İçerik değiştir



- - - - -

Divan Şiiri Terimleri


  • Yanıtlamak için giriş yapın
bu konuya 13 yanıt verildi

#1 KaKTüS

KaKTüS

    Fethiye'li...

  • Dokunulmazlar
  • 6.837 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:İstanbul
  • İlgi Alanları:okumak&yazmak

Gönderim zamanı 26.02.2007 - 03:24


tamamen paylaşım ve genel kültürü geliştirme amaçlı açtığım bu konuda, her gün sizlerle bir terim paylaşacak ve şiir ağırlıklı divan edebiyatının en ince mefhumlarını aktarmaya çalışacağım...bir çoğunuzun da bu konuda, hafızasında kalanlar muhakkak vardır..umarım her gün takip eder, zaman ayırıp okursunuz...zira, yazacaklarımın ilginizi çekeceği kanaatindeyim..

hepimizin lise sıralarında müfredatta olduğu için, ucundan kıyısından bilgiler edindiğimiz, bir çok arkadaşımızın da dersin sonunu iple çektiği bir alandır klasik edebiyat...ben bu mefhumlara geçmeden önce, affınıza sığınarak, bu edebi dönem hakkında bazı genel bilgiler vermek isterim; muhayyilemin elverdiğince...

edebiyatsız millet, dilsiz insana benzer.Türk milletinin altı asır boyunca bedii zevkini oluşturan divan edebiyatı, İslam medeniyetinin etkisi altında gelişmiş; zamanla harikulade örnekler vermiş ve sonunda yerini yavaş yavaş batı edebiyatları etkisinde bir edebiyata bırakmıştır..her edebiyatın olduğu gibi, divan edebiyatının da kendine özgü bir düşünce, zevk ve hayal dünyası vardır...şiir ağırlıklı bir edebiyat olduğu için, şiirler üzerinde yoğunlaşarak, divan edebiyatı hakkındaki "anlamsız", "zor", "şekilci" eleştirilerine de farklı bir yön getirmeye çalışacağım...en azından merak ve ilgi oranını birazcık yükseltebilirsek, günümüz şiir anlayışının hangi evrelerden geçtiğini daha iyi kavrayabiliriz...

efendim, bu paylaşımımızın içeriği ne olacak..üstadlar der ki, "edebiyatın hayat başarısındaki önemine binaen, meraklısınca mutlaka bilinmesi gereken her türlü bilgi sunulmalıdır"..böylece, divan şiiri ile ilgili tabiat, tabiat olayları, coğrafya, yerleşim bölgeleri, iklim kuşakları, insanlar ve özellikleri, kozmik alem, felek, tıp, astronomi, yıldız ilmi, burçlar, müneccimlik, falcılık, remil, eski batıl ilimler, israiliyat, musiki deyim ve terimleri, makamlar, eski sanat dalları, hattatlık,müzehhiblik, mücellitlik, eski hayat sistemi, günlük olaylar, adetler, gelenekler, oyunlar, eğlence hayatı, savaş, savaş aletleri, savaş terim ve deyimleri, bezm ve rezm sistemi,efsanevi ve tarihi kişiler, tasavvuf ve tasavvufi inanış sistemi,bunlara ait deyim ve terimler, tarikatlar, özellikleri, efsaneler, kıssalar, yunan mitolojisi, dini terimler ve alışkanlıklar, ayetler ve hadisler, fıkıh, tefsir, dini ilimler, İslam dini ve dini hayat...vs. gibi terimlerin yanı sıra, klasik şiirin özünü oluşturan beşeri veya ilahi anlamdaki platonik aşk, aşık, maşuk, içki alemleri, sevgili güzelliği ve ünlü aşk hikaye kahramanları da bu başlık altında çeşitli maddelerde yer alacaktır...

son olarak eklemek isterim ki, edebiyat boş iş değildir..edebiyatın tarih ile, coğrafya ile, felsefe ve din ile kopmaz bağları vardır...kendi bilgilerimin yanısıra kullanacağım kaynaklar, İskender Pala ve ekibinin çalışmaları, Cevdet Kudret'in makaleleri ve senelerdir yaptığım ödevlerdir... *zong

geldin.buldun...Gönderilen Resim...sevdim.güldüm...

#2 KaKTüS

KaKTüS

    Fethiye'li...

  • Dokunulmazlar
  • 6.837 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:İstanbul
  • İlgi Alanları:okumak&yazmak

Gönderim zamanı 26.02.2007 - 03:40

BEZM- İ ELEST

elest bezmi..Allah, ruhlar alemini yarattığı zaman, bütün ruhlara hitaben, "Elestü bi-Rabbiküm (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?)" buyurunca ruhlar "Kalü : Bela (Evet, sen bizim Rabbimizsin dediler)." işte o zaman ikrar vermiş olan insanoğlu,dünya hayatına geldiği zaman bu verdiği söze sadık kalmalıdır...çünkü Allah, sözünden dönen olmasın diye, ruhları birbirine şahit tutmuştur...bu olay Kur'an'da da anlatılır...( Araf/ 171-172). bu meclis "bezm-i ezel" olarak da bilinir...tasavvufta ve islam edebiyatlarında, en eski zaman, en eski meclis olarak değişik biçimlerde çokça kullanılmıştır...şairler sevgililerine Elest bezminde aşık olduklarını, aşklarının o zamandan bu yana devam ettiğini söylerler...kelime yalnızca "elest" olarak da anılır..çok zaman telmih yoluyla şiirlerde kullanılır...


*Senin keyfiyyet-i halin meger hamr-ı riyadandır
Beni ser-mest eden zahid mey-i Bezm-i Elest ancak (Aşki)

Bu mesaj kaktüs tarafından düzenlendi. Düzenleme zamanı: 26.02.2007 - 03:41

geldin.buldun...Gönderilen Resim...sevdim.güldüm...

#3 KaKTüS

KaKTüS

    Fethiye'li...

  • Dokunulmazlar
  • 6.837 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:İstanbul
  • İlgi Alanları:okumak&yazmak

Gönderim zamanı 01.03.2007 - 04:03

CAN

can. ruh, hayat, gönül...insan ve hayvanda yaşamayı sağlayan madde dışı unsur..Bektaşilik'te mürid ve derviş bu adla anılır..eskiden yeniçeriler ile levendler arasında "arkadaş" anlamında kullanılırdı..kelimenin Arapça okunuşu ile "cin, cinler" anlamı ortaya çıkar.

Divan edebiyatında 'can' aşığın elindeki tek nakittir..onunla sevgilisinin aşkını satın almak ister..sevgilisinin aşıktan yüz çevirmesi, canın bedeni terketmesi gibidir..sevgilinin dudağı 'can-bahş'(can bağışlayan) bir özellik taşır..tabii bu dudaktan ortaya çıkan sözler de aynı niteliğe bürünür..aşık, canını ortaya koyar, canıyla oynar ve onu kurban eder..aşığın binlerce canı olsa, yine de sevgili uğruna hepsini fedaya hazırdır.."can" kelimesi çok tamlama ve deyimler kurarak çeşitli yönlerden ele alınır.."can u ten", "çeşme-i can(dudak)", "ayine-i can(yanak), "can almak", "can vermek", "cansız koymak", "can oynamak" vs. bunlardandır..aşığın canı için de, "hayran", "bitab", "tatlı", "zar u nizar", "harab", "gizli", "biçare", "sergerdan" vs. sıfatlar kullanılır...

can, Hz. İsa'nın ölüleri diriltme mucizesi dolayısıyla da çok zaman onunla birlikte anılır ve sevgiliye İsa(Mesih) diye hitab olunur...Divan şairleri bir çok yönlerden "can"ı konu edinmişlerdir.."can" ile 'cana' ve 'canan' kelimeleri üzerinde oyun yapmak da gelenek olmuştur...


*Afet-i can dediler gamze-i celladın için
Nahl-i gül söylediler kamet-i şimşadın için (Nedim)

*Leb-i can-bahşı ile mürdeler ihya etsin
Nic'olur mucize-i hazret-i İsa göresin (Baki)

Bu mesaj kaktüs tarafından düzenlendi. Düzenleme zamanı: 01.03.2007 - 04:05

geldin.buldun...Gönderilen Resim...sevdim.güldüm...

#4 KaKTüS

KaKTüS

    Fethiye'li...

  • Dokunulmazlar
  • 6.837 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:İstanbul
  • İlgi Alanları:okumak&yazmak

Gönderim zamanı 01.03.2007 - 04:36

FİR'AVN

"azamet ve ceberüt sahibi olmak" anlamına geliyorsa da, eski Mısır kavimlerinden Amalika hükümdarlarına lakap olarak verilmiştir..bir çok firavnlar olmasına rağmen, içlerinden en meşhuru Hz. Musa zamanında yaşamış olanıdır...Kur'an-ı Kerim'de Hz.Musa ve kavmine zulmeden bu Mısır kralının hikayesi, Yusuf Suresinde anlatılır..buna göre, Hz. Musa'nın imana davetini reddeden Firavn, tanrılık iddiasında bulunur ve kavmini de buna inandırır..Hz. Musa'nın gösterdiği mucizelere de inanmaz..kendisine inananları onun zulmünden kurtarmak için Mısır'dan ayrılan Musa'yı takip ederken, Kızıldeniz'de boğularak ölür..

son anda iman ettiğine dair rivayetler varsa da, kendisi ve kavminin cehenneme gidecekleri görüşü daha kuvvetlidir..'Haman' adlı bir veziri olduğu bilinir..Firavn, Haman'a yeryüzünün en yüksek kulesini yaptırmasını emredip, o kuleye çıkarak Musa'nın Tanrısına erişeceğini söyledi..kule inşa edildi ancak Firavn buna imkan bulamadı...

başka bir rivayette de, Firavn, iki adet büyük kuşu , kanatlarından bir sepete bağladı..sepetin içine kendisi binip, kuşların üstüne et parçası astı..ete yetişmek isteyen kuşlar uçunca Firavn yükseldi ve taa yükseklerde Tanrıyı vurmak için göğe ok attı..Allah onun emeğini boşa çıkarmadı ve oku bir balığa isabet etti..balığa o günden sonra bıçak haram oldu..onun için balık bıçakla kesilerek öldürülmezmiş..tefsirlerde onun hakkında, israiliyyatan olmak üzere daha birçok rivayetler mevcuttur..

edebiyatta daha çok, Hz. Musa ile olan ilişkisi yüzünden yer edinmiştir. zalimliği, kahrolması, boğulması yönleriyle, rakibe benzetilip bedduada bulunulur..sevgilinin acımasızlığı ve aşıka karşı zalimce davranışları nedeniyle sitem içinde anılır..


*Târmâr olsa n'ola cumhûr-ı Fir'avn-ı adû
Görünür Musâ asâsı gibi çün ejder livâ (Yahyâ Bey)

geldin.buldun...Gönderilen Resim...sevdim.güldüm...

#5 LaPiN

LaPiN

    Boş vakti boldur

  • Üyeler
  • 762 Mesaj
  • Konum:istanbul
  • İlgi Alanları:gezmek tozmak eğlenmek rakı balık çengelköy istiklal nevizade beşiktaş müzik sinema zaman zaman sessizlik..

Gönderim zamanı 03.03.2007 - 05:05

Namık Kemal gibi türk edebiyatının temel taşlarından oaln yazarların da kısa ve açıklayıcı biyografilerinin paylaşılmasını düşünüyorum..

#6 KaKTüS

KaKTüS

    Fethiye'li...

  • Dokunulmazlar
  • 6.837 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:İstanbul
  • İlgi Alanları:okumak&yazmak

Gönderim zamanı 03.03.2007 - 05:39

FERHÂD U ŞÎRÎN

İran edebiyatı mesnevi konuları arasında önemli yer tutan bir hikaye...Hüsrev ü Şirin olarak da bilinen hikaye, Divan edebiyatında da mesnevi konusu olarak işlenmiştir.Halk edebiyatında daha çok Ferhat ile Şirin adıyla anılan hikayenin konusu özet olarak şöyledir :

Erkek çocuk bırakmadan ölen Ermen hükümdarının yerine Mehin Bânû adlı kızı geçer..Mehin Banu'nun Şirin adlı bir kız kardeşi vardır..Mehin Banu, Şirin için bir köşk yaptırır..Bihzât adlı bir ressam bu köşkü güzel resimlerle süslemektedir..Bihzat'ın Ferhad adlı bir oğlu vardır...Ferhad, babasıyla çalışırken , mehin Banu ona aşık olur..oysa Ferhad da Şirin'e tutulmuştur..arada bir Ferhad ile Şirin gizlice buluşurlar...Şirin, bir gün aşkını ispat için, Ferhad'dan şehrin dışındaki bir pınarın köşke bağlanmasını ister..ancak arada Bisütun adlı bir dağ vardır..bazı varyantlarda pınar, yerini mandıraya bırakır...Şirin de mandıradan sarayına taze süt akıtılmasını ister...Ferhad, saray bekçiliğine tayin edilmek şartıyla, bu görevi kabul eder..mimar-mühendis olan Ferhad, büyük külüngüyle dağı delmeye başlar...Mehin Banu, Ferhad'ı, Şirin'i sevdiği için hapse attırsa da; bir süre sonra gördüğü bir rüya üzerine serbest bıraktırır..karamsarlığa kapılan Ferhad ise dağda bir mağara açıp,oraya Şirin'in resimlerini çizer ve yalnız yaşamaya başlar..bu arada Hüsrev'in babası olan Hürmüz, Şirin'i Ferhad'a almak için Mehin Banu ile savaşır..Hürmüz'ün oğlu Hüsrev ise Şirin'e aşık olur ve hastalanıp yatağa düşer..nihayet Ferhad dağı delmeye devam eder...tam dağı deleceği sırada, Hüsrev'in dadısı, Ferhad'ın yanına gelip, ona; "oğlum sen burada uğraşıyorsun ama Şirin öldü" der...Ferhad, bir ahh çekip olanca gücüyle,koca külüngü başına indirir ve ölür..Şirin bunu haber alınca sevgilisinin ölüsü başında ağlar ve belindeki hançer ile canına kıyar...Hüsrev'in dadısı ise dağdan inen bir aslan tarafından parçalanır..

adaivan edebiyatındaki mesnevilerde, Hüsrev'in "şebdîz", Şirin'in de "gülgûn" adlı birer atları vardır..konu değişik şekillerde pek çok kez işlenmiştir..ilk Hüsrev ü Şirin mesnevisi Genceli Nizami tarafından ele alınmıştır...

"şirin" kelimesinin tatlılıkla ilgili kavramlarından faydalanılarak daha çok"dehan"(ağız) kelimesiyle birlikte kullanımı yaygındır..Ferhad ile Hüsrev arasındaki rekabet, Ferhad'ın ızdıraplar içinde ölüşü ve Mecnun gibi gerçek bir aşığı temsil etmesi vs. olaylar söz konusu edilir...



*Oldu dil bir büt-i Şîrîn-dehenin Ferhâd'ı
Ana lâlâ geçinir Hüsrev ü Şîrîn dadı (Bâkî)


*Aşk-ı Ferhad ile Mecnûn'u n'ola yad eylesem^
Kim biri şeyhim azîzîm biri üstâdım benim (Hayâlî)

geldin.buldun...Gönderilen Resim...sevdim.güldüm...

#7 BAKIMSIZ DEVE

BAKIMSIZ DEVE

    Boş vakti boldur

  • Üyeler
  • 489 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay

Gönderim zamanı 04.03.2007 - 18:37

emeğine sağlık kaktüs...

#8 KaKTüS

KaKTüS

    Fethiye'li...

  • Dokunulmazlar
  • 6.837 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:İstanbul
  • İlgi Alanları:okumak&yazmak

Gönderim zamanı 07.05.2007 - 21:12

HIZR

Âb-ı Hayat'ı içip, ölmezliğe kavuşan kişi.. Peygamber veya velî olduğu hususunda güçlü rivayetler vardır. Halk inanışında büyük bir yer edinmiş olup, Kur'an-ı Kerim' de Musa Peygamber ile olan macerası anlatılır. ( Kehf / 59-81 ). Onun, darda kalanların imdadına yetişmesi inancı hayli yaygın olup; "Kul bunalmayınca Hızır yetişmez.", "Hızır gibi yetişmek" vs. kalıplaşmış sözlerde hala yaşar..Hızır'ın, İlyas Peygambere verilmiş bir lakap olduğunu söyleyenler de vardır.

Kelime olarak, "yeşillik, yeşerme, tazelik" gibi anlamları olan Hızır, onun gezdiği yerlerin yeşerdiği inancını doğurmuştur. Onun Nuh, Musa veya İskender zamanlarında yaşadığı hususunda rivayetler varsa da, ölmezliğe kavuşmasının İskender zamanında gerçekleştiği görüşü yaygındır. Denilir ki, Nuh Peygamber, onun ömrü için duada bulunmuş. Hızır'ın sağ elinin baş parmak kemiği yokmuş. Bu nedenle musafaha yapanlar, karşısındaki kişide bu kemiğin olup olmadığını yoklarmış. Zira Hızır ile karşılaşırlarsa, o eli bırakmayacak ve ona her istediklerini yaptırabileceklerdir..

Efsaneye göre, Hızır, arkadaşı İlyas'la birlikte, İskender-i Zülkarneyn'in maiyetinde bulunmuş ve ona kılavuzluk ederek ZULUMAT ülkesinde Âb-ı Hayat'ı aramaya çıkmışlar. Uzun maceralardan sonra Hızır ile İlyas bir pınar kenarında oturmuşlar ve yanlarında bulunan pişmiş balıkları yerken, Hızır'ın elinden bir damla su balığa sıçramış. Balık o sırada canlanıp, suya atlamış. Onlar da suyun âb-ı hayat olduğunu anlayıp, kana kana içmişler. Sonra İskender'e haber vermişlerse de, tekrar bu suyu bulamamışlar. İskender, Âb-ı Hayattan mahrum olmuş. Böylece ölümsüzleşen Hızır ile İlyas, Allah'ın emri ile dünyada sıkıntıya düşenlerin yardımına koşarlarmış. Kıyamete dek sürecek olan bu görevi Hızır denizde, İlyas ise karada yaparmış. Her ikisi de senede bir gün buluşuyp, beraberce Kâbe'ye hacca giderlermiş. Onların buluştukları güne Hızır ve İlyas tan bozma "HIDIRELLEZ" denilir. Ki o günde, insanlar kırlara çıkıp eğlenirler..Mayıs ayının 6. günü olarak bilinir.

Hızır efsanesi halk arasında da çok yaygın olduğundan birçok hikayelere, destanlara da girmiştir. Yine bir çok yerleşim bölgelerinde Hızır'a ait makamlar ve yer adları vardır. O, denizin üstünde gezebilir, seccadesini sererek namaz kılabilirmiş. Toprağa bastığı zaman da, oralar yeşillenir ve havası güzelleşirmiş..Boz bir ata binip, baştanbaşa yeşil elbiseler içinde dolaşırmış. Bu nedenlerden dolayı kendisine Hızır denildiği ve asıl adının "Bilya ve İlya" olduğu rivayet edilir. Bilya, Nuh Peygamberin torunlarından birinin adıdır. Onun, Benî İsrâil peygamberlerinden olduğu görüşü de bu bilgiler ile izah edilir. İskendernamelerde ve tefsirlerde onun hakkında geniş bilgi bulunabilir. Hatta bu konuda "HIZIRNAME" adlı müstakil eserler dahi vücuda getirilmiştir.. (Eğridirli Şeyh Mehmet Dede Sultan'ın (1426-1495) manzum tasavvufi eseri)

Edebiyatta, yukarda anlatılan özellikler dolayısıyla sık sık adından bahsedilir. Bilhassa ab-ı hayat, İskender ve zulumat imajlarının kopmaz bir parçasıdır. Sevgilinin birçok özellikleri Hızır'ı andırır. Kelimenin "yeşillik, boz, gökçül, mora yakın" anlamlarına gelmesi dolayısıyla çeşitli unsur ve düşüncelerin konusunu oluşturur ve sembol olur. Sevgilinin ayva tüyleri klişeleşmiş olarak Hızır'a benzer..Bazan bizzat sevgili için, "Hızırhat" denilir ve sevgili ondan üstün tutularak mübalağa yapılır. Âşık gözyaşları denizinde boğulmak üzereyken Hızır olan sevgilisinden imdat bekler. Sevgilini yüzü âb(su) olunca, ayva tüyleri de bu su üstünde yürüyen Hızır olur. Hızır zulumata girip ab-ı hayatı bulduğu için sırra vakıf olmuştur. Bu nedenle sevgilkinin bir sır veya ab-ı hayat olan dudağı çevresindeki hat da Hızır olur. Yine sevgili o dudaktan sırlar saçmaya başlayınca, Hızır yanında hazır bulunur...

Tasavvufta Hızır, İlm-i ledün (ilahi sırlar bilgisi) den kinayedir. Yürek ferahlığını bildirir..



*Olmayan mâye-i feyz-i ezelîden sîrâb
Âb-ı Hızr-ı yine Hızr olsa da rehber bulamaz. ( Râgıp Paşa)

*Var iken la'l-i lebin gayrı temannâ eylemem
Hızr eger sunsa peyâpey âb-ı hayvânı bana. ( Nâbî )

geldin.buldun...Gönderilen Resim...sevdim.güldüm...

#9 KaKTüS

KaKTüS

    Fethiye'li...

  • Dokunulmazlar
  • 6.837 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:İstanbul
  • İlgi Alanları:okumak&yazmak

Gönderim zamanı 07.05.2007 - 21:26

İLYÂS

İlyas Peygamber, İsrailoğullarına gönderilmiştir. Kavmi, Ba'l adı9ndaki puta tapan İlyas Peygamber, onları Allah'a ibadete çağırdıysa da yüz döndürdüler..Allah da, onların memleketinden bereketi kaldırdı. Yağmur yağmaz oldu. Açlıktan leşleri yemeye başladılar. Sonunda İlyas'ı arayıp buldular ve onun sözüne uydular. Sonunda yine azdılar. O zaman İlyas Peygamber o memleketi terketti, yerine Elyasa geçti..

İlyas, Harun Peygamberin torunudur. Tevrat ile amel ederdi. Kur'ân-ı Kerim'de üç yerde anılır.(En'am/85, Saffât/ 123-132.) İlyas Peygamber bir ara çok sıkıntıya uğradı. Kırlarda mağaralarda yaşadı. Allah ona bir şehre gitmesini, orda ne görürse korkmadan binmesini söyledi. İlyas orada ateşten bir ata bindi ve gözden kayboldu. Allah onu, M.Ö. 880 yılında böylece göğe çekti. Hızır ile görüştükleri ve her yıl buluşup hacca gittikleri rivayet edilir. İlyas, karada sıkıntıya düşenlere yardım edermiş ve kıyamete dek yaşayacakmış. Hızır ile İlyas'ın buluştukları bu güne HIDIRELLEZ denir...


*Muhabbet kur'ası İlyas'a düştü
Gönül şâdîye vü il yâsa düştü. ( Ahmed Paşa )

geldin.buldun...Gönderilen Resim...sevdim.güldüm...

#10 KaKTüS

KaKTüS

    Fethiye'li...

  • Dokunulmazlar
  • 6.837 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:İstanbul
  • İlgi Alanları:okumak&yazmak

Gönderim zamanı 07.05.2007 - 22:14

ÂB-I HAYÂT

Ölmezlik suyu; damlaları sonsuz hayat bağışlayantatlı ve lezzetli su, bengisu. Efsaneye göre İskender-i Zülkarneyn ordusuyla birlikte bir memlekete uğramış. Orada, kendisine, ileride bir deniz olduğunu, o deniz geçilince 3 ay süren karanlıklar ülkesinin başladığı ve bu ülkede ab-ı hayat olduğu söylenmiş. İskender, veziri Hızır'ı da yanına alarak denizi geçmiş ve zulumat(karanlıklar) ülkesine varmış. Bu arada İlyas da yanlarındaymış. İskender'de karanlıkları aydınlatan iki mücevher(veya bayrak) varmış. Birini Hızır ile İlyas'a vermiş. Hangisi suyu bulursa yekdiğerini haberdar etmek şartıyla ayrılmışlar. Hızır ile İlyas yorulunca bir pınar kenarına oturup karınlarını doyurmak istemişler. Hızır yanında getirmiş olduğu pişmiş balıkları çıkarmış, pınardan elini yıkarken, bir damla su balığa damlamış.. Blık o anda canlanıp, suya karışmış. Hızır bilmiş ki, ab-ı hayat budur. Kana kana içmiş, İlyas'a da içirmiş. O sırada bunlara bir emr-i ilahi gelmiş ki, bundan İskender2e söz etmesinler..

Bir rivayete göre de İskender'e haber vermek için pınardan ayrılmışlar ama tekrar aynı pınarı bulamamışlar. Böylece Hızır ile İlyas ölümsüzlüğe ermişlerdir. Kıyamete dek, Hızır denizde, İlyas karada sıkıntıya düşenlere yardım ederler ve her senenin 6 mayıs günü İskender seddi üzerinde buluşup, Kabe'ye hacca giderek, o yıl yapacakları işleri görüşürlermiş...

Doğu edebiyat ve efsanelerinde bu hikayenin değişik varyantlarına rastlanmakla birlikte Batı'da da ab-ı hayat inancı vardır. Kur'an-ı Kerim'de de Zülkarneyn, Hızır ve İlyas dolayısıyla bu sudan bahsedilir...

Bu suyun bulunduğu zulumat ülkesini, İbrahim Hakkı, 6 ay gece 6 ay gündüz olan kuzey kutbu olarak belirler. Taberi ise, Azerbaycan'ın kuzeyinde bir yer olarak gösterir. Ortaçağda da yeryüzünde, bilinen yerlerin dışındaki kısımlara zulumat adı verilirmiş...

Ab-ı hayat efsanesi, halk hikayelerine ve folklörümüze de girmiştir. Köroğlu destanında anlatıldığına göre Köroğlu, avladığı kuşu bir gölde yıkarken kuş canlanır. Köroğlu bunu babasına haber vermeye gider. Geri döndüğünde göl, bin parçaya bölünmüş ve Bingöl olmuştur...

İlahi aşk anlamında tasavvufi bir sembol olarak kullanılan ab-ı hayat, ledün ilminden kinayedir. O, mürşid-i kamilin, hayvani hayat yaşayan insan aklını dirilten sözleri ve nazarıdır. Edebiyatımızda geniş bir kullanım alanı bulan bu mazmun, manevi neş'eyi, aşk ve irfanı karşılar. Şiirlerde ince ve saf söz olarak kullanıldığı gibi, sevgilinin dudağında da ab-ı hayat özelliği vardır...



*Gün yüzünden utanıp âb-ı revân
Meskenin etdi verâ-yı zulumât. ( Hakanî )

*Ben senin âb-ı hayât-ı lebinin teşnesiyim
Tâlib-i çeşme-i hayvân isem insan değilim. ( Yenişehirli Avnî )

geldin.buldun...Gönderilen Resim...sevdim.güldüm...

#11 KaKTüS

KaKTüS

    Fethiye'li...

  • Dokunulmazlar
  • 6.837 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:İstanbul
  • İlgi Alanları:okumak&yazmak

Gönderim zamanı 07.05.2007 - 23:11

İSKENDER

Eski kültürümüz iki İskender tanır. Bunların birincisi İskender-i Zülkarneyn, diğeri de İskender-i Yunani (yani Makedonyalı Filip'in oğlu İskender)dir. Hayatları yaşadıkları yerler ve başarıları yüzünden birbirlerine çok benzeyen bu kişileri eski tarih,tefsir ve edebiyat vs. müellifleri çok defa aynı kişi sanmıişlardır. Oysa Kur'an-ı Kerim' de hayatı hakkında bilgi verilen Zülkarneyn ile, hayatınıYunan kaynaklarına dayalı batılı eserlerden öğrendiğimiz Büyük İskender (Alexander The Great)'in birbirleriyle hiç bir alakaları olamaz. Bir defa Büyük İskender M.Ö. III. asırda(356-323) yaşamış olup, içki içen, adam öldürmekten zevk alan, adalet tanımaz, ırk ayrımı güden,Mısır'a bir tanrı olarak giden, çok tanrılı Grek dinine uyan ve hatta eşcinsel bir kişidir. Oysa bir peygamber veya salih kul olması gereken Zülkarneyn'de bu gibi özellikler elbette bulunamaz.

Kur'an-ı Kerim'de hayatı hakkında bilgi verilen (Kehf/83-99) İskender hakkındaki rivayetler de değişiktir. Adı hususunda, "Abdullah İbn Dahhak", "Merzuban İbn Merduye el-Yunani", "Yuyan b. Yafes", "Sa'b b. Raşid", "Zi-şeddâd b. Ad b. Tat b. Sebe" vs. gibi görüşler vardır. Ona Zülkarneyn (iki karn sahibi) denmesine de çeşitli sebepler gösterilir."Karn" lugatta, boynuz, asır, bir zamanda yaşamış cemaat, insanın tepesi, başın iki yanı, erkeklerin perçemi, güneş kursunun kenarı, bir kavmin efendisi vs. anlamlarına gelir..

Edebiyatta başta İskendernameler olmak üzere onun adına çok rastlarız .Müstakil kitaplar halinde yazıldığı gibi, divan şiiri mazmunları içinde yer alan ve daha çok tenasüb ile telmih sanatları münasebetleriyle anılan İskender, çok zaman Zülkarneyn, ab-ı hayat araması, Hızır ve İlyasla olan münasebeti, zulumata girmesi, yolculukları, ordusunun çokluğu, cihangirliği vs. yönlerden ele alınır..

Ab-ı hayattan içmek İskender'e nasib olmamıştır. Ye'cüc ve Me'cüc kavmi üzerine sed yapması da zaman zaman anılır. Ayrıca övülen kişileri İskender'e benzetmek gelenektir. Cihangirliği nedeniyle padişah övgülerinde çok kullanılır. Divan şiirinde dünyanın pek çok yerini fethetmesiyle de çok işlenen İskender, şairin her vesile ile kullanabileceği geniş kapsamlı bir mazmundur.


*Halkdan kaldırdı Ye'cuc-ı Frengin zahmetin
Tîğ-ı cevhedârdan sed çekti İskender gibi. (Sâbît )

*Lâ'line ol nev-hatın el sundu zülfü bu acep
K'erdi Zülkarneyn Hızr'ın çeşme-i hayvânına.( Defterdar Mehmet Bey )





geldin.buldun...Gönderilen Resim...sevdim.güldüm...

#12 abidik

abidik

    Buranın müptelasıdır

  • Üyeler
  • 3.464 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:nerede akşam orada sabah
  • İlgi Alanları:ömer,şems,yunus

Gönderim zamanı 08.05.2007 - 11:14

Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan murâdım şem'i yanmaz mı

Kamu bîmârına cânân deva-yı derd eder ihsan
Niçün kılmaz bana derman beni bîmar sanmaz mı

Şeb-i hicran yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım
Uyadır halkı efgânım gara bahtım uyanmaz mı

Gûl-i ruhsârına karşu gözümden kanlu akar su
Habîbim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı

Gâmım pinhan tutardım ben dedîler yâre kıl rûşen
Desem ol bî-vefâ bilmen inanır mı inanmaz mı

Değildim ben sana mâil sen ettin aklımı zâil
Bana ta'n eyleyen gâfil seni görgeç utanmaz mı

Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır
Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı

çok güzel çalışma
gezinen bir gölgedir hayat,
gariban bir aktör bir ileri bir geri saatini doldurur.
ve sonra duyulmaz olur sesi,
bir masaldır gürültücü bir salağın anlattığı,
ki yoktur hiç bir anlamı .

#13 abidik

abidik

    Buranın müptelasıdır

  • Üyeler
  • 3.464 Mesaj
  • Cinsiyet:Bay
  • Konum:nerede akşam orada sabah
  • İlgi Alanları:ömer,şems,yunus

Gönderim zamanı 10.05.2007 - 11:38

bir safa bahşedelim gel şu dil-i nâşâde
gidelim serv-i revanım yürü sadabâd'e
işte üç çifte kayık iskelede amade
gidelim serv-i revanım yürü sadabâd'e.

gülelim, oynayalım, kâm alalım dünyadan
mâ-i tesnim içelim çeşme-i nev-peydadan
görelim âb-ı hayat aktığın ejderhadan
gidelim serv-i revanım yürü sadabâd'e

geh varıp havz kenarında hirâman olalım
geh gelip kasr-ı cinan seyrine hayran olalım
gâh şarkı okuyup gâh gazelhan olalım
gidelim serv-i revanım yürü sadabâd'e

izn alıp cuma namazına deyu mâderden
bir gün uğrulayalım çerh-i sitem-perverden
dolaşıp iskeleye doğru nihan yollardan
gidelim serv-i revanım yürü sadabâd'e

bir sen ü bir ben ü bir de mutrib-i pakize-eda
iznin olursa eğer bir de nedim-i şeyda
gayrı yâranı bugünlük edip ey şuh feda
gidelim serv-i revanım yürü sadabâd'e

gidelim serv-i revanım yürü sadabâd'e

sevgilinin yürüyüşünü, selvinin ruzgar etkisiyle salınışına benzetilmiş tir

bunu devam ettirelim bu çok güzel bir konu

kaktüs üç gündür yazmıyorsunuz
bu gerçekten güzel bir çalışma
gezinen bir gölgedir hayat,
gariban bir aktör bir ileri bir geri saatini doldurur.
ve sonra duyulmaz olur sesi,
bir masaldır gürültücü bir salağın anlattığı,
ki yoktur hiç bir anlamı .

#14 KaKTüS

KaKTüS

    Fethiye'li...

  • Dokunulmazlar
  • 6.837 Mesaj
  • Cinsiyet:Bayan
  • Konum:İstanbul
  • İlgi Alanları:okumak&yazmak

Gönderim zamanı 10.05.2007 - 23:31

teşekkür ederim gubidik :msn51: yazıları ödev olarak toparlayıp, örnekler bulup, buraya da elle yazdığım için bazı akşamlar vakit bulamıyorum.. affola...



VAHDET

Birlik, Allah'ın birliği. "Kesret" zıddıdır. Tasavvufta gerekli olan vahdet, kesret içinde olandır. Yani halk ile birlikte, iş-güçle meşgul iken dahi herkesin ve herşeyin Allah'ın kudreti ile meydana geldiğini idraktir. Bundan yola çıkarak vahdet-i vücut nazariyesi doğmuştur. Bütünb mevcudatın, Vücud-ı Mutlak'ın, yani Allah'ın esma ve sıfatlarından ibaret olduğu nazariyesine dayanan vahdet-i vücud, bir çeşit tasavvuf yoludur. Buna göre Vücûd (varlık) birdir. O da Allah'ın vücududur. Bütün varlıklarda çeşitli şekillerde ortaya çıkan da O' dur. Her şey, O'nun varlığına ve birliğine delalet eder. Âlem, varlığının alametidir. Yani kainat, O'nun yansımasıdır ve tüm yaradılış bir vahdettir. O'nsuz hiç bir şey olamaz. Var olan şeyler bir an için vardırlar ve asılları yoktur.. Tıpkı aynada görülen yansıma gibi. Vahdet-i Vücûd nazariyesi XIII. yy.dan sonra büyük ilerleme kaydetmiştir...



*Bâğ-ı vahdette nem-i lûtf ile pür
Gûyiyâ Besmele bir sünbüldür. ( Hâkanî )


*Her nesne kılur varlığına hüsn-i şehâdet
Her zerre eder vahdetine arz-ı güvâhi. ( Ziya Paşa )

geldin.buldun...Gönderilen Resim...sevdim.güldüm...





Benzer Konular Daralt

  Konu Forum Konuyu Açan İstatistikler Son Mesaj Bilgisi

0 kullanıcı bu konuya bakıyor

0 üye, 0 ziyaretçi, 0 gizli