İçerik değiştir



- - - - -

" Din "in Temel Gerçekleri


  • Yanıtlamak için giriş yapın
Bu konuya yanıt verilmedi

#1 senay

senay

    Hiç gelmiyor desek yeridir

  • Üyeler
  • 78 Mesaj

Gönderim zamanı 01.01.2005 - 13:24


"DİN"İN TEMEL GERÇEKLERİ - Ahmed Hulûsi


ÇAÐDAŞ BAKIŞLA DİN


--------------------------------------------------------------------------------


Değerli Dost;

Bu yazıda bazı yeni bakış açılarıyla karşılaşacaksın. Dileğimiz odur ki, bunlar üzerinde önyargısız olarak düşünür, araştırır ve ondan sonra da çevrenle tartışarak gerçeği farkedersin. Sonrası ise elbette senin bileceğin iş!. Bize düşen yalnızca kararına saygı duymaktır.

Dostum; USA Stanford Üniversitesinden ünlü bilimadamı nörofizyolog Karl PRIBRAM ve ünlü fizikçi Einstein’in öğrencisi David BOHM’un yaptığı araştırmalara ve en son bilimsel tesbitlere göre; EVRENİN ASLI, KUANTSAL YAPIDAN OLUŞAN ve HOLOGRAFİK ÖZELLİK GÖSTEREN BİR TÜMELLİKTİR.

Aynı şekilde, BEYİN de titreşimlerden (dalgalardan) meydana gelen ve bir HOLOGRAF olarak çalışan kütledir.. “ÖLÜM, Holografik bir boyuttan, başka bir holografik boyuta geçmek suretiyle bilincin yaşamının devamıdır.”

Beyin, gıdalardan analiz yoluyla elde ettiği bioenerjiyi bir tür ışınsal enerjiye dönüştürerek, “RUH” adı verilmiş olan olan ışınsal bedeni üretir. Aynı anda, tüm zihinsel fonksiyonlarını da titreşimler (anlamlı dalgalar) halinde, hem üretmekte olduğu bu ışınsal bedene yükler, hem de dışarı yayar.

Her beyin kendi “RUH”unu ürettiği içindir ki, bedenden ayrılan bir “Ruh”un geri dönüp yeni bir bedene girmesi anlamına gelen “reenkarnasyon” görücü kesinlikle gerçek dışı aldatmacadır. (Reenkarnasyon orijini itibariyle Hindu inancıdır).

İslâm’ın kutsal kitabı KUR’ÂN, “ölüm”ü, “tadılacak bir olay” olarak tanımlarken; “ölümü tadan kimselerin dünyaya yeniden geri gelişini olanaksız” olarak vurgular Mü’minun suresi 99-100. ayetlerinde.

Şimdi tekrar Holografik Evren konusuna dönelim biraz daha... Atomaltı parçacıkların bulutumsu hareketlerinin Holografik özellik göterdiği deneylerle gösterilmiştir. BOHM’un tesbit ettiği ilginç bir durum da, ATOMALTI PARÇACIKLARIN BİRBİRİ İLE İLİŞKİLİ olduğudur. Bu ilişki, parçaların bütün tarafından organize edildiğini ortaya koymaktadır.

Yani, atomaltı parçalar bağımsız değildir; Gizli bir düzen tarafından organize edilmektedir. İşte bütün bu araştırma ve incelemeler sonucunda BOHM, “Evrenin dev bir hologram olduğu” sonucuna vardı.

Holografik yapının özelliğine göre, varlığın tümünde olan her özellik, varlığın her zerresinde tam olarak mevcuttur. Herşey birbirinin devamı olarak süreklilik arzetmektedir; herşey, bir diğer şeyin taşıdığı tüm üzellikleri bünyesinde barındırmaktadır ve aynı diğer “şey”dir. Varlık, bildiğimiz “evren” kavramı ötesinde, Bölünmez, parçalanmaz, parçaların bütünü olarak meydana gelmemiş TEK bir yapıdır!.

BOHM’un, KUANTUM açıklamasında yeni boyut dediği ve “KUANTUM POTANSİYELİ” diye adlandırdığı bu görüşe göre;

-Atomaltı parçacıklarda sabit bir yer sözkonusu olmadığından, uzayda heryer eşittir.. Bu özelliğe mekânsızlık diyoruz. Bütün atomaltı parçacıklar birbiri ile ilişkili ve iletişimlidir.

-Holografik özelliğinden dolayı da küçük bir parçanın tümdeki bilgiyi taşıması, bilginin de mekân kavramı sözkonusu olmaksızın tümde eşit olarak dağıldığını göstermektedir.

Bütün bunların sonucunda ortaya çıkan gerçek, evrende mekânı olan herhangi bir yerdeki bir TANRININ varlığından sözedilemiyeceğidir.

Öte yandan İslâm’ın kutsal kitabı Kur’ân’a göre de, “TANRI YOKTUR, SADECE ALLAH VARDIR”.

Bu “ALLAH”, “AHAD”dır!. Yani, öyle bir TEK ki, varlığı yanısıra ikinci bir varlıktan sözedilemiyeceği gibi; O’nun parçaların birleşmesiyle oluşan bir tümel yapı olduğundan da sözedilemez; yani Panteist görüş bu yüzden “ALLAH” ismiyle işaret edilen anlamı vermez!.

Algılamaya GÖRE var kabuledilen her ŞEY, O’nun varlığıyla vardır; ne var ki, O, şeylerin toplamı değildir!. Gerçekte SADECE “O” VARDIR; evrendeki çokluk kavramını oluşturan şeyler, algılayanın algılama özelliğinden kaynaklanan bir sanı ve hayâldir!.

Holografik bir tümellik olan anayapı, bizim “Evren” değimiz halde algılanmak için, dilediği algılayıcıların dilediği kapasitelerinde göresel farklılıklar meydana getirmek suretiyle, “çokluk” görüntüsü oluşturmaktadır. Gerçekte, sadece “ALLAH” vardır ve O’nun yanısıra hiç bir şey yoktur!.

-Holografik Kuantsal yapıya göre, her şey bilinçli ve hatta canlıdır!. (Esasen bilimsellikte canlı-cansız kavramları artık bir değer ifade etmemektedir.)

Tümel yapıda, çok çeşitli titreşimlerin oluşturduğu çok farklı bilinçli birimler ve katmanlar mevcuttur. Biz insanlık, mevcut olan sayısız boyutlardaki sayısız katmanlardan yalnızca birini oluşturuyoruz.

Evrende yaşam, sayısız boyutlarda, çeşitli katmanlardan bir diğerine dönüşmeler ve boyut değiştirmeler şeklinde sürekli devam eder.. İnsan adıyla işaret edilen bilinçli varlık da, çeşitli dönüşümlerle farklı boyutlarda yaşamına sonsuz bir biçimde devam eder.

Son Rasûl Hz. Muhammed aleyhisselâm bu evrensel gerçeği kendi Hakikat’ı olan “ALLAH”tan aldığı ilimle, sistemi “OKUMAK” suretiyle, 1400 yıl önce açıklamış; insanların tanrıya tapınmamalarını, “ALLAH”ın TEK’liğini; insanların biyolojik beden boyutundan “RUH” beden boyutuna (bir tür ışınsal boyut) geçiş yaparak yaşamlarına devam edeceklerini belirtmiştir.

Bunun yanısıra insanların geçecekleri bu yeni boyuta ancak dünyada iken hazırlanabilecekleri gerçeğine dayalı bir biçimde bir takım çalışmalar yapmaları zorunluluğunu da açıklamış ve bu konudaki önerileri bildirmiştir.

Rasûl bu konuda Allah ADINA uyarılarını yapmış ve görevini tamamlamıştır. Artık O’ndan sonra hiç kimse Allah ADINA konuşma ve yargılama yetkisine sahip değildir. Herkes ilmi kadar Allah ve İslâm “HAKKINDA” konucabilir; fakat “ADINA” asla!.

Nebilerin önerileri, yaşamı ölüm ötesinde devam edecek olan insanadır, devlete değil!. Ölüm ötesinde devlet yoktur, insan vardır!. “İnsan kendisini ölümötesi yaşamın şartlarına hazırlasın” diye DİN gelmiştir.

Devlet rejiminin dinle alâkası yoktur; Dinin muhatabı devlet değil, ferd’dir. Ferdin muhatabı da, dini ünvan veya etiketli kişiler, kuruluşlar, teşkilatlar, topluluklar değil, bizatihi, dini kendisine tebliğ eden Rasûl Hz. Muhammed Mustafa aleyhisselâmdır.

İslâm dini’nde Kur’âna göre “zorlama yoktur”!..

Kişiye, ölüm ötesinde kendisine yarar sağlayacak öneriler yapılmıştır; isteyen bunları gönül hoşluğuyla değerlendirir, isteyen de aldırmaz; sonuçlarına ölüm ötesi yaşamda da kendisi katlanır!.. Zorlama, iki yüzlülük ve münafıklığı oluşturur ki, bu da İslâm’da yerilmiştir.

İslâm’daki öneriler bir “paket” değildir!.

Yani, “Ya hepsini yaparsın, ya da hiçbirini yapma!.” anlayışı, tümüyle İslâm dışı bir anlayış ve anlatıştır. Herkes bu önerilerden gücünün yettiği kadarını yerine getirir, bu kazancıdır; yapamadıkları ise eksiği..

Din’de, para karşılığı yapılan her çalışma geçersizdir!. Para ödenmediği takdirde yapılmayacak olan bütün fiiller, para için yapılıyordur ki, bunlar asla ibadet sayılmaz.

İslâm Dini’nde, din adamları sınıfı yoktur!. Kişi ile, bildirimi yapan Rasûl arasına, hangi dinsel hüviyet ve etiketi taşırsa taşısın, kimse giremez!. Kimse, Rasûl dışında bir şahsa tabi olmakla mükellef değildir. İslâm dini, hiç bir ferd veya kuruluşun kaydında veya tekelinde değildir. Herkes kendi Dinini orijinal kaynaklarından aslına uygun şekilde öğrenmek, bildiklerini elinden geldiğince uygulamak durumundadır. Yanlış bilgilenen kişi, bunun sorumluluğunu yüklenir ve bu, asla mazeret olmaz!.

İbadet adı altında, Rasûl tarafından bize ulaştırılan her çalışma, tümüyle bilimsel gerçeklere dayanır. Kesinlikle, yukarıdaki, ötemizdeki bir tanrının gönlünü hoş etme amacına dönük değildir. Evreni yoktan var kılan Allah’ın, insanların hiç bir çalışmasına ihtiyacı yoktur. Aldığın gıdalar, nasıl bedenin bir ihtiyacını karşılama amacına dönükse; ibadet adı verilen çalışmalar da, senin ölüm ötesi yaşamının ihtiyaçları ile ilgilidir. Beyin gücünün, bir tür ışınsal yapı olan bedenine, yani, ruhuna yükleyeceği bilgi ve enerji ile ilgilidir.

Yapılan tüm ibadetler, fiziksel ve zihinsel yanlı yararlar olmak üzere ikiye ayrılır. Fiziksel yanın yararları, zihinsel çalışmaları güçlendirerek, beyin kapasitesini artırır ve dolayısıyla ruhu kuvvetlendirir.

Zikir denilen kelime tekrarları, holografik esasa göre varlığında mevcut olan evrensel özellikleri -Allah isimlerinin manâlarını- beyin kapasitesini artırmak suretiyle sana farkettirir. Beyin kapasitesini ve enerjisini artırır. Mesela; Allah’ın irade sıfatının adı olan “Mürîd” isminin belli bir sayıda tekrarı, kişinin irade kuvvetini artırır. “Kuddüs” isminin, “Mürîd” ismi ile birlikte tekrarı; kişinin her türlü kötü alışkanlıklardan arınması sonucunu doğurur. Sert mizaçlı, insanları kıran, taşkın, kontrol problemleri olan sinirli kişiler, “Halîm” ismini tekrarlamaları sonucu, kısa zamanda hoşgörülü hale gelirler.

Bunlar hep, beynin bu frekanslarda, beyin hücrelerini programlamasıyla gerçekleşir. Bu olay, bilimsel olarak yeni ispatlanmış ve Scientific American adlı ünlü Amerikan bilim dergisinin 1993 Aralık sayısında “John Morgan” imzasıyla yayınlanmıştır.

Beyinde kapasite genişledikçe, kişi, açığa çıkan özelliklerinin hakikatı olan ALLAH’ı daha iyi farkedip tanımağa başlar.

Allah, ötede bir tanrı değil, evren ve içindeki her şeyi kendi varlığıyla, ilmiyle, ilminde, “yok” iken “var” kılan, yüce varlığın adıdır. Holografik esasa göre, her zerrede tümüyle, -Tasavvufa göre, zatıyla, sıfatıyla, isimleriyle- mevcuttur.

Biz, bu yolda yapacağımız çalışmalarla ne ölçüde beyin kapasitemizi geliştirirsek, o kadar, Allah’ı varlığımızda bulur, O’na erer, O’nu farkederiz.

Evrende sayısız dalga boyları katmanlarında, sayısız bilinç türleri vardır. Dünyamızda, bu alt katmanda yaşayan canlı türlerinin bir kısmına da Din’de “cin” adı verilmiştir.

Bunlar, kendilerini, iletişim kurdukları insanlara, geçmişte yaşamış insanların veya evliyaların ruhları, ya da uzaylılar olarak tanıtıp, onları aldatmaktadırlar.

Bunların en büyük hilesi de İslâm dışı, Hind kabulü olan reenkarnasyonu kendilerine tabi olanlara kabullendirmeleridir. Bütün amaçları insanların ölüm ötesi, ışınsal yaşam boyutuna güçsüz, “ruh” denilen, bir tür ışınsal bedenlerle geçmelerini sağlamaktır ki, böylelikle onları o boyutta da esir alabilsinler. Bunun için de cinler, Kur’ân öğretisinden uzaklaştırıcı bilgilerle insanları şartlandırırlar...

Büyücülük ve cincilik, tümüyle İslâm dışı bir olgudur!.. Kur’ân bunu reddeder.

İslâm Dininde ilk ana prensip Rasûl tarafından şöyle konulmuştur:

“Sevdiriniz, nefret ettirmeyiniz; Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız!”..

İslâm Dininin en büyük düşmanları, Dinden görünüp, şartları alabildiğince zorlaştırarak, insanları İslâm’dan, Allah ve Rasûlünden uzaklaştıranladır. Bunlar, ölüm ötesinde, Rasûl’ün değil yüzüne bakmak, yanına yaklaşamayacaklardır.

Tamamiyle bilimsel gerçekler üzerine bina olunmuş İslâm, geldiği zamandaki şartlar nedeni ile pek çok konuda “mecâz”, benzetme yollu sembollerle anlatılmak zorunda kalındığı için, günümüzde, mantıksal bir temele oturtulamamakta ve bu yüzden de inkâra gidilmektedir. Oysa konu, ön yargısız ve bilimsel bir bakışla irdelenirse, görülecektir ki, İslâm, bırakınız çağımızı, daha bir kaç asır sonrasının bilimine dahi ışık tutacak gerçekleri ihtiva etmektedir.

Ne var ki, olayın yüzeyinde kalan bazı insanlar, ön yargılı biçimde, bilimsel ya da düşünsel boyuttaki gerçekleri tartışmak yerine, Peygamberin bedensel, o devrin şartlarına, örf ve adetlerine uygun düşen yaşam biçimi ile ilgilenerek, kısacık ömürlerini dedikodularla israf etmektedirler.

Bizim için önemli olan; dikkatle ve gerçekçi bir biçimde olayları değerlendirmektir..

Kur’an nazil olmadan önce, o toplulukta bir erkek, çok sayıda kadını mal gibi (!) alıp satarken, bunları çocuklarına miras bırakırken, Kur’anın erkekleri, azamî dört eş ile sınırlaması ne kadar büyük bir devrimdir, acaba farkında mıyız?.

Yirmi beş yaşında iken, 40 yaşında dul bir kadın ile evlenen; yirmi beş sene yalnızca onunla beraber olan; 50 yaşında iken yalnızca 65 yaşındaki bu hanımla yetinen bir Zat’ın, kadına düşkünlüğünü hangi normal akıl sahibi öne sürebilir?.

Hz. Muhammed’in Varlığın özü, aslı, hakikatı “Allah”ı bildiren “Rasûl” oluşunu değerlendiremiyorsak; hiç olmazsa, ölüm ötesi sonsuz yaşam saadetine vesile olma göreviyle gelen “Rasûl” oluşunun yüceliğini farkedelim de, işin dedikodusunu bir yana bırakalım.

Farkedelim ki, O yüce Zat, ne dünya saltanatı sürmek, ne din devleti kurmak, sosyal, ya da iktisadî düzen getirmek; kısacası, insanların dünya saltanatı sürmelerini sağlamak için gönderilmemiştir!.

İnsanların ırkı, dili, rengi ne olursa olsun, O’nun için hiç önemli değildir. O’nun için önemli olan tek şey, insanların bilgisizlik yüzünden ölüm ötesi yaşam gerçeğini farkedememeleri ve o yaşama hazırlanamayarak, bu gafletten büyük zarar görecek olmalarıdır.

Evet dostum...

Çağdaş insan, ilme açık, yeniye açık, ön yargısız dinleyen ve okuyan, fikirleri tartışmaktan kaçınmayan, her şeyi mantıksal bütünlük içinde irdeleyen insandır..

İslâm Dini de, orijinali itibariyle, özellikle çağdaş aydın insana hitabedecek özelliklere sahiptir. Öyle ise, siz de İslâm Dinini, çağdaş aydın ve düşünürlerin maddi kazanç kaygısından uzak olarak hazırlanmış eserlerinden araştırarak değerlendiriniz.

Bu yazıda, en son bilimsel bilimsel veriler eşliğinde Kur’an ve Rasûl görüşlerine dayalı Din öğretisine dayanan bazı verileri fevkalâde özet bir şekilde ulaştırmaya çalıştık. Aslında bu konuları, bütün detayları ile ve akla gelebilecek tüm soruları cevaplayabilecek bir tarzda kaleme almış olduğumuz kitaplarımızda, derinlemesine araştırabilirsiniz.

Dünyaya ikinci bir geliş şansımız olmadığına göre, bu yaşamı çok iyi değerlendirmek zorundayız!..

Dileriz ki, yarının bazı gerçekleri karşısında, bu gün yaşadıklarımızdan ve yaptıklarımız veya yapamadıklarımızdan pişmanlık duymayalım.

Allah, yaşamın gerçeklerini bize farkettirsin, idrak ettirsin.

Allah kolaylaştırsın...

* * *

"DİN"İN TEMEL GERÇEKLERİ - Ahmed Hulûsi


FARKIN FARKINDA MISINIZ?
"ALLAH" BİR TANRI DEÐİLDİR


--------------------------------------------------------------------------------


İslam dinini bildiren Hazreti Muhammed kudsal kitap Kur'an-ı Kerim ile "TANRI" kavramını reddeder; "tanrı" nın varolmayıp "sadece ALLAH'ın mevcud" olduğunu vurgular!. Bu gerçeğin farkında mıyız?

Bu bölümde, Kur'an-ı Kerim'in bildirdiği "ALLAH" kavramının bütün inançlardaki "TANRI" kavramından niçin son derece farklı olduğunu açık seçik göreceksiniz…

* * *

En ilkelinden gelişmişine kadar, hemen herkesin, düşüncesinde bir "TANRI" kavramı vardır… O'na kızar, O'nu sever, O'nu yargılar, Zaman zaman yaptığı yanlış (!) işleri yüzünden O'nu itham eder; adeta O'nu yukarıda bir yıldızda ya da galaksinin herhangi bir yerinde boşlukta oturmakta olan tonton bir dede, ya da celalli bir sultan gibi hayal ederiz!..

Biraz daha geniş düşünenler ise, bu hayalimizde var kabul ettiğimiz "TANRI"nın gerçekte varolmasının mümkün olmadığını belirterek; "biz tanrıya inanmıyoruz" derler ve bu yüzden de "ateist-tanrı tanımaz" olarak adlandırılırlar…

Oysa gerçekte, ne tanrı tanımazların (ateistlerin), ne de duyduklarına göre hiç düşünmeden şatlanma yollu bir tanrı var sananların; Hz. Muhammed'in açıkladığı "ALLAH"tan haberleri yoktur!

Bu yüzdende "Tanrı" ile "ALLAH" kavramlarını aynı zannedip hatta sanki iyi bir iş yapıyor sanısı ile "ALLAH" yerine dillerine "TANRI" kavramını dolarlar… Aslında yaptıkları doğrudur; zira onlar gerçekten "ALLAH"tan ve "ALLAH" kavramından sözetmeyip, hayallerinde varsaydıkları "TANRILARINDAN" bahsetmektedirler…

Şunu kesinlikle bilelim ki…

Resulullah Muhammed Mustafa aleyhisselam ve Kur'an-ı Kerim şu çok önemli gerçeği vurgulamaktadır;

ÖTEDE ya da ÖTENDE bir TANRI yoktur; SADECE "ALLAH" vardır!..

"ALLAH"ı hakkıyla idraka çalışmadılar…(22-74)

Ayeti bizim bu konudaki ihmalimize işaret eder…

Biline ki…

Dilimizdeki "TANRI", "İLAH", "MABUD" kelimeleri ile bunların İngilizce'deki karşılığı olan "GOD", Fransızca'da karşılığı olan "DİYÖ", Almanca'da karşılığı olan "GOT" kelimeleri hep "TAPINILACAK bir varlık" kavramını ifade eden kelimelerdir…

Yani, insanlar, bu kelimeler ile ÖTEDEKİ bir mabuda, ilaha, tanrıya işaret ederler!..

"ALLAH" kelimesi ise ÖZEL olarak bir varlığın ismidir!..Ki biz,O varlığa işaret etmek ve O varlığı tanıtmak için, ya çeşitli vasıflarıyla tarif ederiz; ya da bu vasıflarını çeşitli isimlerle işaret ederiz…Ancak, bütün bu isimler, hep, O varlığın, sadece ve sadece çeşitli vasıflarına işaret eder; ve o vasfı yönünden O'nu tarif eder…

Mesela, bu fakire "HULUSİ" derler…Bu isim, O'nun özel ismidir…Herhangi bir lisana bu ismi çeviremezsiniz…İngilizce de olsa, Fransızca da olsa hep gene "HULUSİ" denmek zorunluluğu vardır…

İşte bunun gibi, "ALLAH" isminin de, ÖZEL bir varlığın ÖZEL ismi olması nedeniyle, başka bir kelimeye çevrilmesi, veya başka bir kelimeyle anılması mümkün değildir…

Esasen, yukarıda belirttiğimiz gibi, diğer kelimeler "tanrısallık kavramına" işaret ederken; "ALLAH" kelimesi ise tamamiyle ÖZEL bir VARLIÐA işaret eden ÖZEL bir isimdir…

Bu sebebledir ki, tanrısallık ifade eden hiç bir kelime, asla "ALLAH" kelimesinin yerini tutamaz!..

"ALLAH" yerine "TANRI" kelimesini kullananlar, bunu ya cahillikten, bilgisizlikten kullanmaktadırlar; ya da kavranış yani idrak yetersizliğinden konuyu değerlendirmedikleri için yapmaktadırlar…

İşte, böyle özel bir ismi olan ve "CÜZ" kavramından dahi münezzeh bulunan varlığa kişi "ALLAH" dediği zaman, bu kavram yanısıra bir de "CÜZ" tasavvur ederse; ya da bir "CÜZ" kabul ederse, bu hangi isim ve kavram altında olursa olsun, o kişi "ALLAH"a şirk koşmuş olur; yani "ALLAH" gerçeğini örtmüş ve bir "TANRI" kabullenmiş olur!..

Ki bu durumda da şu ayetle uyarılır:

— ALLAH YANISIRA TANRI OLUŞTURMA!..

Sonra aşağılanmış ve kendi başına bırakılmış olursun… (17-22)

İşte bu konuda ikinci bir uyarı daha:

— "ALLAH" YANISIRA TANRI EDİNME!. (28-88)

Yani varolan gerçek mutlak varlık "ALLAH" iken; sen "ALLAH" kavramından gaflete düşüp, "ALLAH" ismiyle işaret edilen varlığı ötende bir TANRI sanıp; böylece bir TANRI edinmiş durumuna düşme!..

Ötede, ya da ötende bir tanrı kabul etmek suretiyle, farkında olmadan "ALLAH" kavramı ve anlamı dışına çıkarak "tanrı" kavramı içine girersin…

Böylece de Kur'an-ı Kerim'in açıklamış olduğu "vahdet" idrakından kendini mahrum etmiş olursun…

Ve böylece de "nefsine en büyük zulmü yapmış olursun"

Hazreti Muhammed aleyhisselam, "ALLAH RESULU" olduğunu, almış olduğu vahiy sonucu olarak açıklayıp, artık insanların tanrıya tapmaması için elinden gelen gayreti göstermeye başladı…

"TANRI YOKTUR, SADECE ALLAH VARDIR" mesajıyla insanlara gerçeği anlatmaya başlayan Hazreti Muhmmed'in vurguladığı bu gerçek, KELİME'İ TEVHİD şeklinde formüle edilmişti…

İslam Dininin temelini, "LA İLAHE İLLALLAH" sözünün manası oluşturur.

"La İlahe İllallah" ne demektir?

Bu söz basit olarak ele alınırsa;

"TANRI yoktur sadece ALLAH vardır" anlamında değerlendirilir…

Eğer kelimelerin anlamı üzerinde durursak…

"La İlahe"; " La" yoktur; "İlahe", TANRI demektir, yani tapınılacak tanrı yoktur, demektir.

Şimdi burada şu noktaya dikkat edelim…

Kelime-i Tevhid, "La ilahe" ile başlıyor… Ve başlangıçta, kesin bir hüküm vurgulanıyor. "Yoktur tapınalacak varlık!";"la ilahe"!..

Akabinde, bir açıklama geliyor… "İlla" "sadece", "ALLAH" vardır!..

"İLLA ALLAH" yani "sadece ALLAH"!..

Birinci mana olarak, bu cümleden açığa çıkan gerçek şudur…

"Tapınalacak TANRI yoktur"… Evet, burada, kesin olarak, tapınılacak bir öte tanrı olmadığını vurguladıktan sonra, "İLLA ALLAH" diyor…

"İLLA", yukarıda açıklamaya çalıştığımız üzere, "ancak" manasına anlaşılabileceği gibi, buradaki kullanım şeklinde görüldüğü üzere "SADECE" anlamında dahi kullanılır…

Evet, "İLLA", "ALLAH" kelimesiyle birarada kullanıldığı zaman kesinlikle "SADECE" anlamında algılamak zorundadır; zira "ALLAH"tan gayrı vücud sahibi yoktur ki, "ALLAH" ona kıyaslansın veya o şeyle benzer kefeye konarak ona nisbetle tarif edilsin!.. Bu hususu da geniş şekilde Hz. "MUHAMMED NEYİ OKUDU" isimli kitabımızda açıkladık.

İşte bu sebebten dolayıdır ki, "İLLA" kelimesi "ALLAH" ismiyle yanyana kullanıldığı zaman bunu daima "SADECE" kelimesiyle tercüme etmek zorundayız…

Nitekim bu mana İngilizceye tercüme edilirken:

"There is no god BUT ALLAH"

şeklinde değil;

"There is no god ONLY ALLAH"

şeklinde tercüme edilmelidir…

Ki böylece, İslam Dini'nin getirmiş olduğu VAHDET-TEKLİK inanç veya düşünce sistemi farkedilebilsin.

Evet, sadece "ALLAH" vardır ki, "O ALLAH, tapılacak bir tanrı değildir", anlamı mevcuttur bu açıklamada…Çünkü başta, kesin olarak "LA İLAHE" yani "tapılacak TANRI yoktur"; hükmü veriliyor!..

Öyle ise "ALLAH", İnsanın dışında, ötesinde; ve hatta bu vargördüğümüz varlıkların dışında ve ötesinde tapınılacak bir TANRI değildir!..

"ALLAH"ın "AHAD" olşunu şayed iyice idrak edersek, görürüz ki -basiretle-, bir ALLAH, bir de, yanısıra kainat gibi, iki ayrı yapı mevcut değildir!

Yani bir "ALLAH" var, bir de alemler mevcut, değil!..

Başka bir deyişle, bir içinde yaşadığımız alemler, kainat mevcut; bir de bunların ötesinde, bunlardan ayrı, bunların dışında bir "TANRI mevcut" anlayışı, tümüyle batıldır!..

Hazreti MUHAMMED'İN açıkladığı "ALLAH" bir TANRI değildir !..

Hazreti MUHAMMED'in açıkladığı "ALLAH", AHAD'dır!..

Hazreti MUHAMMED'in açıkladığı "ALLAH", sonsuz manalara sahip olup, her an bunları seyir halindedir!..

İSLAM'ın "Tevhid" inancı, yani, Hazreti Muhammed'in açıkladığı inanç sistemi, TAPILACAK TANRI OLMADIÐI; ALLAH'ın AHAD olduğu ve dolayısıyla bir TANRI'nın mevcut olmadığı; insanların, bütün yaşamları boyunca kendilerinden meydana gelecek fiillerin neticelerine katlanacağı esasına dayanır!..

Nitekim Kur'an-ı Kerim'in çeşitli ayetlerinde hep, insanın bilfiil kendi çalışmalarının, yaptıklarının karşılığını alacağı şöyle vurgulanır:

"İnsan için kendi çalışmalarının karşılığı dışında hiç birşey yoktur!.." (53-39)

"Yaptıklarınızdan başka bir şeyden dolayı karşılık göremezsiniz." (37-39)

"Yaptıklarınızın karşılığına (neticesine) ereceksiniz." (36-54)

"Herkes için yaptıklarına göre dereceler vardır. Bu da kendilerine haksızlık edilmeyerek, çalışmalarının karşılığını almaları içindir." (46-19)

"Siz çok büyük ızdırap verecek azabı tadacaksınız; ancak bu, yaptıklarınızın neticesi olarak başınıza gelecektir!.." (37-39)

Yukarıdaki ayetlerde de görüldüğü üzere, insan dünyada yaptığı çalışmalarının karşılığını göreceğine göre, acil olarak ilk yapması gereken şey ölümötesi yaşamın ne olduğunu araştırmak ve "ALLAH"ın ne olduğunu idrak etmektir…

Hazreti Muhammed aleyhisselama "ALLAH nedir" diye soranlara cevab, "ALLAH" tarafından bizzat veriliyor Kur'an-ı Kerim'de, "İHLAS" Suresinde:

"De ki, O ALLAH AHAD'dır;

ALLAH SAMED'dir;

LEM YELİD ve LEM YULED'dir;

ve LEM YEKUN LEHU KÜFUVEN AHAD'dır!.."

"Hz. MUHAMMED'İN açıkladığı ALLAH"ın ne olduğunu açıklayan bu surede öncelikle, kelimelerin geniş manası üzerinde duralım… Ve sonra da bu manaların getirmekte olduğu sonuçlar üzerinde düşünmeye başlayalım…

"ALLAH AHAD"dır…Yani, sınırsız, sonsuz, cüzlere ve zerrelere bölünmesi sözkonusu olmayan TEK'dir…

Şimdi bu tanımlamayı iyi düşünelim!..

Cüzlere, zerrelere bölünüp parçalanması mümkün olmayan "AHAD", ya sonlu sınırlı bir tektir, ki bu takdirde evrenin herhangi bir yerinde oturmaktadır (!); ya da sonsuz, sınırsız cüzlere ayrılmaz TEK'tir ki, bu takdirde de ancak ve sadece, tekrar ediyorum ancak ve sadece "KENDİSİ" mevcuttur!..

"AHAD" olan "ALLAH"ın dışında herhangi bir varlığın mevcudiyetini ileri sürmek önce akıl ve mantığa, sonra da iz'an ve insafa sığmaz!..

Düşünelim…

Şayed "ALLAH"tan ayrı, "ALLAH"ın dışında bir varlık var ise… Bu varlık ile "ALLAH" arasındaki sınır nerededir?.. Bu sınırı nerede çizeceksiniz?..

Ya varlık, mevcud, sınırsız sonsuz TEK'tir, ikinci bir varlık yoktur!..

Ya da sınırlı sonlu, evrenin içinde bir yerde, veya evrenin dışında MEKANI OLAN bir TANRI mevcuttur (!)..?

Burada idrak edilmesi en önemli olan şey "SINIRSIZLIK-SONSUZLUK" kavramıdır…

Şimdi bu "sınırsızlık-sonsuzluk" kavramını en - boy - derinlik olarak değil, boyutsal olarak kavramaya çalışalım…

GERÇEKTE, mevcud olan TEK, bölünmez, parçalanmaz, sınırsız-sonsuz olan TEK'tir!.. AHAD'dır!.. Eşi, misli, benzeri, mikro ya da makro planda kendisinin dışında hiç birşey olmayan "ALLAH AHAD"dır!..

Ancak biz, mevcut algılama araçlarımıza bağımlı olarak, o TEK yapıyı, çok parçalardan oluşmuş bir bütün gibi değerlendirme yanılgısı içindeyiz!.. Çünki, beynimiz kesitsel algılama araçlarına göre hüküm vermekte!..

Oysa beyin, kesitsel algılama araçlarının yani beş duyusunun son derece sınırlı değerlendirme kapasitesi ile kayıtlı kalmasa… Bu sınırlar içinde algıladığı verileri, sadece, evrendeki sayısız varlıklardan birer kesit veya birer örnek kabul etse…

Sonra derin bir tefekkür ile, algılayabildiği örneklerden; daha nelerin mevcut olabileceğini tespit edebilse… Ve sonra, onların yapısal derinliklerine doğru, boyutsal bir seyahat yaparak, evrensel ÖZ ile karşılaşsa… Ve nihayet kendi "ben"liğinin dahi o evrensel "ÖZ" içinde "yok" oluşunu farkedebilse…

İşte bu işin çok önemli bir yanı…

* * *

Konunun ikinci önemli yanı da şurası…

Hazreti MUHAMMED'in açıkladığı "ALLAH", "AHAD" yani sınırsız-sonsuz, zerrelere ayrılmaz olduğuna ve bu durum her yöne ve her BOYUTA şamil bulunduğuna göre; bu takdirde O'nun varlığı yanısıra, varolabilecek ikinci bir varlık, nerede, hangi BOYUTTA veya hangi başlangıç noktasında O'nun varlığına bir sınır çizerek, kendine yer açabilecektir?!..

"AHAD ALLAH" dışında var kabul edilecek ikinci bir varlığın, TANRI'nın yeri neresidir?..

"ALLAH"ın içinde mi, yoksa dışında mı?!..

"ALLAH", sonsuz-sınırsızdır, dedik…

"ALLAH"ın sınırsız-sonsuz oluşu dolayısıyla bir MERKEZİ olması da muhaldir!..

Bir şeyin merkezi olması için, onun sınırları olması, bu sınırların köşelerinin kesiştiği noktanında merkez kabul edilmesi gerekir…

Halbuki, "ALLAH"ın sınırı yoktur…

Sınırı olmayan şeyin, merkezi de olmaz!.. Merkezi olmayan şeyin özü, içi ve dışı da olmaz!..

Bizim beş duyusal yaşamımıza ve beş duyudan ileri gelen madde kabulümüze göre, bir nesnenin içi ve dışı vardır; özü vardır kabuğu vardır!.. Oysa, merkezi olmayan şeyin özü ve kabuğundan, içi ve dışından sözedilemez!..

Nitekim bu mana Kur'an-ı Kerim'de bir ayette şöyle vurgulanmaktadır:

"HU ve'l evvelü vel ahirü ve zahiru vel batın"

"O, evvel, ahir, zahir, batın'dır"

Yani, Zahir, Batın, Evvel ve Ahir diye bildiğin hep "O"dur!.. Bunlar, gerçekte TEK bir şeydir!.. Yani, zahir ve batın diye iki ayrı şey yoktur!.

"Evvel, Ahir, Zahir, Batın" kelimeleri ile işaret ettiğin şey hep "O"dur!..

Sen, "O"na, ister "Zahir" de, ister de, "Batın" de, ister "Ahir" de, ister "Evvel" de; dediğin, işaret ettiğin, tarif ettiğin hep "O"dur!..

Zira, "zahir-batın" ayırımı senin beş duyundan doğmaktadır!.. Beş duyu ile algılayabildiğine "zahir" diyorsun, algılayamadığına "batın"!..

Oysa altı, yedi, oniki duyu ile algılama durumundan olsaydın, senin için zahirler de değişecekti, batınlar da!.. Ve sen, bugün zahir dediğine batın, batın dediğine zahir demek durumunda olacaktın.

"ALLAH" ise sınırsız-sonsuz TEK olması hasebiyle, "ZAHİR" VE "BATIN" kavramlarından beridir, münezzehtir!..

Evet, merkezi, içi-dışı, zahiri-batını, başı-sonu olmayan; bu gibi anlamlardan ve oluşlardan beri olan varlığın, bir yerde son bulup; o noktadan sonra, ikinci bir ayrı varlığın başlamasından sözedebilir misiniz?..

Elbette hayır!..

İşte, bu yüzden farkederiz ki, düşünebilen, hayal edebilen her noktada, tüm özellikleriyle; ve "ZAT"ıyla ve dolayısıyla tüm özellikleriyle ancak ve ancak, sadece ve sadece KENDİSİ yani, "AHAD" olan "ALLAH" mevcuttur!..

"O"nun dışında, ikinci bir varlığın vücudundan sözeden ise, tümüyle derin düşünce yetersizliğinden doğan yanılgı içerisindedir!.. Ki bu durumun dindeki adı da "ŞİRK"tir!..

"ALLAH", "AHAD" olduğuna göre… Kendi varlığı yanısıra ikinci bir varlıktan sözedilemez!..

Ve gene, "O"nun zerrelere ayrılması şeklinde zaman boyutuna girmesi de sözkonusu değildir…

"ALLAH SAMED'dir"…

"SAMED" kelimesinin anlamında derinlemesine bir araştrma yaparsak, şu manalar ile karşılaşırız bilebildiğimiz kadarıyla:

"Hiç boşluğu olmayan, eksiksiz, gediksiz, deliksiz, nüfuz edilemiyen… Bir şey girmez, bir şey çıkmaz!.. Som…" Hani som altın deriz ya; işte öyle… Yani bir diğer ifade ile "sırf"!..

Görüldüğü gibi bütün bu manalar esas itibariyle "AHAD" isminin manasını bütünleyen, ışıklayan, açıklamalar şeklindedir.

Öyle ise "ALLAH DOÐURMAMIŞTIR" uyarısı hangi manalarda anlaşılacaktır?

İlk anlıyacağınız mana şudur:

"ALLAH" kendisinden ikinci bir varlık meydana getirmemiştir!..

Ya da başka bir ifade şekliyle; "ALLAH"ın varlığından meydana gelmiş ikinci bir varlık mevcut değildir!..

Çünki O, cüzlere, zerrelere bölünmesi parçalanması mümkün olmayan TEK'tir, yani "AHAD"tır!..

1- Sınırsız sonsuzdur ki, bu yüzden ikinci bir varlığı kendi içinde veya dışında meydana getirmesi sözkonusu olamaz.

2- "AHAD" oluşu dolayısıyla cüzlere, zerrelere ayrılmaz ki, O'ndan meydana gelen ikinci bir parça olsun!..

İşte bu yüzden, "ALLAH"tan meydana gelmiş, O'nun doğurduğu, O'nun özellikleri ile de olsa, ikinci bir varlığın mevcudiyetinden asla sözedilemez!

Netice…

"ALLAH" ne başka bir varlık tarafından doğurulmuş yani meydana gelmiştir; ne de O'nun doğurduğu, yani O'nun varlığından meydana gelmiş ikinci bir varlık mevcuttur!..

Bu arada açıklamadığımız bir husus daha var…

Onu da görelim…

Şimdi de "LEM YULED"i anlayalım…

"Doğmamıştır" dendiğine göre burada bize şu idrak ettirilmek isteniyor demektir.

"ALLAH, başka bir varlıktan meydana gelmemiştir!.."

"ALLAH"ın başka bir varlık tarafından meydana getirilmesi nasıl düşünülebilir ki?.. Zira O, "AHAD"dır!..

Yani, sınırsız-sonsuz, cüzlere bölünme kabul etmez TEK'tir!..

"ALLAH"ı, meydana getirecek bir varlık düşünebilmek için, "ALLAH"ın ister yönsel, ister BOYUTSAL bir SINIRI olması gerekir ki; o sınırın ötesinde O'nu meydana getirecek ikinci bir varlık olsun!!!.. Ve sonra da o ikinci varlık kendisinden "ALLAH"ı meydana getirsin!!!..

"ALLAH", "AHAD"dır!..

"AHAD" olan "ALLAH" ise, sınırsız-sonsuz, zerrelere bölünmezdir…

Bu sebeble de, kendisinin bir noktada bitip, o noktadan sonra ikinci bir varlığın başlamasından sözedilemez!..

Bu yüzden de "ALLAH"ı meydana getiren, DOÐURAN, ikinci bir varlıktan bahsedilemez, böyle bir şey düşünülemez!..

İşte, "LEM YULED" uyarısının bize anlatmak istediği, anlayışımız kadarıyla budur…

* * *

Geldik bu tarif metnindeki son uyarıya…

"LEM YEKUN LEHU KÜFÜVEN AHAD"

"O'nun dengi, misli, mikro ya da makro benzeri mevcut değildir, AHAD'tır."

Burada şu ayeti de hatırlayalım:

"…LEYSE KEMİSLİHİ ŞEY'A…" (42-11)

"İster mikro, ister makro planda O'nun misli olabilecek hiç bir şey mevcut değildir."

Bu arada, konuya vukufu olmayanların düşecekleri bir hatayı önleme amacıyla, şu hususu da belirtmeden geçmeyelim…

Kur'an-ı Kerim'de çeşitli yerlerde "İlahımız", "İlahınız" gibi ifadeler geçmekte; ancak akabindede "İLAH"ın, "ALLAH" olduğu vurgulanmaktadır…

Peki bu duruma göre, "ALLAH"ın, bir "İlah" yani "tanrı" olduğu ileri sürülemez mi?

Sürülemez!..

Bu gibi tanımlamalar, "İlah"a yani "tanrı"ya tapanlara yapılan açıklamalardır.

Yani onlara denilmektedir ki;

"Sizin, İLAH sandığınız, TANRI dediğiniz şey mevcut değildir; gerçekte var olan SADECE "ALLAH"tır!.. Sizin ve bizim "İlah"ımız hep aynı ve tektir…Ve dahi, O da "ALLAH"tır.."

Evet, bu açıklamalardan gaye, o kişilerin belirli bir "tanrı" varsayımından kurtulup, "ALLAH"ı idrak etmeye çalışmalarıdır…

Şimdi, elimizi vicdanımıza koyarak düşünelim…

Varlığına iman ettiğimiz, ya da inanmadığımız, ancak her iki halde de "ALLAH" adını verdiğimiz TANRI ile; burada tarif edilen Hazreti MUHAMMED'in açıkladığı "ALLAH" aynı mıdır?..

Hazreti MUHAMMED'in açıkladığı "ALLAH" için "TANRI" kelimesi kullanılabilir mi, ya da "TANRILIK" mefhumu kabul edilebilir mi?..Düşünülebilir mi?!..

Yani, gerçekte, dün - bugün - yarın varolan ve sonsuza dek varolmakta devam edecek olan, "BAKİ" "VECH"tir.

"VECH"in perdesi olan yegane şey ise, o şeye ait olan "İSİM"dir…Ki o isim, sonradan "VECH"in bir manası üzerine konmuş bir perdedir… Perdedin ardındaki varlık ve onu meydana getiren manalar ise "ALLAH" isimlerinden varlıklarını alırlar…

Sonuç olarak şunu kesinlikle bilelim ki…

Kur'an-ı Kerim'de ve Hz. Muhammed'in açıkladığı "ALLAH" kavramında ötede ya da ötende, yani senin dışında bir tanrı kavramından sözedilmeyip; sadece kendisi var olan sonsuz-SINIRSIZ "TEK" farkettirilmeye çalışılmaktadır…

* * *





Benzer Konular Daralt

  Konu Forum Konuyu Açan İstatistikler Son Mesaj Bilgisi

0 kullanıcı bu konuya bakıyor

0 üye, 0 ziyaretçi, 0 gizli