İçerik değiştir



- - - - -

Resulullah'ı " Oku " Mak


  • Yanıtlamak için giriş yapın
Bu konuya yanıt verilmedi

#1 senay

senay

    Hiç gelmiyor desek yeridir

  • Üyeler
  • 78 Mesaj

Gönderim zamanı 01.01.2005 - 13:52


"DİN"İN TEMEL GERÇEKLERİ - Ahmed Hulûsi


RASÛLULLAH'I "OKU"MAK


--------------------------------------------------------------------------------


Kur’ân-ı Kerîmi “oku”mak çok çok önemli de…

Acaba bizi O’nunla yüzyüze getiren Allah Rasülünü “oku”mak daha mı geride?… Allah Rasulünü “oku”madan, acaba O’nun bize tebliğ ettiği “Kitab”ı ne kadar ve nasıl “oku”yabiliriz?

Genelde insanların, müslümanların, Rasulullahı “oku”mak, gibi bir sorunu yoktur!.

Anlayışı kıt o çoğunluğa göre…

Hz. Muhammed aleyhisselâm sanki Sirius yıldızında oturmakta olan tanrının, oradan tebliğ edilmek üzere emirlerini gönderdiği Dünya üzerinde seçilmiş postacısıdır!..

Tanrının aklına estiği gibi yolladığı fermanları, cebrail adlı aracı kurumdan(!) alıp, insanlara tebliğ ile görevli adli tebliğ bürosu memuru sanki!. Yukarıdaki ferman buyura; postacı tebliğ ede; biz kapıkulları da buyrukları tuta!. Tutmayanları da kraldan kralcı yukarkinin kulları döve, öldüre, katlede; “katli vacip” fermanı çıkara!. Yukarki adına, evlendirme, yargılama, katletme!. Kısacası, yukarıdaki Tanrının yeryüzündeki gölgesi ya da hoparlörü olan bir PEYGAMBER!.

Ve, VEHMİYLE PEYGAMBERE tâbi olan çoğunluk!.

Tâbi olacak ki, daha az azap çeksin gelecekte, cehennemden kurtulsun; zevk ve saadet içinde bir cennet yaşasın sonsuz dek!.

Sopa korkusu ve havuç beklentisiyle koşturanlar gibi…Bir yandan bu korku ve ümitle yap denilenleri yapmağa çalışırlar olabildiğince; bir yandan da Yukardaki görmez ya da takmaz diye olabildiğince yasakları delmeye ve bunun getirisi olan zevkleri yaşamaya çalışırlar…

Sorgulama, araştırma, tefekkür yoktur bunlarda!. Beyinlerinden geçmez hiç, “neden-nasıl-niçin” türünden kelimeler!. Böyle buyrulmuş böyle olacak! Yapmıyorsan cehennemliksin; yaparsan cennetliksin!!!...

Neden cehennem, nasıl cennet, türünden soruların bırakın cevaplarını; bu soruları bile akıllarına getirmemişlerdir!… Peygamber yukarkinden öyle almış ve hoparlör olarak bize iletmiş ya!. Gerisini koyver gitsin!.

Namaz kıl, demiş; günde beş defa yatıp kalkıyorum ya!... Bunu ne amaçla mı yapıyorum? Bu önemli değil; önemli olan benim yalnızca bu hareketleri yapıp, anlamını bilmediğim sözcükleri tekrar etmem!. Ben madem yukarkinin buyruğunu tutuyorum; O da beni cennete sokacak!… Senede bir ay aç kalıyorum ya buyruğu üzere; kâinatı Yaratan nasıl benim aç kalmamdan yarar sağlıyorsa, elbette karşılığında da bana cenneti verecek!… Ben PEYGAMBERİNİ dinleyip fermanını yerine getiriyorum da, O beni niye cennetine sokmasın?.. Hem ben bu kadar taşa-toprağa para harcayıp, DİN adına okullar-camiler yapıp, saraylar gibi süslüyorum O’nun evlerini de, o bana cennette niye bir köşk vermesin ki? Bu arada insanlar dinin ne olduğunu bilmiyormuş, sorularına cevap alamıyormuş; din anlayışı çağa hitabetmez hâle gelmiş; onlara parasız hiç bir din bilgisi ulaşmıyormuş, bana ne!. Tonlarla insan açlıktan ölecek hâle gelmiş, ne umurum; yarattığı gibi kendisi düşünsün! Milyonlarla insan umurumda değil; ben elli-yüz çocuğa bina yapıp onları okutuyorum ya!. Bunun için yüzmilyarlar harcıyorum ya!.

Elbette O da beni cennetine sokup 70 huri, 70 köşk verecek!…

Ve daha nice böylesine gökte TANRI ve hoparlörü-postacısı PEYGAMBER anlayışından kaynaklanan bakış açısıyla yapılan değerlendirmelerle oluşmuş müslümanlık anlayışı!. VEHMİN getirdiği, Peygambere tâbiiyet!. Anlayışı kıtların TANRI-Din ve PEYGAMBERİ sistemi; ve buna dayalı yaşam düzenleri…

Ve bir de AKLIYLA, “ALLAH RASULÜ”ne tâbi olanlar!…

Hz. Muhammed aleyhisselâmın ashabından bazıları kendisi “Ya Nebiyallah” derlerdi, bazıları da “Ya Rasulallah”!…

Kimse, ona “Ya peygamber” demedi!.. Kur’ân-ı Kerimde hiç “peygamber” kelimesi de geçmedi!…

“Nübüvvet” nedir, ne işlev görür, neden nebidir, nasıl nebi olunur, “nübüvvet” nasıl oluşur kişide, “nübüvvet” varlığını nereden alır; Niye Hz. Muhammed aleyhisselâma nebilik vasfı verilmiştir?

Niye Kur’ân-ı Kerimde, O Zât için, “peygamber” kelimesi kullaılmamıştır da; özellikle, beli tanımlamalara dönük olarak “nübüvvetin” işlevine işaretle, “nebi” ismiyle sözedilirken; başka tanımlamalar ve işlevler için “risâlet” kavramından ve “rasul” oluşundan söz edilerek bu iki kavram birbirinden ayrılmıştır!.

Risalet nedir, ne işlevi vardır, kişi ne yönüyle rasuldür, nasıl rasul olunur, “risalet” nasıl açığa çıkar kişide, “risalet” varlığını nereden alır; Ne yönüyle ve NASIL Hz. Muhammed aleyhisselam “Allah Rasulü” olmuştur?

Niye Meryem sûresi 54’te, Kitap veya sahife getirmediği halde, İsmail Aleyhisselamın hem nebi hem de RASUL oluşu ayrı ayrı vurgulanmaktadır; yanlızca kitap getirene rasul denir, diyorlarsa?

Bunlar farkedilmeden…..

Hz. Muhammed aleyhisselamın açıkladığı ve bize farkettirmeye çalıştığı “ALLAH” adıyla işaret edilen anlaşılmadan…

Allah adıyla işaret edilenin “VELΔ oluşunun, ne demek olduğu kavranmadan…

“Semâ” nın Kur’ânda pek çok yerde “gök” anlamından ziyade “BOYUT” anlamına olarak kullanılmakta olduğunu değerlendirmeden…

“NÂZİL” olmanın, gökten dünya üzerine değil; birimin hakikatından bilincine doğru olduğunu anlamadan…

“URÛÇ”un, bilinçten varlığın hakikatına doğru yapılan düşünsel bir yöneliş-yükseliş olduğunu hissetmeden…

Tüm bunları yaşamış ve sonucunda, ALLAH RASULÜ olarak tüm insanlara gereken bildirimi yapıp, ebedi saadete ermeleri için yol gösteren bir ZÂT’a, nasıl PEYGAMBER denilir, postacı ya da hoparlör olarak bakılır?

Aklınızı başınıza toplayın!…

Yalnız bir köşeye çekilip, SİSTEMLİ bir şekilde DÜŞÜNMEYE başlayın!.

Milyarlarca GALAKSİYİ içinde barındıran bu evreni, bir NOKTA’dan halkeden; ve indinde sayısız NOKTA’lar ve o NOKTA’ların her birinden sayısız evrenler yaratmış bulunan; ve dahi, her an bu işlevi devam eden “ALLAH” adıyla işaret edileni; nasıl olur da Sirius yıldızında oturan bir tanrı gibi düşünür ve onun yeryüzünde hoparlör-postacı arası bir PEYGAMBERİ olabileceğini kabul edersiniz?

Eğer hâlâ böyle düşünüyorsanız, kozanızda mutluluklar dilerim sizlere!.

Yok eğer; artık böyle düşünmem mümkün değil; diyebiliyorsanız…

O zaman “ALLAH RASULÜ ve NEBİSİ MUHAMMED MUSTAFA” isimli “OKU”nması gereken ve hâlâ “oku”nmamış olarak rafta bulunan “KİTAP”ı, bugüne kadarki tüm değer yargılarınızı bir yana bırakarak, yeniden elinize alınız!.. (Anlayışı kıtlara: sayfaları ve cildi olan kağıttan mâmûl bir kitabtan sözetmiyorum!.)

“ALLAH” adıyla işaret edilenin her an yaratmakta olduğu sayısız NOKTA’lardan, yalnızca bir nokta olarak varolan evrenimizdeki milyarlarca galaksiden birindeki yüzmilyarlarca yıldızdan birinin uydusu Dünya üzerinde, “HALİFE” olması amacıyla ve bu amacı gerçekleştirecek fıtratla Mekke’de açığa çıkmış Bilincin, yaşam safhalarını ve DÜŞÜNCE SİSTEMİNİ “oku”maya çalışarak işe başlayın…

“Hanif”lik genetik veri tabanına sahip; yıldızlardaki meleki gücü tanrı kabul etme anlayışını baltasıyla(?) yıkan ve ölü kuşu Allah kudretiyle dirilten şuurun genetik mirasını bünyesinde bulan; ve daha başından “halife”lik fıtratına hâiz olarak madde dünyasında yer alan Bilincin, içinde bulunduğu şartları, varlığı ve kendi hakikatını nasıl değerlendirebileceğini farketmeye, kavramaya çalışın!.

O eşsiz bilinç!…

O muhteşem hüviyet!…

O Hârikulâde devrimci kişilik!…

Sirius ya da BETA NOVA’daki TANRI’dan mı aldı PEYGAMBERLİÐİ?…

Yoksa…

“ALLAH” adıyla işaret edilenin “RASUL”Ü ve bunun yanısıra “NEBİ”si mi idi?

Gökteki tanrının fermanlarını ileten yeryüzündeki valisi-komutanı-postacısı-hoparlörü mü idi?

Yoksa…

İnsanlara, hakikatları olan “Allah” adıyla işaret edilenin, farkkettirilmesi ve gereğinin yaşatılması amacıyla, teklif edilen önerileri, kendi hakikatı olan Allah’tan gelen bir şekilde; bu boyuta elçilik-transfer ederek açığa çıkaran “RASUL”ü mü?

İnsanların sonsuz azaptan korunup, sonsuz saadete ermelerini sağlayacak dünyevi bakış açısını ve uygulama biçimlerini teklif eden Allah “NEBİ”si mi?

Ciddî olarak düşünün bir; Tanrının Hz. Muhammed adlı peygamberine mi inanıyorsunuz; “Allah” adıyla işaret edilenin “Rasul”ü ve “nebi”si olan Muhammed Mustafa aleyhisselama mı?

Eğer, ikincisine inanıyorsanız… Birincisine inanmaktan hangi farklı yönleri var bu düşüncenizin, lafzından-sözcüklerinden başka? Bunları ayırın bakalım bir yana?

Bu hususları öncelikle çok iyi anlayalım ki, ondan sonra «“ALLAH” adıyla işaret edilenin “RASÜL” ve “NEBİ”si olan MUHAMMED MUSTAFA» isimli “KİTAB”ı “oku”maya çalışalım!.

O Zâtın, hangi olayda, neyi nasıl değerlendirdiğini; olaylara bakış açısını; sorunların çözümünü “Allah”ta nasıl aradığını; sorunun çözümünün, olayları nereden nereye yöndirilerek çözülmek istendiğini; insanların yaşamı ve olayları nasıl değerlendirmesi gerekliliğinin neden “Allah” bakışın dayalı nasıl olması icabettiğini “oku”maya hazırlanalım.

Bu arada da…

Kesinlikle bilelim ki…

Dünya ve âhıret saâdetini istiyorsak, Allah adıyla işaret edilenin son “nebi”sine; “Hakikat”ımız olan “ALLAH” adıyla işaret edilene ermek istiyorsak “ALLAH RASULÜ”ne tâbi olmaktan başka şansımız ve çaremiz yoktur!.

Allah bu gerçeği farkettirsin, idrak ettirsin, gereğini kolaylaştırsın ve hazmını versin!.

* * *

"DİN"İN TEMEL GERÇEKLERİ - Ahmed Hulûsi


"SÜNNET"İN RUHU


--------------------------------------------------------------------------------


Rasûlullah’ı severiz; O’nun sünnetini de severiz… Ancak, O’nu ve sünnetini ne kadar ve ne derece doğru değerlendirebilmekteyiz, acaba bunu sorguladık mı hiç?..

Aksaçlı Bilge’m Ahmed Hulûsi’nin, bizi “Sünnetin Ruhu”na yönlendiren ve dahi “Rasûlullah’ın sünneti” konusunda asıl anlaşılması gerekenin de bu ruh olduğunu düşündüren birkaç sözünü, hatırımda kaldığı kadarıyla siz düşünen dostlarla paylaşmak istedim Gülşenimizde…

Halimizi, içinde bulduğumuz zamanın ötesinden ışıldayan bakışlarıyla, şöyle sorguluyordu, Aksaçlı Bilge…

“Düşünün bakalım!…

Hazreti Muhammed aleyhisselâm bundan 1400 küsur sene evvel, içinde bulunduğu toplumun yaşam biçimine, giyim-kuşamına, saçına-sakalına uygun mu yaşıyordu; yoksa, onların giyim-kuşamlarına karşı çıkıp, onlardan tamamiyle farklı bir şekilde mi giyiniyordu?

Biliyoruz ki, Hazreti Muhammed aleyhisselâm’ın geldiği toplum putperest bir topluluktu; ve o topluluktaki bireyler putlara tapınmaktaydılar. Hatta o devirde, Kâbe’nin içerisinde 360 ayrı put vardı ve o topluluk bu putlara tapınarak yaşamaktaydılar birer putperest olarak... 8-10 hanif hariç…

Hazreti Rasulullah aleyhisselâm da, içinde bulunduğu o putperest topluluğun giyindiği gibi sarık, cüppe, entari giyinip, onlar gibi sakal bırakmış, onlar gibi yiyip içmiştir…

Peki, Nübüvvetinden önce o topluluğun bireyleri gibi entari, sarık giyinmiş, kuşanmış da; Risaletin gelmesinden sonra kendi giyim-kuşamında bir değişiklik yapmış mıdır?... Yoksa aynen öncesindeki gibi içinde bulunduğu toplumun giyim kuşamına uygun şekilde mi giyimine devam etmiştir?…

Risaletinden sonra da giyim kuşamında bir değişiklik yapmayıp; önceden oldugu gibi, yaşamı boyunca içinde bulunduğu toplumun giyim kuşamına uygun hareket etmiştir…

O halde, Hazreti Muhammed aleyhisselâm bu konuda yeni bir giyim kuralı getirmemiş, bu konu önemli olmadıgı için putperestlerin sünnetini yerine getirmiştir… Yani, Hazreti Muhammed aleyhisselâm yaşadığı devirde, içinde bulunduğu putperest topluluğun giyim-kuşam sünnetine göre hareket etmiştir…

Eğer Hazreti Rasûlullah, o süreçte, yaşadığı toplumun giyim kuşamına uymayıp ta, onlara karşı çıkıp, mesela şort giyse idi, o zaman, o karşı çıkıp ta değiştirdiği tarz kendine ait bir sünnet olurdu! Oysa, putperest topluma bu konuda karşı çıkmayıp, onların benimsemiş olduğu kurallara uygun hareket etmiştir…

Demek ki bugün, 1400 sene öncesinin kılık-kıyafetine bağlı kalmak, Hazreti Muhammed aleyhisselâm’ın değil, O’nun karşı çıkmadığı putperestlerin sünnetini yerine getirmek olur… Rasûlullah’ın kendine özgü sünnetine uymak degil!

Bundan da çıkan sonuç şudur:

Kur’an-ı Kerim’in hükümlerine ters düşmeyen konularda, içinde bulunduğun toplumun sünnetine uygun hareket etmek, “sünnet”e uygun olan davranıştır. “Sünnetin RUHU”nu anlayabilir ve değerlendirebilir isen eğer…

Dahası, şunu da düşünün!…

“Rasûlullah”, yani “Allah Rasûlü” diyoruz. “Allah’tan aldığını irsal eden”…

“Allah Rasûlü’nün sünneti” ise ancak “Allah sünneti” olur!

Allah sünnetininin ne oldugunu açıklayan Kur’an’daki hüküm ise şudur:

“Ve len tecide lisünnetillahi tebdiylâ -Allah sünnetinde asla değişiklik olmaz” ayetidir…

İşte o “değişmeyen sünnet”, Rasûlullah’ın da gerçek sünnetidir....”

(www.ahmedbaki.com) GİZ’li Gülşen 106 - Ahmed Bâki

* * *





Benzer Konular Daralt

0 kullanıcı bu konuya bakıyor

0 üye, 0 ziyaretçi, 0 gizli