UYARI : +18
Canan'ın başlattığı akımı, kültürel dokumuz açısından önemli buluyorum. Kendisi harabenin yetiştirdiği, dünya çabında ünlü bir monoloğumuz. Örneğin Eva Ensler'in "vagina monologları" eserini incelediğimizde, onun monoloji dünyasına nasıl ilham verdiği daha iyi anlaşılacaktır:
Bir kadının kendisi ile barışması
için kuşkusuz önce kendisi ile tanışması gerekiyor. Önemli bir parçası olan vajinasını
reddederek, küçümseyerek, fark etmeyerek yaşayan kadınların onunla barışma gayretlerinin ürünü monologlar;
"Ben, onu bir defa görüp, o andan itibaren yok sayan kadınlardan biriydim. Beni hasta ediyordu. Aşağıya inmek durumunda kalan herkese acıyordum. Rahatlamak için bacaklarımın arasında başka bir şey olduğunu varsayıyordum. Mobilya, mesela üzerinde hafif, pamuklu yorganların örtülü olduğu rahat koltuklar, kadife kaplı zarif kanapeler, ipek mendiller (...) ya da
İrlanda'nın sisli kıyıları. Kendimi öyle alıştırmıştım ki bunlara, vajinam olduğunu unutmayı başarmıştım. Sevişirken, sevgilimi kürk kaplı bir atkının içinde düşünürdüm ya da kırmızı bir gülün içinde..." (s. 74)
"Aşağısı mı? 1953'ten bu yana oraya hiç inmedim. Hayır, Aisenhower ile ilgisi yok. Hayır orası bodrum. Çok rutubetli ve havasız. Asla aşağıya inmek istemezsin. İnan bana kusarsın. Boğulursun..." diyen yaşlı kadının vajinasının hikâyesinin ömrünün hikâyesine dönüştüğü, Sel (s. 47 - 51) isimli monolog hayli etkileyici ve diğerleri gibi öğretici..
Kendilerine minnettarız...