de" dönemi başlamış oldu....
4. Bölüm - 11 Aralık 1999
Yeni fizik, eski fiziğin, kesinliğini ortadan kaldırdı. Doğru belli bir yere kadar doğru. Gözlem olarak da böyle, matematiksel olarak da böyle. Bir şeyin bütünüyle kanıtlanamayacağı anlaşılınca, kırçıl diye bir kavramdan söz etmeye başlıyoruz.
Alev Alatlı, "ilginç olan, bu anlayışın, Aristo"ya kadar varan bir düşünce tarzını bir kenara itmesi, diyor. Toptan yadsımak mı. Hayır, çünkü klasik fiziğin yapabildiği şeyler bir parçası tamamı değil.
Bu durumda Aristo'nun en büyük rakibi budanın galip çıktığı söyleniyor. Buda da hiçbir zaman bir kesinlikten yana değildi. Gök her zaman mavi değildir. Göğün mavi olması bir biçimdir. Derdi. Alatlı ve devam ediyor. Bu ne demek. Mekanize dünya görünüşü ortadan kalkması demek. Sol yarım küre, erkeksi düşünce biçiminin önemini kaybetmesi demektir. Biri mantıklı ol diye bağırıyor. Eskiden olsa tek gerçek bu diyebilirdik. Şimdi ise, bir dakka deniyor, doğrulardan bir tanesi bu ama..."
Ve ama diyen haklı olabiliyor. Alatlının bir diğer saptaması, yeni fiziğin, kadına yaklaşıyor olması. Sağ yarım kürenin kadınsı öğelerin hakimiyetinin olduğu bir geleceğe doğru gitmemiz.
Tabii bu bir ütopya. İsa'nın ütopyası bile yerleşemedi iki bin yıldır, bu gerçekleşir mi bilinmez ama bilinen, büyük bir düşünce devrimi içinde olduğumuz. Çok kişiye çok ters gelecek kavramlar olduğunu söylemeye de gerek yok. İnsanlar pozisyonlarını tutmak için kanlarının son damlasına kadar savaşacaklardır.
Ama geriye dönüş yok. Kuantum fiziği her an yeni bir başarıyla, yeni bir buluşla ortaya çıkıyor. Şimdi gelelim, Türkiye'yi ilgilendiren bölümüne. Alev Alatlı diyor ki, benim iddiam şu, Türkiye geldiği yer açısından hiçbir zaman klasik fiziğe çarpmadı. Bu geri kalmışlığımızın bir nedeniydi belki. İkibine girerken, Türkiye hala pozitivizme direniyor. Kitle olarak biliyoruz ama vardığı, okullarda öğreniyoruz ama Türkiye'nin içlek bilgisi, bunu hep reddediyor.
İlginç olan, yeni fiziğin heyecanlandırdığı batılı entellektüellerin kendi toplumları için istedikleri modelin Türkiye olduğunu görmeye başlamam. Osmanlı'da bir sürü tarikat var, hiçbiri birbirine girmemiştir, üç dört din bir arada yaşamıştır. Niye diye baktığımızda, bu hotistik dünya görüşünün hakim olmasını, pozitivizmden nasibini almamasını görüyoruz. Böyle baktığın zaman Türk toplumunun feminen bir toplum olduğunu görüyoruz...
5. Bölüm - 12 Aralık 1999
Dört gündür Türkiye feminen bir toplumdur saptamasını ortaya koyan yazar Alev Alatlı, ile nedenlerini konuştuk. Kadınsı bir toplum olmamızın son örneğini deprem felaketi sırasında gördüğümüzü düşünüyor
Alatlı, diyor ki çok devlet bağımlı bir toplumuz, Kemal Tahir haklıydı. Devlet baba değil, anadır. Baba böyle vermez çünkü; babanın sevgisi koşulludur. Anne ise koşulsuz verir, tıpkı doğa gibidir. Hakim ezici çoğunluğu, koşulsuz sevgi veren bir devlet istemektedir. Kendi başına bir şey yapmak istememektedir. Kendi başına bir şey yapmak istememektedir. Her koşulda devletin yardımını bekler.
Ayağını taşa çarpsa devletten bilir. Kadınsı toplumlara bir başka örnek ise Fransızlar, Verso'nun yaptığı yeni bir araştırma da bunu kanıtlıyor. Bu araştırmada, kadınlara ve erkeklere kadınsı denilebilen davranışları sorulmuş. Aşk mektubu yazmak gibi. Fransız ve Türk erkeklerin çoğu aşk mektubu yatıyor. Erkeksi toplum deyince de Alatlı'nın aklına İngiltere geliyor. Anglosakson ülkeleri ve Almanya.
Gelelim kadınsı toplum olmanın iyi mi kötü olduğuna...En iyisi sözü yine Alatlı'ya bırakmak; bana göre Türkiye sıkıntılarını yeni fiziğe destek vererek, bunları uygulayarak çözebilir. Türkiye saldırgan olmayan bir toplumdur. Toprak alacağım diye uğraşmaz ama toprak da vermez. Dişi kaplan gibi kendini korumak için saklıdır ama erkeksi öğeyi fazla kullanmamaktan, bilmemekten veya reddetmekten dolayı başımıza gelen işler de var. Yaratıcı eksikliği var, sanata, teknolojide, bilimde.
Ön-insan aşamasındaki çocuklar gibidir Türkiye. Taklit eden, acaba bu o kadar kötü bir şey midir belki de değildir, diyor Alatlı. Bunu ben değerlendirmek istemiyorum. Ben vakayı ortaya koyuyorum gelin birlikte güçlenip, çözelim.
Kadınsı toplum olmak istemiyorsak, belki de çocuk eğitimini anneye yüklemekten vazgeçmemiz gerekiyor. Çocukları eğitme yükümlülüğünü ve sorumluluğunu annenin üzerinden almakla, kadınların da kendi yaratıcılıklarını kullanma şansını vermemiz gerekiyor.
Aslında her iki türde toplum olmanın avantaj ve dezavantajları var. Erkeksi toplumlar da ailenin ve dayanışmanın kaybolmasından yakınıyorlar. Önemli olan ikisini birden görmek. Ve bütün içinde hem kadınsı hem erkeksi öğelerin varlığına ihtiyaç duymak, bir arada yaşamayı öğrenmek. Birbirinden eksikliğini birlikte bir armoni oluşturarak gidermek... Yeni fizik bunu amaçlıyor. Türkiye de buna uygun olmanın avantajları ile dolu. Ama bir an önce de eksikliklerini gidermek zorunda. Nedir en önemli eksiği Türkiye'nin Alatlı'ya göre, dilimizin olmaması. Aynı dili konuşmamamız, birbirimizi anlamamamız. Bir lugatımızın olmamasını, tarihimizi, sosyolojimizi, kültürümüzü, psikolojimizi bilmememizi, bunları hep yabancı kaynaklardan öğrenmemizi büyük bir handikap olarak görüyor.
Türkiye'nin en kısa zamanda kendi lugatını hazırlamaya başlanmasının gerekliliğinin altını çiziyor.

röportaj: SEDA GÜREL

SABAH GAZETESİ

:)

Bu mesaj Apeiron tarafından düzenlendi. Düzenleme zamanı: 12.06.2008 - 10:08

Aykırı bir uçurumum yolunun üzerinde
Elini uzatacağın dalları yamacında saklayan
Birdenbire patlayan, Bir çığlığım sessizliğinde

...
Aykırı bir şiirim kitabının arasında
Kargacık burgacık bir yazıyla yazılmış
Sondan okumaya başla
Nokta koy her dizenin önüne
Anlamaya çalış...





Benzer Konular Daralt

  Konu Forum Konuyu Açan İstatistikler Son Mesaj Bilgisi

0 kullanıcı bu konuya bakıyor

0 üye, 0 ziyaretçi, 0 gizli