İçerik değiştir



Halil Esendağ - Selçuk Duracık


  • Yanıtlamak için giriş yapın
bu konuya 17 yanıt verildi

#1 Can Ka No Rey

Can Ka No Rey

    Burası olmadan yaşayamaz

  • Yöneticiler
  • 9.354 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay

Gönderim zamanı 05.06.2007 - 22:04


Yaşatmak İçin Can Veren İki Ülkücü Şehit ...

HALİL ESENDAÐ

<!--aimg-->Gönderilen Resim<!--Resize_Images_Hint_Text--><!--/aimg-->

Manisa'nın Saruhanlı kazasına bağlı Gözlet köyündendi. 21 yaşında olup evliydi. Bir takım olaylara karıştığı iddiasıyla polisler tarafından yakalandı. Tutuklandıktan kısa bir süre sonra, 12 Eylül Mahkemeleri tarafından mahkum edildi. 3 Haziran tarihinde, hakkındaki idam cezasını sabaha karşı infaz edildiğine dair Radyo ve TV.'den yayın yapılmasına rağmen, polisler tarafından cezaevinden alınıp Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü. Burada, "itiraf" etmesi için iki gün boyunca akıl almaz işkenceler yapıldı ve 5 Haziran günü Buca Cezaevi'ne geri getirilip, sabahın ilk saatlerinde asılarak şehit edildi.

SELÇUK DURACIK

<!--aimg-->Gönderilen Resim<!--Resize_Images_Hint_Text--><!--/aimg-->

Yugoslavya göçmeni bir ailenin çocuğu olup 22 yaşındaydı. Ailece, Manisa'nın Turgutlu ilçesinde oturuyor, seyyar satıcılık yapıyordu. Daha öncede birkaç defa Ülkücülük suçundan Cezaevine girmişti. Polisler tarafından arandığını öğrenince kendiliğinden giderek emniyete teslim olmuş fakat, yargılandığı 12 Eylül adaleti dağıtan İzmir 2. Nolu Askeri Mahkemesi tarafından idam cezasına çarptırılmıştı. 3 Haziran günü, idam edildiğine dair haberler radyoda yayınlanırken İzmir Emniyet Müdürlüğü'nde işkence ile yeni ifadeleri almaya çalışılıyordu. İki gün sonra Buca Kapalı Cezaevi'nde sabaha karşı asılarak şehit edildi.


Ülkücülük , esmer akşamlarda batan güneş değildir . Bilmiyor musun ?

Abdurrahman Kılıç


Şehit edilişlerinin , 24 . yıldönümünde , onları rahmet ve minnet ile anıyoruz ...

Ruhunuz şad , mekanınız Cennet olsun ...




#2 Can Ka No Rey

Can Ka No Rey

    Burası olmadan yaşayamaz

  • Yöneticiler
  • 9.354 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay

Gönderim zamanı 05.06.2007 - 22:14

Gelinlik ...

1983 yılının mayıs ayıydı. Konya Askeri Cezaevinden alınarak başka bir mahkemem için İzmir Buca Cezaevine getirildim.Yol boyunca tam bir ölüm mahkumu muamelesi görmüş, dünyaya bir veda psikolojisi ile bakmıştım... İçimde bir his "bu güneşi, bu ağaçları, bu dünyayı bir daha göremeyeceksin" diyordu...


Bu duygularla bir şafak vakti, Buca Cezaevine teslim edildim. Beni en çok sevindiren, aylar sonra Buca Cezaevinde bulunan arkadaşlara kavuşmam olmuştu. İhtilalden üç yıl sonra da, onlarla ilk defa görüşecek, ilk kez de kucaklaşma imkanı bulacaktım. Ama beni asıl sevindirecek olan, bir kaç hafta önce idam cezasına çarptırılan Halil Esendağ'la Selçuk Duracık'ı görmem olacaktı. Bundan dolayı müthiş heyecanlanıyordum.

İdam alan ve aylarda beri ölüm hücresinde infazı bekleyen arkadaşların halet-i ruhuyilerini, ölüm cezasını nasıl karşıladıklarını merak ediyordum. Mahkeme saati yaklaştıkça yavaş yavaş koğuşlardan çıkarılan tutuklular da kapıda görünmeye başladılar. Gelenler içinden tanıdıklar çıkınca kucaklaşıyor, derin bir hasretle birbirimize sarılıyor duygulu anlar yaşıyorduk.

Merak içindeydim, üç yıl görmediğim Halil acaba ne durumdaydı? Neredeyse kesinleşen cezasını nasıl karşılamıştı? Kafam bu sorularla meşgulken, Halil Esendağ mütebessim bir yüzle çıka geldi. Yüzü çektiği çilelerle temizlenmiş, parlatılmış gibiydi. Asırlardır birbirimizi görmemiş insanlar gibi hasretle kucaklaştık. Sanki kalplerimizden birbirimize tatlı, ılık birşeyler akıyordu. Kısa bir hal-hatır fırsatı bile bulamadan gardiyanlar çağırdı, ikişer ikişer kelepçelenerek ring araçlarına bindirildik. İsteğim üzerine benim elim Halil'in eli ile kelepçelenmiş; böylece mahkemeye gelinceye kadar yolda bir kaç kelime konuşma imkanımız olmuştu ...

O konuşurken bütün dikkatim satır aralarına gizlenmiş gerçek düşüncelerindeydi. Acaba korkuyor muydu? Acaba herhangi bir irade zaafı geçirmiş miydi? Vakit ilerledikçe Halil'in tek kelime ile; onu yendiğini ve ona çoktan hazır olduğunu görecektim. Ölümden bahsederken gülüyor, " Allah (c.c)'tan ne gelirse baş üstüne" diyordu.

Mahkemeye gelirken zaman zaman öteki arkadaşların sorularına cevap veriyor, böylece önceki mahkemeye giderken de olup bitenden haberdar oluyordu...

Bir arkadaş "gönderdiğimiz GELİNLİKLERİ aldınız mı?" diye sorunca "aldık" demiş, "nasıl oldu" deyince de "biraz uzun oldu" deyivermişti.

Sonraları mahkemem İzmir'de kalmama karar verince, bende soruyu soran arkadaşlarla aynı koğuşa konulmuş, o zaman bu gelinlik meselesini sormuştum.

"Nedir bu gelinlik? Ben bir şey anlayamadım." deyince anlattılar.

Geçen mahkeme Halil bizden iki kefen istedi. Devletin idam esnasında giydirdiği kefenin torba gibi bir şey olduğu, o kefenleri giymeleri halinde ellerinin, kollarının içerde kalacağını, rahat can çekişemiyeceklerini söyledi.

Bizde koğuşa dönünce, elimizdeki avucumuzdaki parayı bir araya getirdik, iki kefen alacak parayı bulamadık. Koğuşta 23 kişiyiz, üzerimizden iki kefen parası çıkmadı. Sonunda bir arkadaşımızın ailesinin getirdiği iki beyaz nevresimi cezaevi terzisine diktirerek onlara gönderdik. Gelinlik dediğimiz onlara gönderdiğimiz kefenlerdi...

Çok sonradan anlamıştım "gelinliklerimiz uzun geldi" derlerken kefenleri giydiklerini.. Kim bilir kaç gece Azrail(a.s)'i beklerken öylece sabahlamışlardı...!

Şu satırları yazdığım sırada düşünmeden edemiyorum, 23 ülkücü iki kefen alacak parayı bulamıyordu. Ama halbuki tam o sırada Türkiye'de, Avrupa'da paralar toplanıyor ama nedense bir türlü cezaevine ulaşamıyordu...

Bu hareketin kefen soyuculuktan zengin olan nice haini şimdi itibarlı adam rolünde geziyor; ama kim kimden hesap soracak?

Mahkeme salonunda duruşma saatini beklerken artık ölümü yendiğine emin olduğum Halil'e sormuştum." Nasıl bir gecede asılmak istersin?" Halil biraz düşünmüş daha sonra cevap vermişti...

" Yağmurun hafif çiselediği bir gecede..."

Duruşmadan sonra mahkeme benim İzmir'de kalmama karar vermiş, arkadaşlarla birlikte Buca Cezaevine dönmüştüm. Kapı altında Halil aramızdan alınmış, başka bir aleme götürülür gibi götürülmüştü. Bunun onu son görüşüm olduğunu biliyordum.

Cezaevinde gazeteler her sabah bir sergi üzerinde koğuş kapılarına getirilir, tutuklular mazgal deliğinden uygun gördüklerini alırlardı. Gazetelerimiz bir kaç defa gelmemiş, sonra da bunun manasını anlamıştık. İdam cezalarının infaz edildiği günlerde veya mahkumlarla ilgili yeni düzenlemelerin gündeme geldiği günlerde gazeteler gelmez, böylece tutukluların olay çıkarması engellenmiş olurdu.

4 Haziran'ı , 5 Haziran'a bağlayan baharın bütün tazeliği ile kendini gösterdiği böyle günlerden biriydi. O yıllar bize bahar gelmez, şairin :"Bahar gelmiş, çiçek açmış neyleyim" mısraları dilimizden eksik olmazdı. Sabah günlük haberleri herkesten önce okumak için gazetelerin gelmesini bekliyorduk. Bir saat, iki saat derken vakit öğleyi bulmuştu ama gazeteler gelmemişti. Hepimizin içine kurt düşmüştü. Acaba kim? Bugün kimi asacaklar? Çok beklemeden sorumuzun cevabını almıştık. Bir fırsatını bulan cezaevi terzisi kapıya gelerek mazgalı açmış ve o korkunç haberi vermişti

"Bahçede sehpa kuruluyor, bu gece Halil'le Selçuk'u asacaklar !..."

Koca bir koğuş bir anda depreme uğramış gibi sarsılmıştı. Önce ürkütücü bir sessizlik ve şok hali yaşamış, sonra çaresizlik içinde ne yapacağımızı şaşırmış vaziyette sağa sola koşturmuştuk. Bu koşuşturma ölüm korkusunun veya panik halinin bir neticesi değil, çaresizliğin, onlara ulaşamamanın bu zor saatlerde onları teselli edememenin bir neticesiydi. Acaba kararı radyodan duyunca ne demişlerdi? Genç yüreklerine korkunun hançeri batmışmıydı? Bütün bir koğuş tek bir kalp olmuş onları düşünüyor onlarla ölümü paylaşıyorduk.

Haberi aldıktan bir kaç dakika sonra, mahkumları toplayarak kısa bir konuşma yaptım. Kur-an bilenlere cüzleri dağıtarak gün boyu sabaha kadar Kur-an okumalarını söyledim. Yapacağımız tek şey vardı; dua ve Kur-an'la onlara ulaşmak...

Gece saat 24:00'e kadar iki hatim indirdik. Akşam olunca saat 21:00'den itibaren her yarım saatte bir koğuş penceresine çıkarak, sela okumaya, Peygamber Efendimiz(s.a.v)'e salat-ü selam getirmeye başladım. Koğuş penceresinden yükselen sesin, onların ölümle dolmuş hücrelerine kadar girdiğine inanıyor, salat-ü selamları o duygularla okuyordum...

Cezaevinde idamların infazı 01:00'de olurdu. Son defa sela okumak üzere pencereye çıktım. Halil'in mahkeme salonunda iken söylediği sözler aklıma geldi...

"Yağmurun hafif çiselediği bir gecede asılmak isterdim."

Elimi koğuş parmaklıklarından dışarı uzattım, avucumu göğe doğru açtığımda aman Allah'ım bir yağmur Halil'in duasına icabet edercesine çiseliyordu. Kendi kendime "Ah Halil'im! O gün Rabbimizden güneşleri yağdırmasını isteseydin, Rabbim o güneşleri bile yağdırırdı" diye mırıldandım.

Bir koğuş göklerle birlikte Halil ve Selçuk'a ağlıyordu.

Yorgun bir geceden sonra gardiyanların, "müdür çağırıyor" çağrısıyla uyandım. Cezaevi müdürü üç kişiyi odasına çağırmıştı. Halil'in asılmadan önce her birine ayrı ayrı yazarak bıraktığı hediye ve emanetleri bize takdim ediyordu. Eşyalarını alarak koğuşa geldik. Halil'in son anda yazdığı yazıları bizi rahatlatmış, ölüme metanetli gittikleri konusundaki kanaatlerimizi pekiştirmişlerdi.

Nitekim koğuşa geldikten sonra bazı gardiyanlar idamı anlatarak: "Bu gece Buca'ya rahmet yağdı" demişlerdi. Önce Selçuk, sonra Halil idam edilmişlerdi. İkisi de sehpaya metanetle gelmiş, Kelime-i Şehadet getirdikten sonra altlarındaki sehpa çekilmişti. İpte bir müddet sallandıktan sonra sanki ilahi bir el uzanarak ikisini de kıbleye çevirmişti. Bir gardiyan: "Halil'i indirdiğimizde başındaki takke yana düşmüş, hafif yatmıştı. Biz böyle bir şey görmedik." diyordu.

Sonra infazda bulunan Buca Muradiye İmamı şöyle diyordu. "Bana hiç evliya gördün mü diyenlere; evet... Halil ile Selçuk'u gördüm diyeceğim..."

Halil'in bize emanet ettiği eşyalar koğuş başkanı olduğum için bana takdim edildi. Hepsini tek tek inceledim. Özel eşyalarını ayırdım. Notlarını okudum, notlar daha çok kılınan kaza namazları ile tutulan oruçların listesiydi. Ölümle ilgili ayet ve hadisler bir sürü ilmihal bilgisi ile ilgili notlar.

Eşyalar arasında gazete kağıdına sarılmış küçük bir paket dikkatimi çekti. Çorap ve iç çamaşırı olacağını sanmıştım. Açtım ve baktım ki " Etrafı oyalı yeşil bir baş örtüsü " o an nasıl duygulandığımı, nasıl bir gözyaşı anaforuna tutulduğumu anlatamam. Bütün koğuş ağlıyordu.

Rahmetli Halil tutuklanmadan kısa bir zaman önce evlenmiş, murad alamadan hapishane köşelerine düşmüştü. İhtimal ki; iki buçuk yıl kaldığı ölüm hücresinde eşinin baş örtüsü onun dert ortağı olmuştu.

Dağıtabilir eşyaları dağıttıktan sonra, kalanları postayla babasına gönderdik. Halil'in babası çok dindar, çok mütevekkil bir adamdı. Annesi de öyle. Çok sonraları tahliyeden sonra evlerini ziyaret ettiğimde bu aileden böyle bir yiğidin nasıl çıktığını anlamıştım. Eşyaları gönderdikten takriben iki hafta sonra Halil'in babasından hepimizi ürperten bir mektup geldi. Şöyle diyordu:

Halil'in annesi; oğlum şehit oldu mu? Olmadı mı? diye çok üzülüyordu. Bir gece rüyasında kendini cennette görüyor. Bütün sahabiler toplanmış Hz.Peygamber(s.a.v.)'i bekliyorlar. Halil'in annesi hanım sahabilerden birine yaklaşıp soruyor: Bugün burada ne varki böyle toplanmış bekliyorsunuz!

Hanım sahabi cevap veriyor: Bilmiyor musun, bugün burada şehit Halil Esendağ'ın düğünü var. Nikahını Hz.Peygamber(s.a.v.) kıyacak onun için bekliyoruz.

Bu rüyayı kime anlattıysak gözyaşlarını tutamamış mescide kapanıp ağlamıştı.

#3 Can Ka No Rey

Can Ka No Rey

    Burası olmadan yaşayamaz

  • Yöneticiler
  • 9.354 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay

Gönderim zamanı 05.06.2007 - 22:21

20 yıldır tartışılan bir karar ve bir İdam mektubu ...

Selçuk Duracık, 12 Eylül döneminde idam edilen ülkücülerden. Ailesine yazdığı son mektup ilginç satırlar içeriyor. ‘Sevgili anneciğim, babacığım’la başlayan satırlarla, işte bir idam mektubu...

12 Eylül döneminde sıkıyönetim askeri mahkemelerince 517 sanığa idam cezası verildi. Askeri Yargıtay’ın onayladığı idam kararlarının sayısı 124 oldu. Bunlardan, MGK’nın onayladığı ve onay sonrası hemen infazı yapılan 50’si dışındakiler için cezalar fiilen müebbet hapse dönüştü. 12 Eylül İhtilali’nden sonra hakkında idam cezası verilen ve 1983 yılında infaz edilenlerden birisi var ki çok konuşuldu; hâlâ da konuşuluyor: Selçuk Duracık.

Duracık ülkücü kökenliydi. O dönem birçok arkadaşı gibi kutsal saydığı bir davanın içindeydi. Yıllarca önce Yugoslavya’dan Türkiye’ye göç eden bir aileye mensuptu. 1960 doğumlu olan Duracık idam sehpasına giden yolda birçok olayla karşılaşır. Selçuk birkaç kez cezaevine girip çıkar. Bu arada ailesinin geçimine yardımcı olmak amacıyla pazarda sebze—meyve satmaya başlar. Arabası birkaç defa havaya uçurulur.

Sonunda, Turgutlu Ülkü Ocağı Başkanı ve 5 arkadaşının öldürülmesine misilleme olarak fırıncıları öldürdüğü gerekçesiyle yine gözaltına alınır.

Önce firardaydı, Duracık. Fakat polisle köşe kapmaca oynamak da istemiyordu. Güvenlik güçlerinin özellikle babasını ikide bir rahatsız ettiğini duyunca bundan en çok kendisi rahatsız oluyordu. En yakın arkadaşlarından Ahmet Tuncel’e açıklamıştı fikrini; “Teslim olmak istiyorum, zira suçsuzum. Şahitlerim var. Mahkeme adil davranırsa, ithal ideoloji maşalarına tevessül etmezse cezaevinde fazla kalmam. Hem evi çok üzdüm, hem nişanlımı. Daha fazla huzursuz olmalarını istemiyorum” diyordu.

Ve yakalanmışlardı arkadaşlarıyla birlikte... Yargı sürecinin sonunda, savcı mütalaasını okuyordu işte: “Sanıkların iş bu davada zikredilen fiilleri işledikleri sabit olduğundan idamları talep olunur.” Ve duruşma yargıcının kararı; “Gereği düşünüldü; Adı geçen sanıkların sözkonusu olayı işledikleri varit olduğundan ölüm cezası ile cezalandırılmalarına...” Duracık’la birlikte Halil Esendağ da idam cezasına çarptırılmıştır.

Tam bu esnada Selçuk’un sesi duyulur; “Durun! Nereye?” Yargıçlar bir an durup arkalarına bakarlar. Duracık yüksek sesle bağırmaktadır; “Tamam, ceza verdiniz, kendinizce bir hükme vardınız. Ancak insan bir geçmiş olsun der, kulun verdiği ceza çabuk geçer, hükmü yoktur, yeter ki, Allah ceza vermesin diye bir iki teselli edici söz söyler...”

Dramatik sahneler

Böylelikle darağacına giden yol burada kesinleşmişti. Kader ağlarını birer birer örerken o iradesini bir an bile kaybetmemişti. Hatta idam sehpasına giderken bile... İdam edilecekleri gün kesinleşmiştir artık. 4 Haziran’ı 5’ine bağlayan gece saat 02:00’de haklarındaki karar infaz edilecektir. O gece Duracık son kez gusül abdesti alarak en güzel elbiselerini giyer. Bu son teheccüd namazıdır Duracık’ın. Ardından da aylardır koyun koyuna yattığı idam elbisesini giyer. Güzel kokular sürünür ve saçlarını özenle tarar. Sonrasında da cezaevi idaresiyle helalleşir ‘Allah’a emanet olun’ diyerek. Ailesine, arkadaşlarına yazdığı son mektuplar, vasiyetnameler vardır. Ayrıca eşya ve hatıraları... Cezaevi idaresine bunları da tutanakla teslim eder. ‘Gerek yok’ dese de adet üzre elleri arkadan kelepçelenir. İnfaz bahçesine çağrılmadan önce imam Abdullah Efendi ‘son bir isteklerinin olup olmadığını’ sorar, onunla da kucaklaşır. Son dakikalara gelinmiştir. Jandarmaların eşliğinde infaz bahçesine çıkarılır, Selçuk Duracık. Bahçede yürürken cezaevindeki arkadaşları salât ü selam getirmektedirler, kendisi de bunlara eşlik eder. Elini son kez uzatarak infaz heyetiyle helalleşir tek tek. Gardiyanlar, jandarmalar tutamazlar gözyaşlarını. Sulçuk’un gözleri bağlanır. Şehadet getirerek sandalyenin üzerine çıkar. Cellat, idam urganını Selçuk’un boğazına geçirir. Sandalye ayaklarının altından çekilir ve zaman durur... Aynı sahneler Halil Esendağ için de tekrarlanır.

Evlenmeyi istiyordu

Selçuk evlenmeyi murad etmişti. “Abi kızcağız çok bekledi. Sanki benimle cezaevine girdi, cezaevinden çıktı. Bütün yükümü omuzladı. Mahkeme beni serbest bırakır bırakmaz evleneceğiz...”diye açılmıştı arkadaşı Ahmet Tuncel’e.

Ama bu kısmet olmadı. İdam edilmeden hemen önce ailesine yazdığı mektupta ise unutulmaz satırlar vardı. Selçuk Duracık bundan yıllarca önce ihtilal döneminde alınan kararla idam edildi. Ama hâlâ konuşuluyor... İdam ve idamın soğuk bakışı, sahneyi izleyenlerin belleklerinden bir türlü gitmiyor.


12 Eylül İhtilali’nden sonra İzmir’de ilk idam edilen ülkücü Selçuk Duracık’ın ailesine yazdığı mektup;

‘...

Muhterem babacığım ve anneciğim. Bu mektubu son ve ebedi yolculuğumuz olan Allah’ın huzuruna çıkmadan önce yazmış bulunuyorum. Yüce Mevlâmız sizlere sabır ve dayanma gücü versin. Benim ve sizlerin başından geçen ne ise Cenab—ı Mevlâmızdan gelmiştir. Onun için sabır edin ve şükür edin ki geçmiş ve gelecek günahlarımız Mevlamızın vermiş olduğu musibetlerce temizlensin, aksi halde sabır etmezsek Mevlâmızın daha çok musibet ve belaları üzerimize gelir. Onun için hiç üzülmeyin. Çünkü Mevlâmız bir hadisi kutsisinde şöyle diyor ‘Allah buyuruyor— ‘Kullarımdan birisine bedeninde veya malında veya evladında bir musibet verdiğim zaman, sonrada musibetleri güzel bir sabır ile karşılarsa Kıyamet gününde onun için mizan kurmak veya onun için defter açmaktan haya ederim.’ Durum böyle olunca bizlere güzel bir sabır ve şükür etmek düşüyor.

...Bir hadisi kutside şöyle buyurulmaktadır: Ey insanoğlu kazama razı olmayan, belama sabır etmeyen, nimetlerime, şükür etmeyen, verdiğime kanaat getirmeyen kendisine başka ‘Rab’ arasın. Ey İnsanoğlu belama sabır eden benden razı olur.’ Sizlerin de sabır edeceğinizi biliyorum. Eğer beni biraz seviyorsanız sakın ağlamayın, üzülmeyin. Çünkü Peygamberimiz bir hadisi şerifinde şöyle buyuruyor: Ölümü üzerine yas tutulan kimse kıyamet gününde bu yüzden azaba uğratılır.

...Sizler de benim azap görmemi istemiyorsanız sakın ağlamayın ve yas tutmayın, beni ebedi istirahathanemde rahatsız etmeyin. Dualarınız ile beni rahatlatın. Sizler ne kadar sabır ederseniz beni o kadar sevindirmiş olursunuz. Dualarınız için şimdiden Allah (cc) sizlerden razı olsun ‘İnşaallah’.

Muhterem babacığım ve anneciğim... Yüce Mevlâmız nasip etti ki sizleri son olarak görmeyi biz aciz ve naçiz kullarından esirgemedi. Sizlere ziyarette söylemek nasip olmayan helallaşmamızı artık burada yazmak istiyorum. Canım babacığım ve anneciğim biliyorsunuz ki babanın ve annenin hakkı evlatlarından çok büyüktür. Ben oğlunuzu bu büyük yükten kurtarın ve hakkınızı helâl ediniz ki bizler de Mevlâmızın huzurunda perişan olmayalım.

Ayrıca dedem, anneannem, teyzem, dayılarım, yengelerim ve Hüseyin abim, kardeşim Yüksel ve Gülşen’in üzerimde hakları vardır. Onlar da haklarını helâl etsinler. Beni soran, seven akraba ve Müslüman gardaşlarımla da benim için helallaşın. Beni bu büyük yükten kurtarın. Benim hakkım varsa, hepsine helâl olsun.

Muhterem babacığım ve anneciğim, Cenabı Mevlâmız sırasıyla hepimizi huzuruna alacak. Sizler sabır ve şükür ederseniz ‘İnşaallah’ beraber olacağız. Yüce Rabbimiz cümle Ümmeti Muhammet ile birlikte dergahına kabul rızası mazhardır. Yüce Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi Vessellem) şefaatine nail edip, ebedi saadete ulaşmak nasip eylesin. ‘İnşaallah’.

Muhterem babacığım ve anneciğim burada aciz satırlarıma ve mektubuma son verirken Cenab—ı Allah’ın (cc) Rahmeti, mağfireti, af, feyiz ve bereketi Yüce Peygamberimiz Hz. Muhammet Mustafa (s.a.v) Efendimizin şefaati sizlerin ve cümle ümmetinin üzerine olsun. ‘İnşaallah’ Ölüler için yapılan dualar nurdan yapılmış tabaklarla onlara takdim ediliyor.

‘Ölümü üzerine yas tutulan kimse kıyamet günü bu yüzden azap görecektir.’ Hadis—i Şerif ‘Ölüye kendisinin üzerine yas tutulması sebebiyle azap olunur.’ Hadis—i Şerif

Yüce Rabbimize kavuşuyoruz; onun için bizler üzülmüyoruz. Sizler de üzülmeyiniz.

Aciz ve garip oğlunuz
Selçuk Duracık

#4 Can Ka No Rey

Can Ka No Rey

    Burası olmadan yaşayamaz

  • Yöneticiler
  • 9.354 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay

Gönderim zamanı 23.07.2007 - 15:17

Bu mübarek , bu muhteşem yolda ilk savruluşumuz değil ki bu ...

Dil özlerken güzel sözleri , bizim adımıza boşlar konuşmuş ... Hak susmuş , haksızlık konuşmuş ...

Dağlar arasında akan su gibi , saf ve duruyuz hala daha ...

Göz bebeklerimizdeki ışıklar , kara günlere gebe kılınan Türk Milletinin ışığı olacaktır ...

Söz veriyoruz ...






#5 Can Ka No Rey

Can Ka No Rey

    Burası olmadan yaşayamaz

  • Yöneticiler
  • 9.354 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay

Gönderim zamanı 24.07.2007 - 00:06

Hakkın sustuğu çağlarda , haksızlık bizi yakarken , zevk alemlerinde gezmeye hakkımız yok bizim . Acılar acı üste istifleniyorsa eğer , sesimize kimse ses vermiyorsa , hür topraklarda esareti yaşıyorsak eğer , susmaya hakkımız yok bizim .

Söz veriyoruz ...


#6 Can Ka No Rey

Can Ka No Rey

    Burası olmadan yaşayamaz

  • Yöneticiler
  • 9.354 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay

Gönderim zamanı 24.07.2007 - 00:20

Yarattığı bütün varlığa eş veren Mevla , bir tek başağı bile ayrı koymaz . Bir anlayan bulunur elbet sevdamızı ... Umutların fiiliyata dönüşmesinde , rehber olarak gördüğümüz Resul , elbet şefaat eder bizlere ... Kahverengi gözlerimde taşıdığım ışık , bütün karanlıkları aydınlatmaya yeter mi sence ?



#7 Can Ka No Rey

Can Ka No Rey

    Burası olmadan yaşayamaz

  • Yöneticiler
  • 9.354 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay

Gönderim zamanı 25.07.2007 - 00:09

Gönlümüzün sonsuzluğu araması boşa bir heves mi acaba ?

Vatan , Din , Devlet üçlemesi , güneşin doğmasına engelmidir ki ?

Kurt soylu nesil , bakan fakat görmeyen insan artıklarının içerisinde tekrar yeşermez mi ?

Biri bana güneşin doğuşunu anlatsa , umudum yeşerir mi ki tekrar ?

Güneşin her sabah doğuşunda , bizde yeniden doğup ötelerin kapısını aralayabilir miyiz ki ?

Tepeden tırnağa , en şiddetli ve isyankar yanımla Yavuz olsam , Yunus yanım gücenir mi ki bana ?

Görmüyorum ...Görmüyorum artık yıldızların arasında , tuğ kaldırmış Bilge Kağan ' ı ...

Bir çoğumuzun artık göremediği gibi ...

Allah Türk'ü asıl şimdi korusun ...


#8 Can Ka No Rey

Can Ka No Rey

    Burası olmadan yaşayamaz

  • Yöneticiler
  • 9.354 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay

Gönderim zamanı 26.07.2007 - 00:06

Düşünce ve kederden ölecek kadar şuur sahibi miyiz ?

Vurdumduymazlığın , bananeciliğin , benciliğinde boğulan et yığınları mı şanslı , yoksa düşünce ve kederden ölecek olan bizler mi ?

Onlar mı iyi ? Yoksa biz mi ?

Bu yılgınlığa rağmen , bir uyanış gözükür mü sizce ufukta ?

Bilge Kağan , tekrar girer mi rüyalarımıza ?

Kazanmanın mücadelesini verirken , kaybetmekten zevk alır mıyız yine ?

O gittiği günden beri , yangınlar içerisindeyim ...

Kimin aklına gelirdi ki ; öz yurdumuzda esir olmak ...

Sanırım bizi , bir yolculuk daha bekliyor , gelecek için , geçmişe doğru ...



#9 Can Ka No Rey

Can Ka No Rey

    Burası olmadan yaşayamaz

  • Yöneticiler
  • 9.354 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay

Gönderim zamanı 26.07.2007 - 21:42

Ceddim belli , Atam belli .
Toprak belli , Vatan belli .
Şehit olup yatan belli ,
Türk oğlu Türk'üm ben ...

Bir sabah ağarınca tan ,
Ergenekon da yazıldı destan ...
Bu topraklar sanma ki bostan ,
Türk oğlu Türk'üm ben ...

Altaylardan geldim ,
Çanakkale de ne canlar verdim .
Koskoca bir orduyu yendim ,
Türk oğlu Türk'üm ben ...

Oğuz boylum , asil soylum ,
Yılanlarla dolu koynum ,
Kesilir ama , çekilmez boynum ,
Türk oğlu Türk'üm ben ...

TÜRK oğlu TÜRK'üm ben !



Adsız ...




#10 Can Ka No Rey

Can Ka No Rey

    Burası olmadan yaşayamaz

  • Yöneticiler
  • 9.354 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay

Gönderim zamanı 26.07.2007 - 23:10

Haklı olmasına rağmen , haksızlığa uğrayan ,

Boynuna madalya takılması gerekirken , urgan takılan ,

Yaşaman gereken güzel günleri elinin tersi ile itip , çileye talip olan ,

Gün ağardığında , bitecek diye beklediğin işkencelerle uykuya dalan ,

Yığınlar dışarıda esirken , dört duvar arasında özgür olan ,

'' Karşılıksız sevgimizde , yürek bir başka ışığa , bir başka nura teslim olur . '' diyen ,

Bu Davanın sancıları , yüreklere işliyor ve güneş yeniden doğuyor ...

Mübarek olsun ...


#11 Can Ka No Rey

Can Ka No Rey

    Burası olmadan yaşayamaz

  • Yöneticiler
  • 9.354 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay

Gönderim zamanı 28.07.2007 - 18:21

''Demokrasi'' dedikleri , yandaş olmak mıdır acaba ?

Dün bize sövenler , bugün bizi neden över ki ?

Onların gözünde kötü olan biz , bugün neden iyiyiz ?

''Devlet'in Bekası'' mı dedik ? Yoksa ''kıçınızın rahatı'' mı ?

''Yanlış yolda mıyız acaba ?'' diye soracaktım , zafere giden yolda destur edindiğimiz kutsal törenin üçlemesi geldi birden aklıma , vazgeçtim ...

Beynim tırmalanıyor ... Hayır olsun inşallah ...


#12 Can Ka No Rey

Can Ka No Rey

    Burası olmadan yaşayamaz

  • Yöneticiler
  • 9.354 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay

Gönderim zamanı 30.07.2007 - 02:06

''Cılız omuzlarında , dev kavgaların öfke mavzerlerini taşırdı bu çocuklar ... Mavi gözlü kızların göz bebeklerinde değil , yüce davanın derin ulviliğine dalıp kendilerinden geçerlerdi ... Bir dilinmiş peynir , bir yanık köy ekmeğinin tadında katıksız sevdalara bağlığının sonucunda katledilenler ...''




#13 Can Ka No Rey

Can Ka No Rey

    Burası olmadan yaşayamaz

  • Yöneticiler
  • 9.354 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay

Gönderim zamanı 31.07.2007 - 01:34

Sana bir gün döneceğim ,
Yara bere her yanım .
Kapında can vereceğim , benim yiğit kadınım ...

Sana bir gün döneceğim elimde karanfilerle ,
Acını süpüreceğim ,
Bekle küçüğüm , bekle ...



#14 Can Ka No Rey

Can Ka No Rey

    Burası olmadan yaşayamaz

  • Yöneticiler
  • 9.354 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay

Gönderim zamanı 05.08.2007 - 02:29

Kırıldım belki defalarca ,
Bil ki eğilmedim ...
Utanmadım ruhuma çizilen resmin yırtılışından .
Bir gül dalıydım koparılan , çelik bir kol .
Her fırsatta kasırgalaşan yellerinde ,
Yerlerinde yeller eser diyebilecek kadar büyümüştüm .
Kırıldım belki defalarca ,
Bil ki eğilmedim ...

Bu ezan , hangi sela'ya çıkar baba ?



#15 Can Ka No Rey

Can Ka No Rey

    Burası olmadan yaşayamaz

  • Yöneticiler
  • 9.354 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay

Gönderim zamanı 12.09.2007 - 01:05



Mızıka çalındı , düğün mü sandın ?
Al-Beyaz bayrağı , gelin mi sandın ?

NE SİZLERİ UNUTTUK , NE DE KAHPE EYLÜL'LERİ ...


#16 Can Ka No Rey

Can Ka No Rey

    Burası olmadan yaşayamaz

  • Yöneticiler
  • 9.354 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay

Gönderim zamanı 13.09.2007 - 00:19

Haluk Kırcı'nın kendi sesinden ... Selam olsun Reis'e ...

Beni hep kavgalarımdan bildiniz ...



#17 Can Ka No Rey

Can Ka No Rey

    Burası olmadan yaşayamaz

  • Yöneticiler
  • 9.354 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay

Gönderim zamanı 30.09.2007 - 20:56

Ateş , hava , su , toprakta neymiş ?
Altı yönde ne , beş duygu da ?
Benim hiçbir şey umrumda değil !

Sevgililerin en güzeline doğru bir başkaldırış ...

Kutlu olsun ...


#18 atlantisli

atlantisli

    Sadık bir ziyaretçidir

  • Üyeler
  • 1.241 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:Atlantis

Gönderim zamanı 04.10.2008 - 13:57

"Yırtıcılar az yaşar... Uzun sürmez doğanlık...
Her ışığın ardında gizlidir bir karanlık.
Adsız sansız olsa da, en büyük kahramanlık;
Göz kırpmadan saldırıp bir daha dönmemektir." (atsız)

DARAÐACI

Yolumu gözledin her seher-ahşam,
Selam, darağacı... Aleyküm selam!
Ecelle ölmeye doğulmamışam...
Selam, darağacı... Aleyküm selam!

O hansı milletdir, taleyi sırdır?
Yüz adla bölündü... Yene de birdir.
Meni huzuruna bu derd getirdir,
Selam darağacı... Aleyküm selam!

Hezer'i, Baykal'ı, Aral'ı gördüm,
Gördüm can üstedir, yaralı gördüm.
Tanrı'nı bendeden aralı gördüm,
Selam, darağacı... Aleyküm selam!

Çarhı ters fırlanır felek garının,
Turan kölkesinde budaglarının,
Rengi bayrağımda yarpaglarının
Selam, darağacı... Aleyküm selam!

Evvelin ahırı, sonun evveli,
Buymuş, bilmemişem bunu men deli.
Gorhum yoh, ne olsun boyun göy deli,
Selam, darağacı... Aleyküm selam!

Eli yağmalanan, bölünen, bölen,
Çayları guruyan, gölleri ölen.
Hag-hesap çekmeye gelen menem, men.
Selam, darağacı... Aleyküm selam!

Danış, Emir Teymur, bu son neydi be?..
Boynumda ağ kefen, dilimde tövbe.
Dersini ters bilen, menimdi növbe,
Selam, darağacı... Aleyküm selam!

Seni men ekmişem... Mene sen genim,
Seni suvarmağa halaldır ganım.
Yarpağın reng alsın ganımdan menim.
Selam, darağacı... Aleyküm selam!

Ey darın ağacı. Kimden kemem... Kem?
Ya seni yendirrem, ya sene yennem,
Ya da budağında yarpağa dönnem.
Selam, darağacı... Aleyküm selam!

Kırgız'am, Özbek'em, Kazak, Türkmen'em,
Başkırd'am, Kerkük'em, ele görk menem,
Senin gözlediyin garip Türk menem,
Selam, darağacı... Aleyküm selam!

Gabul et, növbeti gurbanın menem,
Menim canın sende; bil, canın menem,
Ele gurrelenme... Her yanın menem,
Selam, darağacı... Aleyküm selam!

Rüstem Behrudi (Semerkand 1989)

Bu mesaj atlantisli tarafından düzenlendi. Düzenleme zamanı: 04.10.2008 - 14:00






Benzer Konular Daralt

  Konu Forum Konuyu Açan İstatistikler Son Mesaj Bilgisi

8 kullanıcı bu konuya bakıyor

0 üye, 8 ziyaretçi, 0 gizli