İçerik değiştir



- - - - -

Ulusal Bilinç, Ulusal Dil / Adnan Binyazar


  • Yanıtlamak için giriş yapın
bu konuya 1 yanıt verildi

#1 babuna

babuna

    Burası ona huzur verir

  • Üyeler
  • 341 Mesaj

Gönderim zamanı 14.03.2007 - 12:45


K ültürel kurumlaşmalar dilsel birikimlerle olur. Avrupa'da aydınlanma, toplumların öz dillerine yönelmeleriyle kendini göstermiştir. Türk dilinin gelişim tarihi içinde, Kaşgarlı Mahmut, Arapça'nın yoğun etkisini görüp, onun karşısına dilimizin zengin söz varlığıyla çıktığında dünya daha 11. yüzyılını yaşamaktadır. Bu, Türklerde dilsel bilincin çok erken ortaya çıktığını gösterir. Nitekim, belli bir kesim Osmanlıca düşünüp Osmanlıca yazarken, halk öz dilini korumuş; Yunus gibi, Dede Korkut gibi, Pir Sultan Abdal gibi ozanlar yetiştirmiştir. Türk kültürünün yeniden doğuşu olan cumhuriyetle Atatürk, halkın yaratıcı kaynaklarına yönelmiştir.

Dilin gelişmesi, kültürel gelişmenin göstergesidir. Dilini ve kültürünü geliştirememiş toplumların, gelişmiş ülkelerin tüketici kültür yükünü nasıl bir ağırlıkla omuzlarında taşıdığı, her gün televizyonlarda, gazetelerde, günlük yaşamda yalnızca hoş yüzünü gösteriyor. Son yıllarda Türkiye'de satış yerlerinin yabancı adlarla donanması, bu özentili kültür tüketiciliğinin karşısında korumasız kaldığımızın somut kanıtıdır. Üretici olmayan toplumlar da ne yazık ki buna katlanıyorlar. Teknik alanda olsun, düşünce üretiminde olsun, o aracı yapan ya da bir düşünceyi geliştiren, doğal olarak onun adını da koyacaktır. Dil devrimi, bir toplumun yaratıcılığını ortadan kaldırmaya yönelik baskılara başkaldırmadır. Devrim, katlanmaya, eylemsizliğe karşıdır. Atatürk'e göre, halk, yeniliklerin yaratıcısı olmalı, bu yaratıcı gücüyle çağdaş dünyada yerini bulmalıydı. Bu bağlamda Atatürk, dilsel gelişimi, ulusal bilinç kazanmanın kaynağı saymıştır. Diliyle kişiliğini bulmamış toplumların sığıntı duygusu içinde kimlik bunalımlarına girdikleri biliniyor. Atatürk'ün her alandaki bağımsızlık, özgürlük, uygarlık kavramlarıyla anlatmak istediği, toplumların başka kültürlerle iletişim içinde kendi öz kültürlerini geliştirmesi, toplumların karşılıklı olarak böyle bir duyguyu yaşamamasıdır. Toplumlara düşünme, duyumsama, yaratma özgürlüğü kazandıracak olan dil devrimi, onun için önemlidir.

Dil yalnızca anlaşmanın, iletişim kurmanın aracı değil, yaratıcı düşüncenin, duyumsamanın da aracıdır.

Çağımızda dilsel alanların salt iletişimle daraltılması, yani dil içinde dilsel kopukluk, insanlar arasında var olması gereken düşünme, duyumsama, yaratma bütünlüğünü bozuyor. İnsanı yalnızlığa iten bu kopukluk toplumsal dayanışmayı, duygusal yakınlıkları da yok ediyor. Karşı cinsler arasında bile söz konusu olan bu kopukluk, alkolizmi, uyuşturucu bağımlılığını gün gün arttırıyor. ''Tükenmez'' dediğimiz insan tükeniyor.

Türk Dil Kurumu
Atatürk'ün kültür devriminin amacı, kimliğinden uzaklaşmış bir toplumu yeniden var etmek, birey olarak yüzyıllarca ezik yaşamış insanımıza güven vermektir. Onun için ''Kurtuluş'' tan hemen sonra, toplumda ulusal bilinci yaratacak kültürel alanlara el atılmıştır. Öğretimin Birleştirilmesi (1924) eğitimi laikleştirmiş, laik eğitim, düşünceyi belli kalıplardan kurtararak kişiyi inancında özgür kılmıştır. Yazı Devrimi (1928) ile okuma-yazma yaygınlaştırılmış, insanımıza çağdaş dünyanın kapılarını aralamıştır. Hemen ardından tarihimizin ve dilimizin araştırılmasını öngören kurumlar, Türk Tarih (1931) ve Türk Dil Kurumları (1932) kurulmuştur.

İnsancılık (hümanizma), Avrupa'ya ''ulus'' olma bilincini getirdi. İnsanı ve insanca olan bütün değerleri öne çıkaran bu düşünce akımının etkisiyle papalığın dinsel gücü zayıflamış, uluslar ulusallıklarını kavramaya koyulmuşlardır. Toplum yaşamına laik düşünce egemen olmuştur. Türk Tarih Kurumu özellikle Anadolu tarihine yönelerek, tarihimizi Orta Asya ile sınırlayan önyargılı değerlendirmeleri ortadan kaldırmaya yönelik çalışmalar yapmıştır. Toplum, toprakların varlığıdır.

O topraklarda yaşayan bütün halklar kültür imecesi içinde olmuşlardır. Tarihin aynı zamanda kazıbilim (arkeoloji) olduğu, her kalıntının tarihe ışık tutacağı, ancak yapılan bilimsel araştırmalardan sonra anlaşılmıştır. Yabancıların yürüttüğü bu işlere zamanla üniversitelerimizin yetiştirdiği bilim adamları da katılmıştır. Tarih, dilsel ve kültürel varlıkların kaynağıdır. Ancak bunlara sahip olan toplumlar ulusal kimlik kazanabilirlerdi. Atatürk, bu amaçla bir tarihçi gibi davranmıştır.

Ulusların kültürel birikimleri halk yaratılarında aranmalıdır. ''Kalabalık gibi zekisi dünyaya gelmemiştir'' diyen Yaşar Kemal' in kullandığı zeki sözcüğünden, halkın yaratıcı gücü anlaşılmalıdır. Halkın yaratıcılığı da en çok dilinden bellidir. Dili, zekâları bilgiyle ışıtıp donatmanın aracı sayan Leibniz (1656-1717) Latince'nin egemenliğine karşın İncil'i ulusal Alman diline çeviren Luther' in başarısını söz konusu ederken onun, halkın ağzına bakarak konuştuğunu belirtmiştir. Gerçekten Luther kasaplarla, bahçıvanlarla konuşmuş, Almanca'nın geniş anlatım olanaklarını onların dilinde bulmuştur. Montaigne' in bir zerzavatçı gibi anlatmaya özenmesini de halkın yarattığı dil birikimine bağlamak gerekir.

Atatürk'ün nerdeyse bütün kurultaylarına, özel toplantılarında bile çalışmalarına katıldığı Türk Dil Kurumu öncelikle halk ağzından derlemelere yönelmiştir. Başta öğretmenler olmak üzere, her kesimden halk, Kaşgarlı Mahmut gibi, köy köy, oba oba dolaşarak öz dilini, halkın ağzında dolaşan sözcükleri, değişik adlandırmaları, deyimleri ve atasözlerini toplamıştır.

Yazmaya Çukurova kadınlarının ağıtlarını yakarak başlayan Yaşar Kemal için Abidin Dino, ''Kurtarmak gerekti Çukurova ve Toros doğasının, insanının söz serüvenini'' diyor. Türk Dil Kurumu'nun yayımladığı, o güne değin ''Cumhuriyet tarihinin en büyük çalışması'' olarak nitelenen 13 ciltlik Derleme Sözlüğü , Anadolu insanının söz serüveninin ürünüdür. Kurum yalnızca bununla da yetinmemiş, yüzyıllardır kullanılan Arapça, Farsça sözcüklerin karşılığı olan Türkçe sözcüklerin yer aldığı 8 ciltlik Tarama Sözlüğü' nü de yayımlamıştır.

Türkçe bugün yalnızca kurumların değil, tek tek kişilerin de hazırladığı kapsamlı sözlüklere sahiptir. Öz Türkçe Sözlük (Ali Püskülloğlu) ise, her baskıda, yeni üretilen sözcüklerle oylum kazanıyor. Osmanlıca, Türkçe'ye iyice yerleşmiş sözcüklerin dışında nerdeyse ortadan kalktı. Bunlara koşut olarak, Türkçe'de bilim, felsefe, özellikle çeviri dili büyük gelişme göstermiştir. Şiir ve roman dili en karmaşık duyguları içe işleyici bir biçimde yansıtacak anlatımlara ermiştir.

Atatürk'ün dediği kesinleşmiş, dilimiz bilinçle işlenince bağımsızlığını da kazanmıştır. Kimilerinin bilgiçlik taslamak hevesiyle söyledikleri, Türkçe'nin özellikle Batı kavramlarını yeterince karşılamadığı önyargısı geçerliğini çoktan yitirdi. Bu bağlamda dilimiz anlatım yönünden de tam bağımsızlığına kavuşmuştur.

Devrime ihanet
Bu olumlu gelişmelere karşın, cumhuriyet tarihi içinde en çok dil devrimi saldırıya uğradı. Yeniliğe ayak uyduramayanlar, her fırsatta öz Türkçe'ye karşı çıktılar. Eski bir atasözümüz şöyledir: Ağaç ucuna yel değer, güzel kişiye söz gelir. Atatürk'ün aydınlanma devrimine çok söz gelmiştir. Söz bir yana, Türk Dil ve Tarih Kurumlarını kapatarak, yaptıklarıyla devrim tarihini utandıranlar bile olmuştur. Resmi daireye dönüştürülen şimdiki Türk Dil Kurumu, eskileri yenilemeyi bile başaramıyor.

Çatısının altında hiçbir çağdaş yazarın yer almaması ne acıdır! Ancak, başarının büyüklüğü şuradan anlaşılıyor ki, ellerine fırsat geçtiğinde öz Türkçe'yi yasaklayanlar, bugün halka o dille sesleniyorlar.

Atatürk'ün Türkiye'nin geleceğini güvendiği gençler ise, Türkçe'yi analarının ak sütü gibi konuşuyorlar.

#2 KaKTüS

KaKTüS

    Fethiye'li...

  • Dokunulmazlar
  • 6.837 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:İstanbul
  • İlgi Alanları:okumak&yazmak

Gönderim zamanı 14.04.2007 - 09:19

çok güzel bir yazı babuna...emeğine sağlık, teşekkürler...
geldin.buldun...Gönderilen Resim...sevdim.güldüm...





Benzer Konular Daralt

0 kullanıcı bu konuya bakıyor

0 üye, 0 ziyaretçi, 0 gizli